HESABINI VERMEKTE ZORLANANLAR, YOLSUZLUKLARIN HESABINI SORAMAZLAR!..Av. Cemil Can
12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinden önce, CHP Ankara İl Yönetimi’nde birlikte görev yaptığımız bazı arkadaşlar; 2 TIR dolusu seçim broşürünün dağıtılmadığını ve hurdacıya satıldığını, fotoğraflayıp tutanak altına aldılar. Seçim bütçesinin nerelere ve nasıl harcandığı hususunun, yönetim kurulunda görüşülmesini defalarca istemiş olmalarına rağmen, Ankara İl Başkanı ve yakın çalışma arkadaşları, nedense hesap vermekten kaçınmışlardı. Bunun üzerine, durum bir rapora bağlanarak Genel Merkez’e bildirilmişti. Genel Merkez, nedense aralarında benim de bulunduğum şikâyetçileri dinlemek üzere hiçbir zaman çağırmadı. Şikâyet olunan İl Başkanı ile bütçe harcamalarını yapan yakın arkadaşları hakkında da bir işlem yapıldığını şu ana kadar duymadım. Tam aksine Kılıçdaroğlu, raporu hazırlayan yönetim kurulu üyelerini görevden almış, şikayet olunan İl Başkanı Tarık Şengül ile arkadaşlarına ise, ikinci kez görev verdi!.. Hazırladıkları raporun içeriğinden yüzde yüz emin olan şikâyetçi yönetim kurulu üyeleri, bu durumu anlamaya çalışmışlar ve en sonunda, Tarık Şengül’ün Genel Başkan’a yalan söyleyerek onun kandırıldığı sonucuna varmışlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de aynı şeyi düşünmüştüm…
14 Temmuz 2012 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde Sebahattin Önkibar’ın yazısını okudum. Kafamda şimşekler çaktı. Tarif edilmez bir şekilde canım sıkıldı. Nedense Önkibar bombasını patlatmadan önce:”Bu satırların yazarı, Kemal Kılıçdaroğlu ile şahsen iyi dosttur ve ona çok saygı duyar. Lakin olmuyor…” şeklinde bir cümle kurmak ihtiyacı hissetmişti. Sonra da şöyle devam etti:
”CHP’nin onlarca milyon dolar harcadığı geçen yıl yapılan seçimin kampanyasında, kampanyayı yapan reklam ajansı ile Erdoğan Toprak(1) ve Aydın Ayaydın’ın(2) bir akrabalığı ya da arkadaşlığı var mı? Adı hiç duyulmayan ve zerre katkı yapamayan o ajans (3) seçimin arifesinde birden nereden çıktı?
Sadece Bodrum’daki evi 10 milyon dolar olan ve dünyanın en zengin emekli bürokratı diye yazılıp çizilen Aydın Ayaydın, üniversite yıllarında benimle beraber belediye otobüsüne binerken bugün bu acayip serveti maaşıyla mı edindi? Açıklayabilir mi?”
Sebahattin Önkibar, soruları sorup rahatladı. Ama bizleri rahatsız etti. Şimdi ise, yanıt bekliyor. Beklesin bakalım… Çok daha bekler. 34. Kurultay’dan önce sorularının cevabını bulabileceğini hiç sanmam!.. İsterse çok saygı duyduğu “dostuna” sorsun, belki o kendisine tatmin edici bir yanıt verebilir!..
Erdoğan Toprak; 25 Aralık 2010 tarihinden itibaren Cumhuriyet Halk Partisi’nde Tanıtım, Basın ve Propagandadan sorumlu Genel Başkan yardımcılığı görevini yürütmüş. 17 Ağustos 2011’den itibaren de İdari ve Mali İşlerden Sorumlu Genel Başkan yardımcılığı görevine getirilmişti.(4) Hiç kuşku yok ki, Ankara İl Başkanlığı’nın hurdaya giden broşürlerinin doğrudan hesabını sorması gereken parti yetkilisi Erdoğan Toprak’tı. Şimdi anlıyoruz ki, onun vereceği hesap, 10 milyon dolarlarla ölçülüyormuş!? Hesap uzmanlığı ile yıldızı parlayan Kılıçdaroğlu’nun ise, her nedense bu konudaki sağırlığı devam ediyor!.. Hesap soranları görevden almak, geçici olarak sorunun üzerini örtmeyi sağlayabilir. Lakin ortada bir yolsuzluk varsa, onu kimse sonsuza kadar gizleyemez. Gün gelir hesabı sorulur. Gün gelir, adamın boynuna yaftayı asarlar!..Nitekim öyle de oluyor!..
Deneyimlerimiz bize göstermiştir ki, hesap sorma mevkiinde olup da sormayanlar, genellikle kendi hesaplarını vermekte zorlananlardır!..
Sözü fazla uzatmaya gerek yok artık. Kılıçdaroğlu’nun Y-CHP’sinin üç elemanı belli olmuştur. Yeni genel başkanı ile iki parti meclisi üyesini başa yazın. Zor olan bu üçlü ile uyumlu çalışacak diğer parti meclisi üyelerini seçmektir. 1283 Kurultay delegesinin bu nedenle işi kolay değildir… Her halde onlar da kendilerini seçenlere vefa borçlarını böyle ödeyeceklerdir!..
Y-CHP’de işler böyle gideceğe benziyor: Körler sağırlar, birbirini ağırlar!..
Av. Cemil Can http://cemilcan.gen.tr/
DİPNOTLAR:
- Erdoğan Toprak için bakınız:http://www.cemilcan.av.tr/s.383.htm
- Aydın Ayaydın için bakınız: http://www.cemilcan.av.tr/s.363.htm
- http://necatiozkan.blog.com/2011/05/07/chp-kampanyasi-ve-strateji/
- http://www.chp.org.tr/?pm=erdogan-toprakGERİ ZEKALILAR”IN DA YAPACAĞI İŞLER VAR!.. Av. Cemil CanPKK terörist örgütler listesinden çıkartılıyor. Bundan böyle “PKK’lı aktivistler” olarak isimlendirilecekler. Bir süre sonra “özgürlük savaşçıları” olarak anılacakları kesin!.. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un mahkeme kararı ile terör örgütü yöneticisi olduğu hükme bağlandıktan sonra, doğal olarak TSK da terör örgütü olarak anılacak!.. *** Bu noktaya gelene kadar Cumhuriyeti kuran ve topraklarımızı işgalden kurtaran Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğunda oturan adam ne yapmıştır? Bu sorunun yanıtını dosdoğru veremedikten sonra ihanet sürecinde piyon olarak, bir yere yerleştirilmekten kurtulmak olanaksızdır!.. *** Kürtçüler, Cemaatçiler, Liboşlar ve İkinci Cumhuriyetçiler’in doluştuğu Atatürk’ün partisi CHP, bu haliyle artık bizim partimiz değildir!.. Tıpkı TSK’nın Türk halkına yabancılaştığı gibi. Ülkemiz gibi CHP de işgal altındadır… TSK da bir zamanlar bizimdi ama bir tek mermi bile atamadan teslim alındı. Şimdi Apo’nun talimatı ile geri çekiliyor, PKK için alan boşaltıyor. Yanlış anlaşılmasın topraklarımızdan çekilen PKK değildir!.. Y-CHP de AKP ve BDP gibi PKK ile aynı masaya oturup, bölünme anayasasını yapmaya çalışmıyor mu? Teröristlere kredi açan, Cemaatlerin peşinde dolaşan, Cumhuriyet’in yıkılması için yol temizleyen bir genel başkan, hiçbir şekilde bizi temsil etmiyor! Kılıçdaroğlu da meşruiyetini kaybetti!.. *** Atlantik ötesinden gelen talimatları izah ve tercüme etmekle görevli Y-CHP’nin akıl hocası Osman F. Loğoğlu, TBMM’nde yaptığı basın toplantısında; Y-CHP olarak çözüm sürecine karşı olmadıklarını söyledi. Loğoğlu: Toplumsal mutabakat komisyonunu andıran tarzda bir komisyon kurulabilirse, elbette bunun içerisinde olabiliriz… Kürt meselesinin toplumsal barışa dönüştürülmesi için adresin TBMM, aktörlerin oradaki siyasi partiler olduğunu düşünüyoruz…” dedi… Hazret CHP tabanını bu şekilde hazırladıktan sonra, Kılıçdaroğlu da Öcalan’ın “çözüm” için önerdiği, Güney Afrika’daki “Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu”nu “incelemek” üzere; baş yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ile Ankara Milletvekili Levent Gök’ü, görevlendirdi. Gerçekte incelenecek bir şey yok ortada. Herşey ayan beyandır. Y-CHP’nin amacı AKP-BDP ortaklığının yapacağı işin içerisinde görünerek verilen görevi yapmaktır. Ancak bu şekilde ziyarete meşruiyet kazandırılabilir!.. *** Kılıçdaroğlu, Öcalan’ın avukatı Catriona Vine‘nin 29 Nisan için örgütlediği heyete adamlarını katarak, kendisinden beklenen görevi yapmış olacak!.. Ziyaret, İngiltere merkezli PKK’ya yakınlığı ile bilinen Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI)’nün davetiyle gerçekleştiriliyor. Bildiğiniz gibi, Habur Açılımı’ndan sonra, Öcalan’ın açıkladığı “yol haritası” ile kamuoyuna duyurulan “Hakikatleri Araştırma Komisyonu”nun ilk tanıtımını yapan da Kılıçdaroğlu’ydu… Anlaşılıyor ki, Meclis’te AKP-BDP koalisyonuna uzak duruyor gibi yaparak, CHP tabanını aldatanlar, sınır ötesi çalışmalara aktif olarak katılmakta bir sakınca görmüyorlar!.. *** Ziyaretine gidilen adamın nasıl biri olduğu ve görüşleri zaten biliniyor. Uluslararası Barış İnisiyatifi‘nin başkanlığını yürüten ve Öcalan’ın özgürlüğü için dua ettiğini söyleyen Başpiskopos Desmont Tutu‘nun, Türkiye’nin PKK ile mücadelesini Güney Afrika’daki Apartheid‘e (1) karşı verilen mücadeleye ve Kürtlerin durumunu da uzun yıllar ırk ayırımı politikasının uygulandığı siyahlara benzettiği biliniyor… Tutu, PKK yanlısı yayın yapan Roj TV‘yi de Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermişti. Deneyimli diplomat Onur Öymen’in söylediğine göre, Tutu, 21 Kasım 2010 tarihinde Brüksel’de Avrupa Parlamentosu binasında toplanan Kürt Konferansı’na gönderdiği mesajda; Öcalan’ın koşulsuz serbest bırakılmasını istedikten sonra, TSK’nın PKK’ya karşı yürüttüğü mücadeleyi durdurmasını talep etmişti. Ayrıca hükümetin PKK ile müzakerelere başlaması için çağrıda bulunan da Desmont Tutu’ydu… Kılıçdaroğlu’nun bir diğer akıl hocası bu adamdır işte!.. *** Kılıçdaroğlu, Y-CHP’nin “sürece” verdiği desteği, şu şekilde açıklıyor: Güya AKP, iktidarı başarısız olursa “Tam sorunu çözecektik CHP engel oldu” demeye hazırlanıyormuş! Bu nedenle de Y-CHP sürece destek oluyormuş! Acaba halkı ahmak yerine koymak başka nasıl olur? Y-CHP şu ana kadar hükümetin hangi icraatına engel olabildi de açılımına engel olabilecek? Bu bir aldatmacadır. sadece seçilmiş iki milletvekilini kodesten çıkarmaya gücü yetmeyen bir parti, iktidarın önünde engel teşkil edemez!.. Açıktır ki, Kılıçdaroğlu görevini bir süre daha gizli tutarak yürütmek istiyor. CHP’nin son kurultay delegeleri,(2) bu gidişe dur demezseniz, siz de ülkenin kurucu iradesine ihanet etmekle suçlanacaksınız! Onlarla birlikte siz de suç ortakları olarak ilan edileceksiniz!.. Tarihe hain olarak geçmeyi içinize sindiriyorsanız, bekleyin de iyice iş işten geçsin!.. *** CHP Genel Başkanlığı’na kaset komplosu ile getirilen Kılıçdaroğlu gerçekte “ulusalcı” değildir. Partiyi elinden kaçırmamak için zaman zaman bu yönde gaz alıcı beyanlarda bulunmaktadır. Zaten “yenilikçi” olmakla övünmekte ve partinin isminin başına “Yeni” sözcüğünü de bu nedenle getirmiş bulunmaktadır. Yaşanan süreç içerisinde, Kılıçdaroğlu’nun yenilikçiliğinin ne menem bir şey olduğu ortaya çıkmıştır. Kılıçdaroğlu’nun sol görüşlü olmadığı da tartışma götürmez. Emperyalizme karşı ve emekten yana olmayan birinden zaten solcu olamaz. O önce Aleviliğini kullanarak bu kitlenin desteğini almıştır. Ardından “sol” söylemi öne çıkartıp, namuslu solcuları da aldatmıştır!.. *** Kılıçdaroğlu, bu iki kesimin desteği ile Baykal-Sav taraftarlarını partiden uzaklaştırmayı başardıktan sonra, kendine yakın yeni bir delege profili yaratmış ve asli görevini yapmaya dönmüştür. Bu noktadan itibaren, TESEV’in bu sadık adamının kendine güveni tamdır ve göreve getirilmesini sağlayan SOROS‘un isteklerini bir bir yerine getirmeye başlamıştır. Hedefte CHP’nin dönüştürülerek, yeni rejime entegresi vardı. Yaşayarak gördük ki, Cumhuriyet’i yıkmayı kendilerine ödev edinmiş AKP-BDP ortaklığının önündeki taşları, her zaman Y-CHP temizlemiştir. Kılıçdaroğlu’nun gündeme taşıdığı konuların neredeyse tamamı, bir süre sonra AKP hükümeti tarafından uygulamaya konulmuştur. Y-CHP’nin muhalifmiş gibi durduğu, örneğin 4+4+4 gibi konuların çoğu, zaten iktidarın bitirmiş olduğu işlerdendir!.. *** Y-CHP’nin uzun tutukluluk süreleri ve “Silivri Hukuku”na karşıymış gibi görünmesi de muhaliflerin gazını almak içindi. Y-CHP, iki milletvekili Ergenekon Davası’na bilerek ve isteyerek kurban vermiştir!.. TSK’nın kalleş bir tertip ile teslim alınması sürecini “Ordu darbecilerden temizlensin” söylemi ile meşrulaştıran, yine Y-CHP olmuştur!.. *** Kılıçdaroğlu, asla vazgeçmediği ve dizginleme gereğini bile duymadığı yardımcısı Tanrıkulu’nun; ulusalcılar için söylediği, “geri zekalılar” nitelemesinden, nedense hiç rahatsızlık duymamıştır. “Ulusalcı” biri olsaydı, bu söz aynı zamanda kendisine söylenmiş olacağından bir tepki verirdi herhalde… Belli ki değildir ve Tanrıkulu’nun tespitini doğru bulduğu için sesini çıkartmamıştır! Diğer yandan, bu kovboy hakkında disiplin soruşturması açmadığına göre, demek ki sözlerini onaylamıştır! Biz “ulusalcıları”, geri zekalı zanneden bu ABD işbirlikçileri ile CIA’nın haber kaynakları bilmelidirler ki, emperyalizme karşı baş kaldırarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntılarından yeni bir devlet kuranlar ulusalcılardır. Ulusalcıların değişmez Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk, bütün dünyanın kabul ettiği gibi yüz yılımızın bir dahisidir!.. Bize geri zekalı diyen zavallılar ve onların sözlerini onaylayan hainler, asıl geri zekalı olanlardır!.. *** Hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde söylenebilir ki, Hüseyin Aygün aslında bir Erdoğan Toprak’tır; bir Gülseren Onanç’tır, bir Salih Fırat’tır, bir Sezgin Tanrıkulu’dur. Bunların toplamı da Kemal Kılıçdaroğlu’dur!.. O nedenle birbirlerinden vazgeçemezler! Anımsarsınız, daha geçenlerde Hüseyin Aygün, Paris’te öldürülen PKK’lıların ailelerine başsağlığına gitmişti. Yetmezmiş gibi bir de PKK bayrakları önünde fotoğraf çektirip yayınlamıştı. Rumlara karşı, Ege’de Türk ordusunun etnik temizlik yaptığını söyleyen de bu zattı. Atatürk ve İnönü ile ilgili sözlerini tekrar ederek, canınızı sıkmak istemiyorum. Diğer devirdiği çamları ise, bilmeyen yok gibidir!.. Acaba neden bu zat, hala Y-CHP’nin dokunulmaz adamıdır?.. Yanıt şudur: Kılıçdaroğlu’nun söylemek istediklerini o söylüyor. Aslında Hüseyin gibi bir kaç kişi Kılıçdaroğlu’na “paratonerlik” yapıyor!.. Hüseyin Aygün’ün bu densiz sözleri karşısında, Kılıçdaroğlu’nun tepkisini de hatırlatalım. Zira bu davranışı bizim için bundan böyle de önemli bir ölçüt olacaktır... *** Son bir hatırlatma ile bitiriyorum: 10 Ocak 2013 günü Amerikan tarzı yemin ederek ünlü olan Y-CHP’nin Kadın Kolları Genel Başkanı Hilal Dokuzcan, Parti Meclisi’nde yaptığı konuşmasında:”AKP’nin örgütlenme modelini inceledik. Kadınları nasıl ikna ettiklerini raporladık. Bazı söylemlerimizin kadınlarda karşılık bulmadığı gerçeğini tespit ettik. Adana’yı pilot bölge olarak kullanacak ve yeni bir çalışma yöntemi uygulamaya sokacağız… Biz de inanç eksenli örgütleneceğiz” dedi… Duydunuz değil mi? Atatürk’ün CHP’si ne hale getirilmiş! Emek eksenli örgütlenmeden, sendikalardan, sivil toplum örgütlerinden söz eden yok. İnanç eksenli örgütlenecekler ve akıllarınca iktidara geleceklermiş! Kafaya bakın hele! Sonunda elbirliği ile CHP’yi parti olmaktan çıkartıp, tekke haline getirdiler. Bu kişiler halen görevdedir ve CHP’nin propaganda çalışmalarını yürütüyorlar!.. *** Kurultay delegeleri, bu duruma ne diyorsunuz peki?.. *** Elbette ki, CHP’nin bu acıklı durumu sürgit böyle devam edemez! Öncelikle kurultay delegelerinin bu oyunu durdurması ve Türkiye’nin kaderine el koyması şarttır!.. CHP’li gençler, ağabeylerine doğru yolu gösterdiler… Aynı yol izlenecek ve CHP kendine gelecektir!.. Aksi halde pek çok kişi gibi ben de siyasi rakiplerimizin Y-CHP üzerinden göstereceği adaylara oy vermeyiz!..Av. Cemil Can DİPNOTLAR:1.)http://tr.wikipedia.org/wiki/Apartheid2.)http://www.haberdar.com.tr/politika/iste-chpnin-kurultay-delegeleri-h14675.html İYİ YETİŞMEMİŞ BİR KEŞİŞ!.. Av. Cemil Can İki eli kanda da olsa muhtar İsmet Paşa’yı karşılayanlar arasında mutlaka yerini alırdı. Ali için ise, parti yöneticilerini karşılamak, baba vasiyeti bir görev gibidir. 50 yıldır CHP’li muhtarın oğlu ve delege olarak bilinirdi. İlk kez bu yıl CHP Genel Başkanını karşılamaya gitmedi !.. Ne zaman CHP’li bir yöneticinin şehre geleceğini duysa, arabasını bir gün önceden gelin arabası gibi süslerdi. İstasyondaki kalabalığın arasından sıyrılıp İsmet Paşa’ya bir kaç metre kadar yaklaştıktan sonra babasının çektirdiği fotoğrafı, hala misafir odasının baş köşesinde, ulu önderin fotoğrafının biraz sağında ve sadece bir kaç santim aşağısında asılıdır. Ali ve ailesi için bu iki fotoğraf yangında ilk kurtarılacak olan en önemli iki eşyadır!.. Muhtarın oğlu Ali, Ecevit’i karşılamayı da hiç atlamamış, şehri her ziyaretinde CHP konvoyunun başında yerini almıştır. Babadan kalma 67 model otomobilinin ne kadar işe yaradığını, bu soylu görevini yerine getirirken fark etmiştir. Ali, Erdal İnönü’lü ve Baykal’lı yıllarda da görevini layıkıyla yapmıştır. Ali için CHP’de aktif bir üye kalmak, bir anlamda babasına karşı evlatlık görevini yapmak gibiydi… Yıllar yılları böylece kovaladı. Bu davranış şekli, Ali’nin yaşam tarzı haline gelmişti. Partisinden vazgeçmesi adeta imkansız gibi bir şeydi. Yıllar içinde yaşanan olumsuzluklar, bile onu asla CHP’den koparamadı. Doğrusunu söylemek gerekirse, bir tek CHP’nin başkalaşmasına dayanamamıştır!.. Atatürkçü ve CHP’li olmak, bir bakıma onun kimliğiydi… Sosyal paylaşım sitelerinde, hükümete inat, isimlerinin önüne “T.C.” rumuzunu koyanları tebessümle karşıladı. Bu konuda hayli geç kalındığını düşünüyordu… Geç kalınmaya neden olan olayları kafasında sıraladıkça, beyni zonkluyor, yüreğine hançer saplanıyordu… Ali’nin yüreğine Gazi Mustafa Kemal’in 6 oku nakış gibi işlenmişti. CHP’li olmak, kimliğinin ana unsuru gibiydi… O bakımdan bir insanı, kimliğinden koparmaya zorlamanın, ne demek olduğunu çok iyi biliyordu!.. İlkbaharın, bütün canlılığı ile hayata merhaba dediği 13 Nisan Cumartesi günü, Muhtarın oğlu Ali’nin, ilk kez genel başkanını karşılamak, içinden gelmiyordu!.. Kendi kendine söylendi:”Şu işe bakın, birkaç yıl içinde nereden nereye getirildik!” Kendisini içi çürümüş karpuz gibi hissetti. O gün arkadaşlarına, kurbanlık koyun gibi bakıyordu. Geçerli bir mazereti vardı ama söyleyemiyordu… Kılıçdaroğlu’nu karşılamaya gitmeyeceği kesinleşse bile, tarifi imkansız bir şekilde yanılmış olmayı istiyordu. Ama nafile!.. Aksi halde, kendisine duyduğu saygıyı yitirmek işten değildi… Muhtarın oğlu, İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun da “sürece destek” vermesini asla içine sindiremiyordu. Kocaoğlu, tek başına böyle bir kararı verseydi, onu anlamak mümkün olabilirdi. Hükümetin, İzmir Belediyesi’ne gönderdiği müfettişlerden ve tehditlerden haberdardı… Hiçbir usulsüzlük olmasa bile, Kocaoğlu ve arkadaşlarının yıllarca şaibe altında tutulabileceklerini tahmin edebiliyordu. Silivri’nin durumu ortadaydı. Hatta böyle bir durumda, hiçbir kusuru olmayan takım arkadaşlarını da peşinden sürükleyip, mağdur etmesi pek ala söz konusu olabilirdi. Bütün bu olumsuzluklara sebebiyet vermemek için “barışa destek vermek” gibi, tıpkı “akil adamlar”a özgü bir görevi ifa eder gibi Diyarbakır’a gidiyorum diyebilir miydi?.. Bunu normal karşılamak mümkün mü? Muhtarın oğlu, bu durumu halka anlatmayı da olanak dahilinde görmüyordu… İçi sızladı. Zira Aziz Kocaoğlu gibi biri daha vardı: ABD Dış İşleri Bakanı Kerry de “Açılımı destekliyoruz” demişti!.. Asıl ona acı veren Kocaoğlu ile Kerry’nin aynı safta durmasıydı!.. Daha birkaç gün önce 22 vekil arkadaşını yanına alan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun CHP’li üyesi Prof. Dr. Süheyl Batum; anayasanın ilk 4 maddesinin virgülüne bile dokunulması halinde, anayasayı ihlal suçunun işleneceğini ve buna izin vermeyeceklerini söylemişti. Bu sözler biraz olsun Ali’nin yüreğine su serpmişti…Aynı gün Kılıçdaroğlu, partinin kapalı grup toplantısında Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’ın, Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’na “CIA ajanısın” diye bağırması ile ilgili, olarak “gereğini yapacağım” demesini ise, pek çok kişi gibi Ali de anlayamıyordu. On göre de, gereği her ne ise, Tanrıkulu hakkında yapılmalıydı. Buna yüzde yüz inanıyordu. Gelin görün ki, Genel Başkan, yine de Yılmaz hakkında gereğini yapacaktı! Çıldırmak işten bile değildi. Morali iyice bozulmuştu. Gerçekten de Kılıçdaroğlu Dilek Akagün Yılmaz’ı kastederek; “Talimat verdim, tam olarak ne dediğinin tespit edilmesini istedim” demişti… CHP’nin Genel Başkanı bir kez daha TR 705 numaraya sahip çıkmıştı!.. Tanrıkulu, genel başkandan emim olduğu için olsa gerek, o gün edepsizce Dilek Hanımın üzerine yürümüştü. Demek ki, CIA’nın yan kuruluşu Stratfor’a bilgi kaynaklığı yapmak, CHP’nin son genel başkanına göre normal bir işti. Dünya alemin bildiği böyle bir durumu söylemek ise, Y-CHP’de disiplin suçu olarak kabul ediliyordu!.. Kılıçdaroğlu, güya Dilek Akagün Yılmaz’ın, Tanrıkulu hakkındaki sözlerini tam olarak anlamamıştı! Halbuki, tam tersini yapması gerekirdi. Şimdi araştırıp daha sonra gereğini yapacakmış numarasına yattığına bakmayın. Bundan böyle, “Dürüst bir adamdır” sözünü de hak etmeyenler için kullanmayalım!.. Sözünde durmayan adam her zaman yalancıdır ve yalancılar için dürüst sözünü kullanmak ayıptır!.. Tersini yaparsanız siz de halkın aldatılmasına katkı verirsiniz!.. Muhtarın oğlu Ali, iki kez BDP’den milletvekili olmak isteyen ve reddedildiği için o zamanki eşbaşkanı Ahmet Türk’ün ricası üzerine, CHP’den İstanbul Milletvekili seçtirilen Tanrıkulu’na, oy vermek zorunda kalmadığı için kendisini şanslı sayıyor ve bu şekilde rahatlamaya çalışıyordu. CHP’lilerin oyları ile PKK’lıları milletvekili seçtiren ve bir tek Kürt oyunu dahi CHP’ye getiremeyen bir genel başkan, Atatürk’ün partisinin başına yakışmıyordu…. Ali’nin canını fazlasıyla sıkan bu durum; adeta damarlarında akan kanın boşanmasına neden olmuştu. Yüzü kefen gibi oldu. Bugün genel başkanını karşılamaya gitmeyerek, haklı tepkisini dile getirecekti. Kendisine ve geçmişine duyduğu saygıyı ancak bu şekilde koruyabilirdi! Ali kararlıydı fakat arkadaşlarına bu durumu anlatamıyordu. 13 Nisan 2013 Cumartesi günü, anahtarı yitirilmiş kilitli bir çekmece gibiydi… Yıllar önce açılmış terminalin açılış töreni bir kişi eksik yapılacaktı!.. Diyanet “vaaz mangaları” kurmuş, Mehmet Görmez kurumunu iliklerine kadar siyasete bulaştırmıştı. Görmez, Kutlu Doğum Haftası etkinliklerini bahane ederek, bütün kadrolarını sahaya indirmeye kararlıydı. Vaizler, Kılıçdaroğlu’nun “Analar ağlamasın, süreç desteklensin” temasını işleyeceklerdi!.. İzmir’e “gavur” diyenler, Kutlu Doğum Haftası kapsamında yapılacak etkinliklerde, bu yıl İzmir’de Aya Haralam Kilisesi’nde Kuran okutacaklardı. Dinler arası diyalog, “irfana” ihtiyacı olan İzmir’den başlatılıyordu!.. Hepsi de bir bir yapıldı!.. Ali bu işlere de şaşırmamıştı! Onu asıl utandıran, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, iyi yetişmemiş bir keşiş gibi bu törenlerde eline tutuşturulan vaazı okumasıydı!.. Cumhuriyet’i kuran ve laiklik ilkesini ideolojisinin merkezine koyan bir partinin genel başkanına, vaaz vermek yakışıyor muydu? Üstelik iktidar, Kutlu Doğum Haftasını bilimsel gerçeğe aykırı olarak ve 23 Nisan’a inat, kasten Nisan ayı içerisinde sabitlemişti. Ne yazıktır ki, Kılıçdaroğlu da bu işe alet olmuştur. “Ilımlı İslam” rejimini getirmek için bütün olanaklarını seferber eden AKP’yi durdurmak isteyenlerin elini zayıflatmak görevi Kılıçdaroğluna verildi! CHP’lilere laiklik konusunda söyleyecek söz bırakmayan bir genel başkan, artık CHP’ye genel başkanlık yapamaz!.. Salt bu nedenle bile Kılıçdaroğlu, bir saniye bile geçirmeden, CHP’lileri aldatarak oturduğu Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğundan kalkmalıdır!.. Muhtarın oğlu Ali, resmi kurumların tabelalarından “T.C.” simgesinin silinmesini pek tuhaf karşılamadı. O da 13 Nisan itibariyle 12 milyona ulaşan Cumhuriyet Sevdalıları arasına ismini yazdırmıştı. Herkes gibi Cumhuriyet Halk Partisi’nden doğru önderliği bekliyordu ve buna hakkı vardı. Ne var ki, CHP başkalaşmış, Yeni CHP adını alarak, AKP’ye iyice yaklaşmıştı. Muhtarın oğlu, elinde madenci feneri ile yedi kat yerin dibine inmiş, oralarda CHP’yi arıyordu!.. Aralarında Ankara Barosu’nun da olduğu 38 baro yönetimi, “Üniter devlet yapısı tartışmaya açılamaz ve Türk vatandaşlığı tanımı Anayasa’dan çıkarılamaz” diyerek, umutların tükenmediğini göstermiştir. Adalet Bakanlığı’nın, İstanbul Barosu’nda stajını tamamlayan 105 avukata ruhsatlarını vermemesi ise, iktidarın her cepheden muhaliflerine saldıracağının bir göstergesidir. Ali, saldırılara sonuna kadar direnebilirdi ama örgütü elinden alınmıştır… Yani, CHP Örgütü, ABD’nin talimatı ile iktidar gemisinin dümen suyunda yüzdürülmeye başlanmıştı!.. Lamı cimi yok, CHP inisiyatifi düşmana kaptırmıştı bir kere… Bu nedenle mücadeleye buradan başlamalıydı!.. “İleri Demokrasi” getirilen ülkemizde, Ergenekon Savcısı olarak tanınmış birine, Kasım İlimoğlu’na bile hapis cezası verilmiştir. Tuncay Güney’in Ulusal Kanal’a anlattıklarını boş verin. Eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Sabri Uzun’un, 2001’de gördüğü ”Ergenekon Şeması” ile dava dosyasına girenin farklı olduğunu açıklaması, aslında her şeyi çok net olarak ortaya koymaktadır!.. Başka hiç bir kanıt aramaya bile gerek yoktur!.. O gün muhtarın oğlu Ali, yemin ederek düşüncesini şu şekilde açıklamıştı:” Bu parti artık bizim parti değildir!.. Programını çiğneyen, yetkili kurullarını konu mankeni yerine koyan, iktidarın yarattığı yapay gündemi bile bir kaç adım geriden izleyen, halkı oyalayan ve delegesini “Brutüs” gibi gören bir genel başkan, bizim genel başkanımız olamaz!.. CHP ele geçirilmiştir!” Öcalan’ın 2009’da Meclis’te kurulmasını şart koştuğu komisyonun asıl işlevi, Cenevre Sözleşmeleri çerçevesinde, PKK’yı “taraf” haline getirip, işin içine Birleşmiş Milletler’i sokmak ve uluslar arası statü kazanmaktır… Her şey Meclis’te olsun diyen Kılıçdaroğlu’nun istediği de bu değil miydi? Şimdi istediği o komisyon Meclis’te kurulmuştur! ABD’nin CHP içerisindeki bir diğer has adamı Faruk Loğoğlu, 41 CHP milletvekilinin 8 Nisan günü Silivri mağdurlarına destek verdiği sırada, CHP’nin Meclis’te kurulacak komisyona karşı olmadığını açıklamasına ne diyorsunuz? Zamanlaması ne kadar mükemmel değil mi? Yurtseverler tam da: Aferin CHP milletvekillerine demeye hazırlanırken, Loğoğlu, Apo’nun şart koştuğu komisyona meşruiyet zeminini hazırlamıştır… O komisyonun adı: Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu’dur. Özel görevli mahkemelerin kaldırılmasından sonra kurulan, Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun ne marifetleri olduğunu görmüştük. Kozmik odalardan topladıkları gizli askeri belgeler de dahil olmak üzere, hazırladıkları raporları, kanıt olarak soruşturma başlatma yetkileri bitmiş olan özel yetkili savcılara vermişlerdi!.. Başka bir deyişle; Komisyon, yasa ile kaldırılan özel yetkili savcılığı ihya etmiş ve özel yetkili savcıların yerine geçmiştir! Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu’nun ne iş yapacağı da bellidir. Bu komisyonun, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun öncülüğünde hazırlanıp, 10 Ocak’ta TBMM’ne sunulan ve altında Hüseyin Aygün, Süleymen Çelebi, Veli Ağbaba, Nurettin Demir, Sena Kaleli, Binnaz Toprak ile Salih Toprak ve 24 Y-CHP’linin imzaları bulunan önerge ile kurulmasını istedikleri komisyondan hiç bir farkı yoktur!.. CHP’nin tutumu böyle olduktan sonra, Akil Adamlar Komisyonu’nun İzmir’e giden keşif heyetinin başındaki Baskın Oran’ın:”Süreç sekteye uğrarsa PKK ile işte o zaman baş edilemez. AVM’ler, metrolar patlar” tehdidini nasıl ciddiye almayalım? 74 milyon “O bombalar şimdi kimin elindedir?” sorusunun yanıtını aramaktadır. Oran’ın tehdidi karşısında, bizim Ali’nin saçları kirpi gibi dikildi. Zira Ali, Atlantik Konsül adlı düşünce kuruluşunun proje direktörü olan Davit L. Phillips’in, “Türklerle Irak Kürtleri Arasında Güven İnşası” başlıklı raporunda, “PKK’ya karşı askeri tedbirlerin çıkar yol olmadığı” düşüncesini benimsetmekle görevli olduğunu da bilmektedir… Tıpkı bizdeki bazı işbirlikçilerin, “PKK’ya karşı 30 yılda silahla sonuç alamadık” yalanını yaydıkları gibi… Şimdi Y-CHP de aynı yolun yolcusu olmuştur!.. Dilim söylemeye varmıyor ama Kılıçdaroğlu da BOP’nin içerisinde bir görevlidir! Yüzündeki CHP maskesine aldanmayalım. Zaten o maske de yavaş yavaş inmeye başlamıştır. Göreceksiniz maske düştüğünde altından; Sezgin Tanrıkulu, Hüseyin Aygün, Süleyman Çelebi, Veli Ağbaba, Nurettin Demir, Sena Kaleli, Binnaz Toprak ile Salih Toprak karışımı bir karikatür çıkacaktır. Bu zatların, bir süre daha üzerlerine aldıkları görevin icabı olarak, nalına da mıhına da vuracakları tabiidir!.. Arada bir söylemleri ulusalcı ağızla olacaksa da eylemleri sürekli BOP’ne göre olacağına eminim. Yaşayıp göreceğiz işte!… O bakımdan, vakit çok geçmeden, öncelikle CHP’yi işgalden kurtarmalıyız. CHP’yi kurtarmadan ülkedeki işgali kırmak imkansızdır!.. Ali’nin son sözleri ise şöyleydi:”Bir gün ayağımın dibinde yapılacak olan bir CHP’nin mitingine katılmayacağım, aklımın ucundan bile geçmezdi! CHP Genel Başkanı’nı Karaman önlerinde karşılayanlar arasında bulunmayacağımı ise biri söylese aklından şüphe ederdim. Rüyada mıyım diye, yerden bir taş parçası alıp alnıma dokundururdum!.. Y-CHP bu günleri de gösterdi bize!.. Asıl korkum: Yaklaşan seçimlerde bu tavrımın sürmesidir!.. Zira, CHP üzerinden AKP’ye veya Cemaat’e oy vermek çok zoruma gider!..” Erdoğan, Cumhuriyet’e karşı olduğunu açıkça söyleyerek inancının gereğini yapıyor, Kılıçdaroğlu ise, Cumhuriyet’ten yana görünerek Cumhuriyet karşıtlığı yapıyor!.. Birine diğerine üstün tutmak gerekmez, ikisi de makbul değil!.. Av. Cemil Can Y-CHP SAĞLAM KAZIĞA NASIL BAĞLANDI?..Av. Cemil Can Kılıçdaroğlu’na yakın Tuncelili bir “siyasetçi” konuşuyor: Genel Başkanınm sizi önümüzdeki dönem, çok önemli ve sorumluluğu ağır bir görevde değerlendirmek istediğini söylediğini duydun mu? Ayaküstü öyle kulağınızı çınlattık. Senin için, pekala milletvekili veya belediye başkanı olabilir dedi. Kimden ne eksiğin var sanki. Parti Meclisi üyelerine bakıyorum, çoğu eline su dökemez. Eğitimse eğitim, yürekse yürek… Ne aranıyorsa fazlasıyla sende var sende… Yerinde olsam; İl Genel Meclisi veya Belediye Meclisi üyeliği gibi tekliflere “evet” demem… Cancağızım; bizim partide o kadar çok hayranın var ki… Bir o kadar da kıskananın tabi. Bu geçiş döneminde kendini harcamamalısın! Sana bu ülkenin çok ihtiyacı olacak. Bazı arkadaşlarımız, bir dönem partide danışman olarak çalışmanı isteyebilirler, sakın onlara kanma! Buna bizim partide “ön kesme” diyorlar. Biliyorsun bürokraside olduğu gibi siyasette de yükseldikçe kadrolar azalıyor. Örneğin; bir partide iki genel başkanlık kadrosu olamaz. O bakımdan, aynı makama talip olanlar, birbiriyle yarışarak yükseliyor. Ne yazık ki, yarışmada özel yaşam dahil, pek çok konu masaya yatırılabilir. Can ciğer bir arkadaşın, eğer rakibinin kadrosunda yer almışsa yandın! Bir tek onunla paylaştığın özel yaşamına ait sırları, bir gün gazetelerde okuyabilirsin. Böyle bir konu yüzünden, yarışı kaybedebilirsin. Siyasetin en sevmediğim yanı budur Azizim… Aman kendine dikkat et!.. Genel Başkanın gözünün üzerinde olması ne büyük şanstır. Kendini “uzman” satmaya çalışan ve bunun için kanalları dolaşanlar var ya, onların talip olduğu bütün görevler, senin talip olman halinde, bankodur. Buna yürekten inanıyorum. Gözünü seveyim, çok hassas bir dönemden geçiyoruz. Parti disiplininden sakın ayrılma, olur olmaz yerlerde de Genel Başkan’ı eleştirme. Zaten sana yakışmaz. Nihayet, o da senin benim gibi bir insandır. Hatalar yapabilir, hatalı değerlendirmeleri olabilir. Biz “yol arkadaşıyız”, birbirimizin hatalarını göstermekle değil, örtmekle görevliyiz. Genel Merkez’deki çekirdek kadro, senin için çok iyi şeyler düşünüyor!.. Bunu hiç bir zaman aklından çıkartma!.. Bu ve benzeri tavlayıcı sözlerle; seyaset yapmaya heveslenenlere dağıtılan mavi boncuk, pek çok yurtseverin kendiliğinden yapacağı protesto eylemlerini engeliyor. Eleştiri yapmaktan alıkoyuyor insanları. Siyasetin önünü böyle tuzaklarla tıkıyor, siyasetçilerin yolu böyle kesiliyor… Yüksek mevkilere geleceğine inanan ve oralarda çok ve daha önemli görevler ifa edeceklerini sananlar, ne yazık ki, suskun kalıyorlar. İnsanoğlu böyledir işte. Kendisini fazlasıyla önemser ve çoğu zaman da egosuna yenik düşer. Bu şekilde girilen sessizlik koması içinde, yine de kendilerin avutabiliyorlar: Şimdi yapmam gerektiği halde yapamadığım işleri, günü geldiğinde, o önemli makam ve mevkilere getirildiğimde, fazlasıyla yapacağım diyor kendilerine. Yetkili ve görevli olduğunda, millete ve memlekete çok daha yararlı olabileceklerini sanıyor. O bakımdan, öğütlendiği gibi sabırlı olup, susuyorlar. Bu yıpratıcı “Süreç”i geçelim hele, sonrası Allah kerim diyorlar!.. Buyurun işte, size en değme siyasetçimizin röntgeni işte… Siyasete bu tür yargılarla girildiğinde; ne yanlışlara karşı çıkılabilir ne de insanın içindeki “otosansür” mekanizmasının çalışması durdurulabilir. Örneğin, bunca olup bitene rağmen, hala CHP’den neden ses çıkmıyor sorusunun yanıtını da burada aramak gerekiyor! Bir neden daha vardır kuşkusuz: O da ön seçimi küçümseyip, merkez yoklaması yöntemiyle; “söz dinletecek” insanların yerine “söz dinleyecek” olanların tercih edilmesidir elbette. Siyasetin önü böyle tıkanmıştır ülkemizde. Sorumluları da bellidir. Bu durum, siyaset baronları için arzu edilmiş bir sonuçtur ve bir tür açık çek hükmündedir. Halktan her zaman peşin alınmak istenir!. *** Şimdi söyleyeceklerimi can kulağınız ile dinleyin lütfen! İsrail’in Mavi Marmara olayı ile ilgili olarak “sözlü” özür dilemesi üzerine, Başbakan yaptığı konuşmada; “eşeği sağlam kazığa bağlamaktan” söz etmişti. Ne zaman söz kazıktan ve eşekten açılırsa, aklıma hep Y-CHP’nin seçmenine attığı kazık gelir. Y-CHP, gündeme taşınan hayati öneme sahip konularda, yetkili kurullarını toplayıp, ortak akılla görüş oluşturmaktan nedense özenle kaçınıyor. Genel Başkan’ın bir yerlerden kulağına üflenen sözler, üstelik emrivaki de yapılarak, alel acele yandaş bir kanalda açıklanıp, parti sağlam bir kazığa bağlanıyor!.. Çoğu kez, BOP kapsamında olan ve AKP’nin kısa bir süre sonra uygulamaya koyacağı politikalar, bir bakıyorsunuz Kılıçdaroğlu tarafından açıklanıveriyor! İnsan o anda Y-CHP’yi, koalisyonun gizli ortağı sanıyor. Partililer de Genel Başkan’la ters düşmemek ve olası siyasi geleceklerini tehlikeye atmamak için seslerini çıkartamıyorlar!.. Arada çıkan tek tük sesleri ise, “çok seslilik” ile geçiştirebiliyorlar. Bu yöntem işe yaramazsa “parti disiplini” sopası devreye sokuluyor… Kim ne derse desin TESEVCİ ekip bu konudaki başarısı tartışılmaz!.. Söz sopaya kadar gelmişken, bir hususu daha aktarmak istiyorum. Türkiye siyasetinde, son derece etkili olan yeni bir sopa ile tanışmaya ne dersiniz? Bu seferki; tanıdığınız cinsten bir beyzbol sopası değil! ABD’nin, AKP’ye gösterdiği yeni sopa: Kılıçdaroğlu’dur! Ne zaman Erdoğan, ülkemizin çıkarlarına göre bir iş yapmaya çalışırsa, ABD ona derhal Kılıçdaroğlu sopasını gösteriyor. Muhtemelen, ardından şu sözler de ediliyor: Geçmiş 10 yıl içinde, kabinenizi bir kaç kez ipe götürecek ağırlıkta suçlar işlediniz. Şimdi sırtınızdan elimizi çekip, CHP’ye destek verdiğimizi düşünün. Anında tepe taklak olursunuz! Bu sözlerle başlayan bir konuşmanın devamında, söylenecekleri tahmin etmek hiç de zor olmasa gerekir. O halde devam edelim: Beyler! Şimdi sizin “Ergenekon Mahkemesi” hala orada duruyor. Hesabını veremeyeceğiniz ne kadar da çok icraatınız var. Bu özel görevli mahkemeye, şimdi hesap verin bakalım! Özellikle de TSK’yı tasfiye etme konusunda, bizimle yaptığınız işbirliği, Türk halkı tarafından af edilir gibi değil! Sadece bu olay bile, hepinizin çırasını yakmaya yetebilir. Beş altı yılda, Silivri toplama kampında, üstelik ne ile suçlandığınızı da öğrenemeden, öylece tutuklu kalacağınızı düşünün. Böyle bir yargılamaya müstehak mıyız sorusu hiç aklınıza geldi mi? Eeee, düşmez kalkmaz bir Allah’tır. Hukuku ayaklar altına alarak, haksızlık ettiğiniz nice insanla doğrudan karşılaşmayabilirsiniz ama kürsüde oturanların, onların çocuklarının olmamasını garanti edemezsiniz! Yemin ederiz, içine düştüğünüz bu bataktan sizi, bizim Kılıçdaroğlu bile kurtaramaz!.. Allah’tan idam cezasını kaldırarak, kendinize son bir iyilik daha ettiniz!.. *** Benzer sözlerle, hükümetimiz yıllardır manevi baskı altında tutulmaktadır!.. Bu nedenle, hükümete Türk Milleti aleyhine yaptırılan işler ile bu işleri yaparken, hükümetin işlediği suçlardan, AKP iktidarlarını sorumlu tutmak çok da adaletli davranmak kabul edilemez!?.. Zira o suçları işleyen hükümetlerin, ceza ve fiil ehliyetleri yoktu!.. Diyet ödüyorlardı ABD’ye. AKP iktidarları zamanında hukukun üstünlüğüne saygılı olsalardı, şimdi böyle bir savunmaya sığınabilirlerdi… Yine de bu durumu, bir cezayı hafifletme nedeni olarak kabul edebiliriz!.. *** PKK’nin “Akil adamı” İlter Türkmen için Sovyetler Birliği’nin Yüksek Prezidyum Başkanı Podgorni, vaktiyle TBMM Başkanına: “…sizin bu büyükelçiniz Amerikan casusudur” demişti. Bu konu ile ilgili olarak Aydınlık Gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller’in köşe yazısını okumanızı öneriyorum.(1) İlter Türkmen’in, Amerikan casusu olduğuna inanırsınız, inanmazsınız sizin bileceğiniz. Ben size Amerikanın, başımıza çorap örmekle meşgul bir has adamını daha tanıtmak istiyorum. O da Türkmen gibi büyükelçilikten gelmiştir. Adını söylemeden önce, hukuksal bir duruma özellikle işaret etmek isterim. Yürürlükteki Anayasamızın 87. maddesini aşağıdaki dipnotların arasına yerleştirdim.(2) 87. maddede; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkileri yazılıdır. Bir de üç numaralı dipnottaki bağlantıyı açıp okuyun lütfen. (3) Orada TBMM İç Tüzüğü ile TBMM’ndeki komisyonları göreceksiniz. 20. maddeye kadar olan hususları atlayın. Gördüğünüz gibi TBMM’nde 18 tane “İhtisas Komisyonları” vardır… Birazdan soracağım soruya doğru yanıt verebilmek için, Anayasa hukuku uzmanı olmanız gerekmiyor. Okuma yazma bilmek ve okuduğunu anlayabilmek yeterlidir! Biliyorsunuz Abdullah Öcalan’ın TBMM’nde kurulmasını istediği “Akil Adamlar komisyonu”nu için Y-CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu üstünü başını parçalamaktadır! Kılıçdaroğlu’nun; AKP’nin önerisi ile Y-CHP’ninki arasında 180 derece fark olduğu savunuluyor. Doğru değil tabi. Bu açıklamanın ne anlama geldiğini tartışmaya başlamadan önce, bu fikri ısrarla savunarak, kamuoyunun gündeminde tutan bir diğer siyaset adamını, Y-CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı O. Faruk Loğoğlu’nu tanıyalım: Beyefendi, Tarsus Amerikan Koleji’ni bitirdikten sonra, ABD’de Brandeis Üniversitesi’nden mezun olmuş ve Princeton Üniversitesi’nde siyasi ilimler alanında doktorasını almıştır. Dışişleri Bakanlığı’na katılmadan önce Vermont eyaletindeki Middlebury College’da siyasi ilimler alanında bir yıl öğretim üyeliği yapmış, daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin eski Vaşington büyükelçisi görevine atanmıştır. (4) Her konuda ABD’nin çıkarlarından önce Türkiye’nin ali çıkarlarını gözetmesi gerekir!.. Aldığı eğitimin gereği budur… Y-CHP’nin büyükelçilikten gelme Miletvekili Loğoğlu, Anayasamızın 87. Maddesine ve TBMM İçtüzüğüne göre, TBMM’nin yapamayacağı bir iş için, komisyonunun kurulmasını istiyor. TBMM İçtüzüğü’nün bağlantısını da veriyorum. 20’nci maddeden itibaren okuyun, sonra devam edersiniz. Göreceksiniz ki, mevzuatımızın hiç bir yerinde; “Akil Adamlar Komisyonu” ve “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulmasına olanak verecek bir tek hüküm yoktur…(5) Y-CHP’nin bu tavrı ile ne yapmaya çalıştığını hiç düşündünüz mü?.. Özetle Y-CHP, AKP’ye diyor ki: Siz kurulacak olan bu komisyonların anayasa aykırı olmasına aldırış etmeyin. Yasayı çıkartın ve bu komisyonları kurun. Biz sesimizi çıkartmayacağız, size muhalefet de etmeyeceğiz. Anayasa Mahkemesi’ne de başvurmayacağız. Zaten Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “Süreç”i desteklediğini açıklayarak, bu konuda yapılacak başvurular için daha şimdiden oyunu peşin olarak açıklamıştır… Görüldüğü gibi ABD, PKK, BDP ve AKP “süreç”te en zor işi, CHP’nin sırtlanmasını istemektedirler. Zaten daha önceden BDP’nin önerdiği “Akil Adamlar” listesinde bulunan 705 kod numaralı Sezgin Tanrıkulu, şimdi Y-CHP’de Genel Başkan Yardımcısıdır. Dolayısıyla Genel Başkan ile iki Yardımcısı, “Bu kişiler ‘Akil Adam’lardır” dediler mi, buna parti içinden kimse karşı çıkamaz! Karşı çıkanlar ise, aynı zamanda Genel Başkan’a karşı gelmiş olacağı için, ya partiden ihraç edilirler ya da bir daha hiç bir yere aday gösterilmeyecek şekilde dışlanırlar! Gelecekte CHP’de siyaset yapmaya heveslenenler içerisinden, mavi boncuk dağıtılmış olanlar ise, böyle bir durumu kolay kolay göze alamazlar! Buyurun hodri meydan, Halep oradaysa, arşın buradadır!.. Bir tek CHP’nin “son kale” olarak ele geçirilemediğini savunanların aklına şaşarım!” *** Şimdi sırası geldi açıklayalım: “Akil Adamlar” komisyonu kurulmasının fikir babası; Apo, BDP, AKP veya Y-CHP değildir. Bu stratejik kurum, ilk defa Endenozya’da uygulanmış, ardından Yugoslavya’da milli devleti parçalamak için kullanılmıştır. Bu ihanet fikrinin büyük babası ABD olmasına rağmen, Y-CHP bu fikri evladı gibi sahiplenmektedir. Nedeni ise bellidir: İleride kendi fikrini desteklemek zorunda kalmak tabii ki! Öyle ya, iktidar muhalefetin isteğini yerine getirdiğinde, muhalefet buna karşı gelebilir mi? Muhalefetin, kendi karar taslağını desteklemesi kadar doğal ne olabilir? Dolayısıyla AKP’nin, ilerleyen günlerde, TBMM’ni de işin içine sokacak şekildeki girişimlerine, Y-CHP hiç bir şekilde itiraz edemeyecektir! Kılıçdaroğlu, aylar önceden sürecin adını “Analar Ağlamasın” olarak koyarak, verilen görevi yapacağını belli etmiştir. Öcalan’ın “Yol Haritası”nı daha o günlerde koltuğunun altına sıkıştırıp yola çıkmıştı!.. ABD’nin “Büyük Kürdistan”ın (Üçüncü İsrail) kurulması yolunda, geride bırakılmasını şart koştuğu bu etap, anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu ile geçilecektir… Başka bir söyleyişle; CHP “kaset olayı” ile çok sağlam kazığa bağlanmış ve Y-CHP’ye dönüştürülmüştür!.. Şimdi söyler misin İlter Türkmen mi ABD’nin ajanıdır, yoksa Kılıçdaroğlu, Loğoğlu ve Tanrıkulu gibiler mi ABD’nin has adamlarıdır?.. *** TBMM bu işlerin içerisine sokulunca neler olacak? Herşeyden önce, PKK “taraf” olarak tanınmış olur. Doğal olarak işin içerisine “Uluslararası Hukuk” da girmiş olur!.. Birleşmiş Milletler’de ABD mi etkilidir yoksa Türkiye mi? Bu soruya vereceğiniz yanıta göre, ulusal çıkarlarımızın Birleşmiş Milletler’de nasıl güvence altına alınacağına da bir yanıt verin. Dilerseniz konuyu biraz daha açalım. Biliyorsunuz, BDP’nin sahaya sürdüğü en son slogan: “Kürtlere statü, Öcalan’a özgürlük”tü. Öcalan’a “özgürlük” son derece açık ve anlaşılır bir istektir. Bunu anlayabiliyoruz: Kürt halkı, 43 bin kişinin ölümünden sorumlu olan bebek katilinin, serbest bırakılması istiyor. Sloganın asıl büyülü olan bölümü: “Kürtlere statü” kısmıdır. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre, Statü; Bir kimsenin, bir kurum veya bir toplum içindeki durumunu ifade ediyor. Kürtlerin statüsü ise, Türk Milleti içerisinde Kürt “etnisite”sinin(6) durumunu ifade eder ki, bunu açıklamaya gerek bile yoktur. Zira bu anlamda Kürtler; tıpkı Türkler, Lazlar, Çerzekler, Gürcüler vb. gibi eşit bir statüye sahiptir. O halde PKK’nın “statü” ile anlatmak istediği, bu durum olamaz! “Kürtlere Statü”: PKK militanlarını “özgürlük savaşçısı” olarak kabul edip, tanımaktır. Savaşan “taraf” hiç bir şekilde suçlu sayılamaz zaten. Günümüzde, savaşta düşman tarafından insan öldürenlere madalya bile veriliyor. İnsan öldürmek bir tek savaşta suç değildir. O bakımdan, savaşan taraf statüsü, af yasasından çok daha etkili ve önemlidir. Kaçırmayalım; işin özü buradadır!.. Bu bilgiden sonra, TBMM’nde “Akil Adamlar” komisyonu kurmanın sonucunun ne olabileceğini kestirmek hiç de zor olmasa gerekir. Onun için, önce bu komisyonun ne iş yapacağını tartışalım: “Akil Adamlar” komisyonu, PKK militanlarının sınır dışına çıkmasına nezaret edecektir. Başka bir deyişle, Meclis kararına dayanılacağı için, güvenlik kuvvetleri bu katilleri yakalayıp, adli makamlara teslim edemeyecektir! Sonra, silahları ellerinde diledikleri ülkelere gidip, yerleşebileceklerdir. Bu konuda da kendilerine her türlü yardımlar yapılacaktır! Türkiye Cumhuriyeti devleti, bu ağır suçluları, daha sonra hiç bir şekilde takip de edemeyecektir! Çünkü bu işler, TBMM’nden çıkartılacak bir kanuna veya karara dayandırılarak yapılmış olacaktır… Sonuçlardan geriye doğru bakarsak; yapılan ilk işin suçluların silahları ile birlikte sınır dışına çıkmasına göz yummak olduğu görülecektir. İkinci aşamada PKK’lı suçlulara “Analar Ağlamasın” adı konulmuş bir özel af çıkartılmış olacaktır! Her iki eylem de yürürlükteki mevzuatımıza göre ağır suçtur! Zira bir hareketi suç olmaktan ancak yasa ile çıkartmak mümkündür. Yasalar genel olur ve TBMM’nde çıkartılabilir. PKK’nın, illa da muhalefeti işin içinde görmek istemesini bu yüzden iyi anlamak gerekir. PKK’nın kendisinini TBMM’ne muhatap kabul ettirmek istemesi elbetteki boşuna değildir. Taraf statüsü kazanılınca, artık bir yasa çıkartmaya gerek kalmadan, mevzuata aykırı olarak kurulan o “Akil Adamlar Komisyonu”nun marifeti ile af sonucunun elde edilmesi mümkündür. Öte yandan, muhalefet de işin içerisinde olduğundan, çıkartılacak olan yasanın Anayasa’ya aykırılığı da ileri sürmeyecektir!.. *** Bu işler tamamlandıktan sonra, PKK aynı zamanda TBMM kararı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin toprakları içerisinde yaşayan bir “milliyet”ten “ulus” statüsüne taşınmış olacaktır! Dolayısıyla “Kürt Ulusu”na karşı yapılacak olan insan hakları ihlallerine, Birleşmiş Milletler rahatlıkla karışabilecektir. Uluslararası mevzuat çerçevesinde bu mümkündür.(7) Ayrıca “Kürt ulusunun”, diğer uluslar gibi “kaderlerini tayin etme hakkı” kendiliğinden tanınmış olacaktır… Kürtler, bu çerçevede dilerseler kaderlerini bağımsız bir devlet kurmak şeklinde tayin edebilirler artık. Eğer, tercihleri bu yönde kullanırlarsa, doğrudan Birleşmiş Milletler’in koruması altına gireceklerdir. Sonuç: Yugoslavya’da olduğu gibi olacaktır. Türkiye parçalanacaktır. İşte “Kürtlere Statü” istemenin bizi götüreceği yer burasıdır!.. Nedense, bu durumu en çok isteyenlerin başında, bugünlerde “Anayasanın ilk 4 maddesi bizim kırmızı çizgimizdir” diyerek Atatürkçüleri sakinleştirmeye çalışan Y-CHP gelmektedir. İlk 4 madde içerisinde devletin şekli ve değiştirilemez niteliklerinden birinin “laiklik ilkesi” olduğunu hatırlatmak isterim. Çarpıcı bir örnek olarak; Y-CHP’nin “türban sorununu biz çözeriz” dedikten sonra, ortalığa düşmesi ve bu sorunun nasıl çözüldüğü ortadadır. Y-CHP’nin kadınlara türban dağıtmasını veya çarşafa CHP rozeti takmasını unutalım gitsin. Kılıçdaroğlu’nun “kırmızı çizgi” sözlerinin gaz almaktan başka bir amacı olmadığı açıktır. Aynı şekilde CHP Programı’na aykırı bir şekilde(8) “Kürt sorunu”nu da TBMM’nde “Akil Adamlar Komisyonu” ile çözmeye talip olan, yine Kılıçdaroğlu ve ekibidir!.. “Analar Ağlamasın” edebiyatı ile duygu sömürüsü yapanların, önde gideni de onlardır. Ne yazık ki, ülkemizi adım adım parçalamaya götüren bu sürecin, en önemli aktörleri, bu ülkeyi düşman işgalinden kurtardıktan sonra Cumhuriyet’i kuran o yüce insanların örgütü olan CHP’nin son Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile toz kondurmadığı SOROSÇU ekibidir!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1)http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/mehmet-ali-gueller/20334-baskanin-tum-adamlari.html (2) ANAYASA II. Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri A. Genel olarak MADDE 87- (Değişik: 3/10/2001-4709/28 md.; 7/5/2004-5170/6 md.) Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilânına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir. (3)http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/komisyonlar_sd.liste (4)http://tr.wikipedia.org/wiki/Faruk_Lo%C4%9Fo%C4%9Flu (5)http://www.tbmm.gov.tr/ictuzuk/ictuzuk.htm (6)Etnisite: Etniklik, genel anlamda bir sosyal gurubun ırk, dil veya millî kimliğidir. (7)Cenevre sözleşmeleri ya da Cenevre Konvansiyonları, İsviçre’nin Cenevre şehrinde yapılmış dört muahededir. Uluslararası hukukta insan hakları üzerine yapılmış ve 1949 yılında imzalanmış önemli sözleşmelerdendir ve uluslararası olan veya olmayan çatışma durumunlarında silahlı güçler ve insani yardım örgütleri tarafından uyulması beklenen standartları belirler.1859 yılındaSolferino Savaşı’nda yaşanan vahşete şahit olarak etkilenen Jean Henry Dunant’ın çabaları sonucunda oluşmuştur. Silahlı çatışma hukuku veya harp hukuku olarak da bilinen uluslararası insancıl hukukun temel kaynağıdır. http://tr.wikipedia.org/wiki/Cenevre_S%C3%B6zle%C5%9Fmeleri (8) CHP Programına göre, “terörle müzakere değil, mücadele” esas alınmıştır NASİHAT HEYETİ”NE ÖĞÜTLER!.. Av. Cemil Can Umarım benzetmeden Çingeneler alınmazlar. AKP’nin PKK ile yürüttüğü ihanet sürecinde kendini “Akil adam” sanıp rol kabul edenler, Sevr Anlaşması’na imza atan Rıza Tevfik ve arkadaşlarına benziyorlar. Rıza Tevfik ile aynı heyette yer alanlar, düşmanla işbirliği içerisinde görüldükleri için Kurtuluş Savaşı sonrasında Türk vatandaşlığından çıkartılan “Yüzellilikler” (1) arasında baş sıralara yazıldılar. Yahya Kemal, Sevr Anlaşmasını imzalamak üzere Paris Barış Konferansı’na giden o heyettekiler için şu mısrayı yazmıştı: “Kızmasın kimse Rıza Tevfik’eSevr’i imzalamaya gitti diye,Çünkü idam olan mahkumunÇektirirler ipini çingeneye.” Aynı şekilde günümüze kadar gelen ve adam yerine koyulmayan kişilerle uğraşma işinin, yine adam olmayanlara verilmesini ifade eden bir atasözümüz var. Bebek katili Abdullah Öcalan’ı Türk halkına “özgürlük kahramanı” olarak tanıtma işine de uyuyor. Böyle bir durumu ifade etmek için ülkemizde: “Çingenenin ipini kendisine çektirirler” atasözünü söylerler… “Akil adamlar” heyeti biraz da Mondros Mütarekesi’nden sonra Osmanlı padişahı ve hükümetinin taşradaki denetimi sağlamak üzere kurduğu, Heyet-i Nasiha‘ya (Nasihat Heyeti)(2) benziyor… Anadolu’da asayişi sağlayarak işgalleri önlenmek ve aynı zamanda azınlıkların padişaha bağlılığı sağlamak için kurulan bu heyetler içerisinde, (Rum ve Ermeni) azınlıkların temsilcileri de bulunmasına rağmen, ne ayrılma düşüncesini ne de İzmir’inişgalini önleyebildiler!.. Bu konu ile ilgili olarak dipnottaki bağlantıyı açıp okumanızı öneririm… Amerika’nın petrol kaynaklarını denetim altında tutmak için uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) hizmet edeceği tartışmasız olan “Aki Adamlar” heyeti, yaklaşan yerel ve genel seçimlerde; AKP iktidarını “terörü bitiren” başarılı bir iktidar olarak halka anlatma ve bu iktidarın devamına ikna etme işlevini üstlenmiştir. Bu anlamda “Akil Adamlar” seçimler için henüz propaganda dönemi başlamadan AKP’nin propagandasını yapma imtiyazına sahip, 63 kişilik bir propaganda ekibi olarak değerlendirilebilir!.. Bütün gününü futbol ve dizi izleyerek geçiren bir toplum üzerinde ünlülerin yapabileceği etki küçümsenemez. Sırası gelmişken, 1970 yılında yaşama gözlerini yuman, mantık ve matematik alanında çığır açmış çalışmalar gerçekleştiren ve bu çalışmalarını felsefe alanına da yayan Britanyalı ünlü filozof Bertrand Russell’in, İngiliz toplumu için söylediği, “Bir toplum at yarışı ve futboldan başka bir şey düşünmüyorsa; o topluma başkan olacağıma av köpeği olmayı tercih ederim” sözlerini hatırlatmak isterim…(3) Türkiye’de “üstünlerin hukuku” geçerlidir diyerek, yargının hükümete bağlanmasını ve bunun sonucunda, adaletin katledilmesi sonucunu doğuracak şekilde işletilen sürecin, “başarılı” olmasındaki en önemli etken: hiç kuşku yok ki, Anayasa’nın 26 maddesinin değiştirilmesi için yapılan halkoylamasıydı. Oylamadan önceki propaganda döneminde, “yetmez ama evet” diyerek değişiklikleri savunan işbirlikçi yazar-çizer mızıkacı takımına eşlik eden, Sezen Aksu gibi ünlü sanatçılar ve Hakan Şükür gibi beğenilen futbolcuların da anayasa değişikliklerine “evet” demesinde katkısı az sayılmaz!.. Anlaşılıyor ki, BOP’nin senaristleri, bu “Süreç”e desteği sağlamak için de aynı yöntemi kullanmaya devam edecekler… Geçen zaman içinde, arkasına ABD’nin desteğini alan AKP, iktidarını sürdürebilmek için, Anayasa’yı ve yürürlükteki yasaları çiğnemekten hiç çekinmemiştir. Hükümet, TBMM’nde yasaları her an değiştirme gücünü elinde bulundurmasına rağmen, çoğu kez bu yola girme zahmetine bile girmemektedir! Muhalefet ise sadece iktidarın belirlediği gündemle oyalanıyor. Danışıklı dövüş gibi. Halkın yakıcı sorunlarının gündeme taşınamaması hükümetin işini oldukça kolaylaştırıyor… Hatta denebilir ki, muhalefet iktidarın gündeminde olan konuları tartışarak, yoldaki taşları da temizlemekle görevli gibi… Anlaşılmaktadır ki, “analar ağlamasın” yalanı ile 74 milyonun anası bir süre daha ağlatılmaya devam edecek!.. Kim ne söylerse söylesin, içerisinden geçmekte olduğumuz koşullar, mütareke dönemindekilere çok benzemektedir. Bugünün “akil adamlar”ının o dönemin nasihat heyetleri gibi görev yapacakları bellidir… Yurtseverlik de hainlik gibi hep böyle zamanlarda depreşir. Yurtseverlerin askeri ve siyasi önderleri hapislere tıkılıp esir alınsa bile, Türk halkı her koşul altında el yordamı ile de olsa yine yolunu bulabilecektir!… Ne var ki, Türk halkını toptan esir almak mümkün olamayacaktır!.. 8 Nisan‘da Silivri’den harlanacak çoban ateşi, Anadolu’nun dört bir yanını aydınlatmaya devam edecek!.. Tıpkı Mustafa Kemal’in Samsun’dan yola çıkıp, Amasya’dan yayınladığı genelge gibi… Tıpkı Erzurum ve Sivas Kongrelerinde “Ya istiklal ya ölüm” şeklinde haykırıldığı gibi… Bu defaki kurtuluş meşalesi de bir daha söndürülmemek üzere Silivri’den yakılmıştır!.. DİPNOTLAR: (1)http://tr.wikipedia.org/wiki/150%27likler (2)http://atam.gov.tr/izmirin-isgalinden-once-sehzade-abdurrrahim-baskanliginda-anadoluya-gonderilen-nasihat-heyeti-anadolu-heyet-i-nasihasi-16-nisan-18-mayis-1919/ (3) http://www.serenti.org/burasi-bagimsiz-bir-cumhuriyettir/Y-CHP ÖCALAN’A “EVET” DEDİ!.. Av. Cemil Can “Açılım”, “Çözüm” , “Süreç” derken; Enerji Bakanı Taner Yıldız baklayı ağzından kaçırdı. Yıldız, Barzani bölgesinden çıkarılan petrolün, Barzani hesabına Türkiye’ye taşınacağı ve kendi hesabına İsrail üzerinden pazarlanacağı ve bu işin çözüm sürecinin “ölçülebilir ilk sonucu” olduğunu söyledi. Uluslar arası petrol kaçakçılığı anlamına gelen bu düşüncenin kabul edilebilirliği Kuzey Irak’ta ikinci İsrail’in kurulmasına bağlıdır!.. Bölgede etkili olan güçler Türkiye’nin böyle bir plan içerisinde görev almasını nasıl karşılar, Irak’ın petrolü başımıza ne işler açar yaşayıp göreceğiz!.. Bu tehlikeli süreçte gören duyan da sanır ki, Öcalan ile sadece AKP’liler ittifak halinde… Aslında süreci destekleyen diyaloğun en önemli figürü, biraz utangaç şekilde görünse de Y-CHP’dir!.. Erdoğan’ın CHP’yi ikinci Kürt açılımına katma çabalarına Abdullah Öcalan: “CHP sürecin dışında kalırsa kendisini bitirir” tehdidiyle katılmış. Bu analizi Kılıçdaroğlu hayli ciddiye almış olmalı ki, yanıtını basın üzerinden İmralı’ya ulaştırmış… CHP kendisini “bitirirse” doğal olarak kaybedeceği oylar, diğer partiler bölüşülecek. Dolayısıyla başta AKP olmak üzere, bütün partilerin “CHP’nin kendisini bitirmesine” sevinmesi gerekirken, aksine bir söylem içerisine girmelerinin bir nedeni olmalı!.. Nasıl oluyorsa, bu sıralar CHP’li olmayan ve CHP’nin başarılı olmasını istemeyen bütün kiralık kalemlerin baş derdi CHP’yi sürece katmaktır… Bunun için “Analar ağlamasın” istismarına, “CHP’nin biteceği” yalanını da katarak, parti içerisinden taraftar yaratılmaya çalışılmaktadır… CHP içerisinde kendilerini “Yeni CHP’li”, “Solcu” veya “Yenilikçi” olarak tanımlayan, açılımdan yana, BDP’li bir grup var… Akıllarınca “Yeni” ve “Sol” kavramları ile gerçek CHP’lilerin kafalarını karıştıracaklar… Oysa solculuğun en temel koşulu emperyalizme karşı olmaktır. Ayrıca solcu olanlar ülkelerinin birlik ve beraberliğini savunurlar. Solcular üniter devletten yanadırlar… Sol görüşlü bir insanın emperyalist projeler içerisinde asla yeri olmaz!.. “Süreç” diye yutturulmaya çalışılan açılımının, BOP kapsamında emperyalist bir proje olduğu ve Türkiye’nin parçalanmasını ön gördüğü tartışmasızdır… Dolayısıyla, CHP içerisinde kendilerini “Yenilikçi” veya “Solcu” olarak niteleyip, bu haliyle “Kürt açılımı”na destek olanlar, hiç bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde emperyalizmin hizmetkarıdırlar!.. Adlarının önüne koydukları sıfatlar onları solcu yapamaz… Gerçek solcular ve Atatürkçüler, Milli Anayasa Forumu‘nun etrafında örgütlenenlerin düşüncelerini savunurlar!.. CHP içerisindeki “yenilikçi” kesimin çekinmeden yalana başvurarak, CHP’lileri aldatmaya çalıştığı görülüyor. Bu işin önde gelenlerinden Genel Başkan Yardımcısı Gülseren Onanç’ın, CHP tabanın yüzde 65’inin süreci desteklediğini söylemesi ve bu konuda tabanın yönetime tepki vermediği şeklindeki sözleri ile başlayan tartışmanın istifa getirmesi, çok önemli bir gelişmedir… Aynı şekilde altı ay önce görevden alınan İrfan İnanç Yıldız’ın, bir sürü entrikaya ve Kılıçdaroğlu’na rağmen, yeniden CHP Gençlik Kolları Genel Başkanlığı’na seçilmiş olmasını da CHP’deki uyanmanın işareti olarak kabul etmek gerikir… Y-CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun, daha önce Meclis Başkanlığı’na sunduğu ve AKP’nin kendi önerisiyle birleştirdiği “Komisyon önerisi”ni yeniden sunmak için 35 imza toplayabilmesini ise, CHP içerisindeki BDP’lilerin, ne kadar gözükara olduklarına yormak gererik… Onanç’ın, sürecin başarısı için feda edilmesi de bu kararlılığın bir göstergesidir. Aynı şekilde, Tanrıkulu için defalarca söylenen; CIA’nın yan kuruluşu olan Stratfor’un TR 705 nolu bilgi kaynağı olduğu şekildeki sözleri, Denizli Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’ın daha anlaşılır bir şekilde söylemesi üzerine, disipline sevki Kılıçdaroğlu’nun sürece bağlılığını gösterir!.. Nitekim bu yönde yapılan eleştirilere: “Biz bu sürecin önünde engel olmamayı görev edindik. Buyurun çözünüz. ‘CHP bize engel oldu’ diyemeyecekler”(1) şeklinde verdiği yanıt ile daha önce yetkili kurullarda karara bağlamadan vermiş olduğu “kredi”nin arkasında durduğunu ifade etmiştir… Kılıçdaroğlu, bu şekilde CHP’ye süreç içerisinde verilen görevi de itiraf etmek zorunda kalmıştır!.. Y-CHP’nin Genel Başkanı, partiyi getirdiği noktada, ülkemizi bölme planına karşı çıkanları disipline sevk etmekle tehdit edebilmektedir!.. Örnek olması bakımından, Dilek Akagün Yılmaz seçilmiştir. Kılıçdaroğlu’nun Dilek Hanımla ilgili olarak gösterdiği “televizyona çıkma” gerekçesi ise kuşkusuz çok daha vahimdir. Kılıçdaroğlu ve ekibinin bu dönemde istediği tek sesliliktir. Ülke ve parti menfaatlerini savunmak disipline sevk nedenidir.. Buna karşın süreci destekleyenlerin önde gelenleri Sezgin Tanrıkulu ile Hüseyin Aygün, Cumartesi annelerini bahane ederek, akil adamların yanında boy göstermeye devam etmektedir!..(2) Aslında “ihanet planı” olduğu açık olan ve AKP’nin “süreç” olarak ifade ettiği, PKK’nın silah bırakarak sınır dışına çekilmesi beklentisinin, bir an için düşüncemizin aksine, söylendiği gibi gerçekleşeceğini ve “başarı” ile sonuçlandığını düşünelim. Bu başarının iktidarın başarısı olacağı ve siyasi sonuçlarından CHP’nin hiç bir şekilde yarar lanamayacağı tartışmasızdır. Bu kadar açık olmasına rağmen, CHP’nin aleyhine olacak böyle bir gelişmeye, engel olmama sözü vererek destek olunması, anlaşılır gibi değildir… İktidarı destekleyen ve payanda olan partiler, iktidara gelme iddialarından vaz geçmiş sayılırlar!.. Asıl bu haliyle CHP, kendisini bitirme ve parçalanma sürecine sokmuştur!.. Bu noktada durup, Kılıçdaroğlu’nun konumunu da iyice belirlemek gerekir. Anlaşılmaktadır ki, Kılıçdaroğlu’na verilen görev: “Ulusalcı” olarak nitelendirilen gerçek CHP’liler ile kendilerini “sol grup” veya “yenilikçiler” olarak niteleyen grup arasında denge kurarak, günleri geçiştirmektir. Ayrıca sürece karşı çıkmayarak ve karşı çıkanları engelleyerek görevini tamamlamak Kılıçdaroğlu’nun yegane işi olarak belirlenmiştir.. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu, partiyi ele geçiren ve emeperyalizmin verdiği görevi kabul eden işbirlikçilerin lideridir!.. Zaten akıl hocası olan TESEV Başkanı Can Paker de “akil adam” olarak, sürecin içerisinde aktif olarak yerini almıştır… O çok övdüğü ve toz kondurmadığı TESEV’in ne için kurulduğu da bu vesileyle ortaya çıkmıştır. Bu çerçeveden bakıldığında, Y-CHP’nin sürecin tam ortasında olduğunu söylemekte hiç bir yanlışlık yoktur… Bu nedenle CHP’lilerin birinci ödevi, Atatürk’ün partisini bu işgalcilerin elinden geri almaktır. Etkili bir şekilde ülke bütünlüğünü ve Cumhuriyet’i savunmak, ancak o zaman olanaklı hale gelebilir… Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1) http://www.ulusalbakis.com/engelsiz-muhalefet.html/ (2) http://www.skyturk360.com/haberdetay.asp?id=23034 DÜŞMANIN AĞZI İLE KONUŞANLAR!.. Av. Cemil Can TSK’nin en gözde komutanlarının yargılandığı Ergenekon Davasında esas hakkındaki mütalaanın okunması ile birlikte, Ankara’da bombalar patlatıldı. Hükümet, bombalarla “Ergenekon Terör Örgütü” arasında bağlantı kurmaya çalıştı fakat DHKP-C ‘nin olayı üstlenmesi ile bu plan tutmadı… Suriye muhalefetinin İstanbul’da toplanması ve toplantıda Kürt kökenli ABD vatandaşı Gassan Hito’nun “geçici hükümet başbakanı” seçilmesi de aynı zamana denk getirildi. Teksas’ta yaşayan kovboy Hito, 62 üyenin 35’inin “evet” oyunu alarak Suriye’ye “başbakan” seçildi!.. İnançlı bir Müslüman olan Hito’nun, İslami eğitim veren bir okulla bağlantılı olduğu da söyleniyor. Bu yönü ile Müslümanlara cihat çağrısı yapabileceği umuluyor!.. Buna karşın, Suriye Halk Meclisi Üyesi, Meclis Ulusal Uzlaşma Komisyonu Başkanı Ömer Ossi, Suriye’deki bütün etnik ve mezhepsel grupların öncü şahsiyetlerinin oluşturduğu “Vatanı Kurtarma Akımı” adlı grubun da liderliğini yürütüyor. Ossi, Suriye Kürtlerinin kararını şu şekilde açıklamış: “Ülkemiz düşmanlar tarafından parçalanmak isteniyorsa, biz Suriye’de yaşayan herkesle birlikte aynı siperde düşmanlara karşı savaşacağız.” Ossi, ABD’nin “Büyük Kürdistan Projesi” ile ilgili olarak da şunları söylemiş:” Ben inanıyorum ki, Irak’ta, Türkiye’de ve Suriye’de kurulacak Kürt devleti Anglo Sakson Amerika’nın imtiyazlı bir hizmetkarı olacaktır. Siyonizme ve emperyalizme hizmet edecektir.” İşte size Suriyeli iki Kürt; biri vatanını savunuyor, diğeri ABD’nin çıkarlarını!.. Bu ara öne çıkan bir başka konu “Sayın” Apo’nun Nevruz’da okunan bildirisiydi. Apo’nun militanlarına “çekilin” komutu, Kandil’den “ateşkes” olarak anlaşılmış. Karayılan “ateşkes ilan ediyoruz” demiş!.. Silah bırakma konusuna ise, hiç değinmiyor. Silahla çekilme, ne kadar çekilme sayılabilir, bu konuda bir şey diyen yok!.. PKK kalıcı barışı Apo’nun özgürlüğüne bağlıyor!.. Buna da şükür, ordunun terhis edilmesini istemediler!.. Tam da bu arada, Obama İsrail’e gelmez mi! Netenyahu’ya, Erdoğan’dan “özür” dile demiş, o da dilemiş. Anlaşılıyor ki, Erdoğan bundan böyle de ABD’nin çıkarlarını korumak üzere, İsrail’le birlikte çalışmaya devam edilecek. Apo’nun Nevruz nutkundaki birleştirici vurgusu; İslamiyet şemsiyesiydi… Bu mesaj Erdoğan’ın pek hoşuna gitmiş, “milliyetçiliği ayaklar altına alma” sözleriyle de uyumludur tabiiki. Apo’nun, Fetullah Hoca’ya Ortadoğu’da birlikte çalışabiliriz şeklinde selam göndermesi ise, PKK’nın “Ilımlı İslam”ı kabul ettiğini gösteriyor!.. “Sayın” Apo’nun “Kürt Manifestosu”, Nevruz Bayramındaki görüntüler ve “Ergenekon Davası”nın esas hakkındaki mütalaasının okunmasının arka arkaya getirilmesi, elbette ki tesadüfi değildir. Her biri bir diğeri kadar önemli, her biri diğerine bağımlı ve ayrı bir yazı konusudur. Tümünün bir merkezden uygulamaya konduğu ise tartışmasızdır. Hangi biri ile başlasak acaba? Duran Kalkan’ın “TSK Kürdistan’dan çekilsin!” talimatı ile mi yoksa Apo’nun TBMM’ne dayattığı “karar alma” nın zorluğu ile mi? Anayasa ve İçtüzük’te Apo’nun isteğini karşılayacak şekilde bir meclis kararı aldırmak şimdilik olanaksız görünüyor! Meclis Başkanı Cemil Çiçek, bu nedenle topu tekrar hükümete paslamış… Çünkü Meclisin böyle bir hukuksuzluğa alet edilmesi, hiçbir meşru ve hukuksal metne dayandırılamıyor!.. Obama, İsrail’in göstermelik bir “özür” dilemesini sağladıktan sonra, Erdoğan’a bu “süreç”i kimlerle geçeceği talimatını da vermiş. Netenyahu, Erdoğan, Barzani ve Öcalan. Bu dörtlü, bundan sonra ABD’nin Ortadoğu’daki takım komutanları olarak görev yapacak!.. Anlaşılan Kürt halkına “Özgür Kürdistan”ı öyle kolay kurdurtmayacaklar. En az 100 yıl daha sökülüp atılamayacak şekilde, emperyalizmin ahtapot kollarını Ortadoğu’ya tutturmak görevi, bu dönem Kürtlere ihale edilmiş gibi. ABD adına bölge halkları ile Kürtler daha çok savaştırılacak! Belli ki, ithal paralı askerler bu işi gereği gibi yapamıyor. Dikkat “Kürt Mehmetler” nöbete kaldırılıyor! Anlaşılan Kürt halkı Ortadoğu’daki ateşe iyice sürülecek… Apo’nun manifestosunda söz ettiği “misak-i milli” pek çok kişiyi heyecanlandırmış! Milliyet Gazetesi Halep, Musul ve Kerkük’ü içerisine alan yeni bir Türkiye haritası yayınlamış. Hangi aklın karıdır bellidir tabi. Halep’i sınırlarımız içerisinde göstermek Suriye’nin, Musul ve Kerkük ise Irak’ın topraklarında gözümüz olduğunu gösterir. Bu harita bile başlı başına skandal ve komşularımıza karşı düşmanca bir tavır sayılır. “Yurtta sulh, cihanda sulh” prensibine bağlı kalmayacağımızın bir işaretidir aynı zamanda. Öcalan’ın “çekilme” için Meclis kararı dayatmasının, PKK’ya “savaşan taraf” statüsü sağlamak için olduğu kolayca anlaşılmıştır. Akıllarınca, uluslararası anlaşmalardan (Cenevre Sözleşmesi) yararlanacaklardı. “Kürt sorununu” Birleşmiş Milletler’e taşıma planının bir parçası olacaktı Meclis kararı. O zaman PKK militanları için “af kanunu” çıkartmaya bile gerek kalmadan, serbest kalmalarını sağlanacaktı. Meclis kararı aldırmak bu işin ilk aşamasıdır!.. İşin ilginç yanı Kılıçdaroğlu’nun “Akil Adamlar Komisyonu” da tam olarak bu tanımla örtüşmektedir!.. Yakın geçmişte “Akil adamlar” projesi, Endonezya ve Yugoslavya’yı parçalamak için kullanılmıştı… Öcalan bu isteğinde boşuna diretmiyor… Nihai amacı olan “Özgür Kürdistan”ın kurulması mücadelesine bu isteği katkı sunuyor. “Süreç” konusunda CHP’lilere konuşma yasağı koyan Kılıçdaroğlu: “Masanın bir ucunda Abdullah Öcalan var, diğer ucunda da Recep Tayyip Erdoğan var. Konuşuyorlar, pazarlık yapıyorlar, bize de soru soruyorlar ‘Ne düşünüyorsunuz?’ diye. İyi de bilmediğimiz konuda yorum yapmak, konuşmak ne kadar doğrudur? Önce bir şeyler bilmemiz gerekiyor. Bize bir şeylerin anlatılması lazım” diyerek, “süreç”ten haberdar olmadığına inanmamızı istiyor! Habur görüntüleri gözlerimizin önünden hala gitmedi. Oslo ve İmralı tutanakları daha yeni yayınlanmış. Dolayısıyla kapalı kapılar ardında ne konuşulduğu da bellidir. Her şey açık seçik ortada iken, Kılıçdaroğlu’nun “bilgisiz” numarasına yatmasının nedeni nedir? Demek ki, toplumsal muhalefeti dizginleme görevini bu şekilde yerine getirebiliyor. Ne var ki, söylediği gibi “Süreç” masasının bir ucunda Erdoğan’ın, diğer ucunda Öcalan’ın oturduğu doğrudur. Ancak aynı Öcalan’ın oturduğu Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nu masasının öteki ucunda da kendisi oturuyor. Bu durumunu daha fazla gizlemesi olanaksızdır!.. Yeni Anayasayı “süreç”ten bağımsız bir olgu gibi kimse gösteremez. Anımsayınız Öcalan’ın “Akil adamlar komisyonu” ile “Hakikatleri araştırma komisyonu”nu da ilk sahiplenen lider Kılıçdaroğlu’ydu… Bu sahiplenmeyle Erdoğan’ın işini de bayağı kolaylaştırmıştı. Şimdi “AKP ile bizim önerdiğimiz akil adamlar önerisi arasında 180 derece fark var. Biz parlamentoda sorunun çözümüne ilişkin uzlaşma komisyonu kurulmasını ve paralelinde araştırma komisyonu kurulmasını istedik” demesi, kaş yaparken göz çıkartmak gibi bir şey oldu. Hatta bu kadarı önemli bir itiraf olarak kabul edilebilir… Kılıçdaroğlu, hükümetin ve Meclis Başkanının “Meclisin bu aşamada yapacağı bir şey yok” şeklindeki tavrını fazlasıyla aşmıştır. Apo’nun istediği komisyonların, Mecliste kurulmasını o da açıkça istiyor. PKK’yı doğrudan TBMM ile muhatabı yapacak bu gidişle. Çekilme için Apo’nun ileri sürdüğü şart Meclis kararı alınması ve komisyon kurulması değil miydi?.. Hükümetin cesaret edip, dile getiremediği bu konuları bile, yine Kılıçdaroğlu gündeme taşımıştır. Lamı cimi yok, Y-CHP bu dönem PKK’nın sözcülüğüne soyunmuştur! Bu noktada milletvekilleri ile parti yöneticilerine konuşma yasağı koymak son derece anlamlıdır elbette. Serbest bıraksalar, bu hususları tartışmaya başlayabilirler. Serbestçe tartışmayı engelemek için CHP gibi bir partiye konuşma yasağı getirilmiştir!.. Ey millet! Duyduk duymadık demeyin! Düşünebiliyor musunuz Grup Başkanvekili Muharrem İnce, “Akil Adamlar Komisyonu’na üye verir misiniz?” sorusuna “Partiyle görüşmeden konuşmak istimiyorum” yanıtını vermiştir… ABD’nin 705 numaralı adamı Sezgi Tanrıkulu, “Akil Adamlar” önerisini ilk yapanın Y-CHP olduğunu belirterek, “8-9 ay niye kaybettik?” diye soruyor. Aynı zamanda Kılıçdaroğlu’nu da yalanlıyor hazret. Madem öyle, Y-CHP’nin “Akil Adamlar” projesi ile AKP’ninki arasındaki 180 derecelik farkı da anlatsın bakalım. Partililere yasak konulmamış olsaydı, bu soruları sorulacak ve yanıtları aranacaktı kuşkusuz. Partinin kuruluş felsefesine bağlı kalarak, fikirlerini söyleyenler de çıkacaktı ortaya. O zaman CHP’nin Programdaki görüşleri hatırlanacaktı. Program’da yazılı olan görüşler, doğal olarak Kılıçdaroğlunun görüşleri ile uyuşmuyor! Çünkü CHP Programında “terörle müzakere” değil, mücadele esas alınmıştır. Kurultay kararı ile değiştirilmediği sürece de bu esaslara herkes uymak zorundadır; aykırı hareketler partiden ihraç nedenidir! Belli ki, bu hukuksal zorunluluğu, Genel Başkana kimse hatırlatmasın diye, konuşma yasağı getirilmiştir. Konuşanlar, partiden ihraç edilmekle tehdit edilmektedir. CHP, Kılıçdaroğlu’na babasından miras kalmış şirket gibi yönetiliyor. CHP’nin işgal altında olduğunun en temel kanıtlarından biri de hiç kuşku yok ki, bu ciddiyetsiz tutumdur!.. Av. Cemil Ca ERDOĞAN’I KURTARMAK-2 Av. Cemil Can Kabul etmek gerekir ki, Erdoğan cahil bir adamdır. Geçen birkaç hafta içinde yurt dışında ve yurt içinde cahilliğine 3 kez vurgu yapılmıştır. Doğru bir tespit yapıldığından olacak ki, oralı bile olmadı. Erdoğan, dünyada “cehaleti” sermaye olarak kullanabilen tek siyaset adamıdır ve kabul etmek gerekir son derece de başarılı sayılır!.. Erdoğan’ın, Avusturya’da 5. Medeniyetler İttifakı Forumu‘nda söylediği, “Tıpkı siyonizm, antisemitizm gibi, tıpkı faşizm gibi İslamofobiyanın da bir insanlık suçu olarak görülmesi kaçınılmaz hal almıştır” sözlerine, Yahudi çevrelerinden kınama yağdı. Recep Bey’in umurunda bile değil. İsrail Gazetesi Jeruselam Post‘un haberine göre, İsrail Dışişleri Sözcüsü Yigal Palmor, Erdoğan’ın bu demecine ilişkin “sadece cehaleti yansıtan içi boş sözler” yorumunu yaptı. Recep Bey tınmadı bile!.. Moskova Hahambaşı ve Avrupa Hahamlar Konferansı Başkanı Pinchas Goldschmidt, “Bu Yahudi halkına ve özünde barış olan bir harekete yapılmış cahilce ve nefret dolu bir saldırıdır” dedi… Onu da duymadı!.. Hakkında söylenen bu sözler hoşuna bile gitti denebilir!.. Zira sermayesine sermaye kattı!.. Başbakan Erdoğan, Ord. Prof. Şevket Aziz Kansu tarafından kaleme alınmış olan ve Uluslararası 18. Antropoloji ve Prehistorik Arkeoloji Kongresi için hazırlanmış Türk Antropoloji Enstitüsü Tarihçesi adlı eseri, Meclis’teki Grup Toplantısı’nda eline alıp, milletvekillerine göstererek: ”Bu insani midir? Vicdani midir? Bunun bizim ruh dünyamızda, inanç dünyamızda yeri olabilir mi?” şeklinde sözler etti. Korkunç da alkış aldı! Bu cahilce sözler, her uygar insan gibi Prof. Dr. Celal Şengür Hoca’nın da tüylerini diken diken etti. Hoca, bilim adamı kimliğiyle, Erdoğan’a haddini bildirmeye karar verdi ve bir köşe yazısı kaleme aldı. Yazıda doğrudan Erdoğan’ın cahilliğine vurgu yapıyor!.. (1) Mutlaka okumanızı öneririm. Büyük olasılıkla, bu niteleme nedeniyle, Erdoğan ve danışmanları yine ellerini ovuşturmaya başladılar… Ne de olsa, ilk seçimlerde istismar edilecek yeni bir konu daha buldular… Sermayelerini katladılar!.. O nedenle bu ülkede aydınların işi cahillerden çok daha zordur!.. *** Medeniyetler İttifakı Formu‘ndan sonra, Yahudi çevreler Erdoğan’ı itibarsızlaştırma işine bayağı hız verdiler. ABD’de iğrenç bir kampanya başlatıldı. ABD yönetimi, acaba ünlü teröristlerle aynı kategoride gösterilmesine ses çıkartmadığı Başbakanımıza, deliğe süpürülme zamanın geldiğini mi hatırlatıyor?.. Diplomaside hiç yeri olmayan “cahil” nitelemesinin, bir ülkenin başbakanı için yapılmış olması ciddi bir uyarıdır. Yetmiyormuş gibi ABD’lilerin en nefret ettiği Müslüman teröristler ile “dost” bir ülkenin başbakanını eş değerde ve aynı karede göstermek, akıl alacak iş değildir. Böyle bir durum, en kaba uyarının bile çok ilerisinde, tehditten de öte bir anlam taşır!.. Başbakanımızın en kötü fotoğrafı, dost ve müttefikimiz, aynı zamanda model ortağı olduğumuz ABD’nin üçüncü büyük şehrinde, pek yakında aranan teröristler listesine adı yazılacakmış gibi, belediye otobüslerinin reklam panolarında, yanına mahkum olduğu Ziya Gökalp’ın o ünlü mısrası da yazılı olduğu halde, sokak sokak dolaştırılmaya başlandı!.. Aşağıdaki videoda (2) izleyeceğiniz gibi, o afişler Amerika’nın en büyük kentlerinden Shikago’da otobüslerin üzerlerine ilan gibi yerleştirildiler… “Dostumuz ABD”nin ne yapmaya çalıştığını anlamak için, Amerikan Özgürlüğü Savunma Girişimi (American Freedom Defense İnitiative) adlı kuruluşun, bu afişler üzerine ne yazdığını bilmemiz gerekiyor. Afişlerin tercümeleri aşağı yukarı şöyledir: Ünlü terörist USAME BIN LADIN‘nin fotoğrafının yanına: “İlk işimiz İslam’a davettir. Bu onun cihatıdır, seninki nedir?” T.C. Başbakanı RECEP TAYYİP ERDOĞAN‘ın fotoğrafının yanına; ”Camiler kışla, kubbeler miğfer, minareler süngü ve müminler askerdir. Bu onun cihatıdır, seninki nedir?” 1 Mayıs 2010’da bomba koyduğu arabayı New York’taki “Time Meydanı”na park ettikten sonra, yakalanan Pakistan asıllı Müslüman bombacı FAISAL SHAZAT‘ın fotoğrafı yanına: ”Allah için savaş kutsaldır. Silahlar İslamiyet’te her müslüman için ödev ve yükümlülüktür. Bu onun cihadidır, seninki nedir?” 5 Kasım 2009 tarihinde Teksas’taki “Fort Hood Askeri Üssü”nde, tek silahla 13 kişiyi öldüren ve 29 kişiyi de yaralayan, Filistin kökenli bir Müslüman olan Amerikan Ordusu’nda görevli Binbaşı NİDAL HASAN‘ın fotoğrafının yanına: ”Allahü Ekber diye bağırarak kurbanlara ateş etmek, doldurup tekrar tekrar ateş etmek gerekir. Bu onun cihadıdır, seninki nedir?” HAMAS MTV üyesi bir Arap teröristin fotoğrafı yanına: “Yahudileri öldürmek, bizi Allah’a yaklaştıran bir ibadettir. Bu onun cihadıdır seninki nedir?” yazılmıştır!.. (3) Sıralamada Usame Bin Ladin‘den sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ikinci sırada yer alması, geçiştirilecek bir olay değildir. Bu olay, en hafifinden diplomatik bir skandaldır. ABD yetkililerinin bu duruma sessiz kalması anlaşılır gibi değildir. Şikako’daki Türkiye Büyük Elçiliği, ABD yetkilileri nezdinde bir girişimde bulunmuş mudur bilmiyoruz. Bulunmamışsa o da ayrı bir rezalettir. Bir an için Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek‘in, ABD Başkanı Obama’nın fotoğrafını bizim teröristlerle aynı fotoğraf karesi içerisinde belediye otobüslerinin ve bilbordların üzerine koyduğunu düşünün. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone, o anda Başbakanlık binasında biter! Kim bilir birkaç saat içinde kaç kişinin kulağı çekilir ve kaç kişi işinden olurdu!.. Her neyse, böyle bir karşılaştırma yapmak belki de doğru değildir. Bu olaydan çıkartacağımız ders çok daha önemlidir. Bu işi yapan girişim, belli ki İsrail’e yakın ve Radikal İslam’a karşıdır. Ama sonuçta bunu yapanlar müttefikimiz olan ABD‘nin bir veya birkaç yurttaşıdır. Bu duruma, Obama neden ses çıkartmaz, anlamak mümkün değil! Acaba şimdi de hükümetimize beyzbol sopası yerine, bu afişler üzerinden mi mesaj verilmektedir? Bizimkilere; yakında hepinizi terörist ilan edebiliriz, aklınızı başınıza devşirin mi demek istiyorlar? Öyleyse eğer, hükümetimiz ciddi bir tehdit altındadır. Bu nedenle iş yine bize düşüyor demektir!.. *** Bu olayla birlikte, kozmik odalardan alınıp, sızdırılan belgeleri düşünelim. Biliyorsunuz Arınç‘a suikast iddiası ile Özel Kuvvetler’in kozmik odalarına girilmiş ve en gizli sırlarımız kopyalanarak, özel görevli mahkemenin kasalarında saklanmaya başlanmıştı. Nasıl olduysa, bir süre sonra, bu gizli planlar, MİT tarafından TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu‘na verilmişler!? Şimdi ise, belgeler Zirve Yayınevi dava dosyası içerisinden çıktılar. Belgeleri ele geçiren taraf, her zamanki gibi Taraf gazetesidir elbette. Bu beyler isimlerin üzerini örterek, sanki çok gerekliymiş gibi belgeleri hemen yayınlamışlar. Bu “gazetecilik olayı” gerçekten de en gizli sırlarımızın ifşası niteliğindedir… Zira TSK’nin, düzenli ordu biçiminde savaşamayacak duruma düşmesi halinde, en yetenekli subayların kontrolünde, tıpkı 70’li yıllarda, Kıbrıs’ta olduğu gibi halkın sivil direnişini örgütleyecek olan kanaat önderleri ve yurtseverler deşifre edilmişlerdir!?.. TSK’nın savaşma gücü iyice kırıldıktan sonra, ne yazık ki, sivil direnişçilerin de isim listesi düşmanın eline geçmiştir! Bu noktadan itibaren, hükümetimizin kolu kanadı kırılmıştır denebilir. Artık hükümetiniz her türlü şantaja boyun eğebilir. Anlaşılıyor ki, hükümeti kurtarmak yurttaşlık görevi olarak yine bizim üzerimize yıkılmıştır. Bu nedenle öncelikle ve gecikmeksizin, ilk seçimlerde AKP‘yi iktidardan uzaklaştırmak şart olmuştur. AKP için siyasi bir yenilgi gibi gözükecek olsa da, bu eylem aslında onlar için bir kurtuluş olacaktır… Av. Cemil Can DİPNOTLAR (1)http://www.gazeteport.com.tr/haber/128570/sayin-basbakan-bilim-karsisinda-haddinizi-biliniz_#ixzz2MTQy (2) http://youtu.be/wQTPviwktDo (3) http://freedomdefense.typepad.com/ ERDOĞAN’I KURTARMAK!.. Av. Cemil CanBugün itibariyle 75 milyon Türk Milleti tehdit altındadır!.. Başbakan ise daha ağır bir tehdit altındadır… Bu nedenle o da Türk Milletini tehdit ediyor!.. PKK’nin lideri, bebek katili Apo bile, İmralı’dan ABD adına tehditlerini sürdürüyor: ”Ne ev hapsi, ne de af bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, Ne KCK tutuklusu kalır ne başkası. Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum.”(1) diyebiliyor!..Bu kadar ağır baskılar nedeniyle Başbakan’ın alacağı kararlar, vatana ihanet düzeyinde olsa da artık mazur görülebilirler!.. Biliyorsunuz tehdit altında işlenen suçlar affedilebilirler!.. Başbakan’ımızı kurtarmak, bu Yüce Milletin boynunun borcudur artık…Zira, “nakavt” durumuna düşmüştür ve ne dediğini bilmediği gibi ne yaptığını da bilmemektedir!.. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry Türkiye ziyaretinde; Suriye konusunda “En önemli önceliğimiz politik çözüm bulmak” diyerek, hükümetle aynı görüşte olmadığını söylemiştir!.. Bu sözler bir tür tehdit gibidir ve önceki tehditlerin de arkasında durulduğunu göstermektedir!..Önceki tehditler nelerdi? Onları ABD’nin önceki Dışişleri Bakanı Clinton’un, Başbakan’a yazdığı mektuptan öğrenelim…Ne diyordu Clinton? “Anlaşmamız TSK’da tasfiyeyle sınırlıydı, siz operasyonu çok aşırı noktalara götürdünüz”!..(2)Dilerseniz bu sözleri biraz daha açalım: 1.Erdoğan kendi ülkesinin silahlı kuvvetlerinin tasfiye edilmesinde ABD ile anlaşmıştır. Nitekim, bu operasyon sonunda TSK, BOP’nin uygulanmasında “etkisiz eleman” haline getirilmiştir. Daha sonraki safhalarda Türk askeri, ABD askerlerinin yerini de alabilir mi bunu bilemiyoruz… Erdoğan, bu ağır suçu, iktidar olma ve iktidarını sürdürmek için ABD’nin baskısı ile işlemiştir!.. Bir yere not edelim… 2. Yukarıdaki ifadeden Erdoğan’ın, anlaşma konusu dışına çıkarak, daha başka (kötü) işler de yaptığı anlaşılmaktadır. Bu yapılanları ise, güya ABD onaylamamaktadır. En azından böyle bir görüntü verilmektedir. ABD yetkilileri, biz bu ikinci kategori suçlarda, AKP ile suç ortağı değiliz demek isterken, aba altından sopayı da göstermektedir. Birinci suç kadar ağır olmasalar da Türk kamuoyu tarafından öğrenilmeleri halinde, hiç kuşku duyulmasın ki, Erdoğan hükümeti kendi sonunu getirecek başka suçlar da işlemiştir!.. Bu iki ağır tehdit altında AKP hükümeti bocalamaktadır. Üçüncü tehdit ise, ABD’nin Erdoğan’ı deliğe süpürüp, yerine Apo ile Cemaat’ten birine görevi vermesidir!..Bu görevlendirmenin de ilk işaretleri verilmiştir… ABD kendi askerini kullandığında pahalıya mal olduğunu Irak’ta test edip görmüştür. Apo ile İmralı’da yapılan görüşmelerin bilerek sızdırılan tutanaklarından anlaşıldığına göre, bundan böyle Ortadoğu’da, Conilerin yerine Kürtler kullanılacaktır! TSK’yı ise, sorun çıkartamayacak bir noktada tutmak işlerine gelir. Dünya petrol rezervlerinin üçte ikisine sahip bu bölgeyi terk edip gidecek değiller herhalde… Belli ki, bu dönemin ucuz askeri Kürtler olacaktır. Baksanıza komutanları Apo, ABD emrine vereceği Kürt asker sayısını bile vermektedir:“Şu an Suriye’de 50 bin, Kandil’de 10 bin, İran’da 40 bin var” diyor… Apo, “Çekildiğimiz yerlerde gerilla büyüyecek” diye ekliyor da… Adamlarını aldatmaya devam ediyor tabi! Türkiye’deki destekçilerine; çekilsek de bir şey olmaz demek istiyor bir bakıma! Yedek kuvvet olarak, sınır dışındaki Kürt militanları gösteriyor. Bu beyandan anlaşılmaktadır ki, PKK’nın niyeti silah bırakmak değildir!.. Tam aksine, amaçları silahlı gücünü daha da büyütmektir. Dolayısıyla Erdoğan’ın, silahlarınızı toprağa gömün ve güvenle başka ülkelere gidin şeklindeki sözleri, samimi olarak üzerinde anlaşmaya varılmış bir hususu yansıtmıyor. Bu sözlerin halkın gazını almak için söylendiği bellidir…Bu oyunda Kürtler yine piyondur… Bir de Cemaat’in “Başkanlık Seçimleri”nde Erdoğan’la yollarını ayıracağı senaryosu konuşuluyor. AKP açısından durum oldukça ciddidir… Mutlaka dikkat etmişsinizdir; Apo “Başkanlık” konusunda Erdoğan’ı destekleyeceğini söyledi. Diyeceksiniz ki, bu işin terörü bitirmekle, anaların göz yaşlarını dindirmekle ne ilgisi vardır! Haklısınız, yoktur elbette. “Süreç” olarak yutturulmak istenen dolmanın, bir alış veriş olduğu zaten buradan bellidir!.. Tıpkı eski CHP Genel Başkanı Baykal’ın dediği gibi yapılan “Ulus devleti ver, başkanlığı al” pazarlığıdır!..Bu noktada Erdoğan, ABD’nin bütün isteklerine evet demek zorundadır!..Ona hiç tercih hakkı bırakılmamıştır!.. Aksi halde, ABD görevi Apo ile Fetullah Hoca’nın bir adamına verebilir!.. Bu da Erdoğan’ın baldıran zehrini içip, tarihin tozlu sayfaları arasındaki yerini alması anlamına gelir!.. Kovboy blöf yapmıyor. Tehditler dünya kamuoyu önünde ve açık olarak yapılmaktadır!..ABD’nin çiçeği burnundaki Dışişleri Bakanı Kerry, Başbakan Erdoğan’ın Avusturya’da 5. Medeniyetler İttifakı Forumu’nda söylediği, “Tıpkı siyonizm, antisemitizm gibi, tıpkı faşizm gibi İslamofobiyanın da bir insanlık suçu olarak görülmesi kaçınılmaz hal almıştır” sözlerine katılmadığını ifade ettikten sonra, Türkiye’nin yerinin, İsrail’in yanı olduğunu vurgulaması, Erdoğan’da soğuk duş etkisi yapmıştır!.. Mavi Marmara Baskını ve Davos’taki “one minute” krizi ile toplanılan puanlar, bu hamle ile geri alınmıştır!..Kerry, hükümetin Türkiye-İsrail ilişkilerini bir an önce düzeltmesini ve Ermenistan ile diyalog kapısının açılmasını hatırlattıktan sonra, Ankara-Bağdat arasındaki gerginliğin de azaltılmasını istemiştir!.. Bu kadarla yetinmemiş, “İsrail’e engel olmayın” diyerek, Türkiye’nin İsrail’e yönelik NATO vetosunun tam anlamıyla kaldırılmasını buyurmuştur!.. Anlayacağınız, stratejik model ortağımız, dış politikada da AKP’ye hiç inisiyatif alanı tanımamıştır!..Bu durumdan ülkemizin Başbakanını kurtarmak, elbette ki Türk halkının görevidir!..Aksi halde, ABD akla gelmedik işleri bu hükümete yaptırabilir!.. Hükümeti bu baskılardan kurtarmak, ülkemizin ve halkımızın yararınadır. Bu nedenle yerel seçimlerden başlayarak, AKP’ye verilen halk desteğinin hızla geri çekilmesi şarttır. Bu noktadan itibaren AKP’ye destek vermek, Erdoğan’ın sonunu da hazırlamakla eş anlamlıdır… AKP’ye destek verenlerin, konuya bir de bu açıdan bakmalarını öneririm!..Diğer yandan, ABD “İkinci İsrail”i kurma çalışmasında, Türkiye’ye verdiği görevin eksiksiz olarak yerine getirilmesini istemektedir. PKK’nın affı ile devam edecek sürece karşı çıkacak olan ulusalcılar, peşinen “düşman” olarak ilan edilmişlerdir. Bu süreçte, ulusalcıların hedef gösterileceği ve başarısızlığın onların üzerine yıkılacağı açıktır. PKK ve yeni ortağı AKP, bölünme anayasasına karşı çıkacak kesimleri “faşist” olmakla suçlamaya başlamışlardır… Nitekim, Öcalan peşin peşin:“CHP ve MHP ulusalcılığı, Hitler milliyetçiliğinin aynısıdır. Zaten kuruluş tarihi de aynıdır. Anayasanın önüne de bunlar dikilecekler” diyerek, bu aşağılık kampanyayı başlatmıştır… Sinop ve Samsun olaylarını da bu yolun açılması için düzenlenmiş tertipler olarak düşünmek gerekir… *** Y-CHP’nin iki numaralı ismi Nihat Matkap ise, Apo’nun CHP içerisindeki sözcüsü gibi konuşmaya başlamıştır. Matkap: ”Öcalan’ın önerdiği ‘vatandaşlık‘ tanımı CHP programındaki ‘milliyetçilik‘ tanımı ile uyuduğunu” söylemiştir. Ona göre, CHP’liler nasılsa CHP Programı’nı bilmiyor, bu nedenle dilediği gibi atıyor! Halbuki, Anayasamızdaki “Türk” tanımının CHP Programı ile örtüştüğünü kendisinden başka bilmeyen kalmamıştır? Belli ki, Nihat Matkap da kendisine verilmiş görevini yapıyor!.. Öcalan, “Özgür iradesi ile kendisini bu ülkeye bağlı hisseden herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır” demişti!.. Anlaşılan Matkap’ın da diğer TESEV’ciler gibi “Türk” sözcüğüne allerjisi var!..AKP-PKK ortaklığı karşısında, Y-CHP yönetimi ne yazık ki, dik duruş gösteremiyor. Kılıçdaroğlu, geleneksel CHP çizgisi ile “görev” arasında bocalamaya başladı… Biliyorsunuz Kılıçdaroğlu, “İkinci Kürt Açılımı” başladığında 4 temel ilkeden söz ederek AKP’ye kredi açmıştı: “Bir, samimi ve dürüst olacaksınız. İki, gizli kişisel bir ajandanız olmayacak. Üç, millete izah edemeyeceğiniz angajmanlara girmeyeceksiniz. Dört, ana muhalefet partisine veya millete bilgi vereceksiniz. Bunları yapmazsanız bu sorunu çözemezsiniz” demişti…(3) Şimdi ise, Erdoğan’ı kastederek, “TBMM’nde gizli bir oturum yaparak, yapılan görüşmeleri bize aktarmak zorundadır” demektedir… (4) Ne oldu da bir kaç gün içerisinde, Meclis’te gizli bir oturum yapılarak, ana muhalefete bilgi verilmesini yeterli bulunabilmektedir?.. CHP, halktan gizli iş çevrilmesine nasıl olur verebilir, anlamak mümkün değildir!..Habur’daki “çadır mahkeme”sini unutmadık. Oslo görüşmeleri de çocukların elinde dolaşıyor. Imralı’daki görüşmenin tutanakları daha yeni yayınlanmış. Gizli saklı bir şey kalmamış! Kılıçdaroğlu gizli oturumda ne öğrenmeyi bekliyor acaba? Böyle bir görüşme CHP’ye ne katabilir? Olayın içerisindeyiz inancını vermekten başka, hiç bir işe yaramayacak olan bu taleple, belli ki birilerine göz kırpılıyor!.. Yaşanan gelişmeler açık olarak ortaya çıkarttı ki, CHP’nin başına acilen siyaset bilen ve CHP Programını özümsemiş bir liderin geçmesi gerekiyor. Bir kaç gün içerisinde fikir değiştiren ve neden değiştirdiğini kendisi dahi bilmeyen bir liderle, muhalefet görevinin doğru olarak yerine getirilmesi olanaksızdır!.. Zira Türkiye’nin, iktidardan çok muhalefete gereksinimi vardır!..Av. Cemil Can http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/ DİPNOTLAR:1.http://siyaset.milliyet.com.tr/iste-imrali-daki-gorusmenin-tutanaklari-basarisizlikta-ben-yokum-/siyaset/siyasetdetay/28.02.2013/1674358/default.htm 2.http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/clintondan-tayyipe-gizlenen-mektup-h9211.html 3. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22297831.asp 4.http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1123530&CategoryID=77 OYUN BİTTİ!.. Av. Cemil Can Ne zaman AKP’ye karşı ciddi ve yıpratıcı bir eleştiri konusu ortaya çıksa, CHP içerisinden mutlaka bir can simidi atılır. Ya Kılıçdaroğlu boyundan büyük bir çam devirir, ya da “seçilmiş” milletvekillerinden biri, CHP nin felsefesiyle uyuşmayan bir görüş atar ortaya. Kılıçdaroğlu’nun bu iş için yedekte tuttuğu çok adamı var. Geçen hafta Faik Tünay: “CHP milletvekiliyim ama CHP’li değilim” (1) diyerek, gündemin tamamen dışında, tüm CHP’lilerin canını sıkacak bir zevzeklik daha yaparak araya girdi!.. Dolayısıyla CHP yine döndü içe dönük tartışmaya. Başladı, milyonlarca insanın arasından kim, ne hakla böyle bir adamı listeye koyup, CHP’lilerin oylarını çöpe atar, şeklinde sorular sormaya!.. AKP’nin yıpratılacağı konu ise doğal olarak güme gitti. Bu tür olaylar, ilk defa değil ki. Bir sene içinde neredeyse onlarca kez geliyor başımıza!.. İktidar ile uğraşmaktansa, iktidar ile işbirliği yapmaya yatkın olan bu adamlarla uğraşmak öne çıkıyor! Öyle ya, bir ülkede muhalefet partilerinin, gerçek muhaliflerin eline geçmesi halinde, ancak muhalefet görevi yapılabilir. Bu halka karşı oynanan bir oyun olsa da, belli ki, bu oyuna bile bile çok daha düşeceğiz!.. Zira, siyasi iktidara karşı, en etkili silah olan siyasi partiler, iktidarın hizmetine girdikten sonra, bu silahları geri almak, yapılacak işlerin en başına geçiyor!.. *** Clinton’un, “Anlaşmamız TSK’da tasfiyeyle sınırlıydı, siz operasyonu çok aşırı noktalara götürdünüz” (2) şeklindeki uyarı mektubu ortaya çıktıktan sonra, Ergenekon Mahkemelerinin arkasındaki gücün, ABD olduğu da itiraf edilmiş oldu!.. Bu ifşaattan sonra, mahkeme ilamının başına: “Türk Milleti Adına” ibaresini yazmak çok tartışılacak!. CMK madde 178’e göre, sanığın hazır bulundurduğu tanık dinlenir. (3) Ergenekon Mahkemesi’nin 18 Şubat’ta yapılan son duruşmasında hazır edilen dönemin Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve Kuvvet Komutanını mahkeme dinlemedi. Hakimler, yasaya ve bütün ceza mahkemelerini bağlayıcı nitelikle olan Ceza Genel Kurulu kararlarına göre, mahkemenin taktir yetkisi olmadığı bu konuda, taktir yetkisi kullandılar!.. Yapılan açıkça yasayı çiğnemekti!.. Asıl fahiş hatayı ise, gerekçeleriyle yaptılar! Mahkeme, tanıkları dinlememe gerekçesini; “maddi hakikate ulaşma” nedenine bağladı! Arkasından da sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verdi! Bu aşamada, maddi hakikate bir tek şekilde ulaşılabilirdi. Sanıkların suçsuz olduğunu, kanıtların sahte olduğunu anladık deselerdi, ancak o zaman başka tanık dinlemeye veya delil getirmeye gerek yok diyebilirlerdi. O nedenle de hazır olan tanıkları dinlemiyoruz diyebilirlerdi. Bunun ötesi skandaldır! İhsas-ı reydir. Başka bir deyişle, hükümden önce, mahkemenin kararını açıklamasıdır. Böyle bir durum, mahkemenin tarafsız olmadığını gösterir. Dolayısıyla heyetin, dosyadan derhal elini çekmesi gerekir!.. Aksi durum, hakimlerin reddi sebebidir. Bağımsız ve tarafsız mahkemelerde kazara böyle bir olay meydana gelse, hakimlerin ağzından bu tür sözler kaçsa bile, mahkeme derhal kendiliğinden çekilir!. Bu noktadan itibaren “Silivri Hukuku”nun deşifre olduğunu ve davaların çöktüğünü söyleyebiliriz. Burada yine “iki kişiden biri”ne sormamız gerekiyor. Davaların başladığı Ekim 2008’de, gözlerinizi TV ekranlarına kilitleyerek, izlemeye başladığınız bu davanın devam etmesi için 2011 tarihinde yapılan genel seçimlerde de, yine AKP’ye destek oldunuz. Bu son kararınızdan memnun musunuz? İstediğiniz sonuç bu muydu?.. Yalan ve iftira üzerine kurulu “Silivri Hukuku”nun baş aktörlerinden, savcılığın muteber adamı Tuncay Güney, yaşamakta olduğu Kanada’dan bir TV programına katılarak; iddianamelere esas teşkil eden tüm açıklamalarını işkence altında söylediğini açıkladı. “Ergenekon davası bir projeydi, bitti artık” dedi… Oyunu önce Tuncay Güney bitirmiş. Clinton’un mektubundan sonra böyle bir açıklama gelmesi önemlidir!.. Böylece Silivri’de görev yapan savcı ve hakimler, en fazla değer verdikleri delil Tuncay Güney’den beklenmedik bir tokat yediler!.. Bu şaşkınlıktan olsa gerekir, artık Anayasayı ve yasalar ile Ceza Genel Kurul Kararlarını çiğnemekte bir beis görmüyorlar! Anlaşılan Ergenekon Davaları’nı kamuoyu önünde, dava olmaktan yine bu işlerde görevli olan “hukukçular” çıkaracaktır!.. Elektronik ortamda dosya kapasitesi 580 GB’a çıktığı düşünülürse, bu kadar evrakı okuyup, birbirleriyle ilişkilerini kurmak, insan zekası ve gücü ile imkansız görünüyor… Bunu anlayan hakimler, bari davayı biz çıkmaza sokalım da bitsin bu iş demiş olabilirler?!.. “İki kişiden biri”ne, bu noktada da bir soru sormak isterim: İftiracılara destek vermekle, onların işlediği iftira suçuna iştirak etmiş olmadınız mı? İslam Dinine göre, “şirk”ten sonra en büyük günah “iftira” değil miydi? İftiracıların yaşam boyu sözüne değer verilmez şeklindeki ayet (4) karşısında, tövbe etmeyi düşünüyor musunuz?.. *** Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez 2. maddesinde belirtilen Cumhuriyet’in, niteliklerinden biri “milliyetçilik”tir. Milliyetçilik, aynı zamanda CHP’nin altı okundan biridir. Başbakan açıklaması ile bu ilkeyi, dolayısıyla Anayasa’yı açıkça çiğnemiştir!.. “İki kişiden biri”ne tekrar hatırlatırım… “Laiklik İlkesi” de Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen Cumhuriyet’in niteliklerinden biriydi ve AKP “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” haline geldiği için vaktiyle, Anayasa Mahkemesi’nde mahkum edilmişti!.. O zaman kapatılmaktan kıl payı kurtulan AKP, “iki kişiden biri”nin verdiği destek sayesinde, şimdi Cumhuriyet’in niteliklerini korkusuzca çiğnemeye devam ediyor!.. Yasaları çiğnemediği halde uydurma kanıtlarla kahramanlarımız, zindanlara tıkılıyor. İktidar ise, neredeyse her gün pervasızca yasaları çiğniyor ama yine de alkışlanıyor!.. *** AKP ve BDP’lilerin, ellerinde hiç bir kanıt olmadığı halde, Sinop olaylarını CHP’li Sinop Belediye Başkanı’nın tahrikiyle, CHP ve MHP’liler çıkarttığı yalanı, kısa sürede ortaya çıkartılınca, BDP’liler Karadeniz gezisini iptal ettiler! Somut kanıtlarla suçüstü edildiklerinden, ayrıca özür dilemek zorunda da kaldılar. Belli ki, hedefleri: CHP’nin ulusalcı kanadı ile diğer milliyetçi kesimleri sindirmekti. Açılım süresinde çıkacak olayların, potansiyel suçlusu olarak, onları ilan etmek ve mümkün olduğu kadar tepkisizliğe sevk etmekti hesapları! Neyse ki, bu planları tutmadı… Başbakan’ın Sinop’taki gerginlik üzerine Bahçeli’ye: “Sivas’ın ötesine geç de görelim seni” (5) demesi, bu ülkenin en büyük talihsizliğinin AKP iktidarı olduğunu göstermeye yetiyor. Başbakan, bu tür sözleri ilk defa söylemiş değil ki. Daha önce de Kılıçdaroğlu için aynı sözleri sarf etmişti. Eğer muhalefet partileri ülkenin bazı bölgelerine gidemiyorsa, bunun sorumlusu hükümettir. Hükümet, ülkede güvenliği sağlayamıyor demektir. Demek ki, AKP hükümeti devleti yönetemiyor. Bu rezalet yetmiyormuş gibi, bir de bunu övünülecek bir şeymiş gibi anlatmalarını anlamak mümkün değildir!.. “İki kişiden biri” belki anlamıştır, kim bilir!.. İşçilerin ve öğrencilerin hak arayışında, derhal biber gazına davranan polisin, Sinop ve Samsun’da seyirci olarak yer alması anlamlıdır! Birkaç hafta önce, Karadeniz bölgesini ziyaret eden ABD’li diplomatların, bu projenin sahibi olduğu açıktır. Erdoğan’ın ziyaretlerden önce, Karadeniz milletvekillerini toplayıp, “İkinci Kürt Açılımı”na halkın ikna edilmesini istemesi ile bu olaylar birleştirildiğinde, asıl hedefin “Ulusalcılar” olduğu ve ileride gösterecekleri olası tepkiler nedeniyle, peşin gözdağı verilmek istendiği anlaşılmaktadır!.. Bu sahnede Y-CHP’ye günah keçisi rolü verilmiştir!.. Cumhuriyet Gazetesi: ”Sinop’taki hoşgörü İstanbul’da niye yok?” diye soruyor. Yanıt belli, AKP Boyabat Gençlik Kolları Başkanı, aynı zamanda olayı örgütleyen Sinop Gençlik Kolları Platformu’nun da başkan yardımcısıymış. Olayda kullanılan kişilerin çoğu AKP’li çıkmış. Böyle olunca biber gazını tüketmeye gerek kalmamış tabi!.. *** Türkiye 1960’tan bu yana AB’ye girmek için uğraşıyor. PKK’lı teröristlerin durumu Türkiye’den çok daha iyi görünüyor! Başbakan devletin televizyonundan açıklamış; silahlarını toprağa gömenler, AB ülkelerine gidebilirler!.. Belli ki, Kürtler için AB’nin yolu Kandil’den geçiyor. Türkler için daha açılacak 35 fasıl var!.. AKP iktidarı “ Türk milliyetçiliği ayaklar altında” demekle, asıl ayaklar altına aldığı Kılıçdaroğlu ile Bahçeli’dir. Başbakan’ın özellikle de Bahçeli’yi, “ciddiye almadığını” söylemesi, MHP tabanında nasıl karşılık bulacak çok merak ediyorum. Baştan bu yana AKP’ye yedek lastik görevi yapan siyasi çizginin, sonunda varacağı yer şamar oğlanlığı olacağı belliydi!.. Milli devlette, milliyetçilik hükümetin ayakları altında ise, devletin yeri nerededir, onu da çok merak ederim! Bir merakım daha var. O da: Ezanın Türkçe okunmasına karşı çıkanlar, Kürtçe vaaz verilmesine ne diyorlar acaba?.. *** Y-CHP’de Çankaya Belediye Başkanlığı’nı AKP’li Osman Gökçek’e verme planından sonra, şimdi de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni Cemaat’e teslim etme planı devreye sokuluyor! Görüşmeleri yürüten kişi; Ecevit’in “sağ kolu”, Cemaat’in muteber elçisi Hüsamettin Özkan’mış!.. Mustafa Sarıgül, birkaç ay önce Pensilvanya’ya giderek, Fetullah Hoca’sından icazetini almıştı zaten! Şimdi iş, anketlerle ortamı hazırlamaya gelmiş. Cemaat basını, tam kadro Sarıgül’ü destekliyor. Anlaşılan Cemaat, bu defa adaylarını yerleştirecekleri parti olarak, CHP’yi belirlemiş. Hayatlarında bir kez olsun CHP’ye oy vermemiş kişilerin baş derdi, CHP’nin İstanbul Belediye Başkanlığı’nı hangi adayla alabileceğine kadar gelmiş!.. Bu seçimde Sarıgül kazanırsa, asıl kazanan Cemaat olacak elbette. Y-CHP’nin de bir kazancı olacak belki. Sözde İstanbul Belediye Başkanlığı CHP’nin olmuş olacak. Hepsi o kadar. Bu yolda bir kaç ilçe de feda edilmiş olacak tabi!.. Av. Cemil Can http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/ DİPNOTLAR: (1)http://www.odatv.com/n.php?n=chp-milletvekiliyim-ama-chpli-degilim-1902131200 (2)http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/clintondan-tayyipe-gizlenen-mektup-h9211.html (3) Madde 178 -(1) Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir. http://www.ceza-bb.adalet.gov.tr/mevzuat/5271.htm (4)http://www.kuran.gen.tr/?kid=1&sid=24&x=s_main&y=s_middle (5)http://siyaset.milliyet.com.tr/erdogan-sivas-in-otesine-gec-gorelim-seni/siyaset/siyasetdetay/19.02.2013/1670797/default.htm “NİYAZİLER” GELECEK ANALAR AĞLAMAYA DEVAM EDECEK!..Av. Cemil Can Kılıçdaroğlu’nun da jetonu köşeli, 4 gün sonra düştü. Son yaptığı açıklama ile yine kendini yalanladı. Başbakan’ın Org. Ergun Saygun’u ziyaretindeki asıl amacını: ”Yakında KCK davalarındaki tutuklularının serbest bırakılmasına toplumun vereceği tepkiyi dengelemek” olarak açıkladı.(1) 11 Şubat günü sıcağı sıcağına yaptığı açıklaması ise, Erdoğan’a atılmış can simidi değerindeydi. O gün ziyaret için “insani bir ziyaret” demişti. Adeta Erdoğan’ın basın sözcüsü gibiydi… Ziyaretin eleştirilecek bir yanını bulamamıştı!.. (2) Kılıçdaroğlu, 40 bin yurttaşımızın öldürülmesinden sorumlu olan terör örgütünün kurucularının, iç infaz nedeniyle öldürülmesi üzerine, ailelerine “PKK irtibat bürosunda” taziye ziyaretinde bulunan Hüseyin Aygün’ün, eleştirilen bu durumunu da “insani nedenlerle yapılmış bir ziyaret” olarak gösterip, savunmuştu!.. Bugüne kadar bir tek şehit askerin ailesine taziye ziyaretinde bulunmayan Hüseyin Aygün’ün, “insani duyguları” nedense Türk askerleri şehit edildiğinde, bir türlü harekete geçmiyor. Kılıçdaroğlu’nun ürettiği bu mazeretleri, artık Aygün bile kabul etmiyor!..,., Birinci cümlenin başına yerleştirilen “insani nedenler” ibaresi Atlantik ötesinden ithaldir. Bu ibare matematikteki “yutan eleman“ gibidir; ardından söylenen sözlerin tümünü anlamsız ve işe yaramaz hale getirir. Tıpkı sıfır ile çarpılan rakam, ne kadar büyük olursa olsun, sonucun sıfır olacağı gibi. Kılıçdaroğlu’nun bu olayda “İnsani” kelimesini kullanmak zorunluluğu yoktu! Nitekim, Başbakan bir hafta boyunca, kendisine yöneltilen bütün eleştirileri “insani” sözcüğü ile karşıladı. Gel gör ki, Erdoğan’ın paşayı ziyaretinin amacı; insani değil, siyasiydi… Kılıçdaroğlu her zaman olduğu gibi Başbakan’ın yarattığı gündemin peşine takılıp, yine onun tuzağına düştü ve bir defa daha onu kurtardı!.. Buna Başbakan’a açılmış yeni bir “kredi” demek yanlış değildir!.. Bir değil, iki değil, Erdoğan’ı, “insani” cilası ile sürekli parlatması. Oysa Saygun’a yapılan insanlık dışı muamele ve komplonun ortayla çıkarttığı sonuçtu ziyaretin asıl sebebi. Ana muhalefetin, “Ergenekon” ve “Balyoz” davalarındaki hukuk dışı uygulamaları öne çıkartması gerekirken, “iyilik meleği” olmaya soyunan Başbakanı, “insani” kelimesi ile kutsamak gerekmezdi! Başbakan’ın bu hareketini bir tür özür ve itiraf olarak değerlendirmek gerekirdi. En azından itiraf bölümü üzerinde biraz daha fazla durup, özür dilenecekse; hükümetin komplocuları ortaya çıkartıp, özel görevli mahkemelerde yapılan yargılamaları, bu noktadan itibaren sivil yargıya devretmesi savunulabilirdi. Hükümetten bu seçeneğin yaşama geçirilmesine olanak verecek yasalar çıkartmasını istemek gerekirken, hiç de insanı olmayan, siyasi parsa toplamak amaçlı bir ziyareti, insani hale getirmek, muhalefetin üzerine düşen bir vazife olamaz!.. Özellikle de Başbakan’ın Ergun Paşa’ya:“Biz seni biliyoruz Paşam” sözlerinin, yapılan yargılamaların adil olmadığının bir itirafı olduğu üzerinde durmak gerekirdi. Muhalefet “çakma” olur ve bütün görevi iktidarı destelemek olarak şekillenmişse, elbette söylenecek sözlerin başına ”insani” sözcüğü yerleştirilmesi zorunludur!?.. Bundan sonra gelen bütünsözleri, “insani” sözcüğü zaten yutmuş olacaktır!.. Kaldı ki, Başbakan “insani” duygularını hasta olan diğer Silivri mağdurları için neden göstermiyor? Örneğin, Prof. Fatih Hilmioğlu göz göre göre, ölümünü bekliyor. O insan değil miydi?.. Onu ziyaret daha “insani” olmaz mı?.. *** Ergun Saygun’un tahliyesine karar, gece saat 01.00’de verildi. Mahkemeyi o saatte toplayan irade acaba kimindi? İşte o irade, onu haksız yere tutuklatan ve tutuklu kalmasına karar veren hükümetindir!.. Bu durum aynı zamanda yargının, bağımsız ve tarafsız olmadığının en somut kanıtıdır da… Bir an için mahkemeyi mesai dışındaki bir saatte toplayan olgunun, Adli Tıp Kurumu’nun Ergun Saygun Paşa hakkında verdiği rapor olduğunu düşünelim. Bundan çıkan sonuç; mahkemenin doktor raporlarına bir değer verdiği ve uyduğudur! Peki, gerçekte öyle midir? Örneğin, Haberal ve diğer hasta tutuklular hakkında verilen hayatı tehlike raporlarına uyulmuş mudur? Silivri zindanında yaşamını kaybeden diğer tutukluların sağlığı konusunda Adli Tıp Kurumu, acaba neden rapor vermiyor? Demek ki, Ergenekon Mahkemeleri bağımsız ve tarafsız mahkemeler değildir. Tamamen siyasi iktidarın keyfine göre karar veren, “siyasi mahkeme”lerdir… Dolayısıyla bu mahkemelerden verilen kararları, hiç kimse mahkeme kararı gibi görüp değerlendiremez!.. *** Tam da bitiyor derken, başımıza bir de “casusluk davası” çıktı. Doğrusunu söylemek gerekirse, Türkiye’de işlenemez tek suç casusluktur!.. Çünkü düşmanın bilmediği bir şey yoktur ki, casusluk suçu işlenebilsin! TELEKOM İsraillilerin; TTNET, TELEKOM’UN yan kuruluşu zaten, o da İsraillilerin kontrolünde. Elektronik haberleşmenin tümü, TTNET ve ondan hizmet alan şirketler üzerinden yapılıyor. Dolayısıyla teknik olarak İsrail ile ABD’nin bilmediği bir şey olamaz ülkemizde!?.. Kısaca düşmana karşı bizim gizlimiz saklımız kalmamış! Haberleşmenin gizliliği yok ki!.. Bir tek vatandaşın bu konularda yeterli bilgisi yok. Dolayısıyla İşlenemez bir suçtan ötürü, 400 civarında subayı casusluk iddiası ile içeri tıkmanın da bir anlamı yok! Bu dava ile gösterilmek istenen; iktidarı elinde tutan güç ve ortağı, dilediği zaman, dilediği muhalifi içeri tıkabilir olduğudur. Bu dönem yargı erki, Demokles’in kılıcı gibidir.. 74 milyon vatandaşın başının üzerinde sallanıp duruyor. Kimin, ne zaman kellesinin alınacağına ise “siyasi irade” kararı verir!.. CHP’nin eski Genel Başkan’ı Baykal’ın:“CHP Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda tuzağa düşürüldü” (3) açıklamasından sonra, Kılıçdaroğlu, İngiliz İşçi Partisi’nin daveti üzerine gittiği İngiltere’de, AKP ile “Anayasada büyük ölçüde uzlaşma sağlanmış durumda” dedi…(4) Bir taraftan Baykal’ın konuşması yararlı oldu derken, (5) bu sözlerinin üzerinden birkaç gün bile geçmeden, tarihi öneme haiz bu uyarıların tam tersine açıklamalar yapılması, siyasetteki iki yüzlülüğün canlı bir örneği olarak hafızalarda kaldı!.. CHP’yi, TESEV raporlarını benimseyip överek, ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya dönük tezlerinin merkezi haline getiren Kılıçdaroğlu, Brüksel’deki temsilcilikten sonra, şimdi de Washington’da bir temsilcilik açıyor. Güya, bu yolla CHP tezlerinin yurt dışında duyulmasını sağlayacakmış!.. Yurt dışında bilinmeyen CHP’nin hangi tezi kalmış? Daha yakın işbirliği için Obama’nın dizinin dibinde oturmaya çalışmak, CHP’ye hiç yakışmadığı gibi, ülkemize de bir yarar sağlamaz!.. Dünyadaki dengeler içerisinde, ülke çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa orada yerimizi alırız demek varken, bizi insan yerine koymayan Batılıların karşısına esas duruşa geçip, peşin peşin “Yerimiz Atlantik” demek, en hafif tabiriyle zayıflıktır ve her türlü işbirliğine hazır olmayı anlatır!.. İktidar sahiplerinin bu şekildeki tavrını anlamak mümkündür ama kuruluş felsefesinin özü, antiemperyalist olan Atatürk’ün CHP’sine ve onun koltuğunda oturan bir adama bu duruş hiç yakışmamıştır!.. Üstelik o Batılılar, ülkemizi parçalamak isteyen PKK’ya her türlü yardımı yaptıkları ortada iken, böyle sözler hiçbir şekilde söylenmemelidir!.. *** İşte bu omurgasız duruş nedeniyledir ki, son araştırma sonuçlarına göre, Öcalan’la görüşmeye CHP’den verilen destek, genelde yüzde 23 iken, Kılıçdaroğlu’nun “kredisine” CHP içinde verilen destek yüzde 20’lerde kalmıştır!… MetroPOLL Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin anketine göre; “İkinci Kürt Açılımı”na İstanbul’da verilen destek ise, yüzde 25 civarında kalmıştır. 2011 Genel Seçimleri’ne göre, İstanbul’daki seçmenin yüzde 50’sinin desteğini alan AKP’nin seçmeni, “Öcalan’la Müzakere” yi desteklemiyor. AKP tabanındaki bu durum, Meclis grubuna da yansımıştır. TBMM İnsan Hakları Komisyonu toplantısında, Ankara Milletvekili Ülker Güzel ile Erdoğan’ın “sorunsuz dili” ile konuşan Mehmet Metiner, neredeyse biri birlerine girmişlerdir.(6) AKP’nin tabanı bile bu kötü gidişe uyandı!.. 1 Mart Tezkere’sini reddeden ve CHP’nin oturmuş çizgisini terk eden Kılıçdaroğlu, sanki “BOP Eşbaşkanlığı”nın halkı aldatmak için uydurduğu yalanları, tekrar etmekle görevlendirilmiştir!.. CIA’nın “etki ajanları”na bu konularda nal toplattırıyor!.. Biliyorsunuz, “etki ajanı” nitelemesi oldukça iddialı ve vatana ihanete kadar varacak suçlamalarla yüklüdür. Bu nedenle somut olgularla altının doldurulması gerekiyor: ABD ve müttefiki AB’nin, Ortadoğu ve Ön Asya’daki enerji kaynaklarını yağmalama planı olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulayıcıları, Kuzey Afrika’dan Suriye’ye kadar olan bütün devletlerin yönetimlerini devirdiler!.. Bir tek mermi bile atmadan (teknolojik üstünlüklerini kullanarak) NATO’nun ikinci, dünyanın beşinci büyüklükteki ordusu olan ve 700 binden fazla mevcudu bulunan, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de etkisizleştirip, kontrolleri altına aldılar!.. Şimdi TSK’yı da kendi amaçları için kullanarak, Suriye ve İran rejimlerini düşürmeye çalışıyorlar… Buraya kadar yapılan tespitlere bir itirazınızın olacağını sanmam. Bu kadar kapsamlı bir harekatı yürüten emperyalistler, kendi kontrollerindeki Kuzey Irak ve Türkiye topraklarında konuşlanmış ve en fazla 7000 mevcudu olan PKK ile mi baş edemiyorlar?.. Sadece bu sorunun yanıtını aramak faaliyeti bile, hain emperyalist planı bütün çıplaklığı ile gözler önüne sermeye yeter. PKK emperyalizmin bir silahıdır sadece ve bu nedenle onu tasfiye etmek istemiyorlar! Başka bir deyişle, PKK’yı destekleyen, koruyup kollayan, kol kanat geren ve silahlandıran emperyalist ülkelerdir. Bu noktada Kürt milliyetçiliğinin, işbirlikçiliğine ve gerici karakterine de işaret etmek gerekir. Asıl söylemek istediğim, bu değildir elbette. 30 yıldır, dış destekle Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı sürdürülen bu kirli ve haksız savaşın, TSK tarafından “bitirilemediği” veya “bitirilemeyeceği” yalanına, yurtsever olduğunu sandığımız Kılıçdaroğlu’nun da alet edilmiş olmasıdır!.. Ne zaman TSK, PKK ‘ya karşı, onu yok edecek şekilde, kapsamlı bir harekata giriştiyse, ABD ve AB karşısına dikilmiştir. Ne yazık ki, yurtsever olduğunu sandığımız bazı çevreler de “sivil halk zarar görmesin, insan hakları ihlalleri olmasın, teröristle halk iyi ayırt edilsin vb” propagandalar ile bu harekatlara köstek olmuşlardır. Şu anda, geldiğimiz aşamada, emperyalistler e işbirlikçileri, Türk halkını “terörün silahla bitirilmesi imkansızdır, boşuna yere daha fazla analar ağlamasın” yalanına inandırmaya çalışmaktadırlar!.. Başka bir deyişle, düşmanlarımız, PKK’nın TSK’yı “yendiğine” inanmamızı istiyorlar!.. Bunun içindir ki, Başbakan Erdoğan ile ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, “her türlü bedeli ödemeye, gerektiğinde siyasi yaşamlarını sonlandırmaya” hazır olduklarını tekrarlıyorlar!.. (7) Dikkat ettiyseniz, iktidar ile ana muhalefetin hemfikir olduğu tek konu budur!.. Bu durum, her ikisi de ABD güdümlü olduğunun kanıtıdır… Halbu ki, sadece iktidar “bedel” ödese, kazanacak olan ana muhalefet olacaktır!.. Belki de sadece bu başarısızlık nedeniyle CHP iktidara bile gelebilecektir. Nedense Y-CHP, AKP’nin üzerine aldığı riski, bir kefil gibi gereksiz yere üzerine almaktadır!.. “İkinci Kürt Açılımı” başarı ile sonuçlanırsa, başarıdan sadece AKP iktidarı nemalanacaktır!.. İşte Kılıçdaroğlu’nun bu noktadaki tutukluğu, “diyet ödeme” durumuyla karşı karşıya bulunduğunu göstermeye yetmektedir!.. *** Besbelli ki, “Analar ağlamasın” edebiyatı içinde, ağlamak görevini yerine getirmek, Kılıçdaroğlu’na verilmiştir!.. Bu son derece açıktır. Şu ana kadar, PKK’nın ağlattığı ana sayısı 40 bin civarındadır. PKK’nın kökünü kazımak üzere, girişilecek kapsamlı bir askeri harekat sırasında, belki de ağlayacak ana sayısı onlarla ifade edilecektir!.. Bu noktada şu soruyu sormak gerekir:40 bin ananın sürekli ağlaması mı, yoksa bu analara birkaç ana daha eklenip, başka da hiç bir ananın bir daha ağlamaması mı önemlidir?.. Terör bitirilince, şehitler ve gaziler ile onların aileleri, hak ettikleri saygıyı gördüklerinde, bütün anaların gözyaşları dinecektir!.. Türk anaları şehitlerine ağlamaz! Aksine, bu vatan için diğer çocuklarını da ellerine kına yakıp, askere gönderirler. Onları ağlatan; çocuklarının “Niyazi” muamelesine tabi tutulmasıdır. Kaldı ki, Y-CHP’nin, AKP ile kol kola girerek başlattığı “Analar Ağlamasın Açılımı”na, terör örgütü olumlu yanıt da vermiş değildir!.. PKK’nın askeri karargahının Kandil’de, siyasi kanadının ise Avrupa’da olduğu bilinmektedir. Bu merkezlerden, silahlarını bırakacaklarına ilişkin en ufak bir işaret gelmemiştir. Aksi yönde yapılan açıklamalar ise vardır…(8) PKK’nın “Akil Adamlar Projesi”ni sahiplenen Kılıçdaroğlu ile TR 705 no’lu CIA’nın haber kaynağı Sezgin Tanrıkulu ve Hüseyin Aygün şahsında somutlaşan CHP’nin “yenilikçi” kanadı, CHP’yi siyaseten bitirme pahasına, yukarıdaki politikalar içerisinde yer almakla ve “etki ajanı” sıfatını fazlasıyla hak etmiş bulunmaktadır!.. O bakımdan Baykal’ın; “Türkiye’yi işgalden kurtarmak için CHP’yi işgalden kurtarmak gerekir” anlamına da gelen “”Türkiye’yi savunmak, CHP’yi savunmaktan geçer. Türkiye’yi değiştirmenin ilk aşaması CHP’yi değiştirmekti. Onun için CHP’yi savunmak Türkiye’yi savunmaktır. Bunu çok iyi bilin. CHP’ye muazzam haksızlıklar yapıldı ve yapılmaya da devam ediyor. Bu duruma meydan okumak gerekmektedir“ sözlerini doğru anlamak gerekir!.. Eski CHP Genel Başkanı’nın bu sözleri çok önemlidir. Zira MetroPOLL şirketinin son anketine göre, CHP ve MHP seçmeninin yüzde 50’si, yeni parti aramaya başlamıştır bile!.. Bu sonuç; Y-CHP yönetiminin yarı yıl karnesidir… Birkaç yılda yarı yarıya fire vermişlerdir!.. Sertifika töreninde, Kılıçdaroğlu’nun esip gürlemesine bakmayın siz. CHP Parti Okulu’ndan sertifikalarını alan katılımcılara: ”Okulda ne öğretildiğini” sorduk… Aldığımız yanıtlar iç karartıcıdır. 2 gün boyunca, ne parti Programından bir satır okunmuştur ne Tüzükten. Övünebildikleri tek şey, partililerin yol paralarını ceplerinden vermiş olmalarıdır!.. Eğitmenlere, Parti Okulu’nda “beden dili” öğretiliyormuş!.. Zahir ağızdan söyleyecek sözleri yok!.. Halka söyleyecekleri, derli toplu olarak öğretilmemiş, ama sertifikaları verilmiş. Eğitmenlerin eline Parti Programı ve Tüzük olmadığıa halde yola koyulmuşlar. Bunun da bir nedeni olmalı: Y-CHP yönetimi, galiba Baykal’ın konuşmasından sonra, Programının okutulmasını sakıncalı buluyor. Parti üyelerinin, görev ve sorumlulukları ile parti programını bilmeleri istenmiyor anlaşılan. Partililer, Programı ve Tüzüğü özümseyerek öğrenseler, buralarda yazılı ilke ve kurallara aykırılıklara da karşı gelebilirler diye korkuyorlar. Düşünen, sorgulayan, yargılayan, üreten ve itiraz eden partili tipini, hiç sevmiyor Kılıçdaroğlu. Hak ve hukuku bilen üyeler, kolaylıkla Y-CHP yönetiminin, CHP’li olmadığını da anlayıp sorgulayabilirler çünkü!.. Yürekli ve inançlı olanlar, sorun da çıkarabilirler elbette. Bu nedenle, suya sabuna dokunmayan, göstermelik, iki günlük bir “eğitim” ile partililer Anadolu yollarına revan edilmiş. CHP’yi tarihi köklerinden kopartmaya çalışan Kılıçdaroğlu ve ekibi, “formatladığı” 1915 partiliye, büyük olasılıkla “Atlantikçiliği” ve TESEV’in raporlarını yüklemeyi düşünüyor!.. Ama yemezler!.. Zaten bu nedenledir, söz dinleten yöneticiler yerine söz dinleyenleri öne çıkartıyorlar!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1) http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=399046&kn=895&ka=4&kb=5&kc=895 (2)“İnsani bir ziyaret. İnsan olarak baktığımızda bunun eleştirilecek bir tablosu yok, bir tarafı yok. Ama eğer olaya Ergenekon davası penceresinden bakacak olursak, bu gecikmiş bir ziyarettir. Yapılan haksızlıklar toplumun her kesiminde ciddi tepkiler uyandırdı. Sayın Başbakanın bu ziyareti elbette ki toplumda bir rahatlama sağlamıştır…” http://www.haberturk.com/gundem/haber/819010-kilicdaroglu-surpriz-ziyareti-yorumladi (3) http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/iste-deniz-baykalin-grup-toplantisinda-yaptigi-konusmanin-tamami-h9011.html (4) http://www.gercekgundem.com/?p=526390&com=all (5) “İçerikli bir konuşma. Anayasa konusunda sanki CHP’de farklı görüşler varmış gibi bir endişe taşımış ve bu endişeyi gidermeye yönelik bir konuşma yapmış. İçerik olarak doğru. http://www.cnnturk.com/2013/turkiye/02/13/kilicdaroglundan.deniz.baykal.yorumu/696412.0/index.html(6) “Hak arayışı günahsız yavruların, anaların öldürülmesiyle mi olur? PKK ve yandaşlarının oynadığı bu oyunda yiyeceği şamar, bir zamanlar dış ülkelerin Osmanlı Devleti’nin yıkılması sırasında karşılaştıkları ve yedikleri Türk şamarı olacaktır” http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/akpde-catlak-teror-ne-zaman-hak-arayisi-oldu-h9033.html (7) a- http://www.ntvmsnbc.com/id/25107583/ b- http://www.haberturk.com/gundem/haber/752126-chp-her-turlu-bedeli-odemeye-hazir (8) http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/2013/01/bir-kredi-daha/
YASASIS 1 MAYIŞ
UÇURUMDAN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ!.. Av. Cemil Can
- Memur Kemal’in danışmanı Şükrü Karaca; Suriye konusunda, sertlik yanlısı Esat’a esaslı bir karşılık verilmesi için Erdoğan’ın takip edilmesini önermiş!.. Kılıçdaroğlu da zaten aynı yoldadır… Emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarlarını korumak için görevlendirilmiş olduğu kanıtlandı. Danışmanı Şükrü Karaca, Kemalizmin can düşmanı Mümtazer Türköne’nin önerisi ile 1996 yılında DYP’nin genel başkan yardımcılığına getirilmişti. Şimdi Y-CHP’nin akıl hocaları arasındadır. 2007’de AKP’den Tokat milletvekili aday adayı iken, “Tayyip Bey’in liderlik sezgilerine güveniyorum” diyerek, RTE’ye hayranlığını ilan etmişti. O günden bugüne fikrinde bir değişiklik olmadı. Görüşlerini memur Kemal’e de benimsetebildiğine göre, başarılı sayılır!..Basına yansıdığına göre, Can Dündar’ı da Y-CHP’nin danışmanları arasına katılıyorlarmış. “Mustafa” adlı belgeseli ile Atatürk’ü itibarsızlaştırmak ve Kemalizm’i gözden düşürmek yarışında başa güreşiyordu. İkinci Cumhuriyetçi olduğunu da saklamıyor hazret. Yuvarlanan tencere misali Y-CHP’ye ne de yakıştı!..***Başbakan Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı AKP Ankara milletvekili Yalçın Akdoğan, “Esat’ın temsil ettiği Nusayri ailelerinin, dindar halka baskı ve şiddeti mazur göstermesinin İran İslam Devrimi ilkeleri ile çeliştiğini” söylemiş… AKP hükümetlerinin ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarına taşeronluk yapması ve sonuçta milyonlarca Müslüman’ın katledilmesine katılması, sanki İslami değerlerle bağdaşıyordu!.. İnsanda biraz utanmak olur!..
***
Cumhuriyet’ten Utku Çakırözer Beşar Esat’la röportaj yaptı. Dünya çapında bir gazetecilik başarısı sayılır. Sorulan bir soruya Esat’ın verdiği şu yanıtın altını çizdim: “Suriye’nin geleceğine Suriye halkı karar verir. Dışarıdan empoze edilen hiç bir şeyi kabul etmeyiz. Her şeyi kendi iç dinamiklerimizle belirleriz. Ben kişisel olarak koltuğu düşünmüş olsaydım Amerikan telkin ve talimatlarını yerine getirirdim. Petro-dolarların peşinden koşardım. Kendi ilkelerim ve ulusal tutumumdan vazgeçerdim. Ama daha önemlisi ülkeme füze kalkanı kurulmasına izin verirdim.” Anlaşılan füze kalkanı önce Suriye’ye kurulmak istenmiş. Esat bu dayatmayı kabul etmeyince, görevi bizimkilere vermişler!.. Arkasından Suriye yönetimini yıpratmak üzere kampanya başlatılmış… RTE’nin derdi Suriye’ye “demokrasi” götürmekmiş. Ne kadar da inandırıcı!.. Ayı ile yatağa girmenin bedeli her zaman ağır oluyor. Birkaç ay önce, can ciğer kuzu sarması olup, kardeşçe görüntüler verilen bir dostla, bir gecede adamı düşman haline getirirler!.. Emperyalizme göbeğinden bağımlılık böyle bir şeydir işte!..
***
Diyanet’in fetvasıyla AKP hükümetinin İslam’a aykırı olacak şekilde kürtaj yasasını çıkarttığı sonunda ortaya çıktı. Irak’ta bir buçuk milyondan fazla, Libya’da yüz binlerce ve Suriye’de on binlerce Müslüman’ın kanının akıtılmasını “cinayet” olarak nitelendiremeyen Diyanet, kürtaj için “cinayettir” diyebilmiş!.. Hükümeti desteklemek için bu açıklamayı yapan Diyanet, hükümetin karar değiştirmesi karşısında şimdi susuyor. Bu demektir ki, bizim Diyanet, “cinayet”in kısmen serbest bırakılmasını İslam’a uygun bulmuş!.. Dini siyasetin pisliğine bulaştırmanın sonucunda olacağı buydu!..
***
Duruşmaya türbanı ile giren bir kadını uyaran Fatih yargıcı Ayla Hanım, Deniz Feneri soruşturmasını yürüten üç savcı gibi sanık sandalyesine oturtulmuş… Yargıtay’da yargılanıp aklanan yargıcın, Cumhuriyet Başsavcılığı peşini bırakacak gibi değil. Başsavcılığın beraat kararına itirazını görüşecek olan Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bakalım bağımsız ve tarafsız karar verebilecek mi?.. Yargıda Cemaat’in etkisi olduğunu söyleyemeyen Kılıçdaroğlu, delege hesapları ile meşgul olduğu için bu tür haberleri her halde duymuyor!.
***
Fatih, Ümraniye, Bahçelievler ve Eyüp belediyelerinin de aralarında bulunduğu AKP’li pek çok belediye’nin aile danışmanlığı görevini yürüten Seda Üresin, eşine ikinci eş olarak arkadaşını önerdiğini söyleyip, çok eşliliği savunuyormuş!.. Yabancı basının ilgisini çeken bu haber, laik devlet düzeninden, şer’i devlet düzenine geçiş aşamasında olduğumuzu gösteriyor. Laikliğin tehlikede olmadığını söyleyen ABD’nin memuru Kemal Bey’e duyurulur!..
***
Kimine göre, Kılıçdaroğlu hayal dünyasında geziniyor, kimine göre ise, kendisine verilmiş olan, halkı uyutma görevini yapıyor. Oldukça da başarılı sayılır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “ulusalcı” subayları ile Türk aydınlarını “Silivri Hukuku” içerisinde boğan hükümetin haksızlıklarına temelde karşı çıkmayıp; her seferinde eleştiri cümlelerinin önüne “Biz yargılanmasınlar demiyoruz..” cümlesini ekleyerek yapılanları meşrulaştırmıştı… TSK’yı devre dışı bırakmak için, tutuklu CHP milletvekillerini bile karşıdevrimin başarısı için feda etmişler. Yazık. Y-CHP de AKP gibi bu büyük projenin içerisinde rol almış!.. CHP’nin geçmişi ile hesaplaşmak, İnönü üzerinden Atatürk’ü vurmak hep aynı amaca hizmet etmek içindi. Sebahattin Ali’yi CHP öldürmüş, Nazım Hikmet’i CHP sürdürmüş, Dersim’deki soykırımını CHP yapmış, Kılıçdaroğlu AKP ile mücadele ederken; 1940’ların CHP’si ile mücadele ediyormuş gibi hissediyormuş vb gibi ihanet kokan sözleri, ağızlarından yanlışlıkla kaçırmış değiller!..
Memur Kemal, okyanus ötesinden kendisine verilen görevlerin çoğunu yerine getirmiş. Bayağı da deşifre olmuş. Şimdi onun bıraktığı yerden, intihalci Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer devam ediyor. İnönü’yü ders kitaplarından çıkartmayı kafaya koymuş. Bundan böyle Türk gençliği, Birinci İnönü ve İkinci İnönü savaşlarını olmamış kabul edecekler. İkinci Dünya Savaşı’na Türkiye girmiş mi girmemiş mi, bu soru da yanıtsız kalacak. Lozan’ı milletçe unutacağız… Sevr’e göre belirlenmiş sınırlar ile yetineceğiz. Garp Cephesi Kumandanı İnönü ders kitaplarımızda yoksa, onun can yoldaşı, mücadele arkadaşı ve lideri Mustafa Kemal de yok sayılır. CHP’de CHP’liler yok ediliyor ama Kemal Kılıçdaroğlu ve arkadaşları hep var olacakmış!?.. Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün de yanında olacak tabi. Ona Türk halkının ihtiyacı var. Fetullah Gülen’i baş tacı yapan PM üyeleri ile birlikte anılarımızda yaşayacaklar!..
Bu kadarla Kemal Efendinin istediği yerine geldi mi elbette bilinmez!.. CHP’nin ikinci Genel Başkanı, İsmet Paşa’nın koltuğunda oturup, onu öldürme eylemine iştirak etmek nasıl bir duygu, çok merak ederim. İnsanda biraz utanma olur, haya olur, ar olur!.. Başka bir şey demiyorum…
**
Y-CHP, karşıdevrimi gerçekleştiren cephenin en önemli aktörü olan Cemaat’i ciddi bir şekilde hiç bir zaman eleştirmemiştir… Bu noktada Y-CHP, üzerinin örtünmesini sağlayarak, gerçeği gizleme görevini yerine getiriyor!.. Bugün için geldiğimiz noktada, özel görevli mahkemelerin kaldırılması ile ilgili olarak, anayasa hukukçusu Prof. Süheyl Batum bakın ne diyor:” Kaldırıldı demek cehalet değilse kötü niyettir. Halk ve bazı gazeteciler bu konuda kandırıldı. Başbakan ‘kaldıracağım’ dedi, Cemaat izin vermedi, kaldırılamadı”dedi… Cemaat MİT’in Başkanını yargılamaya kalkışınca, Başbakan:” O zaman gelip beni de alsınlar” demedi mi? Başbakan Cemaat’ten korunmak için özel yasa çıkartıyor! Bütün bu olup bitenlere rağmen, ABD’nin Türkiye’deki memuru Kemal, hangi kanıtları arıyor? 12 Eylül’de “hayır” dediği antidemokratik anayasa değişikliklerine şimdi hangi gerekçe ile “evet” dememizi istiyor? Lamı cimi yok, karşıdevrim tamamlanmıştır ve buna en büyük katkıyı Y-CHP vermiştir. Y-CHP en büyük ihanetini, M.Kemal Atatürk’e, CHP’ye ve Atatürkçü düşünceye karşı yaparak, bu yolu kendi elleri ile açmıştır!..Hal böyle olunca ve başımızda Erdoğan bulununca, insanın sorası geliyor. AKP iktidarda iken, Y-CHP’ye ne hacet?..
Tuhaf ama gerçek!..
Şimdi uçurumdan önceki son çıkışa geldik…
İşbirlikçi ve karşıdevrimci Kemal Kılıçtaroğlu ve suç ortaklarının bir tür “atama” ile belirledikleri kurultay delegelerinin, sürpriz bir kararla parti yönetimini, patronlarından geri almalarını bekliyoruz!.. Uçurumdan sonraki son çıkış burasıdır!..Bence imkansız da değildir!..
Yeni mücadele stratejimizi ondan sonra belirleyeceğiz…
Büyük olasılıkla Cumhuriyeti yeniden kurmak için Anadolu yollarına koyulacağız!..
“Brutuslar”ı bekleyelim hele!..
Ona göre, yolumuzu belirleriz!..
Av. Cemil Can http://cemilcan.gen.tr/
DERSANELER (DERSHANELER) VE “BÖCEKLER”!.. Av. Cemil Can “MİT, Geçtiğimiz Şubat ayında ‘Dinleniyorsunuz’ diye uyarmış. Bu uyarı sonrasında önce Erdoğan’ın Başbakanlık’taki makam odası aranmış, ilk böcek de burada çıkmış. Ardından Başbakan Erdoğan’ın evi ve evin altındaki ofisi didik didik aranmış. Ofiste de böcek bulunmuş”(1) Haber bu kadardı fakat yorumlar uzayıp gidiyordu!..AKP, iktidarının 11. yılında. TSK’nin en gözde subaylarını içeri tıkılmış. TSK’nın kozmik odalarına girilip, en mahrem askeri planlar bile, didik didik edilmiş. Emniyet’te F Tipinin ne kadar etkin olduğunu öğrenemeyen bir tek ana muhalefet başkanı kalmış. Başbakan, kuşatma altında… İki ay önce bütün korumalarını değiştirmek zorunda kalmış!.. (2) Bir ara “özel yetkili savcılar” MİT Müsteşarını, PKK ile Oslo’da görüştü diye ifadeye çağırmıştı. Başbakan, “Beni de alacak mısınız” diye sorduktan sonra, müsteşarı için özel yasa çıkartıp onu da kendini de kurtarmıştı. Hükümetin en başarılı emniyet müdürlerinden Hanefi Avcı, Cemaat’in elinde Erdoğan’ın kasetleri olduğu hususunda iddialı. Suriye hava sahasını ihlal etmeleri nedeniyle düşürülen iki uçağımızın, ölen pilotlarının aileleri, MİT Müsteşarının yargılanması için başvuruda bulunmuş. Bu defa “özel yetkisi” olmayan savcılık izin istemeye hazırlanıyor…“Bu ‘böcek’ler de neyin nesidir” sorusunun yanıtı aranırken, bu gelişmelerin de göz önünde tutulması gerekir…Başbakan, “Bu yargıya güvenmiyoruz” diyerek başlattığı kampanyayı, 12 Eylül Halkoylaması’nda Anayasanın 26 maddesini değiştirme ve böylece yargıyı bağımsız olmaktan tamamen çıkartıp, hükümete bağımlı hale getirmekle sonuçlandırdı. Erdoğan, üç dönemlik iktidarı süresince, bütün kamu kurum ve kurumlarına yandaşlarını doldurarak kendisi için “güvenli” bir devlet yaratmayı başardı!Devletin önemli icra makamlarının hiç birinde, AKP muhalifi personel kalmadı denebilir. Ayrıca ana muhalefet başkanı Kılıçdaroğlu’na, “’Kılıçdaroğlu adım adım izleniyorsun. Nefes alışını bile izliyoruz” diyerek, devletin izleme ve dinleme yeteneğine tam hakim olduğunu ve bunu muhalefete baskı aracı olarak kullanacağı tehdidini de savurdu. Bunları unutmadık!.. (3)Şimdi ise, Başbakan’ın ofisinde istihbarat örgütlerinin kullandığı cinsten “böcek”ler bulunmuş. Her türlü güvenlikten sorumlu olan hükümet, aynı zamanda aczi anlamına gelecek bu durumu, halkla neden paylaştı? Başbakanlık şikayet makamı değil, şikayetlerin çözüm yeridir. Bu olay nedeniyle halk hükümete nasıl yardım edebilir ki? Yoksa son aylarda hızla yükselen muhalefeti bastırmak veya kontrol altına almak için yeni bir “Ergenekon yalanı” tertibine mi ihtiyaç duyulmaktadır? “Böcek”ler bu işin bahanesi olabilir!..Anlaşılan AKP iktidarının en yakın müttefiki olan bu elektronik “böcek”ler, bir süre daha gündemdeki yerlerini koruyacağa benzer!..Başbakanın yakınması, bir bakıma hükümetin güvenlik konusunda “başarısız” olunduğunun itirafıdır. Böcekleri yerleştirenler ya iktidarın ortaklarıdır ya da gizli servislerin elemanları…Birinci seçenek, hükümet içerisindeki bir iktidar kavgası olarak değerlendirilir ve çok da önemli sayılmaz. Zira böyle bir durum; Erdoğan’ın iktidar ortaklarının, ellerindeki kamu gücünü kişisel hesapları için kullandıklarını gösterir. Dolayısıyla sorunu “memuriyet nüfuzunu kötüye kullanma” kapsamında değerlendirip, rahat uyuyabiliriz…İkinci seçenek doğru ise, o zaman konu 74 milyon insanın güvenliğini ilgilendirir. Bu durumda iç ve dış güvenliğimizin tehlike içerisinde olduğunu kabul etmek zorundayız.Bu nedenle uyumak haram bize! Başbakanlık ofisine kadar girebilen ve “böcek” yerleştiren bir gizli servis, kim bilir şantajla Erdoğan’a neler neler yaptırabilir! Bu noktada ulusal güvenliğimiz ve ulusal çıkarlarımız tehdit altında demektir. Muhtemelen Başbakan’ın, bu olayı kamuoyuyla paylaşması da bu nedenledir. Belki de Başbakan demek istiyor ki, bundan sonra ulusal çıkarlarımıza zarar verecek kararlar alırsam eğer, bu kararlara halk muhalefet ederek durdursun beni. Çünkü o zaman Başbakan, isteyerek değil, baskı ve tehdit altında karar alıyor demektir!..Bu olasılığa karşı da 74 milyon yurttaş, teyakkuz halinde olmalıdır!.. Bu ülke bizimdir ve başka Türkiye yok!..Bir olasılık daha var ki, o da: Bu marifetli “Böcek”ler, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Erdoğan’ın olası rakiplerini, partiden ve hükümetten tasfiye etmek için kullanılabilirler. Erdoğan’ın akıl hocaları, “Böcek masalını” onu yarışa daha avantajlı bir şekilde başlatmak için kurgulamış olabilirler… Tıptı iktidar ortağı Cemaat’in, elindeki dershanelerin kapatılacağı tehdidinde olduğu gibi, istihbarat örgütleri içinde operasyon yapılacağını duyurup, F Tipi’ni hizaya çekmek isteyebilir…Dershanelerin kapatılmasına, okul ve üniversite açmakla yanıt veren Hoca efendi, bakalım beyzbol sopası yerine geçen, “Böcek”lere karşı operasyon tehdidine ne cevap verecektir?.. Av. Cemil CanDİPNOTLAR: 1. http://www.internethavadis.com/siyaset/53509.html 2. http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/09/24/flas-basbakanin-tum-korumalari-degisti 3. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/19932033.asp HALKI ALDATANLAR!.. Av. Cemil Can CHP İzmir Milletvekili Rıza Türmen, “Ortada büyük bir emeğin olduğunu, 6 ayda 20 binden fazla görüş aldıklarını, özgürlükçü ve demokratik Anayasa konusunda toplumsal beklenti oluştuğunu” ifade ettikten sonra “AKP’nin tüm toplumu aldattığını” belirterek, AKP iktidarının “Başkanlık Sistemi” önerisini geri çekmesi gerektiğini” (1) söyledi… Türmen, öyle kolay kolay aldatılacak bir adam değil!.. (2)Genel seçimlerden sonra hayli uzun sayılacak bir süreyi, CHP’ye yöneltilen eleştirilere: “Efendim, onun söylediği aslında şu anlama geliyor, onu demek istememiştir; siyasette acemilikleri var, biraz daha anlayışlı olmak gerekir; kastını aşmıştır, doğru ifade edememiştir veya dili sürçmüştür” savunmaları ile geçirdim. Y-CHP yöneticilerinin devirdiği çamları düzeltmek hiç de kolay değil!.. Biteviye aynı adamların gaflarını tamir etmekle uğraşmak insanı deli edebilir. Meğerse ne kadar da safmışım! Bu beylerin ağzından çıkan her söz, bilinçli olarak söylenmiştir. Önceden belirlenmiş bir amaca hizmet eden benzer cümleleri tekrar etmek suretiyle, bizleri de kendileri gibi düşünmeye sevk edeceklerdi. Bir tür şartlandırma yani!.. Nitekim bugüne dek yapılan fahiş siyasi hataların hiç birinden pişmanlık duyup, düzeltme yapılmamış. Burunlarının dikine, bildikleri yolda yürüyorlar. Ayrıca samimi eleştirilere de kulakları tıkalı!..İzmir Milletvekili Rıza Türmen ile Konya Milletvekili Atilla Kart, 24.12.2012 günü yaptıkları basın açıklamasında:”Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmaları AKP’nin, 15 maddelik mutabakat metniyle bağdaşmayan, uzlaşma ve müzakere kavramlarını göz ardı eden dayatmacı anlayışı sebebiyle 40 günden bu yana tıkanmış durumdadır. Komisyon çalışmaları fiilen askıya alınmış durumdadır.” diyerek şikayetçi olmuşlar!..Söyleye söyleye gına geldi. 12 Eylül 2010 Halkoylaması ile kabul edilen ve yargıyı yürütmeye bağımlı hale getireceği için “Hayır” dediğimiz değişiklikleri, Başbakan AKP’nin “kırmızıçizgisi” olarak ilan edip, komisyon çalışmalarının dışına çıkartmıştır. Erdoğan, bu düşüncesine birkaç kez kamuoyuna da açıklamıştır!..Bu andan itibaren CHP’nin bu masada oturması kadar büyük aymazlık olamaz!.. Nitekim o değişiklikler yürürlüğe girdikten sonra, gerçekten de yargı hükümete bağımlı hale gelmiştir!.. CHP ve MHP’nin o zaman yürütmüş oldukları “Hayırda hayır var” kampanyasının ne kadar haklı olduğu yaşanan süreç içerisinde kanıtlanmış oldu…O zamanki değişikliklerin yeni yapılacak anayasa çalışmalarında bir daha görüşülmeyeceği ve değiştirilmeyeceği dayatması karşısında, yapılacak olan Anayasa’ya, kafamıza silah dayatılsa dahi “Evet” denemez!.. Zira “Kuvvetler ayrılığı”nın olmadığı çağdışı bir anayasaya CHP’nin “Evet” demesi söz konusu olamaz. AKP’nin “kırmızıçizgi” olarak dayattığı maddeleri kabul ederek o masada oturmak, 12 Eylül referandumunda “Hayır” dediğimiz maddelere, gerekçesiz olarak “Evet” demekten başka bir anlama gelmez!.. Bu sözü tekrar etmekten benim de dilimde tüy bitti!..CHP tabanını, CHP yönetiminden başka hiçbir güç böyle bir oyuna getiremez ve bu değişikliklere hiçbir CHP’li “Evet” demez!..Bu noktadan itibaren, CHP ve MHP’nin komisyondan ayrılıp, doğruca halkın arasına karışarak, AKP’nin niyetini halka anlatmaları gerekirdi. Yeni halkoylamasının yapılacağı tarihe kadar geçecek olan zaman içerisinde, belki halkı aydınlatmak ve halkoylamasında “Hayır” denmesini sağlamak söz konusu olabilirdi. Aksine, komisyonda oturarak, altın değerindeki bu kısacık zamanı israf etmişlerdir. Muhalefet asıl görevini yapma yerine, görevini savsaklamıştır. Başka bir söyleyişle, Y-CHP ile yeni MHP, yapılacak antidemokratik yeni anayasa için AKP ile suç ortaklarıdır!..Geldiğimiz noktada, Rıza Türmen’in halkın karşısına geçip: “Biz de aldatıldık” demesinin hiçbir anlamı yoktur. Bu ifade ile halk ikinci kez aldatılmak istenmektedir. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, kimi “Allah” ile kimi de“Biz de aldatıldık” sözleri ile aldatıyor!.. Gerçekte aldatılan sadece halktır ve bunun için ortamı hazırlayanlar ise, “Masada sonuna kadar oturacağız” diyen Y-CHP ile yeni MHP ‘nin yöneticileridir. Başka bir söyleyişle bizleri aldatanlar: Kılıçdaroğlu ile Bahçeli’nin “yurttaşları” ve SOROS’un CHP içerisindeki askerleridir!..Zira: Anayasa Mahkemesi’nin oybirliği ile verdiği karara göre, “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olan AKP’nin Genel Başkanı R.T. Erdoğan; -”Millet isterse tabii ki laiklik elden gidecek”;(3) -“Başkanlık Sistemi” için “Bize Amerikan emperyalizminin tavsiyesi”; ”Demokrasi” için ise, “Bize göre ancak bir araçtır”(4) diyen bir Başbakandır…Erdoğan bu ve benzer sözleri ile amacının demokrasi olmadığını birkaç kez açıkça ifade etmiştir. 11. yılına girdiği iktidarında; Cumhuriyet’le hesaplaşmak için hiçbir fırsatı kaçırmamıştır. Özellikle Cumhuriyet Devrimi ile özdeşleşen Atatürk ve İnönü’yü itibarsızlaştırmak için elinden ne gelmişse yapmıştır. ABD ve AB ile işbirliği yaparak, Cumhuriyet Rejimi’nin yegane bekçisi olan TSK’nin ulusalcı subaylarını içeri tıkmış, kozmik odalara kadar girmiştir. Cumhuriyet Devrimi’nin en önemli yasası olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu ortadan o kaldırmıştır!..Laikliği benimsemeyen, demokrasiyi araç olarak gören bir zihniyetin, aklında mutlaka başka bir rejim vardı. “Demokrasi” olmazsa olmazı laiklik olan bir rejimdir. AKP laikliği en baştan gözden çıkartmakla, demokrasiyi yerleştirmek gibi bir niyetinin bulunmadığını belli etmiştir.Yine 12 Eylül 2010 tarihindeki halkoylaması ile demokrasinin bir diğer olmazsa olmazı olan “yargı bağımsızlığını” yok ederek, kuvvetler ayrılığı”nı da ortadan kaldırmıştır… Dolayısıyla AKP’nin demokrasiyi benimsemediği sır değildir!.. Ayrıca bu zihniyet, demokrasiyi amaç değil “araç” olarak kabul ettiğine göre, hedefinin “demokrasi”olmadığını anlamak için alim veya kahin olmak da gerekmez!.. AKP, getirmeye çalıştığı rejimin adını da hiçbir zaman gizlememiştir: “Başkanlık Sistemi”ne geçmek için koşulların olgunlaşmasını beklemiş, sırası geldiğinde de yeni bir anayasa için çalışmalara başlamıştır!..Demek ki, AKP’nin ülkeyi götüreceği yer bellidir ve bunu hiç bir şekilde gizlemiş değillerdir!..Karşıdevrimciler, açık açık, göstere göstere, hedeflerine kararlı adımlarla yürümüşler ve yürümektedirler!.. Rejimi değiştirdiklerini de yetkili ağızlardan bir kaç kez açıklamışlardır… Bunları duymazdan gelmek, söylenenleri abartılı açıklamalar olarak değerlendirmek; yaklaşmakta olan tehlikeyi küçümsemektir. Şimdi bu durumu, “aldatılmış” olmakla geçiştirmeyi kimse halka yutturamaz!..AKP, aldatılmak istemeyen kimseyi aldatamazdı!… Her şeyden önce, bu tespitin dürüstçe yapılması gerekir…Baştan beri AKP’nin aklında elbette ki bir rejim vardı: Adım adım ülkeye getirdikleri bu rejimin; totaliter ve baskıcı faşist bir rejim olduğu son derece açıktır. Adını “Başkanlık Sistemi” olarak koymuş olmaları, bu gerçeği değiştirmez. Bir daha söylemek gerekirse, AKP gizli saklı bir şey yapmış değildir!..AKP kendi yolunda kararlı adımlarla giderken, Y-CHP ne yapmıştır bir de ona bakalım: -”Laiklik tehlikede değildir”,(5) -”Türbanı ve Kürt sorununu biz çözeriz”,(6) -”Kılıçdaroğlu, ‘Yargıda cemaat yapılanması var’ iddialarının hatırlatılması üzerine net konuştu: ‘Yargı içinde şöyle böyle kadrolaşma vardır demeyi doğru bulmuyorum”(7) dedi… -”Darbe hukukundan Türkiye Cumhuriyeti’ni kurtarmak her siyasal partinin, her siyasetçinin namus görevidir”(8) diyerek,“Silivri Hukuku”nu meşru göstermiştir, -”Yargı kararlarına saygılıyız” (9) diyerek, yine yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı yönündeki kanıyı boşa çıkartmıştır… Silivri mahkemelerinde yargılanan milletvekilleri için ise; -”Yargılanmasınlar demiyoruz. Bunlar için af çıksın demiyoruz” (10) diyerek, “özel görevli mahkemeleri” bağımsız ve tarafsız mahkemeler gibi göstermiş, böylece Silivri’de yapılan yargılamaları meşrulaştırarak, yaklaşmakta olan tehlikeyi gizlemiştir!.. Bunları AKP’nin koalisyon ortağı olan bir parti yapamazdı!.. Ayrıca eğitim ve öğretim birliğini ortadan kaldıran, kamuoyunun 4+4+4 olarak bildiği yasaya da göstermelik muhalefet etmiştir… “Din eğitimine karşı olan yok ki. Elbette çocuklarımız din eğitimi de alacak”(11) diyerek, AKP’den daha ileri sözler söyleyip, bir anlamda yapılanları desteklemiştir!.. Bütün bu rezillikler yetmezmiş gibi, bir de Anayasa Uzlaşma Masası’nda oturarak, yapılmakta olan anayasa değişikliğine meşruiyet kazandırmıştır!..Daha da önemlisi, bu gerçekleri halka anlatmak için elindeki kısıtlı zamanı kullanmamış, boş işlerle uğraşarak harcamıştır!.. Bu şekilde tehlikeyi gizleyerek bizi asıl aldatan; iktidar değil, muhalefet olmuştur!..Bu noktadan itibaren Y-CHP yönetimi, CHP tabanını temsil niteliğini de kaybetmiştir! Kendi fikri olmayan, tabanının sesini dinlemeyen ve iktidar tarafından en temel konularda aldatılabilen “saf” bir ekibin, CHP’yi iktidara getirme şansı yok denecek kadar azdır. Bir şekilde iktidara gelinse bile, bu saflıkları ile iktidarda kalma şansları bulunmamaktadır!..İşlerin bu noktaya gelinmesinde, parti yönetiminin saflığı mı yoksa iktidarla yapılan gizli bir ”işbirliği” mı etkili olmuştur? Bu en can yakıcı sorudur. Bunun mutlaka yanıtı bulunmalıdır. Ne var ki, her iki seçenek de bizim açımızdan kabul edilemez durumdadır!..Şimdi de düşürüldüğümüz duruma bir göz atalım: Muhalefet etme aracı olarak, arkamızda Ulusal Kanal’dan başka televizyon, Aydınlık’tan başka gazete yok gibidir… Muhalif olan diğer birkaç gazete ise, “karşıdevrim yapılıyor”temel tespitlerde hataya düşmüş, Y-CHP ile iktidarın değiştirilebileceği propagandasını işleyerek zaman geçirmişlertir. Y-CHP ise, “Demokrasilerde şöyle olmaz, yok böyle olmaz” şeklinde özetlenen ayakları havadaki eleştiriler yapmış, bu da hiç bir işe yaramamıştır. Denebilir ki, muhalefet havanda su dövmekle, en can alıcı noktaları halkın dikkatinden kaçırtmıştır…AKP’nin iktidara gelmesi ile devletin radyo ve televizyon kanalları, hükümetin borazanı haline geldiği açıktır. Dolayısıyla iktidar, yeni Anayasanın kabulü için TBMM’nde yeterli çoğunluğu sağlayamazsa, müttefikleri ile yoğun bir propaganda kampanyası başlatıp, yeni Anayasa’yı halkoyundan geçirebilir. Örneğin Erdoğan,“Ergenekon hala bitmedi, bakın hala “Derin Devlet” Başbakan’ın ofisine bile böcekler yerleştiriyor” diyerek, yeni bir duygu sömürüsü dalgası ile yine halkı aldatabilir!..Bir kez daha belirtelim ki, muhalefet halkı aydınlatmak için gerekli zamanı, Anayasa Uzlaşma Komisyonu masasında oturup, AKP’nin anlattığı masalları dinleyerek geçirmiştir. Kim bilir, bu noktadan sonra, belki de halkoylamasına bile gerek kalmayacaktır. Hükümet, döneklerin desteği ile TBMM’nde de ihtiyaç duyduğu oyu alabilir! Örneğin, AKP’nin oylarına; CHP’nin CHP’li olmayan Cemaat hayranı milletvekilleri, ikinci cumhuriyetçiler, “yetmez ama evet”çiler ile Atatürk ve İnönü düşmanları eklendi mi istenen sonuç kolayca elde edilebilir. Yetmezse, bu sonucun üzerine bir de BDP Milletvekilleri ile MHP’nin döneklerinı de koydunuz mu AKP Anayasa’nın aradığı çoğunluğu fazlası bulur!..Erdoğan yeni Anayasa konusunda partisinin gerçek niyetini açıklamıştır. Muhalefetin bunu anlamamaktaki ısrarı, kullanılmış olmayı hazmedememekten kaynaklanıyor olabilir… Ama gerçeği değiştirmez. Erdoğan, Cemil Çiçek’le görüştükten sonra muhalefete “makul süre” vererek “rest” çekti. Partiler arasında “uzlaşma sağlanamazsa ne olur” sorusu üzerine, daha önce kamuoyuna açıkladıkları, eğer burada uyum sağlayabileceğimiz parti olursa, uzlaşabilecekleri parti ya da partilerle yollarına devam edeceklerini kaydetti. Erdoğan, partisinin “C” planını da ilk kez açıklayarak uzlaşılamaması durumunda, 2006’daki taslağı tek başlarına Meclis’e getirebileceklerini söyledi.(11) Bu durumdan da açık olarak anlaşılmaktadır ki, AKP, CHP ile MHP’yi Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda konu mankeni olarak görmektedir!..Sonuç olarak, Y-CHP temsilcilerinin söylediği gibi AKP kimseyi aldatmış değildir… AKP’liler ne yapacaklarını ve neleri yapmayacaklarını “kırmızıçizgi” olarak zaten açıkça ilan etmişlerdi. Onlar kendi yollarında yürüyorlar… Bizi yolumuzdan şaşırtanlar, bizi aldatanlar; başta Kılıçdaroğlu olmak üzere, yeni MHP yönetimi ile Y-CHP yönetimidir!.. Av. Cemil Can http://cemilcan.gen.tr/DİPNOTLAR: (1) http://www.chp.org.tr/?p=98539 (2)Rıza Mahmut Türmen, (d. 17 Haziran 1941, İstanbul), Türk diplomat. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. Kanada’da ise yüksek lisans eğitimi almıştır. Türkiye’ye dönünce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doktorasını tamamlamış, Dışişleri Bakanlığı’nda çeşitli görevlerde bulunmuştur. 1985’te Singapur’a atanarak Türkiye’nin en genç büyükelçilerinden biri olmuştur. 1995-1996 yıllarında da Bern Büyükelçisi ve 1996-1998 yılları atasında da Avrupa Konseyi daimi temsilcisi olmuştur. Türkiye’nin uluslararası hukuk alanındaki en önemli isimlerinden biri olmuş, 1998’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçilmiş ve 2008’e kadar bu görevde kalmıştır. 12 Haziran 2011 Seçimleri’ndeCHP İzmir 1. bölge 2. sıra adayı olmuş ve milletvekili seçilmiştir. http://tr.wikipedia.org/wiki/Rıza_Türmen (3) http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2001/08/21/18523.asp (4)http://www.odatv.com/n.php?n=baskanlik-sistemi-amerikan-emperyalizminin-bize-tavsiyesi-2512121200(5)http://www.medyafaresi.com/haber/48555/guncel-kilicdaroglundan-ezber-bozan-cikis-laiklik-tehlikede-degil.html (6)http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1005558&CategoryID=98 (7) http://www.zaman.com.tr/newsDetail_getNewsById.action?haberno=1235495 (8) http://www.sondakika.com/haber-darbe-temizligi-icin-chp-den-demokrasi-paketi-3552155/ (9)http://haber5.com/guncel/chp-yarginin-kararlarina-saygiliyiz(10)http://www.turgutdibek.com/haber.asp?hid=180 http://www.ntvmsnbc.com/id/25334304/#storyContinue (11) http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=240689 MUHALEFET ELİYLE “ILIMLI İSLAM CUMHURİYETİ”NE DOĞRU!..Av. Cemil Can Gül’ün “Kuvvetler ayrılığı” konusunda Erdoğan’la ters düşmesi üzerine, sözlerini düzelterek “Cumhurbaşkanı ile aynı düşünüyoruz” dedi. Yalnız kalan Erdoğan, mecburen kaldığı için böyle bir düzeltme yaptı, gerçekte düşüncesi değişmiş değil! Erdoğan, demokrasinin temel direği olan “Kuvvetler ayrılığı” ilkesini içselleştirmiş değil. Bunu kanıtı: “Galataport satışını yapıyoruz ama yargı bunu engelliyor. Benim Bakanım şube müdürünü alıyor tayin yapacak. Ve bu tayini siz 11 kez 12 kez durduruyorsunuz” sözleridir. Başbakan hukuk tanımıyor. Ne istiyorsa olacak. Dolayısıyla idarenin keyfi işlemlerinin de denetlenmesini istiyor. Verdiği örnek bunu kanıtlıyor. Mahkeme şube müdürü bir memurun atamasını hukuka aykırı bulmuşsa, buna saygı gösterilecek ve hukukun gereği yerine getirilecek. Mahkemenin kararını boşa çıkartmak için çeşitli bahanelerle o memur 11 kez tayin edilmeye çalışılmayacak. Başbakan’ın rahatsız olduğu durum budur. İdarenin keyfi işlemlerine yargının “dur” demesini kabullenemiyor. Erdoğan’ın bilinç altındaki düşünce böyledir ve bunu itiraf etmiştir. İstediği sultan olmaktır. Dikta rejimine olan hevesini “Başkanlık Sistemi” ile tatmin edebileceğini düşündüğü için “Anayasa Uzlaşma Komisyonu”nu kurarak bu suça muhalefeti de ortak etmek istemiştir. Nitekim gerçek amacının “demokrasi” olmadığı 12 Eylül Halkoylaması ile kabul edilen ve yargı erkinin bağımsızlığını tamamen ortadan kaldıran değişiklikleri “kırmızıçizgi” olarak ileri sürmesi ve değiştirirmeye yanaşmamasıdır. Bu yalın gerçeğe rağmen muhalefet partilerinin komisyondaki sandalyelere yapışması suç ortaklığından başka hiç bir anlama gelmemektedir. Komisyon dışında kalmak suretiyle Erdoğan’ın “Başkanlık Sistemi” talebine karşı muhalefeti örgütleyip, bu talebi engellemek mümkündür. Komisyonda kalarak yapılmak istenen değişikliğe meşruiyet kazandırılmış olacak ve TBMM’ndeki görüşmelerde yeterli oy desteği bulunamazsa bu defa halkoylamasına gidrilerek değişiklik gerçekleştirilecektir. Halkoyuna başvurulduğunda, muhalefetin yeterli iletişim araçları olmadığından halkın aydınlatması neredeyse imkansız olacaktır. Kaldı ki, bu defaki değişiklikle birlikte Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın daha önce çekince konulmuş bulunan maddeleri de Anayasa maddeleri haline getirileceği için, BDP Anayasa değişikliklerine, bu arada “Başkanlık sistemi”ne de “evet” diyebilecektir. Aynı şekilde başta Kılıçdaroğlu olmak üzere, Y-CHP’nin CHP mirasını reddeden milletvekilleri de söz konusu değişikliklere evet diyerek Mecliste aranması gereken çoğunluğa ulaşamasalar bile, halkoylamasından kolaylıkla geçebileceklerdir. Görüldüğü gibi bu defa AKP, BDP, ve MHP ile Y-CHP’nin bir kısım milletvekilleri bu değişiklikleri destekleyeceklerini belli etmişlerdir. Dolayısıyla olası bir halkoylamasında Erdoğan istediği Anayasal değişikliği yaparak “Başkanlık Sistemi”ne geçişi sağlayacaktır. Olası başkanımız Erdoğan, demokrat ve hukukun üstünlüğüne inanmış bir lider olmadığı için, rejim kolayca faşizme doğru yönelecektir.Başbakan’ın istediği rejimde: Örneğin stratejik ve benzeri açılardan yabancılara satışını ülke çıkarlarına aykırı bularak Galata Limanının satışı engellenemeyecektir. Aynı şekilde (siyasi düşünceleri veya inancı farklı olduğu için Bakanı tarafından sevilmeyen) işinin ehli bir şube müdürü, haksız ve keyfi olarak tayin edildiğinde yargı yoluna başvurarak hakkını arayamayacaktır. Bir gecede 7 bin sağlık memurunun istekleri dışında yapılması karşısında yargı yoluna başvurup hak aranmasından iktidar rahatsızlık duymaktadır. Haksızlığa uğrayan memurlara hakkının verilmesine karar veren mahkemeleri Başbakan istemektedir. Başka bir örnek verelim: Köprülerin ve otoyolların özelleştirilmesine “Başkan”ın isteği dışında şirketler katılamayacak ve ihale AKP’ye yakın Ülker Grubu’nun bulunduğu konsorsiyuma 8 yıllık geliri karşılığında verilecek fakat kimse bu ihalenin iptali için dava açamayacaktır!.. “Başkan”, oğlu Bilal ile Burak arasındaki “eşitsizliği” gidermek için 10.5 milyon Dolara ikinci bir “gemicik” satın alacak ve kimse bu kadar parayı nereden bulduğunu veya nasıl kazandığını, vergisini verip vermediğini soramayacaktır. Gerektiğinde yargı yoluna da başvurulamayacaktır!.. Aynı şekilde yabancılara 1.43 TL’ye satılan benzinin Türk vatandaşlarına neden 4.7 TL’ye satıldığını kimse soramayacaktır. Sosyal medyada dolanan fıkra gibi bir başka örnek verelim: Başbakana en az 500 puanla girilen OTDÜ’ye, 8 TOMA , 3600 polisle ve 20 zırhlı araçlı girip, gaz ve biber bombaları ile çocuklarımızı hırpalamanın hesabını, kimse hiç bir organ önünde soramayacaktır. Erdoğan’ın istediği; şehit kanıyla sulanarak vatan yapılmış bu kutsal toprakların “NATO toprağı” olarak ilan edilmesinin, topraklarımızın yabancılara satılmasının, TELEKOM gibi stratejik kurumlarımızın düşmana satılmasının hesabını hiç bir zaman kimsenin soramamasıdır… Başka bir söyleyişle, Erdoğanların istediği rejimde; Deniz Fenerleri ve halkı soyanlar hiç bir şekilde yargılanamaz, hükümete muhalefet edenlerin ise, zindanlara doldurulurlar. Yargısız infaz edilirler…Erdoğanın şikayetçi olduğu durum, yukarıdaki örnekleri soran, soruşturan ve gerektiğinde yargılayarak gereğini yapan kurumların varlığıdır. Bunun adı “Kuvvetler ayrılığı”dır. Ne yazık ki, böyle keyfi bir rejimin (faşizmin) gerçekleşmesi için yapılacak olan anayasa değişikliğine, en büyük katkı, masada oturan muhalefet tarafından verilmektedir… Bir kez daha vurgulamak gerekir ki, muhalefetin suç ortaklığı, bu gerçeklerin zamanında halka anlatılmaması ve anlatacak olan aydınlara zaman kaybettirmekle gerçekleşmektedir. TBMM’nde zaten bir şey yapamayacakları bellidir!.. Bu durum baş sorumluları Kılıçdaroğlu ile Bahçeli olacaktır…Yeni rejimin her ne kadar adı “Başkanlık Sistemi” olara konulmuşsa da gerçekte Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye için öngörülen rejim “Ilımlı İslam Cumhuriyeti”dir, açık bir faşizmdir!… Anlaşılmaktadır ki, bu yeni rejim içerisinde Y-CHP ile yeni MHP “muhalefet” görevi yapmayı kabul etmişlerdir. O bakımdan geçiş süresinde muhalefet yapar gibi yapmaktadırlar. Başka bir söyleyişle, iş işten geçtikten sonra, yapılanlara muhalefet etmek; gerçek muhalefet yapacak olanların ayrı bir merkezde örgütlenmesini engellemek anlamına geliyor. Av. Cemil Can CHP’NİN “SEYİT RIZA” KOLLARI!..Av. Cemil Can CHP’de slogan tartışması derinleşirken, Kemalizm karşıtı Mümtazer Türköne’den , Parti Meclisi Üyesi Umut Akdoğan’a destek geldi. Türköne: “Mustafa Kemal’in askeri’ olmak payesi ile ‘Aponun militanı’ olmak arasında ulusalcı tonlama arasında ne fark var?” dedi!..Umut, Kemal Kılıçdaroğlu’nun canı ciğeri; CHP’nin Kurultaydan sonraki en yetkili organı olan Parti Meclisi’nin en genç üyesi. 34. Olağan Kurultay’ın gözdesi, partideki TESEV grubunun vazgeçilmezi! Son kurultayda Kılıçdaroğlu’ üç listesinde de adı vardı.(1) Parti kayıtlarına göre, “hukukçu”ymuş ama baroda kaydına rastlanmıyor. Mizah tutkunu olduğunu söylüyor, bir tek esprisi var o da yeni bulduğu “yurttaşlık” sloganı! Yurttaş Umut askerliğe şiddetle karşı! Yenimahalle İlçesinin 9. Olağan Kongresi’nde konuşmacıydı. O nutkunda birikimine uygun bir de vurgu yapmıştı: ”İhtiyaç olan tek unsur ‘sol’dur…” veciz sözünden sonra “Sermayenin içerisinden geliyorum” (2) diyerek kendini tarif etti. Parti büyüklerinden çok da alkış aldı. Sözlerine inanırsak, sanki sermayenin CHP içindeki temsilcisi gibi! “Sermaye”nin içimizdeki bu temsilcisi; ne iş yapar, nasıl geçinir, partililere sordum bilen çıkmadı. Parti Meclisi üyeleri için harcırah ödeniyor mu onu da bilmem. Ödeniyorsa bile bu delikanlıya yeterli olduğunu sanmıyorum. Zira her tarafa o koşturuyor, her işin içinde var! Acaba parti bütçesinden verilen “danışmanlık ücretleri”; mesleğini icra edemeyen böyle verimli arkadaşların geçimini sağlamaya yeter mi?… Malum bizimkilerin gemicikleri yok! Genel Başkan danışmanların ücretlerinde iyileştirme yapmayı düşünüyordur herhalde!…Umut’un bir “twitter” hesabı var; şu ana kadar 3569 “tweet” atmış. Hepsi de yüzeysel ve içeriksiz tabi, çürük dişin kovuğunu bile doldurmazlar!.. “Asker mevcudu korur, yurttaş ülkesini bir adım daha ileri götürür” sözü, onların en iyisi… Sloganından ötürü kendini bir tek kutlayan Tufan Türenç’tir. Onu da bilmenizi isterim!..Bizim “dahi” çocuk, Tunceli il derneği ve vakfının toplantılarında; hep başköşeye oturtulur. Hemşerilerine göre, Tunceli’nin gurur kaynağı. Umut da, Gürsel Erol, Emre Doğan ve Mehmet Perçin gibi Kılıçdaroğlu’nun prensleri… Hepsi de Hüseyin benzeri elemanlar, gelecek için umut vaat ediyor!… Umut da arkadaşları gibi Dersim Spor taraftarı. (3)Dersim Spor’un sporla bir ilgisi yok elbette!.. İşi gücü Hüseyin Aygün’ün saçma sapan fikirlerini yaymak. Atatürk’ü ve İnönü’yü itibarsızlaştırmak için çorbada onun da karınca kararınca tuzu var. Umut’u tepelere kadar tırmandıran biricik “amcası” Kemal Kılıçdaroğlu’dur, bunu bir yere not edin. Yukarıdaki fotoğrafa bakar mısınız, birbirilerine nasıl da yakışıyorlar. Sanırsınız baba-oğul. Bu karede ne kadar da mutlular, değil mi? Tüh tüh tüh tüh, 40 bin kere maşallah! Biri çıkıp; bunlardan biri CHP’nin genel başkanıdır, diğeri 25 yaşındaki parti meclisi üyesi dese, vallahi kimse inanmaz!.. O kadar da kolay mı ele verir bir fotoğraf insanı!..“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” demek, faşizme ve emperyalizme karşı, Atatürk ve arkadaşlarının yaptığı gibi; göze göz, dişe diş savaşmayı göze almaktır. 74 milyon Türk halkına söz vermektir, ve “Türk’üm” demekten utanmamaktır! Yemin tazelemektir bir bakıma. Demek ki, siz “yurttaş” olup, sürekli genel merkezde oturacaksınız öyle mi? Yakışır size ne diyeyim!.. Seçiminizi böyle yaptınız anlaşılan… Bizim o taraflarda; “Oynamayacak gelin, yerim dar der” diye bir söz var. Sizinki de o misal. “Askerlik” ve “savaş” söz konusu olunca, hep o gelin rolünü oynuyorsunuz!..Mustafa Kemal’in askerlerini görmek istiyorsanız eğer, Köy Enstitüleri’nden mezun olup, kendi yaptıkları tahta bavullarla, Anadolu’nun dört bir yanına karıncalar gibi dağılan öğretmenlere bakın!.. (4) Sanırım sizin kafanızda asker profili olarak hala yeniçerilerin resmi var!..Hatırlarsınız bir ara Kemal Amcanız, Bekir Coşkun’a çizmelerini giyme sözü vermişti. Baktı ki, çizme giydikten sonra; boyuna dürbün takmak da var, arkasından atı eyerleyeceksin, sonra koynuna vatan haritası yerleştireceksin, ancak ondan sonra ata “deh” diyeceksin. Zor geldi zahîr, yemedi. Hazret, bir daha da çizmeleri ağzına alamadı… Umut ise, postallarını zaten 1923’te çıkartmıştı! Sahi büyük dedesi o yıllarda ne ederdi, doğrusu çok merak ederim. Anlatsa da öğrensek bari…O taraftan bakınca, geriye bir tek kendi durumlarına uygun bir slogan bulmak kalıyor. Çok şükür, Umut çift sarılı olarak onu da yumurtladı sonunda. Umut son demecinde, “Yurttaşlık kimliğine sahip çıkmalıyız” demiş!(5) Delikanlı CHP’lilerin, kendisi gibi kimlik sorunu olduğunu sanıyor… Aynı gün “Atatürk yaşasaydı bu sloganı onaylardı” diyerek, buluşuna bir de dokunulmazlık sağlayıp, son noktayı koymuş! Bu düşüncesinde de oldukça ısrarlı delikanlı.(6) Konuşmalarına bakılırsa, sanki Mustafa Kemal’i ondan iyi tanıyan yok!.. Bu yüzden olacak, mal bulmuş mağribi gibi, kanaldan kanala koşarak, buluşunu anlatıyor…(7)Anımsarsınız, “amcası” Kemal de, ”Turbanı biz çözeriz” buluşunun mucididir. Çözdü de hazret!.. Bu veciz sözünün üzerinden bir sene geçmedi, sayesinde dizilere bile turbanı giydirdiler!.. Umut’un sloganın da aynı akıbeti paylaşacağına eminim!..Konuyu fazla dağıttık galiba, sadede gelelim. Bugünkü konumuz Umut’un buluşunu değerlendirmekti. Umut, CHP’nin Gençlik Kolları’ndan gelmenin övünülecek bir şey olduğunu sanıyor. Sermaye olarak öne sürdüğü, daha önce Gençlik Kolları’nda değişik görevlerde bulunmuş olmasıdır. Sanki başka gençlere kapılar açıktı da onlar, bu görevleri yapmadılar. Abisi Zeki Alçın da Gençlik Kolları’ndan geliyor, sorsun bakalım ne kadar sermayesi kalmış?.. Yurtseverler Silivri’de iken o aynı gün suç ortakları ile birlikte “Dergahlarımız Geri Verilsin” sözlerinin önünde vitrin süslüyor!.. (Bkz. Alttaki fotoğraf.)Siz Ey Dersimli Kemal’in Prensleri; Bilesiniz ki, CHP Gençlik Kollarının asıl üyeleri; Çanakkale Savaşı’na katılan 50 İstanbul Sultanisi öğrencisi, 100 Tıbbiyeli ve Dar-ül Funun öğrencileri ve onların takipçileridir!..(8) Hepsi de (SOROS’un değil), Mustafa Kemal’in askerleridir!.. Mustafa Kemal’in askeri olmayan biri emperyalizmin uşağı sayılır!.. Uşaklık bize göre değildir!.. Atatürk’ün askerleri, CHP Gençlik Kolları’na alınmayınca, kısa süre içerisinde doğal olarak Gençlik Kolları da “Seyit Rıza’nın CHP Kolları” haline dönüşmüştür! CHP’nin Tunceli il derneğine dönüştüğü gibi!.. Bunu da yazın bir tarafa, sırası geldiğinde delil olarak kullanırsınız!..Dünyanın en kalabalık barosu olan İstanbul Barosu’nun Başkanı Doç. Dr. Ümit Sakal’ın, “Ülkemiz gizli işgal altındadır” diye diye, dilinde tüy bitti. Yurtsever aydınlar, gazeteciler ve subayların çoğu aynı görüşü paylaşıyorlar. Zifiri karanlık zindanlarda övündükleri tek şey var: Mustafa Kemal’in askeri olmak!.. Çağımızda emperyalistler, işgal edeceği ülkelere, artık kendi askerlerini göndermiyorlar. Kendileri ile işbirliği yapacak “yurttaş”ları bulup destekliyor ve iktidara getiriyorlar. Sonra yine o ülkenin kendi askerlerine, ülkelerini işgal ettiriyorlar!..Bu taraftan bakınca, ahval ve şerait 1919’dan önceki Anadolu’dan çok daha kötü görünüyor. Başta ABD olmak üzere, düşmanlarımız Lozan’ı tanımıyor. Duvarlara Sevr Haritasını asmışlar. Büyük Ortadoğu Projesi’ni gösteren haritaları da aynı amaçla çizilmiştir. Özetle söylemek gerekirse; İkinci Kurtuluş Savaşı yapılmadan, kurtuluşumuz ufukta gözükmüyor. Hiç kuşku yok ki, İkinci Kurtuluş Savaşı’nı yürütecek olanlar, Mustafa Kemal’in Askerleri’nden başkaları olamaz!.. Dedeleri askerlikten kaçanlar, korkaklar ve kendi kabuğunun içerisinde, zavallı bir midye gibi yaşayanların, bu savaşta yeri yoktur ve olamaz da… Öyleler, elbette kendileri için mazeret tadında, yeni sloganlar üretecekler!.. Acımasız bir savaşı; “barış” gibi gösterip, “yurttaşlık” numaraları ile yine sıvışacaklar!.. Ne var ki, Türk halkının direnme gücünü kırmayı amaçlayan bu söylemlerin mucitleri ile onları arkalarından itenlere; er geç bu yaptıklarının hesabı sorulacaktır!..Bre gafiller! .. Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde 30 yıldır süren savaştan da mı haberdar değilsiniz? 40 binden fazla yurttaşımızın öldüğü olaylar, barış içerisinde mi yaşanmıştır? Ya Güney sınırlarımıza dikilen “patriotlar” neyin nesidir? Malatya-Kürecik’teki füze kalkanı şehit kanlarıyla sulanmış o güzelim topraklara ne için yerleştirilmiştir? Duymadınız mı, bu kutsal topraklar için “NATO toprağı” deniliyor artık?…Bütün bu çıplak gerçeklere rağmen, her şeyi güllük gülistanlık gösterip, sade bir “yurttaş” kimliğine bürünmek, Allah aşkına söyleyin kimin işine yarar?.. Anlaşıldığına göre Y-CHP yönetimi, Türk halkı gibi savaş şartlarında değil, sırça köşklerinde “Lale Devri”ni yaşamaktadır… Aydınlar, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları konuşacak, haksızlıklara karşı gelecekler ve gerektiğinde bedel ödeyecekler. Siz ceylan derisinden yapılma koltuklarınıza gömülüp, onlardan “bedel ödemelerini” isteyeceksiniz ama sizin kılınız bile kıpırdamayacak. Var mı öyle 3 köfte 5 kuruşa? Muhalefet olarak, bu eylemleri örgütlemek, yapmak ve yapacak olanlara önderlik yapmak göreviniz değil mi? Neden talip oldunuz Mustafa Kemal’in koltuğuna? Yoksa yüreğiniz yetmiyor mu öne geçmeye? Bu kavgada başımızda durup, sadece “slogan” mı üreteceksiniz?..Merak etmeyin, Türk halkı içerisinde bulunduğu durumdan kurtuluşu gösterecek doğru yolu da bulacaktır. Bize slogan lazım değil. “Dağ Başını Duman Almış” marşı ile yürürüz doğru bildiğimiz yolda!.. Sahi bir yere gitmeden önce, bir de şu soruya bir cevap verseydiniz: Hangi özellikleriniz nedeniyle CHP’nin Kurultay’ında başımıza seçildiniz? İster misiniz, şimdi size oy veren bu ellerimi kırayım!.. Yanıtlarınızı gençlerle paylaşacağım, ona göre, bundan böyle düşünerek konuşun!.. Av. Cemil Can http://cemilcan.gen.tr/ DİPNOTLAR: (1)http://www.bursaport.com/haber/politika/ulusal-politika/chpde-herkesin-bir-listesi-var-24955.html (2)http://www.youtube.com/watch?v=mP9UPC_uFKk (3) http://www.facebook.com/dersimspor1 (4)http://www.egitimsenkars.org/news_index.php?category_code=1246568182&news_code=1334752618&year=2012&month=04(5) http://www.chp.org.tr/?p=97693 (6)http://tvarsivi.com/player.php?y=7&z=2012-12-16+18%3A33%3A54&res=2012-12-16+18%3A34%3A54(7)http://servis.medyatakip.com/tvbrowser/oynatici.php?y=13&z=2012-12-16+15%3A04%3A00 (8)http://www.legese.com/default.asp?cmd=475485570575475530&page_type=235&view_type=235&menu_id=245&actual_id=260235235&page=5&i=81 CUMHURİYET (AŞURE) PARTİSİ ve BİR TÜRKİYE KLASİĞİ!.. Av. Cemil CanBirkaç gün önce bir dostum, Y-CHP’ye karşı çok acımasız ve sert eleştiriler yaptığım için sitemini iletti. Yakın arkadaşlarım arasında bu tür eleştirilerin AKP’ye yarayacağını söyleyenler bile var!.. O halde onlar için bir kez daha söylüyorum: Kendinizi bir savaşta düşünün çocuklar. Öyleyiz de zaten. Başınızdaki komutan, verdiği komutlarla düşmanın zafer kazanmasını yani bizim sonumuzu hazırlıyorsa ne yapabiliriz? Komutanın emirlerini yerine getirmek; ülkemize, halkımıza ve inançlarımıza ihanet etmek olmaz mı? Kılıçdaroğlu, son günlerde bana düşmanla gizli bir işbirliği yapan komutan gibi görünüyor! Savaşma gücümüzü kırıp, bizi topyekün düşmanın askeri haline getirmek için elinden ne geliyorsa yapıyor. Hal böyle olunca, ben öyle bir komutanın emirlerini yerine getiremem! Ya kendime yeni bir komutan ararım, ya da emir ve komutayı üzerime alırım!.. Benim Atatürk’ün Gençliğe Söylevi ile Bursa Nutku’ndan öğrendiğim böyledir!..Karşıdevrimi durdurabilecek veya tersine çevirebilecek en önemli siyasal güç olan CHP, tam tersini yapıyorsa; bize düşen birinci ödev: Bu gerçekleri yüksek sesle haykırıp, tabanı uyandırmak olmalıdır. CHP’yi işgal ederek, ele geçirenlerden partimizi geri almadıkça, muhalefetin başarıya ulaşıp, iktidar olması imkansızdır!..Yandaş köşe yazarlarından Engin Ardıç, Kemal Kılıçdaroğlu’nun İzmir seyahatinde söylediği: “CHP’yi iktidar yapmak gibi bir hedefimiz yok” (1) sözlerini ağzına pelesenk yapmış. Bir diğer yandaş yazar Ahmet Kekeç ise, aklınca bu sözlerin “iktidar hırsım yok” anlamında kullanıldığını söyleyerek, Kemal Bey’in ağzından kaçtığı belli olan bu sözleri, gündemde tutarak CHP’yi vurmak istemişti!.. Yemedik tabi… Benim gibi düşünen çoğunluk pek ilgilenmedi bu sözlerle!..Ne var ki, Cumhurbaşkanlığı için CHP’nin bir adayları olmadığını belirten Kılıçdaroğlu, “Hem Gül hem Erdoğan aday olursa, kime destek verirsiniz? Gül’e destek verir misiniz?” sorusuna “Bakarız, niçin olmasın” yanıtını vererek, (2) en fahiş siyasi hatayı yapmıştır. Böylece yukarıdaki sözlerinin “ağzından kaçmamış” olduğu, bilinç altında saklanmış düşüncesi olduğunu kanıtlamıştır. Erdoğan ve Gül AKP’nin adaylarıdır be adam! Son genel seçim sonuçlarına göre, AKP’nin oy oranı yüzde 49 değil miydi? CHP oyların yüzde 26’sını almıştı. Erdoğan ve Gül’ün ikisi de aday olursa, CHP’nin göstereceği adayın şansı oldukça yükselecektir. Hatta bir tek böyle bir durumda, CHP’nin Cumhurbaşkanlığını kazanma şansı vardır. Kemal Bey daha baştan CHP’nin adayı olmadığını ilan ederek, olası aday adaylarının da cesaretini kırmış ve Cumhurbaşkanlığını altın tepsi içerisinde AKP’ye sunmuştur!.. Bu kadarına da “pes” !.. Yakışıyor mu sana Kemal Bey?.. Ne demek CHP’nin adayı yoktur… Doğruyu söylemek gerekirse CHP’nin bir lideri ve genel başkanı yoktur!.. Söyleyeceksen bu gerçeği söyle. Bir şey yapacaksan, bu gerçeğe göre gereğini yap!.. İstifa et, çekil git başımızdan!.. CHP tabelası ile seçime girse bile, bu durumdan daha kötü olamaz!..Gerçekten de Kılıçdaroğlu’nun, CHP’yi iktidar yapmak gibi bir hedefi yokmuş!. Engin Ardıç’la Kekeç’e boşuna yere sövmüşüz!.. Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün düzenlediği “Türkiye’nin Demokratik Dönüşümü” panelinin açılış konuşmasını yapan Beşir Atalay, devrimleri yeni CHP sayesinde yaptıklarını itiraf etmiştir… “22. dönem AKP ve CHP grup olarak, bağımsızlar vardı bir miktar; ikisi de Parlamento’ya yeni girmişti. Bir önceki dönem CHP de Parlamento’da yoktu, AKP de ve yepyeni bir parlamento. O atmosferi biz iyi değerlendirdik. Şöyle bakıyorum, en verimli dönem oldu o dönem, o hızlı reformlar daha kolay gerçekleştirildi.”(3) diyerek Y-CHP’nin karşı devrimdeki rolünü açıkladı!.. Bundan böyle mızrağı çuvala sığdırmanız oldukça zorlaştı Kemal Bey!.. Haydi onurlu bir şekilde istifa edip, kurtulun bu işkenceden!..Y-CHP’nin AB’ne karşı tutumunun olumlu olduğu, AB’ye girmek için can attığı biliniyor. Denebilirki, Kılıçdaroğlu AKP’nin AB sürecini yavaşlatmasından şikayetçidir. Kılıçdaroğlu değil miydi Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun CHP’li üyelerine, “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nın ruhunu yeni anayasaya yansıtma talimatını veren? Genel af konusunu ilk dillendiren de ne yazık ki yine bizimkiydi. Hazret, bu aralar anadilde savunma “anadilde eğitim” konusunda bile, PKK’dan önde gidiyor. Kemal Bey için tek sorun, “halkın hazır olmamasıdır” sadece. “Anaların gözyaşı dinecekse, herkesle görüşülebilir” diyerek, İmralı’ya selam duran da odur!..Kıçıdaroğlu’nun içine girmek için balıklama daldığı AB Parlamentosu’nda 9. Uluslararası Kürt Konferansı yapılmış. Alınan kararlar ibretlik fakat Kılıçdaroğlu ile paralel: AB, Öcalan’ın İmralı’dan çıkartılmasını istiyor. Ancak o zaman eşit koşullar altında görüşmeler yürütülebilirmiş. Anlayacağınız, PKK ile Türkiye Cumhuriyeti AB’ye göre “eşit” kabul ediliyor. Belli ki, AB de Kılıçdaroğlu gibi Oslo’da başlatılan görüşmelerin kesintisiz olarak sürdürülmesinden yana. O toplantı sonunda, PKK’nın terör örgütleri listesinden çıkartılması için bütün devletlere bir de çağrı yapılmış! Yerinden yönetimlerin güçlendirilmesi de unutulmamış tabi. Başka bir deyişle; Kılıçdaroğlu’nun daha önce çekince konulan maddelerin tümünü imzalayacağız dediği ve ruhunun yeni anayasaya yansıtılması görevini komisyon üyelerine verdiği “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” da yerel yönetimlerin güçlendirilmesini öngörüyordu. Yani bizimki bu konuda da AB’den önde gidiyor!.. Ayrıca AB’nin PKK ile yapılacak olan görüşmelere resmi olarak destek vermesi de karara bağlanmış!.. Bu durum karşısında, Y-CHP’nin tutumu ne olacak sorusunu sormak bile gereksizdir. Y-CHP, tutumunu değişik zamanlarda “Biz ancak memnuniyet duyarız” şeklinde açıklamıştır!.. İktidara bu kadar destek verdikten sonra, Y-CHP için koalisyonun gizli ortağıdır demek pek de yanlış sayılmaz!..Kemal Bey, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Abdullah Gül’e oy vermemiz gerektiğine da karar vermiştir!.. O istedikten sonra vereceğiz her halde!?.. Parti disiplini öyle diyor! Şu geldiğimiz noktaya bakar mısınız? Seyit Rıza eşkıyasının hayranı, feodal kafalı bir çapsız adam, 63 arkadaşı ile birlikte Atatürk’ün partisini ele geçiriyor ve emperyalizmin hizmetine sokuyor! Yetmezmiş gibi bir de Atatürkçülere diyor ki: Adayımız yok Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarından birine oy vereceksiniz!.. Peki, bu olup bitenler karşısında o koca CHP’nin örgütü ne yapıyor?.. CHP Örgütü Kızılay’da ve Cumhuriyet’in ilan edildiği Ulus Meydanı’nda “Aşure Partisi” düzenliyor!.. Kuvayi milliyecilerin Cumhuriyet Halk Partisi, Kılıçdaroğlu’nun başkanlığında “Cumhuriyet (Aşure) Partisi”ne dönüştürülmüştür!.. “Laiklik tehlikededir diyemem”(4) diyen de aynı kafalar değil miydi? “Yargı’da cemaat yapılanması var” iddialarının hatırlatılması üzerine: “Yargı içinde şöyle böyle kadrolaşma vardır demeyi doğru bulmuyorum” (5) diyen de aynı adamdı unutmayın!..“Ordu darbecilerden ayıklansın” teranesi ile “Silivri Hukuku”nu yaratanların başında da Kılıçdaroğlu geliyor!.. Şimdi örgütü 13 Aralık’ta Silivri’ye çağırıyormuş! Sevsinler senin eylemini. İyi güzel de beş sene gecikmiş bir karar değil mi?.. Zaten muhalefet ettiği bütün işlerde, izlediği yöntem hep aynı olmuştu: İş işten geçtikten sonra muhalefet etmek. Kılıçdaroğlu kesinlikle samimi bir adam değildir!.. Atatürkçü düşünceyi benimseyenler yollara çıktı bile. Ne haber! Bu eyleme de katılmazsaydı, gelecek seçimde nal toplayacaktı!.. Bu kadarını biliyor. Yoksa Silivri’ye karşı değildir!.. Emin olun, 29 Ekim’de Y-CHP’yi Ulus’a getiren korku ne idiyse, şimdi Silivri’ye yönlendiren de aynıdır!.. “Laiklik ilkesi”ni ideolojisinin merkezine oturtan ve hilafet-saltanat rejimini yıkarak, Cumhuriyet’i kuran bir parti, karşı devrimde neden rol üstlenebilir? Böylesine önemli olayların yaşandığı günlerde “aşure günü” gibi dinsel ağırlıklı adetleri, gündemine nasıl alabilir, anlamak mümkün değildir!..Cemevleri kapatılmış mıdır? Hükümet, Alevi Bektaşi Derneklerinin “Aşure Günü” tertip etmelerinin önünde bir zorluk mu çıkartmıştır? Laikliğe kesinlikle aykırı olan”Aşure Günü”nü, CHP hangi düşünce ile organize etmiştir!.. Bir de utanmadan, sıkılmadan yerel radyolardan ilanlar vermişler!.. Beyler! CHP siyasi bir parti midir, yoksa Alevilerin tekkesi veya dergahı mı?.. Bu soruya birinin çıkıp adam gibi yanıt vermesi gerekiyor. Peşinen şu kadarını söyleyebilirim ki, “Aşure Günü” siyasi nitelikli ve CHP’nin sahiplenmesi gereken bir olay değildir!..(6) CHP’nin her yıl kutlayarak, yaşatması gereken pek çok çağdaş ve aydınlığa dönük, övünülecek özel günleri var iken,(7) iktidarın daha da gerici uygulamalar yapmasına meşruiyet ortamı yaratacak, böylesine ilkesiz ve tutarsız tutum ve davranışların içerisinde olması, Beşir Atalay’ın “10 yılda AKP ve CHP ile birlikte sessiz devrim yaptık” sözlerine doğruluk kazandırmıştır!.. İş yine başa düştü, 13 Aralık’ta Silivri’deyiz!.. Av. Cemil CanDİPNOTLAR ve OKUMA PARÇASI: (1)http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2012/11/07/hayir-hayir-katilsinlar-katilsinlar (2)http://www.haberturk.com/gundem/haber/801438-kilicdaroglu-o-soruyu-cevapladi (3)http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/atalay-10-yilda-akp-ve-chp-ile-birlikte-sessiz-devrim-yaptik-h7295.html (4)http://www.youtube.com/watch?v=gnB2D-ijJ3Q (5)http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/3727-chp-genel-bakan-klcdarolu-yargda-cemaat-kadrolamas-var-iddias-doru-deil.html(6) Okuma Parçası:
AKIL TUTULMASINDAN KURTULALIM!.. Av. Cemil Can
Sabotaj iddialarına karşı, hükümetten tatmin edici bir yanıt beklerken, Başbakan Afyon’daki cephaneliğin patlamasını ”meraklı” bir askerin el bombasının pimini çekmesine bağladı! Olayda sağ kalan yok nasılsa, kimseye soramayız. O askerin, merakından mı yoksa “kasten” mi pimi çektiğini hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz. Başbakandan öğrenmiş olduk ki, o patlama bir kaza değilmiş!.. O zaman binbaşıyı neden tutuklamışlar? Yanıt: Burası Türkiye’dir!.. Hükümete yönelebilecek her tepkiye verilecek bir kurbanımız bulunur!.. Bu sefer de şans binbaşıya çıkmış!..
Şimdi de yeni bir iddia kafaları karıştırıyor! Askerler gecenin o vaktinde cephanelikte ne arıyordu? “Sayım” yanıtı pek inandırıcı bulunmamış. Gündüzler çuvala mı konulmuş da gece sayılıyormuş? Söylentiye göre, bombalar Suriye’deki rejim karşıtlarına verilmek üzere, tasnif ediliyormuş. İşe bakın, patlama da tam bu sırada meydana gelmiş. Sabotaj iddiası akla daha yakın! İngiliz Times gazetesinin haberine göre, Suriye’deki muhaliflere silah taşıyan Libya bandıralı bir geminin Türkiye’de olduğu, kargosunun ise, “Müslüman Kardeşler” örgütü ile ilişkili olan IHH İnsani Yardım Vakfı tarafından teslim alındığı savunuldu… Hatırlayalım: 31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargoyu delmek için 6 gemiyle insani yardım malzemesi götürmeye kalkışan ve uluslararası sularda İsrail’in Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalesi ile karşılaşan ve sonunda 9 kişinin ölümüyle sonuçlanan eylemi de organize eden IHH İnsani Yardım Vakfı’ydı… Yerleşik diplomasi ve deneyimli diplomatlardan yararlanmayı beceremeyen, ABD’ye endeksli dış politika izlemeyi marifet belleyen AKP hükümeti, dış politikamızı da özelleştirerek dinci vakıflara teslim etti… Ne diyelim?!..
İslamiyeti kanser, Müslümanları öldürülecek böcekler olarak tanıtan “Müslümanların Masumiyeti” adlı ABD yapımı film, gösterime girdikten 2 ay sonra, Müslüman coğrafyasını ayağa kaldırdı. “Arap Baharı”nı karşılamak için meydanları dolduran o yığınlar, şimdi de ABD karşıtı eylemleri ile dünyanın gündemine oturdular. Obama’nın ricası üzerine R.T. Erdoğan sakinleştirici bir konuşma yaptı. Pek bir işe yaradığını sanmam. Fetullah Gülen ise Pensilvanya’dan gönderdiği mesajla eylemcileri lanetledi. Buna rağmen, istenilen sonuç alınamadı. Eylemler hala devam ediyor. Kimilerine göre, “Arap Baharı” geri mi dönüyor ne!.. Görünüşe bakılırsa, Erdoğan Şam’daki Emevi Camiinde şurekası ile birlikte söz verdiği o namazı kılamayacak!..
Batının “Dinler arası diyalog” ve “Ilımlı İslam” projelerinde samimi olmadığı, başlattıkları “Haçlı Seferleri”, İslam karşıtı bu son film ve peygamberimizin karikatürleri ile bir kez daha ortaya çıktı… Peygamberimizin karikatürlerini protesto edenler için tepkisiz kalan hükümetim, filmi protesto edenler için araya girerek, göbekten Amerika’ya bağlı olduğunu kanıtladı!..
Y-CHP’den Gülseren Onanç, Sezgin Tanrıkulu, Rıza Türmen ve Burhan Şenatalar “liberal sol aydın” olarak tanımlanan; Mithat Sancar, Osman Kavala, Fuat Keyman ve Cengiz Çandar gibi isimlerle bir araya gelerek “Kürt Sorunu”na çözüm aramışlar!.. Başta parti sözcüsü Haluk Koç olmak üzere, pek çok CHP’li bu durumu kınadılar. Kılıçdaroğlu “görüşmeden haberim var” diyerek, yine görüşmecilere kol kanat germiş!.. Belli ki, kurultaylarda ve yetkili kurullarda görüşülmeyen ve karar altına alınmayan önemli konularda, emrivakiler yaparak, görüşlerini CHP’nin görüşü gibi dayatan bu çekirdek grup, kaset operasyonu sonunda y önetime getirilmiş olmanın diyetini ödüyor!.. Yüzde 50’ye yakın halk desteğine sahip olan iktidarın başaramadığı “Kürt Açılımı”nda aktif görev üstlenmek, ana muhalefet partisinin üstüne vazife midir? Partiyi bitirme pahasına böyle bir işe girişmek, diyet borcunu ödemekten başka nasıl açıklanabilir?.. CHP gibi köklü bir partinin; cumhuriyet karşıtı, ikinci cumhuriyetçi gibi isimlerle anılan döneklere, “Akil Adamlar” olarak müracaat etmesi, hangi aklın karıdır. Bu durum parti yönetiminin akıl seviyesi ile acizliğini göstermiyor mu?..
AİHM’nin kararlarına rağmen, “türbanı biz çözeriz” diyerek ortalığa düşen ve bu şekilde iktidarın elini rahatlatan Kılıçdaroğlu, nihayet bu tutumunun meyvelerini toplamaya başladı!.. İlk kurban Ege Üniversitesi eski öğretim üyesi Prof. Rennan Pekünlü oldu. Hoca, türbanlı öğrencileri tespit edip, derslere almadığı için hakkında açılan davada 2 yıl 5 ay hapis cezasına mahkum edildi. Problemlere teslim olmanın adını “çözüm” koymak yetmiyor!.. Kılıçdaroğlu’nun çözümü böyledir işte. “İkinci Kürt Açılımı”nda beklenen de hiç kuşkunuz olmasın aynen türban çözümündeki gibi fiyasko olacak. Silahlı terör örgütüne istediği tavizler verildi mi, bir süreliğine sorun buz dolabına konabilir… Terör örgütü, tek sermayesi ve varlık nedeni olan silahlarını yeniden konuşturacak tabi. O zaman da “Üçüncü Kürt Açılımı” gündeme getirilecek! Böylece “Özgür Kürdistan” kurulana dek, iktidar ve muhalefet işbirliği ile açılımlar devam ettirilecek!.. Hem de “Kürt Sorunu” konusunda partinin yetkili organları tarafından alınmış yeni bir karar olmadığı halde, yapılacak bu görüşmeler. Ne de olsa, okyanus ötesinden verilen görev ifa ediliyor!.. Delegeye soran kim! Delegenin bir kısmı ise, hala ABD’nin bu akıl dışı isteklerinin yerine getirilerek, iktidar olunabileceğini sanıyor!.. Sanki bu iş birliğini, en iyi Y-CHP’nin yapabileceği hususunda AKP ile aralarında tatlı bir yarış var!.. Atatürk’ün antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı CHP’si, ne hallere geldi!..
Eski ABD Hazine Bakan Yardımcısı Paul Craig Roberts’in şu sözlerini kulaklarımıza küpe yapalım. Hazret bir konuşmasında: “Şaşırtıcı olan, Washington’ın bir milyon Müslüman öldürerek, üç İslam ülkesini yıkarak, yedi İslam ülkesinde askeri operasyonlar yaparak ve sekizincisi İran’a saldırı hazırlığı yaparak sahnelediği müthiş kışkırtıcılığa rağmen, Amerika’ya karşı herhangi bir saldırı olmamasıdır” diyor. Başka nasıl söylenir bilmem!..
Türkiye’deki iktidarın ABD ve AB destekli olduğunu öğrenmeyen kalmadı. Roberts’in sözünü ettiği Müslüman ülkelerin Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Müslüman ülkeler olduğu açıktır. Büyük Ortadoğu Projesi’nde; bu ülkelerdeki rejimleri yıkma ve sınırları değiştirerek ABD’ye bağımlı, enerji kaynakları ile geçiş koridorlarında nöbetçi olmaya talip, yeni kukla devletler yaratmak olduğu gizlenmiyor!.. Erdoğan böyle bir projenin eş başkanı olmakla övünüyor. Bir paket makarna veya bulgura oyunu kiraya veren “iki kişiden biri” ise, böyle bir projenin hayata geçmesi için katkısını sunuyor!..
“İki kişiden biri”nin 10 yıllık AKP iktidarı boyunca durumunda bir iyileşme yok. Olacağa da benzemiyor!.. Bunu düşündüğü bile yok!.. Türkiye “sıcak para” için faiz cenneti. Yabancı sermaye halkımızı bu yöntemle iliklerine kadar sömürüyor. Satılmadık bir şeyimiz kalmadı. Yine de elde avuçta bir şey yok. Borçlarımız her geçen gün katlanarak artıyor. Üretim yok. İşsizlik her geçen gün daha da büyüyor. İstihdamı artıracak bir tek önlem alınmıyor. Gelecek nesillerin bile dünyasını kararttık. Doğmayan bebeleri yaşamları boyunca ödeyemeyecekleri kadar borca batırdık. Her gün, bir öncekinden daha kötüye gidiyor. Vatana hizmet için gönderilen çocuklarımız al bayrağa sarılarak geri geliyor. Anadolu’nun yüreği dağlanıyor!.. Yollar mayın tarlasına dönmüş. Araçları mayına basan 6 asker ile 8 polis daha yeni şehit düşmüş!.. Hükümet kendi halkının güvenliğini bırakmış, Suriye’nin rejimini değiştirmekle zaman geçiriyor!.. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada ve bölgemizde çıkan savaşlarda taraf olmayarak saygın bir ülke konumuna yükselen Türkiye, son 10 yılda emperyalizme bağımlı politikaları izlemekle iki paralık edilmiş!..
Bütün bu olup bitenlerden hep birlikte sorumluyuz!.. Çünkü bu iktidara destek olan sizsiniz, bu yüzden sorumluluğunuz büyüktür. Biz ise, sizi yattığınız güzellik uykusundan uyandıramadığımız için sorumluyuz. Şimdi bu kötü gidişe “dur” demek birlikte görevimizdir. Belki o zaman suçumuzu biraz hafifletebiliriz… Paul Roberts’in yukarıdaki sözlerini bir kez daha okuyun isterseniz. Akıl tutulması içindeyiz değil mi? Emperyalizm beyinlerimizi işgal etmiş. Kendi halkımızın ve ülkemizin yararlarını göremiyoruz bir türlü. Önümüze konulan küçük bir pencereden bakıyoruz sadece. Oradan görünen bütün dünya değil ki!.. Önce kendimizi kurtarmalıyız bu esaretten. Bağımsız ve özgür düşünemeyen bir beyin bize ait değildir!.. Özgür olmayan insan, uşaklık yapmak için önüne dikildiği kapıdan bir yere uzaklaşamaz!.. Karakteri “özgürlük” ve “bağımsızlık” olan bir liderin yolundan gitmeliyiz!.. O lider bizimdir. Bunun için önümüzde ne engel var?..
Av. Cemil Can http://cemilcan.gen.tr/
http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/
PKK CEPHANELİĞE KADAR GİREBİLDİ Mİ? Av. Cemil Can
Her 9 Eylül günü İzmir Hükümet Konağı’na bayrağın çekilmesi, düşman işgalinden kurtuluşumuzun simgesi olmuştu. AKP hükümeti ve İzmir Valisi ile birlikte 9 Eylül 1922 öncesi de geri geldi. Vali Efendi, bundan böyle törenlerden, bayrak çekilmesi bölümünü çıkartmış!.. Lozan’ı tanımayan iç ve dış düşmanlar sevinmiş tabi… Hükümet ise, tam kadro Söğüt’te. Onlar, Osmanlı’nın kurtuluşunu kutluyorlar!? Yaptıkları iş Büyük Ortadoğu Projesi ile son derece uyumlu tabi. BOP’un haritası Sevr’inkinden farklı mı?..
Şemdinli’yi basmak isteyen PKK’lılardan öldürülen üçünün cesetlerini taşıyan askeri aracın önüne, PKK bayrağı takılması bile bu necip milleti çileden çıkartamamış! Yetmezmiş gibi bir de askeri lojmanlardan Türk bayrağını indirmişler. İndirenler olayların büyümesinden korkan askerler. Bu ara nasılsa, Türk bayrağı ile derdi olanlara, devletin görevlileri bekledikleri ortamı bir şekilde sağlıyorlar. İleri sürdükleri “bayrağa bir zarar gelmesin” mazeretine kargalar dahi gülüyor. Bayrağı, takılı olduğu yerden kaldırarak korumak, bir tek bizim hükümetimiz tarafından akıl edilmiş. Vakit o vakittir demek ki, Birilerinin M. Kutay’ın “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır” sözlerini, bu hükümete ve PKK’ya hatırlatması gerekir!..
***
Afyon’daki patlama sonrasında Türkiye’nin yüreği ağzına geldi. PKK, kışlaya sızarak böyle korkunç bir sabotaj yapabilir mi? Bu soru henüz yanıtını bulamadı, kolay kolay da bulacağa benzemiyor. Hükümet kanadından yapılan ilk açıklamadan sonra, artık bütün olasılıklar eşit ağırlıkta. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun sözleri, hükümetin kontrolü kaybettiğinin ve kokuşmuşluğunun resmi gibidir!..
21.15’te cephanede sayım yapan ask/erlerin elinden düşen bomba patlayarak, böyle bir felakete neden olabilir mi?.. Bakan Hazretleri, herkesi kendisi gibi askerliği “arazi” konumunda tamamlamış sanıyor. Olağanüstü bir hal olmadıkça bütün kışlalarda saat 21.00’de “yat borusu” çalınır. Ve asker yatar. O saatte, nöbetçiler hariç, tekmil Mehmetçik’in koğuşunda olması gerekir. Ayrıca öngörüşlü komutanlar, öyle acemi askerleri cümbür cemaat cephaneliğe göndermezler. Eskilerimiz anlatırdı: Bir yumurtayı getirmek için 10 askere emir verirler, askerler yumurtayı getirirken yolda kırıp dökerler. Deneyimlerle sabit olan bu fikri, basiretli komutanlarımız da çok iyi bilirler. Bu nedenle yumurtayı kıracak şekilde emirler veremezler… Bu işin içinde başka işler var demektir!..
Kaldı ki, olağanüstü olan neydi de, akşamın o saatlerinde, üstelik de acemi erlere böyle tehlikeli bir görevi verdiler? Sabahleyin seferberlik mi ilan edilecekti? Deneyimli komutanlar, Hastal’da Silivri’de esir edilince, meydan hükümetin ağzının içine bakanlara kaldı tabi… Afyon Valisi ile Genelkurmay Başkanının, hediye alıp vermelerini, “şaşkın ördek” örneği ile açıklamak gerekir. Neyse ki, çok fazla zaman geçmeden, Genelkurmay ile Cumhurbaşkanı, olayın nedenlerinin araştırıldığı açıklayarak, Orman ve Su Bakanı’nı yalanladılar da bu komedi daha fazla büyümedi…
***
“İrtica, yıkıcı ve bölücü faaliyetler” nedeniyle ordudan re’sen ihraç edilen subayları, AKP hükümetinin “danışman” sıfatıyla kamu kurumlarında istihdam ettiği biliniyordu. Büyük devlet adamı Bülent Arınç’ın “o zaman kurun” diyerek onay verdiği SADAT’ın, (Savunma ve Danışmanlık şirketinin) ASDER kurucuları tarafından kurulduğunu da Aydınlık gazetesi ortaya çıkardı. ASDER, Başbakan Erdoğan ile yakın temas içindeydi. Başbakan, ihraç edilen o askerleri, Dolmabahçe’de kabul edermiş!.. Neden Dolmabahçe’de? O da ayrı bir soru işareti olarak kaldı. SADAT’ın, ilgili bakanlıklardan izin alarak kurulduğu anlaşılıyor. Anasözleşmesine göre, faaliyet gösterdiği konular Türkiye’de bir ilkmiş. SADAT, tıpkı CIA adına çalışan şirketlere benziyor. Güya devletin “yapmak istemediği” bazı “kirli” işleri yapmak için kurulmuş. Bu işlerin arasında, başka bir ülkenin muhalif askerlerini Türkiye’de eğitmek ve terör dersleri verebilmek de var! Sanki hükümet devleti de özelleştirilmiş!? Anayasa değişikliğinden tutun da meclis kararına kadar çok önemli mevzuat değişiklikleri yapmadıkça, bu tür faaliyetlerin özel şirketler tarafından yürütülmesi olanaksızdır. Mevzuat değiştirilmedikçe tüm bu yapılanlar için, anayasa ve yasa ihlalidir demek mümkündür…
Anlaşılmaktadır ki, acelesi olan hükümettir ve yapılacak tartışmalardan zarar görmemek için SADAT’ı, ordudan ihraç edilen askerlere kurdurmuştur. “Ticari” bir şirketin, kamu hukuku alanında faaliyet gösterebilmesi için imtiyazlı olması da gerekiyor. “İrtica, yıkıcı ve bölücü” faaliyetleri nedeniyle ordudan atılanlara, böyle bir imtiyazı verebilmek, bir tek meclisten yasa çıkartmakla mümkündür!.. Bu yapılmadan SADAT’ın kuruluşuna ve faaliyet göstermesine izin vermek de yasadışıdır ve suç ortaklığıdır!..
***
Suriyeli muhaliflerin, internet sitesi açarak yaptıkları itiraf, bir skandaldır ve böyle bir şeye hukuk devletlerinde asla göz yumulamaz. Bağımsız bir ülkenin meşru rejimini devirmek için, komşu ülkenin topraklarında “asker toplamak” zaten başlı başına bir suçtur. Yetmezmiş gibi, bir de internet sitesinde Hatay’ı merkez göstermek ve Türkiye’de faaliyet gösteren bir telefon operatöründen alınmış telefonu irtibat telefonu olarak vermek, tam anlamıyla itiraf niteliğindedir. Bu noktada hükümetin aylmazlığı da ortaya çıkmıştır. Boğazına kadar yasa dışı işlere batmıştır!..
Hukuksuz olarak kurulmuş bulunan SADAT ile “Özgür Suriye Ordusu” (ÖSO) arasında nasıl bir ilişki var? Kamptaki militanların basına yansıyan açıklamaları ile CHP milletvekillerinin kampa sokulmamış olmasını, böyle bir ilişkinin varlığına delil kabul edebiliriz. Hükümet, suç işlemek için neden bu kadar ısrarlıdır? Anlamak mümkün değil!..
“Çuvalcı general” CIA Başkanı Petraeus’un, yaklaşık 3 ayda bir Türkiye ziyareti, Mısır’ın Aşark El Avsat gazetesinin, İsrail ile Türkiye arasındaki gizli görüşmelerin başladığını yazması, her geçen gün biraz daha ateşe doğru itildiğimizi göstermeye yetiyor!.. Birinin el frenini çekmesi gerekiyor!..
***
Y-CHP’nin ABD desteği ve kaset komplosu ile genel başkanlığa getirilen liderinin, emperyalizmin yayılma aracı haline gelmiş bulunan Sosyalist Erternasyonal’in başkan yardımcılığına seçilmesiyle, CHP’nin doğrudan kullanılma dönemi de başlamıştır!.. PKK’nın yıllardır başaramadığı “Kürt sorununu uluslararası bir sorun” haline getirme çalışmasını, Y-CHP’nin Genel Başkanı, Sosyalist Enternasyonal kararını imzalayarak nihayet başarmıştır!.. BOP’nin memuru Kemal Kılıçdaroğlu sayesinde, bundan böyle “Kürt sorunu” da uluslararası zeminde “İsrail ve Filistin” sorunu gibi, çok taraflı bir sorun olarak tanımlanacaktır!..
Dolayısıyla 24. Kurultay’da, oylarını Kılıçdaroğlu’na tereddütsüz veren Anadolu delegesi, eşekten düşmüş karpuza dönmüştür! Ne var ki, son pişmanlık fayda vermiyor. Yeniden seçimli bir olağanüstü kurultay toplayarak, Kemal Efendiye “Haydi sana güle güle” demek, artık çok kolay değil!.. Ne de olsa, yönetimde bulunduğu süre içinde, kendine yakın, iktidar olabilmek için her türlü tavizi vermeyi mubah gören delegeleri, yönetim kademelerine getirerek, kendi için bir güvenlik ağı oluşturmuştur. Çeşitli vaatlerle ve hayali beklentilerle aldatılmış olan bu “Brutuslar”, artık bu ülke için hiçbir şey yapamazlar… Kafalarını kuma gömerek, olup biteni görmemek istemeleri sadece bir tercih kabul edilemez! Kendileri ile yüzleşmekten de korktukları bellidir! Son günlerde dönekler Y-CHP’de de artmaktadır!.. AKP’nin iktidarda iken oylarını artırması ve buna karşılık muhalefetin oy kaybına uğramasının en temel nedeni, iktidar ve arkasındaki güçler tarafından ele geçirilmiş olmaktır!.. Bir de “Gemisini kurtaran kaptan” özdeyişine göre hareket edenler var ki, memleketimizin anası ağlatanlar da asıl bunlardır. Bu iki faktör birleşmiştir. Bu nedenle, laik, demokratik Cumhuriyeti savunanların işi daha da zorlaşmıştır!..
Av. Cemil Can http://cemilcan.gen.tr/