“BAĞIMSIZLIK” MI “HIRSIZLIK” MI?!..‏

“BAĞIMSIZLIK” MI “HIRSIZLIK” MI?!..‏Av. Cemil Can

Cemaat, AKP iktidarının “hırsız”lıklarını görmüş ve adamlarına 17 ve 25 Aralık operasyonlarını başlatmaları için talimatı vermişti. Hükümete karşı başlayan operasyonlar sonunda tutuklamalar olmuş, soruşturmayı yürüten savcılar kanıtlarını kamuoyu ile paylaşmışlardı. Böylece yerel seçimlerden önce 4 bakan istifa etmek zorunda kalmış. İddialar fezlekelere kadar yansımıştır…

Hükümet ise, soruşturmayı başlatan savcı ve polisleri Fetullah Gülen hareketinin militanları olarak suçlamış ve “casus” olduklarını ileri sürmüştü… Başbakan, “İnlerine gireceğiz inlerine” dedikten sonra, operasyonun düğmesine bastı. Bugünlerde “İnlerine girdik, daha da gireceğiz” diyerek güç gösterisi yapmaktadır… Şimdilik 79 polis açığa alınmış, 31 polis amiri de tutuklanmıştır… Soruşturmayı yürüten savcı, pek yakında iddianamesini hazırlayacaktır. Büyük olasılıkla Cumhurbaşkanlığı seçiminden (belki de genel seçimlerden) önce, Cemaat’in nasıl casusluk yaptığını öğrenmiş olacağız…

Ana muhalefet partisinin bu aşamada değerlendirmesi evlere şenliktir. Kılıçdaroğlu’na göre, hükümetin polis içeresinde başlattığı operasyon; 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonlarını yapanlardan intikam almak içindir!..

Bu varsayıma göre de Yeni CHP’yi Cemaat’in yanında konuşlandırmıştır!..

Operasyonlar aynı kararlılıkla sürerse; koalisyon ortaklarının kirli çamaşırlarının ortaya döküleceği tartışmasızdır. İki tarafın da itibar kaybedeceğini anlamak için olağanüstü akla ihtiyaç yoktur. Muhalefet, hiçbir katkısı olmadan ortaya çıkan bu süreçten yararlanarak, iktidara bile gelebilir. Zaten bunun dışında iktidara gelme ihtimali yok denecek kadar az. Bu olasılığı Kılıçdaroğlu kendi stratejisi ile kapatmıştır: PKK’nın “açılım” politikasının sözcülüğünü eden, “F Tipi” örgütü destekleyerek Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yapılan “kumpas”ta rol alan, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu dayatarak, Atütürk’ün yolunda yürüyen milyonları Cumhurbaşkanı adaysız bırakan Kemal Kılıçdaroğlu’na, kimse inanmaz artık! Günleri de sayılıdır. Bunu kendisi de baştan beri bildiği için, iktidara gelme iddiasını hiç bir zaman dile getirmemiştir. Tersini ağzından kaçırdığına tanık olmuşuz. O bu göreve “çakma muhalefet” yapmak için getirilmiştir. Asıl görevi; kendiliğinden oluşan muhalefetin önüne set çekmek, muhalefeti yanlış yönlendirmek ve gerçek muhalefet yapacak olanları, “oyları bölmekle” suçlayıp, etkisiz hale getirmektir!..

Bu görevin bir gereği olarak, Kılıçdaroğlu CHP’yi iktidara taşıyacak sürecihızlandırmak yerine, durdurmak istiyor!?.. CHP kazara iktidara gelir diye de ödü kopuyor!..

Muhaliflere ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yapılan hukuksuzluklar karşısında; “yargılamanın sonucunu beklemek gerekir, yargı gereğini yapar, ordu darbecilerden temizlenmeli” diyordu. O zaman da çağdaş hukuk değerleri açıkça çiğneniyordu. Kılıçların efendisi, “Masumiyet karinesi” olarak bilinen en temel ilkenin ayaklar altına alınmasına sesini çıkartmıyordu. Özetle; Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlara utangaç (pasif) bir şekilde destek veren Kılıçdaroğlu, aynı tutumunu Cemaat’e karşı yapılan operasyonlarda sürdüremiyor!..

Aslında Kılıçdaroğlu bu isteği ile kader birliği yaptığı Cemaat’in elinde bulunan kılıcın (kamu gücünün), ehil ellere geçmesini istemediğini göstermiş oluyor!..

Bu defa; hukukun, onu çiğneyenlere tam uygulanmasını istemiştir… Yani şüpheliler yerlerinde kalsın diyor!.. Bu halde adil yargılama nasıl yapılabilir? Bu soruya yanıt veremiyor. Geçen hafta yazdığım yazıyı (1) aynı mantıkla eleştirenler olmuştur. Onlara verdiğim yanıta (2) gözattıktan sonra devam etmenizi rica ediyorum…

İlk bakışta, hiç kimse “hukukun herkese tam uygulanması” şeklindeki istekte bir yanlışlık göremez. Bu talep, zaten genel kabul görmektedir. Hukuku eksiksiz olarak uygulayacak olan ise “bağımsız ve tarafsız” mahkemelerdir… Bağımsız ve tarafsız mahkemeler yok edilmişse, o zaman hukukun tam olarak uygulanmasını istemek, Cemaate ücretsiz avukatlık yapmak ve “yargılanmama” imtiyazı sağlamak anlamına gelir!..

Unutmamalıyız ki, Pensilvanya ile birlikte hareket eden bu “çakma muhalefet”in, yerel seçimlerdeki tek argümanı, 17-25 Aralık Operasyonlarıydı… ABD’nin Erdoğan’dan “vazgeçtiği” ve onu “deliğe süpürme” kararı aldığı palavralarını da çok söylediler. Hiç biri para etmedi… Yeni CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, otel odalarında, üstelik tek başına, ABD elçisi ile görüşmesi ile ABD’nin Yeni CHP’yi desteklediği havasıyaratılmaya çalışıldı… O da yemedi!.. Ülkemizde bu tür “siyaset mühendisliklerine” pek itibar edilmiyor… Türk halkı nasıl olmuşsa, yaklaşmakta olan savaşı; emperyalist ABD ile mazlum Türk Milleti arasında kabul etmiştir. Halkın meşru temsilcisi olarak gördüğü Erdoğan’ı da bu yüzden destekliyor. Bir tür yurtseverlik görevi yapılmış sanılıyor!..

Çok iddialı olan bu fikre göre, Türkiye’de ABD karşıtlığının, dolayısıylaantiemperyalist duruşun azımsanmayacak ölçüde arttığını söylemekte bir yanlışlık yoktur!.. Öyle ki, Cumhuriyeti kuran CHP’nin yönetimine Kılıçdaroğlu ve ekibi gedikten sonra, ilk iş olarak seçim bildirgesine; 600 liralık “Aile sigortası” ile “Amerikan karşıtlığının azaltılacağı” vaadi bu nedenle konulmuştur…

Türk halkının, AKP hükümetinin “hırsızlık” ve “yolsuzluklarını” görmezden geldiğini veya hoşgördüğünü söyleyemeyiz… Türk halkı, “Bağımsızlık” sorununu daha önemli bulunduğu için sadece bir öncelik sıralaması yapmıştır… Cemaat’e kol kanat germeler, otel odalarında gizli buluşmalar, Amerikan karşıtlığını düşürmeyi dert etmeler, PKK’nın sözcülüğünü yapmalar muhalefete güveni zedelemiştir. Böylece en önemli silah da iktidarın eline geçmiştir… Erdoğan’a ard arda seçim başarılarını getiren AKP hükümetlerinin icraatları değil, muhalefetin tutarsızlığı ve küresel güçlerle yaptığı işbirliği olmuştur!..

Denebilir ki, ABD, Gülen Hareketi aracılığı ile iç işlerimize karıştığı için, antiemperyalist yığınlar, Erdoğan’ın arkasına geçmiştir! “Bizim hiç adayımız olamayacak mı?” diyen yığınlar, bu yüzden yerel seçimlerde, AKP adaylarına destekvermek zorunda kalmışlardır!.. Tıpkı yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vermek zorunda bırakıldıkları gibi…

Bizim tarafta olması gereken milyonları, bir hamle ile nasıl da kendi saflarına çekiyorlar!..

“Siyaset mühendisliği”nin bu başarısı, 76 milyon Türk halkının tuzağa düşürüldüğünün en belirgin kanıtıdır!.

O yüzden vakit geçirmeden, bu safralardan kurtulmak ve başımızın çaresine bakmak zorundayız… Çaresiz değiliz, çare sizsiniz!..

Av. Cemil Can

DİPNOTLAR:

(1)http://cemilcan.gen.tr/2014/07/2091/

(2)https://www.facebook.com/notes/cemil-can/son-yazimi-be%C4%9Fenmeyen-bir-arkada%C5%9Fima-yanitimdir/333639970132708

“ÖTEKİ KEMAL”DEN KURTULMAMIZ ŞARTTIR!..‏Av. Cemil Can

AİHM’nin “Ermeni Soykırımı”iddiaları ile başlatılan sürecin sonunda; işi bilim adamlarına havale etme kararını, bir tek anlayamayan Ermeni Diasporası ile Dersimli Kemal’di…

Tarihte yaşanan olayları, en doğru şekilde bilim adamları tanımlayabilir.

Geçerli kanıtlara dayanmayan, dedikodu düzeyindeki rivayetler, hiçbir şekilde dikkate alınamaz!..

Tarihe en doğru ışığı ise ciddi devletlerin arşivleri tutabilir…

Dersimli Kemal, adını “Öteki Kemal” olarak değiştirip, imaj düzeltmeye çalışırken, yine çamları devirdi!..

Gazeteci Erdal Emre’nin Destek Yayınları’ndan çıkan “Öteki Kemal” adlı kitabı, Kılıçdaroğlu’nun anlatımlarından oluşuyor.

Dersimli, çocukluğunda akşamları yapılan sohbetlerden aklında kalan yalanlara hala inanıyor!

Cumhuriyet düşmanlığı ve Cumhuriyetin kurucu önderlerine karşı kinin nedeni şimdi daha iyi anlaşılıyor…

Bakın Dersim İsyanı’nın çıkma nedenini nasıl bellemiş:

“… Sonraki yıllarda rahmetlik babam, jandarmanın kadınlara sarkıntılık yaptığını anlatmıştı. Hatta isimler filan da var. Ben de babama, bunları bir ara yazmasını söylemiştim. Yazıp bana bırakmış ama o notların şimdi nerede olduğunu bilmiyorum. En son bu köprü (Pah Köprüsü) yakılmadan önceki zamanda, iki eşi olan bir muhtar var, küçük eşi çok güzel. Karakol komutanı, muhtarın bu eşine göz koyuyor.

Muhtarı karakola davet ediyorlar. Sonra adamı nezarete atarak, gidip kadına tecavüz ediyorlar. Kadın da ahırda kendini asıyor. Bu olayın ardından da oradaki insanlar bir araya geliyorlar ve gidip karakolu basıyorlar, askerleri öldürüyorlar. Ondan sonra Dersim isyan etti diye olay büyüyor. Böyle söylendi. En azından olayların patlak vermesi böyle anlatılıyor. Patlak vermesi bu. Yani jandarmanın baskısı aslında… “

İsyana karışanların çocuklarına; dedelerinin ve babalarının yaptıklarından utanıp, ezik büyümesinler diye, anneleri çoğunlukla böyle uydurma hikayeler anlatır…

Gerçeği söyleyemezler…

Bunu doğal kabul etmek gerekir. Ahmaklık; bu masalların inanılarak anlatılmasıdır…

Cumhuriyet’in en büyük şansızlığı; böyle kafaya sahip birinin hala Atatürk’ün koltuğunda oturmakta olmasıdır…

Cahil ve saflığından böyle konuşmuyorsa eğer, düşmanla işbirliği yapan feodal eşkiyayı aklamaya çalıştığı tartışmasızdır…

Gençleri “Hepimiz Seyit Rıza’yız” kendisinin “Dersimli Kemal’im ben” şeklinde bağırması, belli ki çocukluğundan kalma rahatsızlığıdır…

AKP Miletvekili Tülay Babuşcu’nun, “Bizans dostu kahpe İnönü” şeklindeki Twitter mesajı bile, Dersimli’nin bu beyanın yanında hafif kalıyor…

EN BÜYÜK ŞANSSIZLIĞIMIZ

Bir başka acı gerçek ise, Öteki Kemal’in kontenjan kullanarak CHP’nin çıkartacağı milletvekillerinin yarısından fazlasınıbelirleyecek olmasıdır…

Tercih edeceği kişilerin, kendi kafa yapısı ile uyumlu olması beklenen bir şeydir!..

İşte felaketimiz de bu noktada başlamaktadır!..

Öteki Kemal, AKP-PKK ittifakına her türlü desteği zaten veriyordu.

Öcalan’ın gönderdiği 10 başlığın, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda en kararlı savunuculuğunu onun Y-CHP’si yapmıştı…

“Analar ağlamasın” edebiyatını da o başlatmıştı…

TSK’ya kurulan komplo karşısındaki iğrenç tutumunu “Biz yargılanmasınlar demiyoruz ki…” şeklinde başladığı cümlelerden biliyoruz…

CEMAAT VE HDP İLE İTTİFAK

Meğer ordu düşmanlığı çocukluğundan kalma bir arazmış…

Öteki Kemal, şimdi Cemaat vePKK ile al takke ver külahdır!

Dersimli’nin HDP ile ittifak ve Cemaat’i CHP listelerinden Meclis’e taşımak gibi hain planları da vardır…

Parti olarak seçime girmeye karar veren HDP, barajıaşamazsa kendi milletvekillerini doğrudan AKP’ye aktarmış olacak!

Y-CHP ileittifakı gerçekleştirerse, bu defa da bir kısım HDP milletvekili CHP üzerinden Meclis’e girecek!

Böylece Kürtlere, bir seçimde iki kat milletvekili bırakılmış olacaktır!..

Çift sarılı yumurta gibi…

O zaman AKP-PKK ittifakı, yeni anayasayı gündemine daha rahat alabilecek!

Cumhurbaşkanı ne yapacağını biliyor, tarafsızlığı bir kenara itti. Fiili olarak başkanlık sistemini uygulayarak kendi yolunda yürüyor zaten…

Bu planı da tutarsa, Cumhuriyet’e elvada diyeceğiz!..

O bakımdan CHP’lilerin Öteki Kemal’den mutlakakurtulması gerekiyor…

ÖNSEÇİMLER HAYATİ ÖNEME SAHİP

Önseçimler için ayrılan kontenjanlara ilgi bu yüzden fazla.

Üyelerin belirleyeceği yeni isimler, çok önemli tarihi bir görevi yerine getirecekler.

CHP üyelerinin oy vereceği aday adayları, Öteki Kemal’ebenzememeli…

Denebilir ki, CHP’deki önseçimler, rejimin de kaderini belirleyecektir!..

Seçimlere kadar bu gerçekleri halka anlatmak, imkansız gibidir…

Bunun için ne yeterince zamanımız var ne de aracımız.

CHP’nin 1 milyondan fazla üyesine ve 13 milyon seçmenine ulaşmak çok kolay değil…

1216 delegenin yarıdan fazlasını ikna etmek daha mantıklıdır…

18. Olağanüstü Kurultay’da Dersimli Kemal’e 740 oy çıktığını unutmayalım.

150 delege daha uyanıp gereğini yapsaydı, Y-CHP tarihteki yerini alacaktı…

Genel seçimlerden sonraki kurultayda partiyi işgalcilerden geri almak son şansımızdır…

İŞGALCİLERİ GÜÇLENDİRMEMEK LAZIM

Bu yüzden, doğrudan delegeyi muhatap almak gerekiyor.

Delege listesine aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Delegeler, Sosyal Medya üzerinden de bulunabilirler.

Vakit tükenmek üzeredir; uyarı görevimizi asla ihmal etmemeliyiz…

Atalarımız, düşman işgali vardır diye ülkeyedüşmanlık yapmadılar!..

İşgalcileri destekleyip, güçlendirmediler de.

Onları hiçbir zamanmeşrulaştırmadılar…

İşgali kırmak için milli kuvvetleri topladılar.

Bizim de CHP’deki işgali kırmak için izleyeceğimiz yol bu olmalıdır.

Yoldan çıkanları teşhir edip, düşmanla kol kola girenleri parmakla işaret edip göstermeliyiz…

6 Ok’u “yeniden yorumlama” hilesi ile inkar edecek olanların peşinden gidemeyiz!..

Atatürk’e “kefere Kemal” diyen CHP’nin Tanıtım ve Propagandadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bekaroğlu gibiler, bizi düzlüğe çıkartamaz, iktidara taşıyamazlar!..

Önderliği bizden olmayanlara bırakmak en büyük aymazlıktır…

Av. Cemil Can

http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/2015/03/oteki-kemal/

TEK DERTLERİ CUMHURİYET!..‏Av. Cemil Can
IA’nın kulu Sezgin Tanrıkulu’nun bilinç altı, Uludere’de 34 kişinin hayatını kaybettiği olayların 3. yıl dönümünde bir kez daha ortaya çıktı: “Bir Cumhuriyet kendi uçaklarıyla yurttaşlarını bombaladı” dedi…

Tanrıkulu’nun bütün derdi Cumhuriyet’le belli…

Olaydan hükümeti sorumlu tutmadı…

O tarihte Başbakanlık görevini yürüten Recep Tayyip Erdoğan için de bir şey söyleyemedi…

Hazret yanlış istihbarat veren CIA’yı da suçlayamadı!..

Efendisi Kemal de yıllar önce, Dersim İsyanı ile ilgili olarak kendisini “mağdur” ilan etmişti!..

Bir gün ansızın Gençlik Kolları Genel Sekreteri Ozan Özgür Doğru’yu ileri sürüp, “Hepimiz Seyit Rıza’yız” sözlerini söyletmişti!..

Kemal’in bütün derdi Cumhuriyetin kurucularıyladır!..

Bu konuda en ufak bir kuşkumuz kalmadı…

Dersimliye göre Dersim İsyanı’nın sorumlusu da Cumhuriyet’tir…

Emperyalistlerin uşağı dedelerinin bu işte hiç suçu olmadı!?..

O yüzden Dersimli “Biz 1930’ların Halk Partisi değiliz” demeye başladı…

Cesaretini toplayıp, ulusalcılara savaş ilan etmek öyle kolay mı?..

ABD’yi arkasında görünce, daha da ileri gitti: “Atatürk’ün CHP’si değiliz” bile dedi…

Grup Başkanı Levent Gök, ondan biraz daha insaflı.

Ona göre, Uludere’de “Adalet devlet eliyle katledildi”…

Gök, bu aşamada Cumhuriyet’i suçlamayı göze alamadı belli!..

ABD’nin yanlış istihbarat vererek, Erdoğan’a suç işletmesi ve bunun neticesinde hükümeti iyice köşeye kıstırıp, taviz koparmayı planladığı hiç akıllarına gelmedi!..

CHP’deki işgal birliği, her fırsatı yakaladığında, Cumhuriyet’e ve cumhuriyetin kurucu önderlerine saldırmayı görev edinmiş!..

Cumhuriyet’le derdi olanları Cumhuriyet Halk Partisi’nin başına nasıl geçirdik?..

Bunlardan kurtulmak ihtimali ise giderek zorlaşıyor…

Bir kısım partililer, “parti içerisinde kalıp mücadeleye devam edelim” diyor…

Bir Tanrıkulu ile baş edemezken, Tanrıkullarını 100’e çıkartırsak baş etmek mümkün olur mu?

Yaklaşan genel seçimlerde önseçim yapmayacak olan bu CIA’nın kulları, daha da güçlenerek gelirlerse;

Tüm kadroları da A’dan Z’ye değiştirirler…

Bu yüzden;

“Parti içi mücadele” sözlerinin içini boş görüyorum. Sıkça tekrarı, karanlıkta ıslık çalmaya benziyor… İnsanın kendini aldatması ne kötü bir durum… Her gün havanda su dövmeye gidiyorsun!..

Hainlere güç katarak onların işini kolaylaştıracağımız son derece belli değil mi?

Son anketlere göre, CHP yüzde 20’lerdeymiş. Yeni CHP her geçen gün biraz daha eriyorsa bunun sorumlusu kim?..

Çıkıyor bir zavallı, CHP adına Dersim için özür diliyor. Bir diğeri, iyi yetişmiş bir otobüs hostesi kalkıyor Kürtler’den özür diliyor!..

Özür dileyecekseniz;

Yalan konuştuğunuz, sözünüzü tutmadığınız, halkı aldattığınız ve gizli ajandaya sahip olduğunuz için Türk halkından özür dileyin…

NE BİTMEZ ASKERLİKMİŞ

PKK Amerikan ordusunda askerliğe başlamış!..Sorsan “müttefik”mişler!..

Terhis olup eve dönme ihtimalleri sıfır!..

ABD’nin Ortadoğu’daki işi bitmiyor ki…

Askere, polise efelenmeleri, mahallelerin girişine hendek kazıp, egemenlik haklarını kullanmaya kalkışmaları, şımarık eylemlere başvurmaları, hep ABD’yi arkalarında görmelerindendir…

“Kürt sorunu”nu masa başında üretip, Türkiye’nin başına bela eden ABD de bu adi ortaklığı gizlemiyor artık…

Marksizm’den başlayıp, 40 yılın sonundaBOP kapsamında “rol isteyerek” , emperyalizmin bölgedeki bekçiliğine razı olan PKK, kabahat edip kaçtıktan sonra pişman olup geri dönerek, ağasının ayağına kapananmarabaya benziyor…

Kürt halkını terbiye etme konusunda bayağı bir deneyim sahibi olan bu cinayet şebekesi, ABD’nin çiftliğinde kâhyalığı garanti edip eline kırbacı aldığında, hiç kuşku yok ki her zamanki gibi yine Kürtleri dövmeye başlayacak!..

Çünkü sadakat sınavından başka türlü geçemezler!..

Anlayacağınız ayı ile yatağa girmenin bedelini yine Türk ve Kürt halkları ödeyecek…

KARİYER

ABD’nin Türklere bakış açısı hiç değişmedi ki…

“Kariyer” tartışmasını bakın nerelere götüreceğim:

TDK’nın sözlüğüne göre kariyer:” Bir meslekte zaman ve çalışmayla elde edilen aşama, başarı ve uzmanlık” olarak tanımlanıyor.

Demek ki “kariyer”den söz edebilmek için anneliğin de bir “meslek” olduğunu kabul etmek gerekecek. Annelik “meslek” olurca, bu meslekte çalışmayla elde edilecek olan başarı ne olabilir acaba?.. Buna verilecek cevabı çok merak ediyorum…

“Kariyer” meselesinin gündemi farklı konulara çekmek amacıyla ortaya atılmış bir zırva olduğu kesin. Lakin, çok çocuk yapma fikritoplumun bilinç altına bu şekilde enjekte ediliyor olabilir de!..

Onu da hesaba katmak lazım.

Ne de olsa pek yakında stratejik ortak ABD’ye asker lazım olacak!..

Vaktiyle George Soros efendi: “Türkiye’nin en iyi ihraç malı askeridir” dememiş miydi?..

BAŞKA ÇARE YOKSA

Geçen yıl Aile Bakanlığı 3.1 milyon hanede yaşayan 13 milyon kişiye 20.1 milyar lira para yardımı yapmış…

Her aile ortalama 4 kişiden hesap edildiğinde, yaklaşık 7 milyon seçmen, bu kalemden AKP’nin çantasında kekliktir…

Y-CHP yarışa bu şartlarda başlayacağını çok iyi biliyor.

Bu yüzden Dersimli Kemal, Bekir Coşkun’a “iktidar olamayız“ demiştir!..

Gerçeği bildiğin halde, CHP’nin başında durmak AKP’nin bir dönem daha iktidara gelmesini sağlamak için değil mi?..

Acı ama gerçektir, bir ABD projesi olan Yeni CHP’yi sandığa gömmekten başka yolumuz kalmadı gibi…

CHP’nin işgal altında bulunduğunu öğrendiğim günden bu yana hükümeti eleştirmeye fırsat bulamıyorum. CHP de karşı taraf için çalışıyorsa, AKP’ye muhalefet etmek ne işe yarayacak?..

EMNİYET HUKUKTAN BAĞIMSIZ MI?

Duymuşsunuzdur Emniyet Gezi olayları sırasında Ethem Sarısülük’ü vuran polis memurunun durumunu “meşru müdafaa” olarak kabul edip disiplin cezası vermemiş!..

Oysa ceza mahkemesinde, olayda suç bulunup sanığa ceza verilmişti.

Yürürlükteki hukukumuza göre, ceza mahkemelerinin olaya ilişkin tespitleri hukuk mahkemelerini bağlar!..

Başka bir söyleyişle ceza mahkemesi bir olay için suçtur demişse, başka makamlar bunun aksini iddia edemezler. Suça göre işlem yapmak zorundalar!..

Demek ki, bu dönemde hukuk mahkemelerini bağlayan bu kural, Emniyeti bağlamıyor!..

“Bağımsızlığımız” Emniyet’ten başlayarak genişliyor diyebilir miyiz?..

Av. Cemil Can

YENİDEN YORUMLAYARAK SULANDIRMA!.‏ Av. Cemil Can
İşçi Partisi,  “Atatürk”de birleşelim” teklifini ortaya atınca, Kılıçdaroğlu paniğe kapılmıştı. TGB’nin “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganına karşı, alelacele  “Mustafa Kemal’in yurttaşlarıyız” ortaya atmışlardı. Besbelli askere ve Atatürk’ün askeri olmaya kökten karşıydılar!.. Başarılı olamadılar tabi. CHP tabanını küstürmek işlerine gelmiyordu. Dersimli Kemal, bu yüzden Bağdat Caddesi’ndeki Cumhuriyet Yürüyüşü’nde, 37 kez “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağırmak zorunda kaldı…(1)

İşçi Partisi, bugünlerde “Altı Ok’ta (2)birleşelim” çağrısını yapıyor. Bu öneriden sonra da  PKK’ye göz kırpan “Öcalan’ın Kemali”nin yine ödü kopuyor… Atatürk’te birleşemeyen Yeni CHP’nin, Altı Ok’ta birleşmesi imkansız gibi bir şey…

Y-CHP’nin asli görevi: Altı Ok’u yenidenyorumlayarak, ortadan kaldırmaktır. Dersim yalanları ile Atatürk ve İnönü’yü katil ilan edip, itibarsızlaştırmaktır…

ABD’nin Ortadoğu’da dilediği gibi at koşturmasının önündeki en büyük engel TSK’dır. TSK ise, gövde olarak tıpkı CHP gibi, Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya bağlıdır. Yönetim kademelerine işbirlikçiler getirilmedikçe, bu iki engelin aşılması olanaksız gibidir. Bunu çok iyi bilen küresel güçler; TSK’ya kumpas, CHP’ye de kaset operasyonu yaptılar…

Bu gerçeği görüp, kabul etmeden, yapılacak olan analizler  hiçbir işe yaramazlar!..

ABD’li askerlerin başına çuval geçirerek, Süleymaniye’nin intikamını alan TGB’li gençlere, kol kanat geren İşçi Partililer olmasaydı, bazı temel kavramları yorum yoluyla genişleterek sulandırmak çok kolay olacaktı!..

İşte bu nedenlerle Y-CHP,  enerjisinin çoğunu yeni kadroları ile Altı Ok’u yorumlamaya  ayırdı:

Çok kötü şekilde istismar edilip kullanıldıkları için, Y-CHP’de kısa süre içerisinde yıpranan kadroların yerine, yenileri alınarak vitrin güncelleniyor. Bu şekilde Y-CHP’nin ömrü de uzuyor tabi…

Şimdi görev sırası; Genel Başkan Yardımcılığına getirilen Selin Sayek-Böke’ye geldi. Hanımefendi,  “Türkiye’nin bunalımdan çıkış yolunun güler yüzlü liberalizmden geçtiğini” söyleyerek, CHP’nin Altı Ok’unun “Devletçilik İlkesi”ni yeniden yorumlamaya çalışıyor!..

Önceki haftalarda, tetikçilerine Peygamber soyundan geldiğini söyleterek, bir “Seyit” olduğunu iddia eden Dersimli Kemal, “Türkiye’de laiklik tehlikede değildir”, “Türbanı biz çözeriz” diyerek,  “Laiklik İlkesi”ni yeniden yorumlamaya kalkışmıştı!..

Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde,  Ekmeleddin’i “çatı adayı” göstererek, halkı sandık dışında bırakan Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın birinci turda seçilmesinden, yinehalkı  sorumlu tutuyor. Adeta sürgün cezasına çarptırılan CHP tabanı, Yeni CHP yönetimin,  “halk iradesi” ile alay etmesine bir türlü alıştırılamıyor.  “Halkıçılık İlkesi” de bu şekilde yeniden yorumlanıyor!..

“Milliyetçilik=Ulusalcılık İlkesi” ise, aylar öncesinden  Genel Başkan Yardımcısı Rıza Türmen tarafından, “Hem ulusalcı hem solcu olunmaz” diyerek,yeniden yorumlanmıştı! PKK  açılımına “açık çek” yazarak, ulus devleti gözden çıkartan Y-CHP’nin Genel Başkanı Dersimli Kemal,KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu’nun: “AKP’nin tuklamalarına karşı, halka karşı suç işleyen askerleri, polisleri ve kaymakamları tutuklayacaklarını” söylemesi üzerine;  “Asıl açılımı biz yaparız” şeklinde karşılık vererek ve MİT’in ulusalcılar  üzerinden CHP’ye operasyon yapabileceğini iddia etmiş ve “Milliyetçilik İlkesi”ni yenidenyorumlamıştır!..

Yeni CHP’nin parlatılmış Genel Başkanı Dersimli Kemal,  egemenliğin ve iktidarın kaynağını, halkta  arayacak yerde, Amerikan elçileri ile otel odalarında baş başa gizli görüşmeler yaparak, küresel güçlerde aramaya devam ediyor. Bu şekilde “Cumhuriyetçilik İlkesi”ni deyeniden yorumluyor!..

Atatürk’ün partisini kaset operasyonu ile ele geçiren Dersimli Kemal ve TESEVCİ arkadaşları, başta Gülen Cemaati olmak üzere, karşı devrimcilerle kol kola girip, yıllarca “Ordu darbecilerden temizlenmeli” mavalını okuyarak, Türk Ordusu’na kurulan kumpasta rolalmışlardır. Atatürk Devrimleri’nin en önemlisi kabul edilen Öğretim Birliği Yasası’nı kaldıran yasaya da karşı çıkmamışlar, işin sadeceihale  bölümleri ile ilgilenmişlerdir.  Şimdi de “Anadilde eğitim”i savunarak, “Devrimcilik İlkesini” yeniden yorumlamaya çalışıyorlar!..

Anlaşılıyor ki, küresel güçlerin Türkiye’dekimemurlarına  verdiği yeni taktik:Reddedilmesi imkansız gibi duran kavramları,yeniden yorumlayarak sulandırmaktır!..

Bakalım ne kadar başarılı olacaklar!..

DİPNOTLAR:

(1)http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/mustafa-mutlu/55843-mustafa-mutlu-kadikoyluler-dersimli-kemali-mustafa-kemalin-askeri-yapti.html

(2)Yeni CHP’ninyorumlayarak sulandırmak istediği Altı Ok’tan neleri anlamak gerekir?

İşçi Partisi’nin gelin üzerinde birleşelim dediği Altı Ok:Bir bütün olarak, siyasi kimliğimizin, ideolojimizin ve parti programımızın tarihsel en güçlü dayanağıdır. Tam bağımsızlıktutkumuzdur. Halkın iradesine, yurttaşın özgürlüğüne ve modernleşmeye dayalı çağdaş bir toplum olma iddiamızın,Cumhuriyet-Laiklik-Demokrasi altın üçgenini korumaya ve geliştirmeye yönelikkararlığımızın kaynağıdır. Emperyalizme, kurulu düzenin yanlışlarına, eşitsizliğe, sömürüye ve her türlü imtiyazlarabaşkaldırımızdır. Uluslaşma sürecinin, Laik Cumhuriyet yapılanmasının, çağdaşlaşma hedefinin, Aydınlanma Devriminin sürekliliğinin ifadesidir…

Cumhuriyetçilik İlkesi

Egemenliğin kaynağını ulusta bulan anlayıştır. Saltanat kavramının yıkılması vemilli iradeye dayalı devlet düzeninin gerçekleşmesidir. Tebaanın yeriniyurttaşın almasıdır…

Milliyetçilik İlkesi (Moda deyimiyle Ulusalcılık)

Irk, köken, din, mezhep, bölgecilik, kavimcilik anlayışının ulusal düzeyde aşılmasını ifade eder. Ülkenin sorunlarının çözümüne ırk temelinde değilyurttaş temelinde yaklaşmayı esas alır. Türkiye’nin bölünmesine ve parçalanmasına yönelik tüm düşüncelerikesinlikle reddeder. Milliyetçilik anlayışımız; çoğulculuğu ve tüm yurttaşlarınhukuk önünde eşitliğini benimser. Bütün vatandaşların ülkenin sahibi olduğu anlayışıdır. Bu anlayış, Devletin tüm etnik kimliklere eşit mesafede durmasını öngörür. Bireysel Kültürel Haklara Saygı İlkesini savunur. Tüm yurttaşlarınbirliğinin ve güvenliğinin,ülkenin bağımsızlığının ve egemenliğinin, Türkiye toprakları ve halkı ile bütünlüğünün koşulsuz olarak korunmasını öngörür…

Halkçılık İlkesi

Siyasal meşruiyetin temelinin halkın iradesi olduğunu kabul etmektir. Sahipsizlerin sahibi olmaktır…

Devletçilik İlkesi

Devletin halka hizmet için yapılanmasını,katılımcı yönetimi ve demokratik hukuk devletiniöngörür. Yurttaş Devlet için değil,Devlet yurttaş için anlayışının yaşama geçirilmesidir.Piyasaların hata yapabileceği gerçeğinden hareketle, Devletindüzenleyici ve denetleyici  rolünün önemini kabul etmektir…

Laiklik İlkesi

Din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulmasıdır. İnanç ve vicdan özgürlüğünün omurgası, toplumdaki farklı inançların barış içerisinde birlikte yaşamalarının önkoşulu ve güvencesidir. Cumhuriyetin, demokrasinin,ulusal bütünlüğün ve iç barışın temel değeridir.Devletin ve kurumlarının, toplumun, hukukun ve eğitimin laik olması,asla ödün vermeyeceğimiz temel kuraldır. Laiklik ilkesinin temel amacı;aklın özgürleşmesidir. Siyasetin dini istismaretmesine kesinlikle karşı çıkmaktır. Ne dinin siyasallaştırılması ne de siyasetin dinselleştirilmesi kabul edilemez. Devletin din ve inançlar karşısında eşit mesafededurmasını ifade eder. Anayasamızındeğiştirilemez ve vazgeçilemez hükmüdür…

Devrimcilik İlkesi

Ülkemizi kurtarıcısı ve Devletimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti kurarak başlattığı, çağdaş medeniyeti hedefleyen kökten değişim sürecinin devam ettirilmesidir.Çağı paylaşmadır, geleceğe atılımdır. Gençliğin enerjisini ve dinamizmini, değişimin itici gücüne dönüştürmek,gençliğin değişim ve yenilik vizyonunun topluma aşılanmasıdır…

(Bu bölüm,CHP Programı’nın  11-17. sayfalarından özetlenerek aktarılmıştır.)

ORDU TERHİS EDİLSİN!..‏Av. Cemil Can
(Abdullah Öcalan’a TAHSİSLİ “Sayın” sözcüğünü uzun süredir kullanamıyorum…Hiç kusura bakmayın ama “Sevgili” diye de hitap edemeyeceğim size.)

Pek Sevimli DENİZ BAYKAL VE ÖNDER SAV;

En sonda söyleyeceğimi sözleri baştan söylüyorum:İkinizin de Allah de belasını versin!..

TBMM’nde görev yaptığınız sürece, aldığınız maaşlar zehir-zıkkım ve haram olsun!..

Belki bu dünyada yaptıklarınızın hesabını sorma fırsatı bulamayız ama öteki dünyada iki elimiz yakanızda olacak!..

Haberiniz olsun!..

Siz ki, aşağıdaki sözleri söyleyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na getirilmesine destek verdiniz, size hakkımızı helal etmeyeceğiz…

Dersimli Kemal, bedelli askerlik çıkınca:

“Durumu iyi olan askere gitmeyecek iyi olmayana ‘haydi nöbet tutmaya’ diyeceksin. Bunu kabul etmiyoruz, reddediyoruz. Bedelliyse bedelli. Amayoksulun çocuğu bedel ödemeden bundan yararlanmalı” demiş…

(Bakınız:

http://www.chp.org.tr/…

veya

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/politika/211485.aspx)

Varsıllar her zaman olduğu gibi bedel ödeyerek yine askerlikten yırtacaklar!

Bunu anladık. Peki, yoksullar bedel ödemeden nasıl  bundan yararlanacaklar?

“YOKSULUN ÇOCUĞU DA BEDEL ÖDEMEDEN BUNDAN YARARLANMALI” diyor hazret…

Türkçesi: Kılıçdaroğlu diyor ki, yoksulun çocuğubedel de ödemesin askerlik de yapmasın.

Başka anlamı olabilir mi bu sözlerin?

ORDUNUN TOPTAN TERHİSİNİ İSTEMEKLE EŞ ANLAMDADIR SÖZLERİ!..

Yemin ederim, “VİCDANI RET”çiler bile bu çapsız adamdan daha mantıklı!..

Hatta PKK’lılar dahi, Kılıçdaroğlu’ndan daha akıllı görünüyorlar!

Onlar, Kürt gençlerinin askerlik yapmamasını değil, dağda PKK emrinde askerlik yapmasını savunuyorlar!..

VE SİZ;

GAFLET, DALALET VE İHANET İÇERİSİNDEKİ KURULTAY DELEGELERİ;

UYUMAYA DEVAM EDİN!..

CUMHURİYET DEĞERLERİNİ İNKAR EDEN VE HER BULDUĞU FIRSATTA BUNLARA İHANET EDEN, BU UFUKSUZ VE GÜVEN VERMEYEN ADAMI, BİR KEZ DAHA ATATÜRK’ÜN PARTİSİNİN BAŞINA GETİRDİNİZ! ÖYLE Mİ?…

Şimdi hangi yüzle halktan oy isteyeceksiniz?..

Siz de tarihe, kara topraklar altında yatan Kuvayi Milliye şehitlerine ihanet eden aymazlar olarak geçeceksiniz…

Özellikle de Deniz Baykal ile Önder Sav;

Kılıçdaroğlu konusunda halkı ASIL yanıltan sizlersiniz!..

YAPILANLARA SES ÇIKARTMAYARAK, ONADOLAYLI DESTEK VERDİNİZ…

PUSUDA BEKLEYEREK, ÜLKENİN UÇURUMA YUVARLANMASINI SEYİR ETTİNİZ…

BÖYLE GİDERSE, DERSİMLİ KEMAL’İNÖNSEÇİM YAPMAYACAĞI DA KESİN!..

YÜZDE 15 GENEL MERKEZ KONTENJANINI KULLANDI MI, ZATEN CHP’NİN ALABİLECEĞİ BÜTÜN MİLLETVEKİLLERİNİ OBELİRLEMİŞ OLACAK!…

BUNDAN BÖYLE  KİMSE, İKTİDAR FİLAN BEKLEMESİN!..

2015 SEÇİMLERİNDE YENİ 80 SEZGİN TANRIKULU İLE MECLİSE GELMEZSE, GELİN YAKAMA YAPIŞIN.

ÖZÜR DİLEYECEĞİM VE BİR ŞEY BİLMEDİĞİMİ KABUL EDECEĞİM!..

Av. Cemil Can

TÜRKLERİN İKİNCİ KURTULUŞ SAVAŞI!..‏Av. Cemil Can
Askeri Casusluk Davası
‘nda; iki numaralı sanık ve örgüt yöneticisi olarak gösterilen Pamukkale Üniversitesi öğrencisi Narin Korkmaz’ın görme engelli babasının evinde yapılan aramada bulunan delilleri, oraya koyan polis memurunu yazmayı düşünüyordum. Yazının başlığı 57. saniyeye dikkat” olacaktı! Arama anında kaydedilen görüntülerden anlaşıldığına göre; üst kattakilerin aşağıya çağrılmasından sonra, elinde siyah bir poşetle yukarı çıkan polis memuru, biraz sonra poşetsiz olarak aşağıya inmişti. İşte Türkiye’yi ayağa kaldırdıkları o meşhur davanın kanıtları, o siyah poşetin içerisindeydi. Gel de bu noktadan sonra devlete güven, güvenebilirsen… Buna “Devlet terörü” de denir, faşizm de denebilir…

Ülkemizin bir bölümü de PKK terör örgütüne teslim edilmiştir.Teröristler gündüz gözüyle, kimlik kontrolü yapabiliyor, oralarda iş yapan müteahhitlerden “vergi” adı altında haraç toplayabiliyorlar. “Asayiş” terör örgütü üyelerine bırakılmıştır! “Yurtsever Demokratik Gençlik-Hareketi (YDG-H) adlı eşkiyalar, zaman zaman Türk askerine saldırıyorlar. Hükümetimiz ise, hala terör örgütü lideri ile pazarlık halindedir. Hainler, elbirliği ile ülkemizi yaşanmaz hale getirmişler. Her geçen gün bir önceki günü arıyoruz… Ortadoğu bataklığına girmemize ramak kalmış…
***
23 Ekim günü PKK’lılar “açılım” filan dinlemediler. Kars’ın Kağızman ilçesinde hidroelektrik santraline saldırdılar. İhbar üzerine olay yerine gelen askerlere ateş açtılar. Çıkan çatışmada 3 terörist öldü, biri kaçtı, otomobillerinde 4 kalaşnikof silah ve el bombaları vardı… Hainler bir korucuyu da Bitlis’te kurşuna dizdiler…

Hükümetimiz, bu olayları “provokasyon” (=kışkırtma) olarak değerlendirdi…

25 Ekim günü Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde, sivil kıyafetli olarak çarşı iznine çıkan 3 askerimiz arkadan ateş edilerek şehit edildi… Sosyal paylaşım sitelerinde ve PKK’ya yakın internet sitelerinde, bu olay Kağızman’daki çatışmada öldürülen PKK’lıların intikamı olarak değerlendirildi.Hükümet adına yapılan açıklamada ise, yine “açılımı” sabote etmek isteyen iç ve dış güçlerin provokasyonudur denildi… Halbuki KCK Yürütme Konseyi Başkanı Cemil Bayık, iki hafta önceden açılımın bittiğini ilan etmişti!..

Başbakan Davutoğlu’nun yaptığı bir başka açıklamada da; “PKK’nın hiç çekilmediğini biliyorduk, çözüm süreci zarar görmesin diye söylemedik” demişti… Demek ki, aralarındaki anlaşmaya bir tek hükümetimiz uyuyor, PKK eski tas eski hamam gibidir…

PKK ile başlayan “açılım süreci” devam ettiğine göre; “açılım”ı sabote eden “provokatör”lerin ateşinden nasıl kurtulacağımızı irdeleyelim: Aklıma gelen en etkili çözüm, bu provokasyonları yapan iç ve dış düşmanlarla “ikinci açılım”ı yapmaktır… Terörle mücadele etme yerine müzakereyi esas alan AKP ile muhalefetimizin, “açılım”ı baltalayan provokatörlerle de müzakere yapılmasına bir diyeceği olamaz sanırım… İkinci açılımın terörist kanadı da PKK gibi anlaşma şartlarına uymayıp, silah bırakmazsa ne yapacağız? İkinci açılımı sabote etmek için yeni provokasyonlar yapılırsa, bu defa da onu yapanlarla yeni müzakereler başlatılabilir mi? Bir müzakereden öteki müzakereye, derken böylece Mondros Mütarekesi’ne kadar gelebilir miyiz? Genel seçimleri de geçirdik mi, sonrası Allah kerim diyebilir miyiz?!..
***
Hükümet Obama’nın baskısına dayanamayıp, peşmergenin Kobani’ye girmesine izin vermek zorunda kaldı. PKK’nın Suriye kolu PYD bayağı zor durumdaydı. Hükümetimizin bu aşamada PKK’ya yapabileceği yardım ancak bu kadar olabilirdi! Allah’tan hükümetimiz Kemal Kılıçdaroğlu’nun aklına uyarak, yeni birtezkere çıkartmak suretiyle, Türk askerinin Kobani’ye girmesine ve PYD’nin saflarında savaşması önerisine sıcak bakmadı!.. Gerçi Yeni CHP adına yapılan bu açıklama ile hükümetin eli iyice rahatlatıldı… Hükümetimiz Türk askerini dilediği gibi kullanabilir artık!..

Duydunuz mu? Emperyalizme ilk ve en ağır yenilgisini yaşattıran kahraman Türk Ordusu, AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte, artık emperyalistlerin çıkarlarını korumak üzere görevlendirilecek!.. Emperyalizme karşı savaşmak üzere kurulan (eski) Marksist PKK da aynı şekilde, emperyalizmin Ortadoğu’daki bir enstrümanı olarak görev yapacak!.. Nereden nereye!?..
***
ABD’li yetkililerden Marie Harf, PKK’nın Suriye kolu PYD’nin, terör örgütü listelerinde olmadığını söylemiş. Amerikalılara göre, bir şeyin kolu başka, gövdesi başka olabiliyormuş! Yani kolu ahtapot, gövdesi çakal olan bir canlı varmış gibi… Bu nedenle de IŞİD ile savaşan terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD’ye, silah yardımı yapmakta sakınca görmemişler…

Anlayacağınız gövde terör örgütü olabilir ama kolu değildir!..

 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “PYD şu anda PKK ile eşittir, silah verilmesi mümkün değildir” sözlerinin üzerinden 2 gün bile geçmeden, bu defa da sazı Kılıçdaroğlu eline aldı. Ona göre de, Temmuz ayında Ceylanpınar’da üç askerimizi öldüren PKK’nın Suriye’deki kolu PYD-YPG, “Vatanını kurtarmak için örgütlenmiş bir oluşum”dur!.. Özetle Kemal Kılıçdaroğlu (KK) demek istiyor ki; PKK’lılar terörist değil, “özgürlük savaşçıları”dır… KK yönetimindeki CHP’nin geliştirdiği politikalar ne yazık ki bu şekildedir. Önümüzdeki günlerde CHP örgütlerinin görevi: Bu politikaları halka anlatmak olacakmış. Genelgesi yayınlandı bile… Anlayacağınız Apo’nun Kemal’i, sivil halkın tahliye edildiği Kobani’de, TSK’nın PKK yanında savaşmasına bir şey demiyor. ABD’nin PKK’yı silahlandırmasına da karşı değildir…

Bakalım yeni CHP’nin örgütleri; Türk bayrağını indiren, Atatürk heykellerini yıkan ve kamu binalarını yakan PKK‘lı teröristleri, “özgürlük savaşçıları” olarak halka kabul ettirebilecekler mi?..
O günler yaklaşıyor, sakın tükürüklerinizi yerlere atmayınız!..

***
Hiç düşündünüz mü, vaktiyle Apo’yu Türkiye’ye teslim ederken,idam edilmemesini de garanti altına alan ABD, bugünleri o günden planlamış olabilir miydi? Yoksa sadece öngörmüş müydü?

KDP ile PKK, adeta yukarıdaki açıklamaları yalanlayacak şekilde, 15 Ekim’de ABD gözetiminde, Duhok’ta başlattıkları görüşmeler sonunda; “ortak yönetim, ortak askeri güç ve siyasi birlik” konularında anlaşmaya vardılar!.. En üst yönetim organı olarak 30 kişilik bir karar mekanizması belirlemişler. 12’si KDP kontrolündeki Suriye Kürt Ulusal Kongresinden (ENKS), 12’si PKK-PYD kontrolündeki Demokratik Toplum Hareketi’nden (TEV-DEM) seçilecekmiş. Kalan 6 kişi ise, bu iki örgütün seçimiyle belirlenecek “bağımsızlar”dan oluşacakmış!..

Anlayacağınız “Özgür Kürdistan” için Irak’taki “Barzanistan” yönetiminden sonra, Suriye’deki çekirdek yapı da bu şekilde oluşturuluyor! Kaldı İran ile Türkiye…

Bugünlerde sıradaki en önemli iş Öcalan’ın sekretaryasıdır. Hükümet sözcüsü Arınç, bu istek için “Öcalan haksız değil” demiş… PKK’nın siyasi kanadı BDP’nin kravatlı başkanı Selahattin Demirtaş ise, Öcalan için Kandil‘den bir isim istemiştir!..

Geldiğiniz yer burasıdır ve saflar iyice belirlenmiştir…

Türk halkı, bu karanlık günlerin de içerisinden öz gücü ile mutlaka çıkacaktır… Bu defa da küresel güçler ve onlarla işbirliği içerisindeki hainlere karşı tek başına savaşacaktır!.. Bu savaşın adı: Türklerin emperyalizmle ikinci savaşıdır!..
Av. Cemil Can

PARİS’TEKİ BİR “İŞ KAZASI”DIR!..‏ Av. Cemil Can
“Gülen Hareketi” adlı kitabın yazarı Houston Üniversitesi’nin Dünya Dinleri Sosyolojisi (1) öğretim üyesi Prof. Helen Rose Ebaugh’a (2) göre, 11 Eylül 2001′deki terörist saldırıdan sonra Amerika’da herkesin sorduğu; “Bir din nasıl olur da binlerce insanın yok edilmesini teşvik edebilir?”di..

Halbuki İslam dini, insanın yok edilmesini değil, insana hayat verilmesini teşvik edip ödüllendiriyor… (3)

“Cihad” konusunda yanlış anlaşılan 3 ayetin (4), radikal İslamcı terör örgütlerinin (5) çıkış noktası olduğu kabul edilir…

Derinlemesine dini bilgisi olmayan ve bu dünyadaki yaşamları işkenceye dönüşmüş militanlar, Allah’ın emrini yerine getirmek ve karşılığında ebedi bir yaşam süreceği Cennet’e gitmek için, en kestirme yolun “Cihad” ile ilgili ayetlerdeki buyrukları yerine getirmek olduğuna inanırlar…

Radikal İslamcı örgüt militanlarını, atom bombasından daha tehlikeli silah haline getiren öteki dünya inancı…

“Şahadet şerbeti”ni(6) içtiklerinde, Cennet’in kapılarının ardına kadar kendilerine açılacağına olan inançtır, tek yaşam kaynakları!..

Bu yüzden ölmekten korkmazlar; ele geçirdikleri yolcu uçaklarını bir ok gibi ikiz kulelere saplayabilirler, öldürüleceklerini bile bile, Paris’in orta yerinde, yerde yatan yaralı polisin kafasına kurşun sıkabilirler!..

Müslüman toplumlarda bu inanç var oldukça, dünya daha nice11 Eylüller, 8 Ocaklar yaşar!..

Bu yakıcı gerçeklikten yola çıkan küresel güçler, alışılagelmişin dışında önlemler alma arayışına girmişlerdir. Radikal İslamcı akımların karşısına “Ilımlı İslam”ı koyma projesi bunlardan bir tanesidir.

İslam’ı “ılımlaştırma” din açısından kabul edilebilecek bir şey değildir. Böyle bir durum en hafif tabiriyle Allah’ın ayetlerini değiştirme şeklinde algılanacağı için “şirk” (7) hükümlerine tabidir. Son derece tehlikeli olduğu için kolay kolay kimsenin göze alabileceği bir şey değildir…

Küresel güçler bu işi sahiplenerek “müşrik” durumuna düşmemek için, “paratoner” olarak Fetullah Gülen Hocayı kullanmaktadırlar. Zaten kendisi de “Ilımlı İslam”a gerek yoktur, İslam’ın kendisi ılımlı bir dindir” demekle onlara bu olanağı tanımış bulunmaktadır!..

“Ilımlı İslam”, “Dinler arası diyalog”, “Medeniyetler ittifakı” ve “Medeniyetler çatışması” gibi teoriler, radikal İslam’ın gerçek İslam’la bir ilgisi olmadığını ortaya koymak ve İslam’ıitibarsızlaştırmak için üretilmiş söylemlerdir…

Bu kapsamda; Cübbeli Ahmet, “Yahudiler ve Hrıstiyanlar da Cennet’e gidecek” diyen Hayrettin Kahraman’ı, Hazreti Muhammet’siz “Yeni İslam” inşasına çalışmakla suçlayıp, tövbe etmeye çağırmaktadır!..

Ne acıdır ki, küresel güçler Türkiye’nin gündemine “Yeni CHP” ile “Yeni Türkiye” kavramlarından sonra “Yeni İslam”ı da yerleştirmişlerdir…

Eğitim seviyesi son derece düşük olan Türk halkı, Cennet’e kimlerin gireceği veya giremeyeceği tartışmasına katılıyor. Bu tartışmalarla birlikte İslam dinini köklü bir “reform”a ihtiyaç duyacak şekilde kavram kargaşasının içerisine düşeceği gün gibi ortadadır!..

Tıpkı, Ortaçağ’da Hrıstiyanlığının başına gelenler gibi…

Bu tartışmalardan kim galip çıkacaktır? Küresel güçlerin “Ilımlı İslam”ı mı, yoksa “Radikal İslam”ı mı, bu aşamada bilinemez! Ne var ki, emperyalizmle yatağa giren sözde Müslümanların kaybedeceği her halde kesindir!..

Küresel güçler, petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarını ele geçirmek amacıyla; Sudan’da, Kuzey Afrika ülkelerinde, Afganistan’da ve Ortadoğu ülkelerinde; “demokrasi ve özgürlük getirmek” yalanını kullanarak, pek çok işbirlikçi hainikendi saflarına kazandırmışlardır…

Bu işbirlikçi hainler marifetiyle;meşru iktidarları düşürmek, rejimleri değiştirmek ve sınırları yeniden çizmek için, terör örgütleri ile de iş tutmaktan asla çekinmemişlerdir…

Radikal İslamcı örgütleri bu amaçla kullanan küresel güçlerin başında ABD gelmektedir. Koalisyon ortakları ise: İngiltere, Fransa, Almanya ve diğer AB ülkelerdir…

Varşova Paktı’nın dağılmasıyla NATO’nun kuruluş amacı da ortadan kalkmıştır. Bu yüzden NATO artık, küresel güçlerin dünyayı sömürmesinde askeri güç olarak kullanılmaktadır…

Küresel güçlerin nihai hedefinde olan Türkiye de, ne yazık ki, NATO üyesi olmakla bu kirli ittifakın içerisinde yer almaktadır. Bu noktada Türkiye’nin üstlendiği görevin ne olduğunu Libya’ya yapılan müdahaleden görebiliriz. İtalyan amirallerin emrine vermiş olduğu 5 savaş gemisi ile libya halkının bombalanmasına katıldığımızı unutmamak gerekir!..

7 Ocak Çarşamba günü Paris’teCharlie Hebdo dergisini “Alahuekber, Muhammet’in intikamını aldık” sloganları ile basarak, 12 masum insanı öldürenler, sadece radikal İslamcıEl-Kaide örgütü militanları değildir…

“2013‘teki kimyasal olay sırasında Suriye’ye müdahale etmediğimize pişmanım” diyerek, başka ülkelere müdahaleyi kendilerinehak gören Francois Hollande’nin Fransa’sı da, bu adi koalisyonun içerisindedir. Dolayısıyla bu katliamının birinci derecedeki sorumluları arasında Fransa da vardır!..

Terörü amaçları doğrultusundasilah gibi kullanan ülkelerin elinde bir gün o silahın patlaması, son derece doğaldır. Bu durumu (8) iş kazası gibi değerlendirmek gerekir!..

Av. Cemil Can

DİPNOTLAR:

(1) ”Bir toplum olayı ve kurumu olarak dini ele almak, din ve toplum ilişkileri ve etkileşimini, bu çerçevede ortaya çıkan olgu, süreç, teşkilat ve gruplaşmaları sosyolojik bir yaklaşım perspektifinde bilimsel olarak araştırıp incelemek üzere din sosyolojisi bilimi ancak modern dönemde ve onun şartlarında ortaya çıkmış ve giderek gelişme göstermiş bir disiplindir.”

DİN SOSYOLOJİSİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ VE TEMEL SORUNLARI Prof.Dr. Ünver Günay, Erciyes Üniversitesi, İlahıyat Fakültesi)

(2) Türkiye’de Gülen Hareketi’nin niyetlerinin şeffaf olmadığı,askeriyeye, hükümete vepolise nüfuz ettikleri yönündeki eleştirilere Prof. Dr. Ebaugh, “İslam devleti, şeriat devleti kuracağı yönünde korkular var. Araştırmalarımda bu niyetlerle hareket arasında herhangi birbağlantı tespit edemedim. Bu hareketi eleştirenlere de, bu niyetlerle hareket arasında bağlantı olup olmadığını sordum. ‘Yok’ dediler. Dolayısıyla bu eleştiriler gerçek veriye ve kanıta dayalı değil” diyerek Gülen Hareketinin küresel olma potansiyeline işaret etmiş veşeffaf olduğunu savunmuştur…

http://tr.fgulen.com/content/view/19056/11/

(3)Maide Suresi 32. Ayet:

“İşte bu yüzden biz, İsrailoğulları üzerine şunu yazdık: Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir. Andolsun, resullerimiz onlara açık-seçik kanıtlar getirmişlerdir. Ama onlardan birçoğu bunun ardından da yeryüzünde zulüm ve azgınlığa sapmaktadır. (Yaşar Nuri Öztürk‘ün çevirisi)

http://www.kuranmeali.tv/5/32

(4)Bu ayetlerin başında; pek çok uzman tarafından “cihad” olarak Prof. Yaşar Nuri Öztürk tarafından ise “gayret gösterin” şeklinde çevrilen Maide Suresinin 35. Ayeti geliyor:

“Ey iman edenler! Allah’ın buyruğuna ters düşmekten sakının; O’na varmaya vesîle arayın. O’nun yolunda gayret gösterin ki, kurtuluşa erebilesiniz.”

http://www.kuranmeali.org/5/maide_suresi/35.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx

Aynı şekilde, İslam konusu ile ilgilenen pek çok yazar, “cihad” konsundaki aşağıdaki ayetlerin en fazla yanlış anlaşıldığı savunuyor:

“Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin. ulu’l-emrinize de…” (Nisa, 59)

“Müşrikleri bulduğunuz yerdeöldürün…” (Tevbe, 5)

“Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” (Enfal, 39)

”Cennet kılıçların gölgesi altındadır” (Buhari, Cihad, 22)

“Savaş bir hiledir” (Müslim, Cihad, 17)

“Sizden biri bir kötülük gördüğünde, gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse diliyle düzeltsin. Onu da Âl-i İmrân Suresi, 170. Ayet

Nisa Suresi 69. Ayetyapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğz etsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.” (Tirmizi, Fiten, 11)

Âl-i İmrân Suresi, 170. Ayet

Nisa Suresi 69. Ayet

http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=762

(5)Eylemleri ile isim yapmış belli başlı radikal İslamcı örgütler şunlardır: El-Kaide, El-Nusra, Hamas, Hizbullah, Hizbut-ut Tahrir, IŞİD, Müslüman Kardeşler, PKK, Taliban v.s…

http://tr.wikipedia.org/wiki/Ter%C3%B6r_%C3%B6rg%C3%BCt%C3%BC_olarak_tan%C4%B1mlanm%C4%B1%C5%9F_%C3%B6rg%C3%BCtler_listesi

(6) “Şahadet şerbetini içmek” günlük konuşma dilinde “şehit olmak” anlamında kullanılmaktadır. Şehit: İslam dininde Allah yolunda vefat etmiş bir müslümana verilen isim vemakamdır. Kur’an‘da sıklıkla bu kimselerin kurtuluşa erdiği, ahiretteki makamlarının diğer insanlardan üstün olacağı belirtilir. (Ali İmran Suresi 170. Ayet ve Nisa Suresi 69 Ayet)

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eehit

(7)Şirk: Arapça kökenli bir kelime, İslam‘da Tanrı‘ya ortak kılma anlamına gelir. Kuran‘a göre en önemli iman meselesi olan şirk, Allah‘a ortak koşmak, bir şeye veya din bilginlerine, şahısa ilahi özellikler atfetmek anlamına gelir. Şirk eyleminde bulunanlar müşrikolarak isimlendirilir. Nisa Suresi 116. Ayette: “Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez ama bunun dışında kalanı/bundan az olanı dilediği kişi için affeder. Allah’a şirk koşan, dönüşü olmayan birsapıklığa dalıp gitmiştir” denmektedir.

http://www.kuranmeali.org/4/nisa_suresi/116.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx

(8) Küresel güçler 11 Eylül saldırısını bahane ederek Afganistan’ı işgal ettiler. Paris saldırısını bahane ederek, IŞİD ve El-Kaide’ye operasyon başlatma adı altında Suriye’nin Kuzeyini Esat yönetiminden ayırmayı deneyebilirler. Böylece bu saldırıyı Suriye’nin Kuzeyindeki bölge ile Kuzey Irak’taki Kürdistan Yönetimini birleştirip petrolü güvenli bir şekilde Akdeniz’e akıtma planına hizmete çevirebilirler. Radikal İslamcı örgütler, küresel güçlerinkontrolünde iken, zaten onların amaçlarına hizmet ederler. Kontrol dışına çıkıp küresel güçlere karşı eyleme kalkışırlarsa, bu defa da bu eylemleri bahane edilerek işgal edilmesi planlanan ülkelerin işgaline ortam hazırlamış olurlar…

ADIM ADIM PARÇALANAN TÜRKİYE!.. Av. Cemil Can

Erdoğan’ın B ve C Planları olabilir mi?.. Suruye sınırını kontrolünde bulunduran ve MİT’le yakın temas içerisinde oduğu bilinen Suriye Devrimciler Cephesi (SDC), iki hafta içerisinde, mazot kaçakcılarına karşı opersayon yapan TSK birliklerine, araca monteli doçka uçaksavarlarla iki kez saldırdı. TSK birliklerine doğru 250 mermi atan örgütün başında, ABD’nin desteklediği Cemal Maruf bulunuyor… MİT kanalı ile Suriye içerisine taşınan doçka uçaksavarlarının hedefi sonunda TSK birlikleri oldu!.. ABD’ye endeksli Suriye politikası yüzünden, başımızı daha çok ağıracak… Sınırın Suriye tarafında kontrol terör örgütlerinde!.. Irak tarafında ise; BM Güvenlik Konseyi’nin 1483 Sayılı Kararı da çiğnenerek akıl dışı ilişkiler kuruluyor. Irak’taki 101 ve 272 Sayılı Yasalara göre, Irak’tan petrol ve doğalgaz ihraç etme hakkı sadece Irak milli petrol şirketi SOMO’ya aittir. Irak’ta üretilen petrolün veya doğalgazın ihracı gerektiği takdirde, nerede üretilirse üretilsin, parası BM’in Newyork’taki hesabına yatırılır. Barzani yönetimi ile gizli bir anlaşma yapan AKP hükümeti, Kerkük-Yumurtalık hattı ile Ceyhan’da depolanan yaklaşık 2,5 milyon varil petrolü, Irak-Türkiye Petrol Boru Hattı Anlaşması’naaykırı olarak satmaya başladı… Irak hükümeti bu durumu kaçakçılık olarak değerlendiriyor. Bu nedenle merkezi Paris’te bulunan Uluslararası Ticaret Mahkemesi’ne başvurmuş!.. Irak hükümeti bu durumu ayrıca kendi iç işlerine müdahale olarak kabul ediyor!.. Bir anlamda hükümetimiz Barzani yönetiminin “bağımsızlık” yolunu kendi eliyle açıyor!.. Öte yandan, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bir Amerikan şirketine ihale ettiği Akdeniz’deki 6 trilyon ayak küp büyüklüğündeki doğalgaz rezervinin, Ukrayna üzerinden Avrupa’ya ulaştırılan doğalgaza alternatif olarak kullanılacağı anlaşılıyor. Bu planı uygulamaya koymak için ABD devreye girdi ve Kıbrıs’ta görüşmeleri yeniden başlattırmayı deniyor. ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden’in “Annan Planı”ndan çok daha kötü olan bu yeni girişimini ne yazık ki hükümetimiz de destekliyor!.. Anlayacağınız Kıbrıs’ta da ulusal çıkarlarımız korumasız!. Sınırın bu tarafında durum çok farklı değil! PKK’nın Kürt çocuklarını kaçırmasından sonra, Başbakan adeta PKK’nın siyasal uzantısı olan HDP’ye yalvarıyor: “Bu annelerin yavrularını da alın gelin bakalım. Alıp geleceksiniz, alıp gelmediğiniz takdirde bizim B planımız C planımız devreye girer” diyor… Gerçekte Erdoğan’ın B ve C gibi planları yok. Bir kere elini PKK’ya kaptırmış. Şimdi kolunu da geri alamıyor. “Açılım” denen saçmalığın ülkeyi bu noktaya getireceği gün gibi ortadaydı.. Başbakanın PKK’dan ricası, bir başka gerçeğin de altını çiziyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesindeki bu yakarış, çaresizliğin itirafı olmaktan başka, Doğu ve Güney Doğu’nun PKK’ya terk edildiğini de gösteriyor!.. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürtlerin oylarına şiddetle ihtiyaç duyan Erdoğan’ın “Açılım” dışında bir planı olsa da bunu uygulaması imkansız… Bu gerçeği bilen PKK, kamuoyunu alıştırmak için eylem üzerine eylem yaparak otoritesini pekiştiriyor: Diyarbakır’ı Bingöl ve Muş’a bağlayan karayolunu Kocaköy-Duru, Hani-Lice ve Lice Kulp arasında silahlı militanları ile kesen PKK militanları, olay yerine sevk edilen birliklere pusu kurup, uzun namlulu silahlarla ateş açtılar! Çevrede toplanan PKK yanlıları da, olay yerine gelen askerlere ses bombası ve molotof kokteyli ve havai fişeklerle saldırdılar… PKK’lılar Lice’de 2, Silvan’da 3 askerimizi yaraladılar!.. Onlarda zayiyat yok!.. Çünkü güvenlik kuvvetlerimiz savunmada!.. Genelkurmay’dan yapılan açıklamaya göre, PKK militanları, Siirt Pervari Doğan Üs Bölgesine erzak taşıyan askeri kamyoneti de yaktılar!.. Diyarbakır’dan sonra PKK militanları, Muş Erzurum karayolunu, Muş’un Varto ilçesi ile Bingöl’ün Karlıova ilçesi arasında bulunan Leylek köyünde kestiler. Yüzlerce aracın anahtarına el koyan militanlar, sürücü ve yolcuları kimlik kontrolünden geçirdikten sonra, olay yerine PKK ve HPG (PKK’nın askeri kanadı: Halk Savunma Güçleri. Kürtçe:Hêzên Parastina Gel) bayraklarını astılar!.. Muş İl Jandarma Alay Komutanı ile birlikte bölgeye giden Muş Valisi ise, Başbakanın yaptığı gibi yolun açılması için PKK’lılarladiyaloğa geçmeyi denemiş!.. Lice-Hani-Genç üçgeninde yaşananlar ise PKK’nın “özerklik kalkışması”nın provası gibi… 16 askerimizi yaraladılar. PKK’lılarda yaralı yok. Bölgedeki kaynakların yorumlarına göre; özellikle bu mevsimde derin vadilerde üretilen ve PKK’nın önemli gelir kaynağı olanhintkenevirinin hasat zamanı olması nedeniyle, dikkati başka noktalara çekmek amacı ile PKK’nın adam kaçırma ve yol kesme olaylarını artırdığı anlaşılıyor. Aydınlık’a açıklama yapan bir köy muhtarının anlattığı, PKK’lıların köylerini üs olarak kullandığını ve askerlerin müdahale edemediği gerçeği, işlerin çığırından çıktığını göstermektedir. Jandarma Komutanının kendisini arayarak; “Olay büyüdü, müdahale etmek istemiyoruz;PKK’lılara söyleyin bölgeden çekilsinler” şeklindeki diyalog durumun vahametini özetlemektedir… Anlaşılan Doğu ve Güney Doğu’da güvenlik kuvvetleri kışlalarına çekilmiş, inisiyatif terör örgütü PKK’ya geçmiştir!.. Bu gelişmeler; PKK lideri Abdullah Öcalan’ın örgütüne gönderdiği “Herşeyi hükümetten beklemeyin, fiili durum yaratın” talimatı üzerine yaşanıyor… Bölgede görev yapan güvenlik kuvvetlerinin, “Açılım” sürecinde, “sadece kendimizi ve karakolları savunuyoruz” açıklaması, bu acı gerçeğin itirafı gibi. Hükümet ülkenin topraklarının bir kısmını kopartacak olan bu hain planın uygulayıcısı duruma girdi… PKK mevzi kazandıkça, devlet geri çekiliyor!.. Nereye kadar?!.. Görünüşe göre AKP hükümeti Kıbrıs’ı ve Güney Doğu’yu gözden çıkartmış!.. *** Yukarıdaki gelişmelere paralel olarak; yerel seçimler nedeniyle yapılan Tunceli mitinginde ana muhalefet partisinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da CHP iktidarında ”Açılım”ı sürdürmesözünü vermişti!.. Kılıçdaroğlu:“Çoğu yurttaşımız şunu söylüyor, ‘AKP giderse barış süreci ne olacak’ diye. Dersim’den sesleniyorum, barış süreci kimsenin tekelinde değildir. Bu ülkede barış sağlanacaksa bunu yapacak olan parti CHP’dir. Herkes çok iyi bilsin bunu. Bu ülkede barış süreci durmaz” diyerek “Açılım”ı sahiplenmişti!.. Gundi Kemal, “Açılım”dan yana olduğunu belirtmekle yetinmemiş, bütün fırsatları bu hain plana göre değerlendirmiştir. Tunceli’ye “Dersim” demeyi sürdüren kılıçların efendisi, yer tuttuğu safın karşı taraf olduğunu gizlemeye bile gerek görmüyor artık!.. Erdoğan’ın “Dersim tuzağı”na isteyerek düşmeye bayılıyor! Her şey o kadar açık yani!.. TSK’yı kışladan çıkmamaya mecbur eden ve “Açılım” saçmalığına mahkum olan Erdoğan’ın, bu noktadan sonra, zaten B ve C planları olamaz!.. Tayyip Erdoğan’ın Şirnak Valisi “Açılım” konusunda, “Çözüm sürecini bu aşamaya getiren Başbakanımız Tayyip Erdoğan’ı ve bu konuda ciddi gayretleri olan Abdullah Öcalan’ı takdirle karşıladığımı belirtmek istiyorum” dedikten sonra, başka hiç bir plan üzerinde kafa yormak gerekmez!.. Erdoğan için artık tek kurtuluş yolu kalmıştır. O da bir an önce iktidarı bırakıp, halktan özür dilemektir!.. Bunu da kendi iradesi ile yapamaz. Bu yüzden iş taraftarlarının başına düşüyor. Aksi halde, Erdoğan hem kendi başını yakacak, hem de ülkenin başına içerisinden çıkılması oldukça zor olan belalar saracak!.. Bu yüzden Erdoğan’ı seven taraftarlarının bu kritik durumu iyi değerlendirmeleri, duygusal nedenlerle hareket etmemeleri gerekir… Bu nedenle yapacakları ilk iş: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin göstereceği ortak adayı desteklemek olmalıdır!.. *** Yeri gelmişken söyleyelim: “Açılım”ın hükümeti getirdiği PKK’ya yalvarma noktası karşısında, Kılıçdaroğlu’nun: ”Efendim neymiş, B planı varmış da C planı varmış da geçiniz bunları. Eğer siz yasa dışı örgütün yardımına muhtaç hale gelmiş ve bunu dillendiriyorsanız o başbakanlık koltuğunda oturamazsınız” şeklindeki sözleri de samimiyetten oldukça uzaktır… Zira “Açılım”ın ne şekilde yürüyeceğini, taraflara hangi görevlerin verildiğini, kimin nerede, ne zaman, ne yapacağına kararı veren kendileri değildir. “Açılım”ın bir sahibi vardır. Bir ABD projesi olan ve BOP ile paralel yürütülen “Açılım”da, tarafların bağımsız olarak kullanabilecekleri inisiyatif yok denecek kadar azdır!.. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin başında Kemal Kılıçdaroğlu da olsaydı, yapabileceği Erdoğan’dan farklı olmayacaktı… Nitekim, Kemal Bey’in gerçek düşüncesi ve isteği “Açılım”dan yanadır. Yakın geçmişte, “analar ağlamasın” edebiyatının en hızlı savunucusu kendisi değil miydi? AKP’nin PKK ile yürüttüğü müzakerelere peşinen kredi açan Kılıçdaroğlu, Tunceli mitinginde; “Çoğu yurttaşımız şunu söylüyor, ‘AKP giderse barış süreci ne olacak’ diye. Dersim’den sesleniyorum, barış süreci kimsenin tekelinde değildir. Bu ülkede barış sağlanacaksa bunu yapacak olan parti CHP’dir. Herkes çok iyi bilsin bunu. Bu ülkede barış süreci durmaz” diyerek “Açılım”ı sahiplenmişti… Dolayısıyla, bu noktada Erdoğan’dan farklı düşünmediği açıktır. Hükümetin başında kendisi de olsaydı, çocuk kaçırma olayları karşısında farklı bir tutum izleyemezdi!.. ABD’nin yazdığı senaryoda rol isteyen oyunculardan hiç biri, sahne açıldıktan sonra, rollerinde değişiklik yapamazlar… Kaldı ki, iktidara geldiğinde, açılımın hukuki alt yapısını oluşturan “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nın, bölünmeye yol açacağı düşünüldüğü için çekince konulmuş maddelerinin tamamını, imzalayacağını vaat eden kendisidir… Aynı şekilde Doğu ve Güney Doğu’da “Özerk Kürt Yönetimi” kurulabilmesi için, hukuki alt yapının oluşmasını sağlayan “Bütünşehir Yasa”sına karşı çıkmayan da Kemal Kılıçdaroğlu ve Yeni CHP’sidir… Dolayısıyla Yeni CHP, AKP’nin Kılıçdaroğlu da Tayyip Erdoğan’ın bir yedeğidir!.. Ükeyi felakete sürükleyen bu iki liderdir ve hiç kuşku yok ki, tarih önünde işbirlikçi olarak anılacaklardır!.. Av. Cemil Can

BU İŞİN ŞAKASI OLMAZ!.. Av. Cemil Can

ÇEMBER DARALIYOR MU?

PKK Cizre’nin hakim tepelerine Doçka uçaksavarlarını yerleştirdikten sonra, şimdi de  Yüksekova’nın Dağlıca mevkiine silahlarını mevziliyor. PKK yığınak ve mevzilenmeyi bitirdikten sonra ne yapacak acaba?.. TSK,9/15 Mayıs tarihleri arasında terör gruplarının kontrolündeki Suriye sınırında yüklü miktarda klor ve sülfürik asit ele geçirildiğini duyurmuş. Sülfürik asit “sarin gazı“nın üretiminde kullanılıyor!.. Dışişleri Bakanı Davutoğlu,CHP Milletvekili  Mehmet Şeker’in soru önergesine verdiği yanıtta; Suriyeli muhaliflerin toplandığı Suriye Ulusal Komisyonu-SUKO’nun faaliyetini Türkiye’den yürüttüğünü itiraf etmiş!.. Lafın tamamını söylemeye gerek var mı? Bu gidişat pek yakında Türkiye’yi sanık sandalyesine oturtacağa benziyor… *** MUHALEFET HÜKÜMETİN DÜMEN SUYUNA GİRMİŞ!.. Bir taraftan kamuoyu Balyoz Davası ile ilgili AYM kararını bekliyor, diğer taraftan Soma’dan daha tehlikeli madenlerin varlığı tartışılıyor. Türk-İş Başkanı, “Soma’nın sorumlularına katil muamelesi yapmalı” demiş… Ölümlerin trafo patlamasından meydana geldiği açıklaması, pek çok kişi gibi bizi de olayda “bilinçli taksir” olduğu sonucuna ulaştırmıştı. Sınırları aşan gaz ve ısı ölçümlerine rağmen, şirketin üretime devam edilmesi yönünde talimat verilmesi, işin rengini değiştirdi. Türk-İş Başkanı haklı: Sorumlular hakkında, “olası kast“la birden çok adam öldürmekten  dava açılmalıdır!.. Sonuçları itibariyle, hükümeti düşürmeye elverişli olan Soma olayını, ne yazık ki, muhalefet doğru değerlendirememiştir. TKİ’ye bağlı ELİ müessesesinin “hizmet alımı yoluyla ihaleye verdiği” ocakta, kanuna karşı hile yapıldığı da ortaya çıkmıştır. Asıl işverenin devlet olduğu ve  bütün sorumluluğunun üzerinde olduğu tartışma götürmez bir gerçek olduğu tartışma dışıdır artık. Muhalefet, bu noktada hükümetin üzerine gideceği yerde, Meclis’teki grup toplantısında koyu renk takım elbise defilesi yaparak ve ölenleri “şehit” ilan ederek olayı geçiştirmiştir… Dikkatinizden kaçtı mı bilmem, dinsel bir mevkiyi gösteren “şehit” kavramı, son yıllarda hükümete yakın iş adamlarının hukuki ve siyasi sorumluluklarını gizlemek için kullanılmaya başlanmış ve siyasallaşmıştır. Ne yazık ki, Kılıçdaroğlu da hükümet gibi, benzer dil kullanarak bu korkunç katliama “kader-kaza” çerçevesinde yaklaşmış olup, Erdoğan’ın bu badireyi atlatmasını kolaylaştırmıştır… Ana muhalefet partisinin yapması gereken işi, yine Aydınlık gazetesi yapmıştır. 21 Mayıs 2014 tarihli nüshasında, Soma katliamının sorumluları saptanmıştır. Bu korkunç katliamda; Cumhurbaşkanından Başbakana, Çalışma Bakanından, Enerji Bakanına, Diyanet İşleri Başkanından, ocağı işleten şirket yetkililerine, yandaş sendikalardan AKP Manisa İl Başkanlığına kadar, herkesin sorumluluğu bir bir açıklanmıştır!.. *** HASTALIĞA TEŞHİSİ KİM KOYAR?.. Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi, Erdoğan’ın Gaziantep Mitingi’nde  Berkin Elvan’la ilgili sarf ettiği sözler üzerine, 15 Mart tarihinde yaptığı basın açıklamasında:”Başbakan Erdoğan’ın duygu durumundan endişe ediyoruz. Fevkalade endişe duyuyoruz. Kendisi, çevresi ve ülkemiz adına endişe duyuyoruz. Endişemizi kamuoyu ile paylaşıyoruz” demişti… Doğrusunu söylemek gerekirse, o tarihte birkaç cümle içerisinde “endişe” sözcüğünün dört kez kullanılmasını garipsemiştim!.. Meğer, bu açıklama bir “tanı” koyma işiymiş!.. Başbakanın, o “tanıyı” doğrularcasına; 20-30 kişilik liseli bir grubun, Soma katliamı ve Berkin Elvan’ı anma amacıyla, Okmeydanı’nda yaptığı protesto gösterisi sırasında, iki yurttaşın ölümü üzerine sarf ettiği sözler durumun vahametini sergilemeye yetiyor!.. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı: “Polis eli kolu bağlı mı duracak? Nasıl sabrediyorlar ben anlamıyorum” diyerek, Gezi olayları sırasında şiddet kullandığı için “kahraman” ilan ettiği polisleri yine savundu!.. Koşar adım “polis devleti“ne doğru gidiyoruz!.. Polis, Erdoğan’ın bu sözlerini “vur emri” olarak algılayabilir! Erdoğan’ın evinde “zorla tuttuğu”  milyonlar, bu sözlerden “sokağa inin” mesajını alabilir!.. Bundan sonraki toplumsal olaylarda, polisin şiddeti artırması veya silah kullanması söz konusu olursa eğer,  işlenecek olan suçların azmettiricisi Başbakan Erdoğan olacaktır elbette!.. Türkiye’nin ulusal çıkarlarını gözetmediği için “açılım” ve “Kıbrıs politikaları” yüzünden gün gelir Erdoğan yargı önüne çıkartılabilir. 12 yıllık AKP iktidarı boyunca işlenen pek çok Anayasal suç, yargılama konusu yapılabilir. Başbakanın bir de sokaktaki muhalefete karşı şiddet kullanılmasını özendiren sözleri var ki, savunulması imkansız gibi… O sözler, bir anlamda “kanunsuz emir” gibi değerlendirilse de sonuçta polisin işlediği tüm suçların azmettiricisi olarak Başbakanın sanık sandalyesine oturtulma olasılığı gündemdedir. O da  bunu biliyor olacak ki, mezhep kışkırtıcılığı dahil, her yola başvurarak tabanını diri tutmak istiyor. Ne yazık ki, bu basit stratejiye muhalefet partilerinin çapsız yöneticileri de çanak tutuyor: Soma’da ölen madenciler için Güvenpark’ta, bir Alevi geleneği olduğu belli olan  “lokma dağıtmak” da neyin nesidir? İdeolojisinin merkezine “laiklik ilkesi”ni koyan bir partinin, dinsel bir ritüeli, parti içerisinde yaşatmaya çalışması hangi kafanın ürünüdür? İnançlarının gereği ise ve illa da lokma dağıtılacaksa, bu “dua” bir Cemevi’nde yapılamaz mı? Benzer hata CHP grup toplantısındaki yoklamada da yapıldı. İsimleri Ali olan ölü madencilerin alt alta sıralanarak, vurgulu şekilde okunması da Erdoğan’ın “gerilim siyaseti“ne hizmet etmiştir… Siyasi parti ile Cemevi’ni biri birinden ayıramayan odun kafalılar, CHP’nin yönetiminde bulundukça, Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmak günden güne zorlaşmaktadır!.. *** CHP AKP’NİN YEDEĞİ Mİ? Cumhurbaşkanlığı seçimine  muhalefetin ortak adayla  gitmesi şarttır!.. Siyasette varlık sebepleri, sadece “Baykal’ın adamı” olmak olanlar, vefa borçlarını ödemek için, CHP’nin Cumhurbaşkanlığı adayının, partili biri olarak tarif ettikleri Deniz Baykal olmasında ısrarcılar. Bunun için nabız yoklamaya başladılar bile. Gerçekte bu fikri savunanların her biri CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olabilirler ama Baykal asla olamaz!.. Neden mi? Çünkü, Baykal’ı Cumhurbaşkanlığına aday göstermek, hiç yarışmadan, Cumhurbaşkanlığı makamını Recep Tayyip Erdoğan’a teslim etmekten farksızdır. Bu saptamanın seçmenin aklına yatkın önemli sebepleri var. Bunlardan birincisi; 30 Mart’ta yapılan yerel seçim kampanyası boyunca, 17 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk soruşturmasının konusunu teşkil eden olayların anlatılamadığı halka, Deniz Baykal’ın istifasına neden olan “kaset olayının”, onun özel hayatına ilişkin olduğu ve hiç kimseyi ilgilendirmeyeceği hususunu anlatmaktaki zorluktur. Anlatılabilseydi eğer, neden baştan anlatılmadı da bu günlere gelindi?.. Anayasa oylamasını bile ciddi ölçüde etkileyen bu handikabı aşmak imkansız gibidir.  Baykal’ın özel yaşamının hoşgörü ile karşılanmasını Türk halkından beklemek hayal gibidir.  Çünkü böyle bir durumu CHP üyeleri bile sindirememiştir… İkincisi; Türk siyasetinin en deneyimli ve eskilerinden olan Baykal’ın, o gün yaptığı doğru saptamanın, şimdi neden yanlış olduğunu kanıtlamaktır… Baykal, o kasetin sosyal medyada paylaşılmaya başlanmasından sonra, CHP’nin daha fazla zarar görmemesi için istifa kararı almıştı ve bu karar son derece yerindeydi… Baykal’ın, CHP’nin Genel Başkanlık koltuğunda oturmaya engel görüldüğü bir durumun, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaya neden engel olmadığına halkı nasıl ikna edeceksiniz? Baykal’ın, Cumhurbaşkanılığına aday olamayacağının bir başka nedeni de yetenekli, inançlı, birikimle partilileri kendisine rakip görüp, tasfiye etmiş olmasıdır… Savunduğu ilkelerden çok, kendi durumunu ön planda tutan biri, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna yakışmaz. Bu söylediğimin en çarpıcı kanıtı; Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP’den milletvekili yapması ve genel başkanlığa getirilmesini desteklemesidir. O günden sonra yaşadıklarımız ise ortadadır: Soroscu bir ekip, partiyi teslim almıştır ve CHP’de buna direnebilecek bir tek adam kalmamıştır. Çünkü Deniz Baykal, vaktiyle “Baykalcılık” şeklinde çağdışı bir ölçüyü esas almıştı ve söz dinleten adamları dışarı atıp, söz dinleyenleri partiye doldurmuştu… Bu kadrolarla gelebildiğimiz yer burasıdır: Ne yazık ki, “aşure günü tertip etmek” ve “lokma  dağıtmak”, Atatürk’ün CHP’sinin en önemli “siyasi” mesaisi haline gelmiştir!.. Kısaca söylemek gerekirse; Kılıçdaroğlu, Baykal’ın milletvekili seçildiği ilin kongresinde, yuhalanmasına neden olan hatalı bir tercihidir… Bu durum bile, Baykal’ın kadro seçimindeki yeteneksizliğini ve bencilliğini göstermeye yeter. O bakımdan iyi bir siyasetçi olarak kabul edilemez. Bu nedenlerle RTE’nin karşısında Cumhurbaşkanlığını kazanması imkansızdır!.. Dolayısıyla RTE’nin karşısına Baykal’ın çıkartılması, ona “itibarının iadesi“ni sağlamayacağı gibi, eski defterlerin yeniden açılması sonucunu doğurur ve yeniden daha fazla yıpratılmasına neden olur!.. Doğrusunu söylemek gerekirse, Kılıçdaroğlu’nun grup içerisinde yaptırdığı “Cumhurbaşkanı adayımız kim olmalıdır?” anketine verilen yanıt da ibretliktir. Öne çıkan isim, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’dir. Acı gerçek de budur işte. Kılıçdaroğlu’nun seçtiği milletvekilleri bile, kendisini Cumhurbaşkanlığına layık görmüyorlar!.. Bu anket bir tür güven oylaması sonucunu vermiştir. Partisi tarafından Cumhurbaşkanlığına layık görülmeyen bir lidere, Cumhurbaşkanı adayını belirlemek, elbette bırakılamaz!.. Bu yüzden CHP’nin göstereceği aday da ABD tarafından belirlenmiş ve Kemal Derviş derhal göndermiştir. Kılıçdaroğlu’na sorulan Derviş Cumhurbaşkanı adayınız mı şeklindeki soruya; “Niçin olmasın” yanıtını vererek, Atlantik ötesinin “emrini” tebliğ etme görevini yerine getirmiştir!.. Kemal Derviş ise, “Ben Cumhuriyet Halk Partiliyim biliyorsunuz” diyerek, bu aşamada verilmesi gereken cevabı vermiştir!.. CHP’yi, ABD’nin Türkiye ofisi haline getirenler yönetimden uzaklaştırmadan, AKP’yi iktidardan uzaklaştırmak imkansızdır!.. Bunun için ilk işimiz partimizi geri almak olmalıdır!.. Av. Cemil Can http://cemilcan.gen.tr/2014/05/bu-isin-sakasi-olmaz/
 SOMA’DAKİ KAZA DEĞİL, CİNAYETTİR!.. Av. Cemil Can
Başlarında sarı baretleri, önlerinde sendika ağaları, piyade düzeninde miting alanına yönlendirilen maden işçilerinden 301’i, yerin yedi kat dibinde havasızlıktan öldüler. Başbakan Erdoğan’ın söylettiği “Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda” şarkısı, şimdi sağ kalanların kulaklarını çınlatıyor. Korkunç bir yanardağ ağzı gibi görünen o maden ocağının önünde; ölen işçilerle Erdoğan’ın yolu ayrıldı!.. AKP’ninseçim rüşveti olarak dağıttığı kara elması çıkaran maden işçisinin ülkemizdeki değeri 5 bin lira bile etmiyor… (1) Ocağı işleten şirketin maden müdürü ise, ayda 65 bin lirayı cebine indiriyor. Beyefendinin eşi, AKP’nin kazandığı Soma Belediyesi’nde Başkan Yardımcısı… “Süreci iyi takip edemediklerini” itiraf eden Maden-İş Sendikası Genel Başkanı, Soma’da yaşanan felaket için “devlet de, işveren de, sendika da suçludur” diye konuşmuş…(2) Hükümet sorumluluğu üstlenmiyor; tedbirsizlik vedenetimsizlik yüzünden meydana gelen kazaları, çoğunluğun “imanın şartlarından” biri olarak bildiği “kader” (3) kavramı ile açıklıyor. Utanmasalar kazalardan Yüce Tanrı’yı sorumlu tutacaklar. Başbakan, Zonguldak Karadon Maden Ocağı’nda meydana gelen ve30 madencinin öldüğü kaza sonrasında da “Bu tür kazalar bu mesleğin kaderinde var” demişti… AKP hükümeti, kazaları kadere bağlamayı neredeyse temel politika haline getirmiş… Bu yüzden olsa gerekir, Diyanet1500 imamını maden ocağının önündeki alana göndermiştir. İmamlar, yakınlarını kaybedenlere; bağırmamalarını, ağlamamalarını telkin ediyormuş. Aksi halde, Allah’a isyan etmiş olacaklarını ileri sürüyorlar. Hükümetin imamlara verdiği son siyasi görev budur işte… Yetkililer, hükümete karşı duyulan tepkiyi, Türkiye çapında okutulan sela, hatim vemevlitlerle hafifletebileceklerini hesaplıyorlar… Bir taraftan da ölen madencilerin “şehit” olduğunu ileri sürüyorlar. Sanki, şehitlerin AKP’nin imamlarının duasına ihtiyacı var!.. Din ve dince kutsal sayılan değerlerin, en acımasız şekilde siyasete alet edildiği bir dönemi yaşıyoruz.. Dini değerlerin insafsızca sömürülmesini görmezden gelen bazı yandaş yazarlar, hükümetin politikalarını eleştirenleri “ölü soyucular” olarak niteliyorlar… Her konuda çifte standart var!.. 20 dakika fazla konuşmayı “edepsizlik” olarak kabul eden Başbakan, kazanın olduğu günden bu yana ekranlardan ayrılmıyor. Hiçbir değer taşımayan açıklamaları, devletin televizyon kanalları ile yandaş kanallardan aralıksız olarak veriliyor. Enerji Bakanı, şirket yetkilileri, hükümet sözcüleri, yandaş ve yalaka gazeteciler, edepsizce bilgi kirliliğine devam ediyorlar… Son 40 yıl içerisinde, madenlerinde hiç ölüm olmayan Almanya örneği önümüzde dururken, Başbakanımız, “Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında, fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok” (4) diyerek, gerçeğin üzerini örtüyor, önlem almayan şirket ve devlet yöneticilerini koruyor!.. Ne yazık ki, Başbakan Erdoğan’ın kafası 166 yıl önceki Abdülhamit Han’ın kafasından farklı değil…(5) Bu yüzden olsa gerekir, Spiegel gazetesi15 Mayıs tarihli nüshasının manşetini “Cehennem’e git Erdoğan” diyerek Türklere ayırmış… (6) Hiç kuşku yok ki, günümüzde işçilerin en önemli sorunu sendikasızlaştırmadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik bile, alt işveren uygulamasının örgütlenmeyi imkansız hale getirdiğini kabul etmiştir. Resmi verilere göre, “Taşeron işçileri” olarak bilinen alt işverende çalışan işçi sayısı; kamuda 586 bin, özel sektörde 419 bin olmak üzere 1milyonun üzerine çıkmıştır. (7) Kayıtlı 10 milyon işçinin bulunduğu Türkiye’de,sendikalı işçi sayısı 922 bin düzeyindedir. (8) Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR), 2013 Aralık ayında Türkiye’de gerçek işsizlik sayısının 4 milyon 908 bin kişi, gerçek işsizlik oranının ise yüzde 16.3 olduğunu açıklamış. (9) Bu verilere göre, Türkiye’de sendikaya üye olmak başlıbaşına cesaret işi haline geldi… Çünkü, işinden atılacak olan her işçinin yerine geçmeye hazır, en az 5 işsiz kapıda bekliyor… Bu kadarı yetmiyormuş gibi bir de sendikalar bölünmüş. 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı bile, birlikte kutlayamıyorlar! Hükümete yandaş olan, bir bakıma işverenin kontrolündeki “sarı sendikalar”a ne demeli? Denetlemeyi yapmakla görevli hükümetin başının, işçi sendikaları konfederasyonunu övmesi, Türkiye’ye özgü bir durumdur ve olağan kabul edilemez. (10) İşçi sendikaları ile en büyük işveren olan hükümet, böylesine cıvık ilişkiler kurarsa, elbette ki işçi sağlığı ve iş güvenliği kuralları da gereği gibi işletilemez… Bir başka çıkmazımız ise, madenlerimizinözelleştirilerek yandaşlara verilmesidir.. Bu yüzden, yetkililer madenleri işleten arkadaşlarını hak etmedikleri halde, gereksiz yere övüyorlar. Doğal olarak, denetleme görevi yerine getirilmiyor. İşte bu nedenlerle Soma’da yaşananlara kaza denemez. Olay, “bilinçli taksirle” işlenmiş bir cinayetten farksızdır. Bu cinayetin birinci derecedeki sorumlusu ise, denetleme görevini yerine getirmeyen hükümettir. Zaten böyle olduğu içindir ki, olay “kader” kavramı ile açıklanmaya çalışılmış ve ocağı işleten şirket sahiplenilmiştir… Böylesi rezil bir tutum, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir… Av. Cemil Can    www.cemilcan.gen.tr DİPNOTLAR: (1) “Kaçış odası” olarak tabir edilen ve hayat kurtaran odalar; 40 kişi alabiliyor ve fiyatı sadece 200 bin liradır. İşçi başına maliyeti ise 200.000:50=5.000.-TL eder. (2) http://t24.com.tr/haber/soma-icin-ilk-ozelestiri-sendikadan-bizim-de-sucumuz-var,258573 (3) İslamcı yazar İhsan Eliaçık “Bütün dinler isyanla başladı ve bütün isyanlar dinle bastırıldı” dedikten sonra, Kuran’da “kadere iman” diye bir şey olmadığını, bu kavramı İslam dünyasına Muaviye’nin soktuğunu ileri sürdü…  http://www.odatv.com/n.php?n=kadere-iman-emev-din-doktrini–2505101200 (4)http://www.radikal.com.tr/turkiye/bu_isin_fitratinda_kaza_var-1192125 (5)“Bartın Kaymakamlığı Vekâletine, umumi ocaklarda böyle sakatlıklar olması, madenin cümle hususundandır, her nerede olur ise olsun, eceli kaza, mukadderat-ı ilahiden olduğundan, hiçbir ocağın tatiline mahal olmadığı, gerekli tedbirlerin alınmasıyla, emsalleri gibi imalata devam etmek üzere, amelenin nasihatle tedibinden geri durulmaması gerekir, 27 Temmuz 1878.” http://www.seslimakale.com/yilmaz-ozdil-fitrat-video_0bbfb668f.html (6) http://www.spiegel.de/politik/ausland/soma-in-der-tuerkei-grubenunglueck-wut-auf-erdogan-waechst-a-969471.html (7) http://www.tr.boell.org/web/103-1539.html (8) http://www.sgk.com.tr/581-Haber-sendikali-isci-sayisi-1-milyonun-altinda—.html (9) http://sozcu.com.tr/2014/ekonomi/iste-gercek-issiz-sayisi-471668/ (10) http://www.milliyet.com.tr/2007/12/07/ekonomi/axeko02.html
Aldatıldık!..‏ Av. Cemil Can
Başbakan Erdoğan Avrupa Birliği yetkililerini aldatmış, öyle diyorlar!.. Başbakan Erdoğan’ı da Cemaat aldatmış!… cemaat’i aldatan büyük olasılıkla Obama’dır… Ergenekon davasına bakan hâkim ve savcıları ise, soruşturmalarda görev alan F Tipi polisler aldatmışlar… Aldatılamayanlar da var elbette; onlar AKP’ye koşulsuz destek veren yığınlar!.. Bu aşamada “aldatıldık” demek bir tek onlara yasak!.. Başbakan Erdoğan, oğlu Bilal ile arasında geçen konuşma “tape”lerinin sızdırılmasından sonra, en acımasız şekilde:“Aldatıldık, gerçekten safmışız” diyerek, yine mağduriyet edebiyatına sarılmış. Din duygularına ek olarak, merhamet duygularını da sonuna kadar sömüreceği kesin!.. Oğlunun evinde bir oda dolusu para olan bir baba, üstelik de Başbakan iken, hala yoksul halka, kendini acındırmak istiyor… 11 yıldır ne istedilerse verdiği ortağı Cemaat’in, kendisine ihanet ettiğinden yakınıyor hala… Meğer, kendi elleriyle teslim ettiği devletin kurumlarından; bakanlarının ve kendinin, çocukları ile yaptığı telefon konuşmalarını dinlemişler!.. Cemaat’in yaptığı ortaklıkla bağdaşmaz elbette; yasa dışı ve terbiyesizce… Başbakan önce onlara yapılması gerekeni yapsın da görelim, mağduriyetlerini ondan sonra dinleyeceğiz!.. Başbakan, yalanla(ya)madığı o konuşmalarda geçen milyarlarca liraların, yatak odalarındaki kasalarda, ayakkabı kutularında ve odalarda ne aradığını da anlatsın bize… Ecevit’in vaktiyle çıkardığı ve 2003’te yürürlüğe girecek olan “nereden buldun” yasasına, vaktiyle en hararetli karşı çıkan Erdoğan’dı… İktidar olanağını eline geçirir geçirmez, ilk işi bu yasanın yürürlüğe girmesini engellemek olmuştur. Acaba neden? Demek ki, ileride ne yapacağı inceden inceye planlamıştı. Başbakan Erdoğan, mağduriyetlerine geçmeden önce, başbakanlığa seçilmeden önceki, yırtık ayakkabılı durumu ile şimdiki malvarlığı arasındaki korkunç farkı, açıklamak zorundadır!.. Gerisi masaldır bize… Kendi söylediği kadar “saf” olan bir adam, halkıborç içerisinde yoksulluk ve açlık sınırında kıvranırken, neler yaptı da dünyanın en zengin başbakanı oldu, bize de anlatmalıdır!.. Paraları için torunları sevinsin, eğer yasal yollardan bu kadar zengin olmayı başarabildiyse kendisini kutlayacağız. En azından zengin olmanın yollarının bir kısmını, kendisini kayıtsız, koşulsuz destekleyen saf halkı ile paylaşmasını bekleriz!.. Bu aşamada Erdoğan’ın “aldatıldık” yalanına dileyenler inanabilirler!.. Ama çok iyi bildiğimiz bir şey var ki, o da kurumların kolay kolay aldatılamayacağıdır. Çünkü devlet kurumlarının duyguları yoktur. Kurumlar, heyecanlanmazlar ve hisleri ile iş yapamazlar. Onlar, hizmetlerini yasalara ve kurallara göre yürütürler. Bu nedenle hukuka uygun hareket eden kurumları aldatmak, mümkün olamaz!.. Ancak o zaman çağdaş değerlere ve yasalara uygun hareket eden devler adamları, “hukukun üstünlüğüne saygılı” kabul edilirler… Yasaları hiçe sayıp, keyfi hareket edenler, günü gelir halkı da kandırabilirler!.. “Muz Cumhuriyeti” deyimi, böyle devletler için kullanılır… Dolayısıyla, Başbakanın; “aldatıldık” itirafından, devletin kurallarla değil,duygularla yönetildiği sonucunu çıkartılabilir!.. Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu yetkilileri bile, AKP hükümeti tarafından “aldatıldıklarını” söylemişler… CHP milletvekilleri Loğoğlu ve Türmen, 17 Aralık’taki yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan bu yana, kendilerini korumak bakımından, hükümetin attığı adımların nasıl değerlendirildiğini incelediler. Avrupalı yetkililer, özellikle de Genişlemeden Sorumlu Komiser Füle; hükümetin “HSK’yı dondurduk” demesine rağmen, yasayı geçirmekle kandırıldıkları mesajını vermiştir!.. Hükümet de Cemaat’in, devlet içerisinde “paralel devlet” kurarak 7000 kişiyi dinlediğini ve kendilerini kandırdıklarından yakınıyor mu?.. Anlayacağınız, bu dönem işler, kandıran kandırana yürüyor!.. Erdoğan’ın “paralel yapı” dediği bir aldatmacadır, yalın gerçeği alalamadır sadece. Türkiye’nin içişlerine asıl doğrudan müdahale eden ABD’dir. Bu denklemde Cemaat, ABD’ye “hizmet” etmeyi taahhüt etmiş bir piyondur sadece. Tıpkı Erdoğan ve yol arkadaşları gibi… Her iki taraf da Obama’nın avucunun içerisindedirler!.. ABD’nin çıkarları gerektirdiğinde, birinden birini her zaman feda edebilir. Yerine yedeğini çağırır elbette!.. Bu iş bu kadar basittir işte!.. Seçimlerden önce, Erdoğan için dinlenme işi hayati öneme sahiptir. Türk halkı için öyle değildir ne yazık ki. Zira bütün dünyayı dinleyen ve kendi ellerimizle en mahrem (kozmik) odalarımıza girmesine izin verdiğimiz ABD, Türkiye’yi atlayacak değildi herhalde. Geçen aylarda dünya kamuoyunu şaşkına çeviren Almanya Başbakanı Merkel ile adı açıklanmayan 35 dünya liderinin, Pentagon tarafından dinlendiğini ne tez unuttunuz? Obama hazretleri, The Guardian gazetesinin sorusuna: ”Bir daha dinlemeyeceğiz!..” dememiş miydi?.. ** Başka bir ülkeyi dinlemek “casusluk” faaliyetidir. Bu gerçeğin altını çizelim. Peki, AKP hükümetleri döneminde; son derece ağır ve itibar kırıcı olan “vatana ihaneti” suç olmaktan neden çıkartmışlardır? Gerçekte bu suçu işleyenler, işgal sırasında düşman askeri ile kol kola girip, kendi halkını ispiyonlayanlar gibi lanetlidirler… Halkın “casus” dediği onursuz kişiler, suçları kanıtlandığında insan içerisine bile çıkamazlar!.. Bu tespiti de bir köşeye not edelim… Dinleme skandalıyla Cemaat’in TÜBİTAK ayağı da ortaya çıkmıştır. AKP’nin iktidara gelmesinden kısa süre sonra,CIA’nın kucağında yetişen Fetullahcılar, haksız yere tutuklanan ve tehditle TÜBİTAK’tan ayrılmak zorunda bırakılan uzmanların yerlerini aldılar. İlk yaptıkları iş; devletin gizli görüşmelerinin yapıldığı MİLCEP K1 yazılımına müdahale ederek, İngiltere ve ABD için “güvenlik açığı” oluşturmak olmuştur… Bu şekilde, devletin dinlenilmez telefonlarını dinlenilir hale getirdiler!.. Kısaca, düşmanlarımızın bin bir zahmetle yapacağı dinlemeler, düşmana açık hale getirilmiştir!.. Demek ki, “vatana ihaneti” suç olmaktan çıkaranlar, bugünleri öngörmüşlerdi!.. Artık, düşmanlarımız, T.C kimliği taşıyan adamları aracılığı ile devletin kurumlarında faaliyet gösteriyorlar… Yaptıkları casusluk işi için, bir de Türk halkı kendilerine maaş ödemektedir!.. Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesindeki habere göre; Cemaat, çantada kolayca taşınabilen 14 adetortam dinleme cihazı satın alarak Türkiye’ye sokmuştur!.. Neden devlet değil de Cemaat acaba?.. Sonunda Bilim ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, sızdırılan “tape”ler konusunda bakanlığın fikrini açıklamıştır. Fikri: Ses kayıtlarının teknik incelemeyi gerektirmeyecek kadar açık montaj olduğunu hissetmişmiş!.. Gördüğünüz gibi Teknoloji Bakanı, teknik inceleme istemiyor. Uzmanlara da danışmıyor bu konuda. O hislerine güveniyor sadece ve doğruca sonuca gidiyor!.. İyi de o zaman ne diye TÜBİTAK’ta bu işle görevli 5 “kripto” yazılımcısını görevinden aldınız?.. O çok güvendiğin hislerine göre, “tape”ler “montaj” ise, görevden almadan önce, devletin memurlarının bu işte suçları olduğunu ispatlamanız gerekmez mi?.. Erdoğan’ın sesi, “Bu alçaklar devletin ‘kriptolu’ telefonlarını da dinlemişler” diye arşa çıkıyor. Başbakan bu sözleri oğluna verdiği “Bilal paraları sıfırla” talimatının dinlenmesi üzerine etmiştir. Zaten konuşmayı inkar da etmiyor şimdi!.. Hükümetin anayasacısı Burhan Kuzu; bu ses kayıtları için “Ses kayıtlarına doğru olsa bile inanan yok” diyormuş!.. Doğru olan bir şeye inanmayan halk olabilir mi? Bu nasıl bir bakış açısıdır? Bir milletvekili, kendini seçen halkı bu kadar küçümseyebilir mi? Hükümet yalakası romancı Emine Şenlikoğlu; “Kaset doğru olsa ne derdin?” sorusuna, “Derdim ki, dindarlar zekâtını yoksullara ulaştırmak için Başbakana vermişler.” Emine, Başbakanın yerine yalan uydurmak sana mı kalmış? Hükümetin koşulsuz destekçisi olan gazeteci Fehmi Koru ise, ses kayıtlarının montaj olmadığı ispatlansa dahi inanmayacağını söyledikten sonra,”Tayyip Erdoğan, gibi biri harama el uzatmaz; diyelim Şeytan’a uydu, onun gibi biri, günahına çoluğunu çocuğunu ortak etmez” diyerek, AKP tabanının duygularına dört dörtlük tercüman olmuştur!.. Sözcüleri, AKP tabanınınhislerini, bu cümlelerle dile getirmiştir!.. Bu gerçeği görmek ve ona göre hareket etmek zorundayız!.. *** Ancak erdemli insanlar özeleştiri yapabilirler… Bunun için; önce okuma yazma bilme, sonra okuduğunu anlayabilecek kadar akıllı olmak gerekir… “Aldatıldık” deme yerine, “biz hata yaptık” diyebilmek, erdemli insanların işidir!.. “En büyük hatayı yap ama en küçük hatayı savunma!” dememiş mi büyüklerimiz?.. Tersini yapmak için ne sebebimiz olabilir?.. İstismar edilmek suretiyle sömürülmek, “aşırı iyi niyetli” olmanın bedelidir. Bir eksiklik veya kusur olarak kabul edilmemelidir. Böyle birinin, af edilmeyecek tek hatası vardır: O da “istismar” edildiğini gizleyip, olmamış gibi göstermeye çalışmaktır. Bazı kişiler çevrelerine bu şekilde aldatılacak kadar “saf” olmadığını göstererek, kendilerini kanıtlamak isteyebilirler!.. Güya, ne yapmışsa bilerek veisteyerek yapmışlardır!? Böylece kimsenin aldatamayacağı kadar “zeki” olduklarını göstermek ihtiyacı duyarlar. Belki biraz da “kurnaz” olarak tanınmak için, böyle ahmakça işler yaparlar. Çoğu kez bu noktadan itibaren “hatayı savunmak” gibi akıl dışı bir durum içerisine girdiğinin farkında bile olamazlar. Yaptıkları iş: Son tahlilde kendileri de dahil, milyonlarca insanı en acımasız şekilde istismar edilip, sömürülmesini savunmaktır!.. Ne yazık ki, halkımızın ciddiye alınacak önemli bir kesimi, bu duygular içerisinde bocalamaktadır!.. Aksi halde, suça katılmamış geniş yığınlar, ne diye “Soymuşsa bizi soymuştur” diyerek, yolsuzluk yapanları korumaktadırlar? Hırsızlara “iftira atılmıştır” diyerek savunma yapanların “medeni hakları kullanma ehliyeti” olup olmadığı mutlaka araştırmalıdır!.. Av. Cemil Can
“ÇOK ÇALIŞMAM LAZIM ÇOOOOOK”!..Av. Cemil Can Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde(1) yargılanmak da var!
 İngiliz İndependet gazetesinden Robert Fisk’ten sonra (2),  ABD’li gazeteci Seymour M. Hersh, Suriye’de muhaliflerin kullandığı ve yüzlerce kişinin ölümüne neden olan “sarin” gazı ile ilgili olarak Türkiye’yi işaret etti. (3) Batı’nın ünlü yazarları, iddialarını iki temel kanıta dayandırıldılar:  Biri, sarin gazının Moskova’nın daha önce Libya’ya sattığı stoklardan geldiğidir, diğeri 10 El-Nusra militanı hakkında Türkiye’de açılan davanın 130 sayfalık iddianamesinde yapılan açıklamalardır… Pulitzer ödüllü gazeteci Hersh, ABD Savunma Bakanlığı İstihbarat Teşkilatı Başkan Yardımcısı David Shedd’e hitaben yazılan raporda: “Saldırıyı MİT’in planladığı, sarin gazı yapımında kullanılan kimyasalların da bizzat Türk jandarması tarafından Halep’e taşındığı”nın yazıldığını açıklamıştır… El-Kaide’nin “sarin” gazını hayvanlar üzerinde denediği de yazılan raporda;  El-Nusra cephesi bağlantılı “Sarin Üretim Hücresi”nin 11 Eylül 2011 öncesindeki El-Kaide bağlantılı hücreden bu yana en ileri sarin üretim merkezi olduğu belirtilmiş… Görünüşe bakılırsa, ABD, Esat rejimini yıkma planının başarısızlıkla sonuçlanmasından Türkiye’yi sorumlu tutacak. O kadarla kalsalar iyi.  Suriye’nin daha önce, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Türkiye hakkında yaptığı başvurusu da hesaba katılırsa; birbirini tamamlayan bu süreç sonunda, Erdoğan’ı uluslar arası “terörist” ilan etmelerine de şaşırmamak gerekir. ABD’nin dostluk anlayışı böyledir işte. Arkasındaki halk desteğini çekemediği Erdoğan’ı, ancak bu şekilde saf dışı edebileceğini düşünmektedir!.. Anlayacağınız ABD yine bir taşla iki kuş vurma peşindedir. Şanghay İşbirliği Örgütü önündeki yenilgisini dünya kamuoyundan bu operasyonla gizlerken, bir taraftan bu operasyonla “başarı” gibi gösterecek,  diğer taraftan da söz dinlemeyen “stratejik ortağı” Erdoğan’dan kurtulmuş olacaktır!.. Aynı zamanda Erdoğan’ın yerine gelecek olana (muhtemelen Kılıçdaroğlu olacaktır) da peşinen gözdağını vermiş olmaktadır… *** Hacı Efendi! Dini kirli siyasete alet etmeye mecbur musun?Diyanet işleri partisi, eski bakan Egemen Bağış’ın “Bakara-makara” sözlerini “Din ve dince kutsal sayılan değerleri alaya almak”  olarak değerlendirdikten sonra, “alaycılık kadar yapılan konuşmayı teşhir etmenin de gayri ahlakı olduğunu” vurgulayarak, eski bakanın eleştirilip kınanmasını dini açıdan yasakladı!.. Öyle ya,  dince kutsal sayılan değerlerle alay eden birini teşhir etmeden, kınamak mümkün olamayacağı için Diyanet’in yaptığı; olayın üzerinin örtülerek,  unutulmasını sağlamaktır. Başkan Prof. Dr. Mehmet Görmez, bizi temsil eden bakanların dinle alay etmelerinin gizli tutulmasını önermektedir. Böyle kişilerin gerçek yüzlerinin görülmesini acaba neden istemiyor? Halkın dini duyguları ile alay eden insanın teşhir edilmesinin neresi gayri ahlakidir? Görmez, “İslam dini, kamu hukukuna tecavüz olmadığı müddetçe, kötülük ve günahın teşhirini kabul etmez” diyerek,  Bağış’ın sözlerinin kamu hukukuna tecavüz sayılmayacağını da savunuyor. Bu şekilde, dini alandan çıkıp hukuk alanında da “fetva” veriyor… Anayasamız,  24. maddesi ile koruma altına aldığı dini inanç ve duyguların istismar edilip kötüye kullanılmasını da yasaklanıyor. Aynı şekilde, dini değerler, Türk Ceza Kanunu’nun 115125, 153 ve158. maddelerinde (*) belirtilen suçların ağırlaştırma nedeni olarak gösterilmektedirler. Bunlara ilaveten 216. maddede (**) Egemen Bağış’ın sözlerinin doğrudan suç olduğu açıklanmıştır. “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” suçu “Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kimse”  demek suretiyle, “dini değerler” ile tanımlamış bulunmaktadır. Hal böyle olmasına rağmen, Diyanet İşleri Başkanı’nın, durumu “kamu hukukuna tecavüz” olarak görmemiş olması düşündürücüdür… Diyanet İşleri Başkanı,   Egemen Bağış için doğrudan “kamu hukuku” alanına giren (4) “ceza hukuku”nu bile bu alanın dışına çıkartmayı göze alabilmiştir. Onun bu çabası devletin ve dinin kimlerin eline geçtiğini göstermek bakımından oldukça anlamlıdır… 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonları ile temel dini değerlerin sarsılmasını göremeyen ve bu konularda bir tek söz söylemeyen Diyanet’in, Egemen Bağış’ı korumak için böyle özel bir çaba içerisine girmesi, bu anayasal kurumun da yozlaşıp, temel görevlerinden uzaklaştığını, iktidarın hukuka ve ahlaka aykırı icraatlarını gizlemeyi üzerine bir görev olarak aldığının en çarpıcı kanıtıdır… *** Bu kadar da pişkinlik olmaz, insanda biraz yüz olur!.. Emniyet ve Jandarma’nın ortaklaşa hazırladıkları “Çözüm Süreci-PKK Raporu”ndan çıkan sonuç: “PKK’nın silahlı unsurlarının sınır dışına çekilmesi 3 ayla sınırlı kaldı. PKK’lılar yurt dışındaki kamplarında eğitilerek geri döndüler. Örgüte yeni 2000 katılım var.“Analar ağlamasın, şehit cenazeleri gelmesin” edebiyatı ile AKP-PKK planına payanda olan Kılıçdaroğlu, “Açılım kimsenin tekelinde değil” diyedursun, atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmiştir. Erdoğan’ın yerel seçimleri etkilemek amacıyla PKK ile yaptığı anlaşma, istediği sonuçları vermiştir. AKP, geçen yerel seçimlerde yüzde 38 olan oy oranını, yüzde 44’e çıkartarak,  Recep Bey’i deliğe süpürülmekten kurtarmıştır!.. Adeta CHP tabanı ile alay eden Kılıçların efendisi, “Sandıktan bize daha çok çalışın mesajı çıktı” diyerek, istifa etmeyi aklının ucundan dahi geçirmediğini ortaya koymuştur. Tıpkı yardımcısı Gökhan Günaydın gibi, o da Yeni CHP’nin uyguladığı politikaların “doğru” olduğunda ısrarcıdır… Tabanın tepkisini boşaltmak içinayarlanmış gençlerden oluşan, sözde “CHP’yi işgal”  planı da bir işe yaramamıştır!.. İnandırıcılıkları yok tabii ki. Yollarına kırmızı halılar serilen  “Atatürk’ün yurttaşları”nı Yeni CHP’nin gerçek genel başkanı TR 705 numaralı Sezgin Tanrıkulu, döner-ayranla karşılamıştır… Bu tür yapay gösterilerle, başarısızlıklarını gizleyeceğini sanan genel merkez yöneticilerinin, maskeleri düşmüş ve gerçek yüzleri iyice ortaya çıkmıştır… Halbuki halkın Yeni CHP’ye verdiği mesaj son derece açıktır: Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e karşı darbe yapılırken, Mustafa Kemal’in askeri olup direnme yerine, evlerinde oturmayı tercih eden,  Gezi Direnişi’ni  TV’lerden seyreden, Atatürkçülük yerine, liberalizmi ve ikinci cumhuriyeti savunan Soroscu gençlik, Ulu Önderin “Ey Türk Gençliği” yine seslendiği gençlik değildir!..Dolayısıyla onlar, Aslanlı Yol’da buluşan Türk gençliğini temsil edemezler!.. Yerel seçim sandığından çıkan mesaja gelince; Türk halkı, Kılıçdaroğlu’nun sandığı gibi kendilerine “daha çok çalışın” dememiştir!.. Halkın mesajı son derece açık ve anlaşılır şekildedir: Komployla ele geçirdiğiniz CHP’den istifa edip gidiniz, varlığınıza lanet olsun, sizin gibilerin oyu bile CHP’ye lazım değildir!.. “Açılım kimsenin tekelinde değildir” diyerek, Türkiye’yi bölme projesini sahiplenen Kılıçdaroğlu’na, aynı zamanda denmiştir ki: Güvenilir bir lider değilsin!.. 12 yıllık AKP iktidarında; hükümeti sabun gibi eritip bitirecek bu kadar olay yaşanmasına rağmen, ana muhalefetin oy kaybetmesine, iktidarın yükselmesine sebebiyet vermişsin. Basiretsiz birisin. Demek ki, bu halk seni Recep Tayyip Erdoğan’dan daha tehlikeli ve beceriksiz olarak görmektedir. Ona bile bir dönem daha katlanmayı göze almış ama seni elinin tersi ile deliğe süpürmek zorunda kalmıştır… Buna rağmen, bütün bu olup bitenlerden “daha çok çalışın” mesajını çıkartmışsın öyle mi?.. Kemal Efendi; şu gerçeği gör artık. Seyit Rıza’yı, Şeyh Sait’i ve Abdullah Öcalan’ı kendine rehber alan, CHP’nin geçmişini karalayan, Dersim isyanını bastırmayı “katliam” olarak değerlendiren biri, Mustafa Kemal Atatürk ile İnönü’nün koltuğunda oturamaz!.. Erdoğan yerine, ABD’nin BOP’ne eş başkan olmaya talip olan kişi, antiemperyalist mücadelenin karargahı olan CHP’de genel başkanlık koltuğuna oturamaz!.. Senin ve ekibinin varlığı, CHP’ye bir şey katmaz.  Siz olmasanız da CHP tabelası bile yüzde 25 oyu her zaman alır.  Varlığınız her zaman eksi hanesine yazılır… Yolunuz Atlantik ötesine kadar açıktır… Haydi güle güle!.. Av. Cemil Can

(2)        http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140410_robert_fisk_erdogan_sarin.shtmll

(3)        http://www.lrb.co.uk/v36/n08/seymour-m-hersh/the-red-line-and-the-rat-line (4)        http://tr.wikipedia.org/wiki/Kamu_hukuku (*) Anayasa: MADDE 24- Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. Türk Ceza Kanunu İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme MADDE 115. – (1) Cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan, yaymaktan meneden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Dinî ibadet ve ayinlerin toplu olarak yapılmasının, cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engellenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkraya göre ceza verilir. Hakaret MADDE 125. – (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir. (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur. (3) Hakaret suçunun; a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı, b) Dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. (4) Ceza, hakaretin alenen işlenmesi hâlinde, altıda biri; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, üçte biri oranında artırılır. (5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. MADDE 153. – (1) İbadethanelere, bunların eklentilerine, buralardaki eşyaya, mezarlara, bunların üzerindeki yapılara, mezarlıklardaki tesislere, mezarlıkların korunmasına yönelik olarak yapılan yapılara yıkmak, bozmak veya kırmak suretiyle zarar veren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada belirtilen yerleri ve yapıları kirleten kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. (3) Birinci ve ikinci fıkralardaki fiillerin, ilgili dinî inanışı benimseyen toplum kesimini tahkir maksadıyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır. Nitelikli dolandırıcılık MADDE 158. – (1) Dolandırıcılık suçunun; a) Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle, b) Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle, c) Kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle, d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle, e) Kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak, f) Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle, g) Basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle, h) Tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında, i) Serbest meslek sahibi kişiler tarafından, mesleklerinden dolayı kendilerine duyulan güvenin kötüye kullanılması suretiyle, j) Banka veya diğer kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla, k) Sigorta bedelini almak maksadıyla, İşlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. (2) Kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğundan, onlar nezdinde hatırı sayıldığından bahisle ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat temin eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır. (**) Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama MADDE 216. – (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

KÖTÜ SEÇMEN PROFİLİMİZ!.. Av. Cemil Can

 Erdoğan tarafından bir tür güven oylamasına çevrilen yerel seçimlerin ortaya çıkarttığı ilginç sonuçlar yeterince tartışılmadan, doludizgin yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin konuşulması ana muhalefetin seçim başarısızlığını geçiştirmesi olarak algılanıyor. “Kasetler savaşı” şeklinde geçen tartışmalardan asıl kazançlı çıkanın ABD olduğunu ortaya koymuştuk. (1)  Her ne kadar seçimlerde oylarını artıran tek parti MHP (2) olsada, asıl kazançlı çıkan belediye başkanlıklarını artıran Erdoğan’nin AKP’sidir.  Bu gerçeği kabul etmek gerekir…  Bu nedenle de seçmen davranışlarını irdelemeden geçemeyiz. Hırsızlık yapmadığı halde hırsızlığı, ahlaksız olmadığı halde ahlaksızları, hain olmadığı halde ihanet edenleri destekleyip savunan insanları anlamakta zorluk çekiyorum… Uzmanlık gerektiren bu konuda sözü işin uzmanlarına bırakmak en doğrusudur…Onların tespitlerine geçmeden kişisel gözlemlerini aktarmak istiyorum. Toplumun eğitilmemiş bölümü, “elit” olarak tanımladığı kesimin, sürekli olarak kendilerini aşağıladığını ve dışladığını düşünür… Gerçek asla böyle değildir. Bu alan kolayca sömürülebileceği için, bir programı olmayan “siyasiler” işin kolayına kaçarak sürekli bu konuyu işlerler ve sonuç da alırlar. Aslında toplumun cahil kalmasına sebep olanlar, bu kesimi küçümseyip, aşağılayanlardır. Başka bir söyleyişle, toplumun eğitimsiz kesiminin bu duygularını sömürenler, bu kesimi sadece “oy” gibi gören, yine aynı kesimin lider ve yönetici olarak kabul ettiği kadrolardır. Cahil insanları küçük görüp, aşağılama algısı, günümüzün en geçerli “siyasi malzemesidir”… Bu malzemenin satıcıları her zaman kendilerini “sağ görüşlü” ve “muhafazakar” olarak tanımlayanlar olmuştur. 2009 yılında kaleme aldığım “Bir garip ezilmişlik duygusu: İnsan yerine konmamak” başlıkla yazımın, 7 ile 12 numaralı paragraflarının arasını mutlaka okumanazı öneririm.(3) Çağdaş kafalı insanların, böyle aşağılık bir davranış gösterdiğine hiç tanık olmadım… Okumuş yazmış ve okuduğunu anlayabilecek kadar zekası olan bir insan, asla böyle bir duygu sömürüsüne tenezzül etmez. Önce kendine duyduğu saygıyı korumak, sonra da insanlara, insan oldukları için saygı duymak durumunda olanların tavırları böyle olmak zorundadır. İnsanların zayıf yanlarını veya özürlerini alay konusu yapanlar, aydın tanımı içerisinde hiçbir şekilde yer alamazlar. Onları, ağır “hastalar” gibi değerlendirmek çok da yanlış olmasa gerekir. Öyleyse bu iğrenç “algı” nasıl oluşmuştur? Bu sorunun yanıtını ancak olgulardan giderek bulabiliriz. Anımsayınız! Başbakan Erdoğan’ın hemen hemen bütün söylemlerine; “Bizi aşağıladılar, küçük gördüler… Bize bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam dediler. Başörtülü kızlarımız’ın okumasını engellediler, onlara hakaret ettiler vb gibi…” motifler serpiştirilmiştir.  “Türbanlı gelinimin üzerine işediler, camide içki içtiler” şeklindeki iftiraların, gerçekle ilgisi olmadığı kesinkes ortaya çıktıktan sonra bile, bu söylemlerden asla vazgeçilmemiştir. Kabul etmek gerekir ki, sermayesi cahil halkın duygularını istismar edip sömürmek olan siyasilerin arkalarında, Türk toplumunu çok iyi analiz etmiş “düşünce kuruluşları” vardır. Geniş yığınları fikirler yerine, duyguları ile harekete geçirmenin her seferinde bir yolunu bulmuşlardır. Bu işte oldukça başarılıdırlar da… Kullandıkları sloganların, tümü içerikten yoksundur. Hiçbir mesaj taşımazlar… Örneğin; “Daima Millet, Daima Hizmet”, “Durmak yok yola devam” sloganlarıı ile hangi mesaj verilmek istenmektedir?  “Vur vur inlesin… Türkiye seninle gurur duyuyor… şeklinde başlayan sloganlar da boş ve içerisiksizdir… Bu kalıpları, her isteyen kendi anlayışına göre doldurabilir! Anlamı, okuyanın duygusuna göre yüklenen cümleler, boş vagon gibidirler. Tek başlarına bir fikir taşımazlar… Bu noktada; “AKP’nin bir ideolojisi var mıdır?” sorusuna da yanıt aramamız gerekir. Buna bağlı olarak ideolojisi olmayan bir partiye destek verenlerin ideolojisi var mı sorusu da önemlidir! AKP tabanı, geçmişte savunduğu fikirleri şimdi yanlış mı buluyorlar? Aynı fikirleri bugün savunan bir parti var. Seçmen acaba bu partiye neden itibar etmiyor? AKP’yi destekleyenler illa da iktidar olanaklarından yararlanmak isteyen kesim mi? Bu sorular yanıtını doğru bir şekilde alabilmek için doğrudan halka sormak gerekir. Masa başında; “Hırsızlık ve yolsuzluk yapmadığı halde, yapanları savunanlar; ileride ellerine fırsat geçti mi aynı şeyi yapacaklar” gibi yanıtlar, kolaycılıktır. Çalınacak mevki ve makamlara, ömürleri boyunca asla gelemeyeceklerini bilenler bile, aynı davranışı gösteriyorsa, bu şekildeki yanıt doğru olamaz! Bugün emperyalistlerin elinde, onların çıkarlarını korumak üzere araç gibi kullanılan insanlar, bizim insanlarımızdır. Onları korumak ve uyarmak insanlık görevlerimiz arasındadır.  Hiç kuşku yok ki, bu durumun psikolojik-sosyolojik iki esaslı yönü daha vardır. Yetersiz olduğumuz bu hususlarda ahkam kesmek yerine, konunun uzmanlarını dinlememiz gerekir.. “Kimlik kaybı korkusu” (4) yaşayanların, kaybetmek istemedikleri kimlik hangisidir acaba? Böylelerin, hak ederek almadıkları, partilerinden alınma, bir kimlikleri olduğu kesin! Güçlü bir kitleye ait olma duygusunu yaşatan bu sanal kimliği kimse kabetmek istemiyor. Emek harcamadan, okumadan elde edilmiş bu avantajlı kimlik, karşı tarafa çoğu zaman üstünlük de sağlıyor.. Temel değerlerinden uzaklaştıktan sonra, aldıkları yeni kimlikle iktidarı savunanlar; zorunlu olarak “Ilımlı İslam”, “Dinler arası diyalog” ve “Medeniyetler ittifakı” gibi zor konuları  da savunmak zorunda kalacaklardır. Nedense bu işi hiçbiri üzerine almaya yanaşmaz. Aslında böylelerinin, savunma mekanizmaları pek iyi çalışır…  İnandıkları ile yaşadıkları arasındaki korkunç çelişkiyi, masum cümleler kurarak, tamir etme yetenekleri dudak uçuklatır. Hangi konu olursa olsun, bir şekilde kendilerini aldatmayı başarabilirler!.. Sanırım bu tür davranışlar tekrar edile edile, liderle seçmen arasında bir kişilik bütünleşmesi de oluşmaktadır!.. Bu noktadan sonra, liderin yaptığı hata; örneğin söylediği bir yalan, “yalan değildir” denilerek savunuluyor. Çünkü bütünleşen kişilik, kendi öyle bir hata yapmadığını biliyor. Sanırım böyle bir çıkarımla, liderin da hata yapmayacağı sonucuna ulaşıyor… Siyasette marifet, işte bu duyguları yaşayan insanları yönetebilmektedir… Şu da bir gerçek ki, “duyguları yönetmek” fikirleri yönetmekten çok daha kolaydır. Çünkü duygu herkeste vardır ama bilgi herkeste bulunmamaktadır. Allah’ın birkulu olan liderin, hiç hata yapmayacağına olan kör inanç ve bu inançtan kaynaklanan kesin yargı, bilim dışı olduğu kadar din dışı olmasına rağmen, liderin yalan söyleyebileceğine inanmayan milyonlar var. Ne yazık ki, halkın ciddiye alınacak bir çoğunluğu, hala bu saçma fikirle oluşturulan bataklıkta kulaç atmaya devam etmektedir… Erdoğan’ın yerel seçimlerdeki başarısında, yukarıdaki etkenlerin katkısı küçümsenemez. Bu başarı ile  “hırsızlık ve yolsuzluk” olaylarından elbette aklanmış değillerdir. Erdoğan’ın ortalığa saçılan kasetleri, Atlantik ötesi ile bağlantılı göstermesi, antiemperyalist bir duruş gibi algılanmış ve kendisine önemli bir ölçüde destek sağlamıştır… Seçim sonuçları ve Başbakanın balkon konuşmasından sonra, doğal olarak Türkiye şoktadır!.. Böyle bir ortamda ne yazık ki, muhalefet liderleri, halka güven vermiyorlar!.. AKP tabanını “hırsızlığa evet” diyenler olarak nitelendirmek doğru değildir. Bugün seçmenin yüzde 25’ini teşkil eden “kararsız seçmenler”dir. Çünkü kararsız olan insanların, oturmuş, belirli ve tutarlı bir fikirleri yoktur. Bununla birlikte, güçlünün yanında olmak isterler. Kendi dünyalarında yaşayıp, bir tek kendi sorunlarını önemsedikleri için yolsuzluk olaylarını göremezler bile… AKP’ye verilen oyların toplamı: 19.455.621’dir…  Okuma yazma bilmeyenler ise, 17 milyon 820 bin kişi olup, acaba oylarını hangi partiye vermişlerdir?.. (5) Muhalefet, belirli bir ideolojisi olmayan insanlara uygun yeni bir söylem geliştirmek zorundadır. Bu kesimin duyguları daha kolay yönetilir. Yüzde 25 civarında olan kararsız oylar, korkunç bir gerçeğe işaret etmektedir. İktidarı belirleyen, CHP’nin seçmeni kadar olan bu kararsızların oylarıdır. Bu kesim için “güven duygusu” herşeyin önünde gelir. Kendini ve geçmişini inkar eden, siyasi rakibi gibi olmaya özenenlerin, taklit kokan söylemleri, hiçbir şekilde kararsız kitlelere güven veremez.Halkın ne istediğini “uzmanlar” yerine, halka sormak en doğru yoldur. Ancak o zaman gerçeklerla yüz yüze gelinebilir. Kararsız insanlar, güçlü olmayanın yanında yer almazlar!.. Güçlülüğün en önemli kanıtı ise duruştur.  Duruş: Zigzag yapmadan kararlı yürüyüştür… Tutarlı olmaktır, ilkelerden ödün vermemektir, dürüst davranmaktır, kurnazlığa kaçamamaktır. Dün siyah dediğine bugün beyaz dememektir… Kaypak olmamak, gizli ajandası bulunmamaktır… Kapalı kapılar ardında iş çevirmemektir. Omurgalı olup, dik durmaktır… Düşman bilinenlerle işbirliği yapmamaktır. Bu memleketi düşmandan kurtaranlara ve Cumhuriyeti kuranlara saygılı olmaktır. Seyit Rızalar, Şeyh Saitler, Öcalarlar gibi bölücü, vatan haini ve gericileri, kutsayıp kahraman gibi göstermemektir. Atatürk’ün koltuğundan Atatürk’e küfretmemektir… Atalarımızın emanetine Adam gibi sahip çıkmaktır… Güvenilir lider, seçim yenilgisini tartışmak için kurultayı toplar, ABD’ye heyet göndermez… Kısacası; kitlelere güven vermek, halkın arasında Atatürk gibi olmaktan geçer!.. Atatürk’ün koltuğuna oturup, onun yolundan gitmeyenlerin yapabileceği tek onurlu hareket, istifa ederek, çekip gitmektir. Ne var ki, bu önemli makama hak etmeden, dış güçlerin desteği ile gelenler, diyet borçlarını ödemeden bile istifa edemezler.  Daha baştan, istifa haklarını yok etmişlerdir. Güçlü ve güven veren liderler, onurlu bir mücadele sonunda veya tabanın ısrarlarıyla temsil makamlarına gelirler. Şartlar gerektirdiğinde de adam gibi istifa edip, ayrılmada en küçük bir terüddüt göstermezler. Kılıçdaroğlu ve ekibi gibi layık olmadıkları o koltuklara yapışmazlar!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1) http://cemilcan.gen.tr/2014/04/usaklar-uc-olunca-kazanan-abd-oldu/ (2) http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/wp-content/uploads/2014/04/g%C3%B6khan_3_a.jpg (3) http://cemilcan.gen.tr/?s=ezilmi%C5%9Flik+duygusu (4)Prof. Erdal Atabek. Bu durumu “kimlik kaybı korkusu ile açıklamaktadır: “AKP’nin karşısındaki partinin kazanması için, oy istediği kişilere ‘daha güvenilir, daha güçlü, daha ona ulaşan, daha değerli bir kimlik’ verebilmesi gerekir. Böyle bir kimliği verebileceğine oy istediği kişileri inandırması gerekir. Böyle bir değişim olabir mi? Elbette olabilir. Bu da, ‘bireysel ve toplumsal korkuyu yenebilmek’le olacaktır. Doğru bildiğiniz yolda cesaretle yürümek. Her türlü engeli aşacağınıza ilişkin kararlılık. Bu kararlılığı sürdürecek sarsılmaz irade. Doğruları cesaretle toplumla paylaşmak. Bütün bir toplumu hedefinize götürmek. Bıkmadan, yorulmadan, korkmadan yürümek. İşte, liderlik de budur, rehberlik de budur. Toplum bunları yaptığınız zaman size güvenir, arkanızdan yürür ve güvenilir kimliği kazanır. http://erdalatabek.wordpress.com/2014/03/30/kimlik-kaybi-korkusu/ Prof. Emre Kongar ise, basitçe: “Güçlüden, zalimden etkilenmek” olarak tanımladığı bu durumu, “güce tapınma” diye özetlenebilecek bir kitle davranışı olarak görmektedir. http://www.kongar.org/aydinlanma/2011/1172_Siyaset_ve_Stochlom_Sendromu.php http://www.kongar.org/aydinlanma/2011/1175_Siyaset_ve_Stockholm_Sendromu_II.php http://www.kongar.org/aydinlanma/2011/1177_Siyaset_ve_Stockholm_Sendromu_III.php (5) TÜİK verilerine göre, 2013 yılı itibariyle toplam nüfusumuz 76.667.864’tür. Bunun, 61 milyon 500 bin’i gerekli temel eğitimden yoksundur. Temel eğitimden yoksun olanlar, toplam nüfusun yüzde 82 sine karşılık gelirler. 9 milyon 625 bin kişi, hiç okuma-yazma bilmiyor. İlkokulu bitirmemiş kişi sayısı ise, 17 milyon 820’dir. Sadece ilkokul mezunlarının sayısı 24 milyona ulaşmıştır.

BUNLARI HAK ETTİK Mİ? Av. Cemil Can

Ergenekon, Balyoz ve Odatv operasyonlarının merkezindeki adam İstanbul Emniyet İstihbarat Müdürü Ali Fuat Yılmazer, tertibi itiraf etti: “İşçi Partisi’ne yapılan operasyonla AYM üyeleri etkilendi ve AKP’nin kapatılmasına karşı olan 2,5 üye 5’e çıktı. Başbakan yapın dedi, biz de yaptık”  dedi… Bu operasyonların merkezinde İşçi Partisi’nin olduğunu soruşturmanın olağanüstü yetkilerle donatılmış özel yetkili savcısı Zekeriya Öz, AKP’ye verdiği mülakatla aylar önce doğrulamıştı… Anlaşıldığına göre, operasyonu yapacak olan ekibe Başbakan elinizde yeterli delil var mı diye sormuş… Yokmuş ama ihtiyaç duyulan delilleri operasyon sırasında bulabileceklerini umuyorlarmış… Bulamazlarca delil üretme yetenekleri devreye girecek… Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun, 2008 tarihli raporunda, polis şefleri Ali Fuat Yılmazer ile Ramazan Akyürek’in, Hrant Dink cinayetindeihmallerinin bulunduğu belirtilmişti… Cumhuriyet tarihinin bu en büyük operasyonunun da aynı ihmalkâr Ali Fuat Yılmazer  tarafından yürütülmesine karar verildi…  Aradan ancak 5-6 yıl geçtikten sonra,  hükümet uyanır gibi yaptı.  “TSK’ya komplo yapıldı”  diyerek suç ortaklığından kurtulma çabaları içerisine girdi. Harcanma sırası kendisine  geldiğini anlayan Yılmazer, bu yüzden doğrudan başbakanı hedef aldı!.. Tokmağın hala elinde olduğunu sanan Erdoğan’ın Dış İşleri Bakanlığı, sinyal bozucu aletlere rağmen, meğer yüksek teknolojili böceklerle dinleniyormuş!  Başbakana göre, devletin sırlarını dinleyenler, inlerine girmeye karar verdiği Cemaat üyeleriymiş. 13 Mart günü MGK talimatı ile yapıldığı söylenen toplantıda konuşulanları Cemaat sızdırmışmış!? Bu toplantıda, hükümetin Suriye ile savaş çıkartmak için yaratacağı bahaneler tartışılıyordu. Konuşmalar yalanlanmadığına göre, dinlemeyi yaptıranların kimler olduğu sorusu birinci sıraya oturur. Bülent Arınç’a göre, konuşmaların deşifre olmasından kim yararlandıysa olağan şüpheli de odur. Bu mantığa göre, Suriye veya aynı tarafta yer alan Rusya, Çin, İran, Irak olağan şüphelilerdir. Nedense bu sıralamada MOSSAD ve CIA kimsenin aklına gelmedi. Sanki ABD Büyük Ortadoğu Projesi’nden vazgeçmiş, sanki Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e doğru oluşturulmak istenenkoridora bir alternatif bulmuş da çekip gitmiş gibi.  Türkiye’nin Suriye ile savaşmasında asıl çıkarı olan projenin sahibi ABD’dir. Buna rağmen, söz dinlemeyen Erdoğan’dan kurtulmak için, arkasındaki kitle desteğini azaltmak amacıyla, bu konuşmaları dışarıya sızdırmış olabilirler. O bakımdan CIA’yı ve ortağı MOSSAD’ı olağan şüpheliler arasından çıkartmak veya arka sıralara atmak doğru değildir… Konuşmanın deşifre edilmesi, ilk başta Türkiye’nin Suriye ile savaşa girmemesi sonucunu doğurur. Bunda hem Suriye hem de Türkiye halklarının yararı vardır. Böyle bakıldığında olağan şüpheliler sıralamasının başına Türkiye ile Suriye’yi koymak gerekir… Görüldüğü gibi yorum yaparak, şüpheliyi bulmak olanaksızdır. Dolayısıyla Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yürüttüğü mantık, dış politikada geçerli akçe sayılamaz.  Türkiye gibi devlet geleneği eski olan bir ülkenin Dış İşleri Bakanlığı’nı dinlemek kolay bir iş olmasa gerekir. Yabancı servisler açısından bu işi yapmak, bir gizli servis zaferi sayılır. Kendi ülkeleri adına böyle bir istihbarata imza atan ajanları “vatan haini” olarak ilan etmek, tam olarak bir acizlik ifadesidir. “Vatan haini” sözünü kullanabilmek için, eylemi yapanın Türk vatandaşı olması gerekir.  Buradan bakılınca,  demek ki, hükümetimiz Dış İşleri Bakanlığı’nda yapılan üst düzeyde bir konuşmayı, bir Türk vatandaşının sızdırdığını düşünmektedir.  Zaten Başbakanın “İnlerine gireceğiz” sözleri de asıl şüphelenilenin bir Cemaat üyesi olduğunu akla getirmektedir… Yargıyı ve polisi Cemaate teslim eden hükümetimiz, acaba Dış İşleri Bakanlığı’nı da  CIA’nın kucağındaki Cemaat’e mi teslim etmiştir? Eğer öyleyse, Başbakanın bağırıp çağırmaları beyhudedir. Zira bu dinlenmenin de sorumluluğu kendi üzerinde kalacaktır… Erdoğan’ın, Suriye’ye karşı savaş niyeti ortaya çıktıktan sonra, Beşar Esat’ın eli daha da kuvvetlenmiştir.  Esat’ın “Süleyman Şah Türbesi’ni MİT’e karşı koruyabiliriz” şeklindeki karşılığı, bu rahatlamayı gösterir ve belki de son yüz yılın diplomasideki zekâ fışkıran tek esprisidir… Hükümetin bu sarsıcı olayı, iç politika malzemesi olarak değerlendirmek istemesine şapka çıkartıp, “pes” demek gerekir… “Sıfır sorunlu” dış politikanın bir şaka olduğu açık seçik olarak ortaya çıkmıştır… Uluslararası sözleşmeler, evrensel hukuk ilkeleri ve yerleşik içtihatları çiğneyerek, idare edilen devlete doğal olarak her türlü sızma olanaklıdır. Kaldı ki, devletin kendini koruma mekanizması, AKP iktidarları ile tahmin edilenin çok üzerinde zaafa uğratılmıştır. Uyduruk nedenlerle, kozmik odalara girilmiş, TSK’nın tatbikat planlarının eklemeler yapılarak iddianameler yaratılmış, devletin istihbarat arşivi “klon”lanıp dışarıya çıkarılmış, elde kalan arşiv ise silinerek, devlette hafıza bırakılmamıştır. İletişimin alt yapısının en önemli kuruluşu olan ve hiçbir zaman zarar etmeyen TÜRK TELEKOM’un iki yıllık karı karşılığında yabancılara satılması, telafi edilemeyecek ilave bir güvenlik zaafı ortaya çıkartmıştır. ABD’nin yabancı devlet başkanlarını dinlemesi, uydular aracılığı ile ve Telekom hatları üzerinden gerçekleştirilmektedir. Alman Spiegel dergisinin haberine göre, ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (NSA) 122 devlet ve hükümet başkanı hakkında bilgi topladığına ilişkin yeni bir belge ortaya çıkmıştır… Hükümetimiz, siyasi rakiplerini itibarsızlaştırmak için Anayasa referandumunda ve geçen genel seçimlerde hukuksuz dinlemelerden yararlanmıştır.  Erdoğan, başka ülkelerin yurttaşı olmak için o ülkelerin çıkarlarını korumak üzere yemin etmiş kişilere, kabinesinde görev vermiştir. Bu dahi devletin bilgi güvenliğini tehlikeye atan önemli bir tedbirsizlik sayılır. Çifte vatandaş olan bir kişinin, çıkarlarının çatışması halinde, uyruğunda olduğu hangi devleti koruyacağını kim nereden garanti edebilir ki?.. Şimdi gelelim konuşmanın inkâr edilmeyen içeriğine:  Devletin tepesinde yapılan konuşma, tam bir fecaat kabul edilmelidir…  Devleti yönetenlerin, teröristlere 2000’i aşkın TIR dolusu silah ve mühimmat göndermeleri, hiçbir şekilde kabul edilemez. Bunların parasal tutarı kim bilir ne kadar eder! Hatalı Suriye politikamız yüzünden, Türkiye’ye sığınan mültecilere yapılan yardımlar 2,5 milyar doları geçmiştir. Yoksulluk içerisinde kıvranan halkın paraları, bu şekilde çarçur edilemez… Genelkurmay’ın Suriye ile savaşmak için kurduğu bin kişilik ordu, 40 bin insanımızın ölümünden sorumlu terör örgütüPKK’ya karşı acaba neden savaşmaz? Bu özel orduyu yönetmek üzere, general görevlendirmek TSK’ya yakışıyor mu? Teröristlerle aynı safta savaşan bir Türk generalinin varlığını düşünmek bile istemiyorum. Balyoz ve Ergenekon davalarında yargılanan komutanlara sormak gerekir. Türkiye’nin kucağında büyütülen İŞID adlı terör örgütü, Süleyman Şah türbesine saldıracak kadar aptal mıdır? Suriye ve Irak’la savaşmak durumunda olan bu örgüt, bir de Türkiye’yi başına bela olarak neden salsın?  MİT Müsteşarının “4 adam gönderirim 8 füze attırırım”  sözleri, Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışıyor mu?  Tüm bu gerçekleri bire bir yaşayan Genelkurmay İkinci Başkanı, TSK’ya “Yıldırım Harekât Mesajı” nasıl verebilir aklın alacağı bir şey değil… En gizli olması gereken toplantımızda, ABD’liler “uçuşa yasak bölge planları” dağıtıyorlar…  Demek kiCIA içerimizdedir! Bu ülkeyi kim yönetiyor Allah aşkına? Böyle bir rezillik Cumhuriyet tarihi boyunca hiç yaşanmamıştır… Başımızda bu kadar iş varken,  bir de yolsuzluklar ve hırsızlıklar konusunda tek söz söylemeyen Diyanet işleri partisi, “Twiter” ve “Youtube” yasaklarını savunuyor… Başkan, yasakların “hürriyeti kısma” anlamına gelmediği şeklinde saçma sapan  hutbeler hazırlayarak Cuma günleri okutuyor!.. Daha da korkunç olanı, bu Diyanet işleri partisi, Allah’ın evinde muhalif olan herkesi “gemiyi dipten delmeye çalışanlar” olarak gösterip, siyasete soyunuyor…  Hürriyetin nasıl kısıtlanabileceğini anlamayan bu kurum,  demokrasinin olmazsa olmazı olan karşı görüşü,  (muhalefeti) çok görüp, lanetlemekten beter ediyor… Dinin ve dince kutsal sayılan değerlerin bu kadar aşağılık şekilde istismarı, bir tek bu dönemde yaşanmaktadır… Böyle bir yönetimi, ne yaptık da hak ettik anlamıyorum!?.. Av. Cemil Can

 “YA MÜZAKERE YA SAVAŞ”!..  Av. Cemil Can

Ordumuz ne zaman teslim alındı?.. Nevruz nedeniyle Diyarbakır’da yapılan törene, bu defa Kandil damgasını vurdu. AKP ile yola devam mesajı verenÖcalan’ın mektubunu Sırrı Süreyya Önder okudu.(1) Mektup yumuşaktı… Kandil’deki en üst düzey yönetici Cemil Bayıkise, görüntülü olarak yaptığı konuşmasında tehdit savurdu. “Türkiye’nin bölünmesini istemiyorsanız Apo’yu özgürleştirin” dedi… Aynı şekilde, PKK yöneticilerindenMurat Karayılan, Sterk TV’de: “Apo serbest bırakılmadıkça silah bırakmayız” demişti… Karayılan bu sözlerini: “Apo talimat verse bile silah bırakmayız” diyerek iyice pekiştirmiştir. Ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Kılıçların efendisi Kemal Bey, Tunceli’de yaptığı mitingde: ”Dersim’den sesleniyorum, ‘Barış Süreci’ kimsenin tekelinde değildir. Bu ülkede barış sağlanacaksa bunu yapacak olan parti CHP’dir. Herkes çok iyi bilsin bunu. Bu ülkede ‘Barış Süreci’ durmaz” diyerek, BOP Eş Başkanı Erdoğan’ın görevini üzerine aldığını ilan etmiştir.Kılıçdaroğlu’nun, daha önceden “Terör örgütü ile devlet görüşmez, “akil” adamlardan oluşacak bir komisyon görüşür” diyerek destek verdiği, “Barış süreci”nin, ülkeyi getirdiği nokta burasıdır!
 Zaman gazetesine konuşan Fetullah Gülen de “Kürt Açılımı” konusunda olumlu mesajlar verdi:”Şimdi bir sulh ve sükun süreci var. Bozmamak lazım.” dedi… Hatta, Erdoğan hükümetini “anadilde eğitim” konusunda gerekli adımları atmamakla suçladı!.. Cemaat’in sürekli iktidarda kalacağı göz önünde tutulursa, olası koalisyon ortaklarının daha şimdiden politikalarını BOP ile uyumlu hale getirmeleri sürpriz değildir!.. Yaşanan gelişmeler, yoruma gerek bırakmayacak kadar açıktır ve herkes safını buna göre belirlemelidir!.. Atatürk Cumhuriyeti’nin yurtsever bekçileri, seçimlerden hemen sonra, başlarının çaresine bakmak zorundadır!..
 Hiçbir şekilde silah bırakmayacağını açıklayan bir terör örgütü ile barış yapılabilir mi? Kafasına silah dayalı olan taraf, sadece teslim alınır!.. Bu durumun adının “barış” olarak konulması sonucu değiştirmez!.. İsteklerini silahla elde eden terör örgütü PKK, Apo’yu serbest bıraktırdıktan sonra, silahlarını neden bıraksın ki?!.. Ne yazık ki, “Teslim alınmış devlet” algısının oluşmasına en önemli katkıyı Y-CHP yapmaktadır… Adamlar Suriye’nin Kuzeyi’nde (Rojava’da) üstelik de MİT’le birlikte “kanton” sistemini kurmayı tartışıyorlar, MİT’ten müsteşar yardımcılığı isteyip, Ordu’da “Kürt birimi” kurmanın peşinde koşuyorlar… (2) Bizimki hala “Barış süreci durmaz” diyerek, süreci destekliyor ve bölücülerin değirmenine su taşıyor!.. Hükümetin 12 yıllık hasar tespit raporu!.. Hükümetin 12 yıllık hasar tespit raporu yayınlandı. 22 milyar ödeyip, 243 milyar borçlanmışlar. Dış borcumuz 372 milyar dolara çıkmış… 12 yıllık AKP döneminde, toplam 367 milyar dolarfaiz ödenmiş. Dışarıdan alınan borcun tamamı “faiz lobisi”ne verilmiş ve bu da faiz borcunu kapatmaya yetmemiş! Demek ki AKP 12 yılı, faizcilerine borç ödemekle geçirmiş… Hükümetin 11 yılda kullandığı para 1 trilyon 697 milyar dolar. Bu miktar AKP’den önceki 42 hükümetin kullandığı paranıniki katından fazladır. Kullanılan paradan halka verilen pay ise, yok denecek kadar azdır. Bu yüzden kredi kartı borçları19 kat, tüketici kredileri 109 kat artmış… Merkez Bankası’nın rezervleri 4.6 kat arttı, buna karşılık dış borç ve cari açık o kadar fazla arttı ki, her 100 dolarlık kısa vadeli dış borç ve cari açık için, Merkez Bankası’ndaki para AKP öncesinde 166 dolar iken, 11 yıl sonunda 67 dolara kadar düşmüş!.. 12 yıllık dönemde, İstanbul’un 6,5 kat büyüklüğünde tarım arazisi ekilemez hale geldi. Tarım ve sanayi çöktü… İşsizlik yüzde 8.3’ten 10.8’e çıktı. Vatandaşın durumu ise icra dairelerindeki dosyaların sayısından bellidir: Takipteki dosya sayısı, iki kat artarak 21 milyona ulaştı… AKP hükümetleri ile, cari açık 104 kat, dış ticaret 2,8 kat, döviz açık pozisyonu 4,6 kat, kısa vadeli dış borç 8 kat artmıştır. Artış yapılmayan bir tek kalem emekliler ile emekçilerin maaşlarıdır!.. “Ben icraata bakarım” veya “Bu dönemde iyi işler de yapıldı” diyerek, hükümeti savunanlara bu karneyi göstermek gerekir!.. Karnenin bir de arka yüzünü okuyalım. Ayakkabı kutuları, yatak odasındaki kasalar içerisindeki paraları konuşmuyoruz bile. Davutoğlu’na göre, Suriyeliler için harcanan para 2,5 milyar doları aşmış. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı “Kadir Abi”nin 21 gayrimenkulünün değeri ise 60 milyon lira civarında. Zevcesi Özleyiş Hanım, 20 trilyonluk gayrimenkulü birinci sırayı işgal ediyor. Oğul Mustafa Ömer’inkiler ise, sadece 2 milyon değerinde… Topbaş ailesine büyük pastadan ne kadar pay düştüğü, mal varlıklarının ne kadarının dede Topbaş’tan kaldığı ise şimdilik bilinmiyor… Oyumuzu AKP’yi geriletmek için vereceğiz!.. Yerel seçimlerde en çok zorlanacağımız konu, kime oy vereceğimizdir. Y-CHP’ye oy vermekle, Kılıçdaroğlu’nun uyguladığı fakat CHP programına taban tabana zıt politikalara da “evet” demiş olacak mıyız? Hayır! Yerel seçimlerden güçlenerek çıkan Y-CHP’de; SOROSCU, TESEVCİ, CEMAATCİ ve LİBERAL ekipler daha da güçlenerek iyice kök salacaklar. Bu doğru tespit Bu şekilde CHP’yi işgalci ekiplerin elinden geri almak, imkansız hale gelebilir! AKP’nin yerel seçimlerde gerilemesi sonucu “erken genel seçim” kararı alınırsa, diyelim ki alındı ve genel seçimlerde Y-CHP ile Cemaat ittifakı başarılı oldu. Bu durumda, Cemaat’in AKP ile birlikte yaptığı karşı devrimi geri çevirmek imkansız hale gelmez mi? Aynı şekilde, zaten yargı ve polisi ele geçiren Cemaat’in, “orduya kumpas yapmak” gibi işlediği pek çok anayasal suçun hiç birinin hesabı sorulamaz hale gelecektir. Bu “fiili affı” kabul edebili miyiz? Olası bir Y-CHP Cemaat koalisyonu ile Cemaat, en avantajlı konumunu yakalayıp ve devleti tamamen ele geçirebilir. Buna karşı bir önlem alınmış mıdır ve nedir? Bilen yok. Beklenen ortaklıktan tek kazançlı çıkacak tarafın Cemaat olacağı kesindir. Yakın geçmişte; ANAP, DYP ve DSP’nin başına geldiği gibi bu defa da CHP “siyasi mevta” olarak, siyaset mezarlığına gömülür!.. Kılıçdaroğlu’nun umurunda mı?.. Bu yüzden, yerel seçimlerde oylarımızı AKP’yi geriletmek için CHP, MHP ve İşçi Partisi’nden adaylığını koyan ve Atatürkçülüğünden kuşku duyulmayan adaylardan en güçlü görünenine vermek durumundayız… Y-CHP yöneticilerinin sözlerine bakarak, bölücü PKK’nın siyasi uzantıları olan BDP ve HDP’ye hiç bir şekilde oy veremeyiz!.. Aksi halde, kullandığımız oylar “geçersiz” sayılmaktan beter olurlar… Bugün “Oyları bölmeyelim” söyleminin hiç bir geçerliliği yoktur. Zira asıl bölünme tehlikesi, topraklarımız için söz konusudur!.. Bölünmenin aktörleri de saklı değil, apaçık ortadadırlar!.. Bu yakın tehlikeye göre, konuşlanmak hayati önemdedir. Yurtseverliğin gereği de bunu gerektirir!.. Sağduyusunu hiç bir zaman yitirmemiş yazarlardan Mehmet Faraç bile, son yazılarında “dehşet içindeyim”, “ürküyorum” ifadelerini kullanmıştır… Mustafa Mutlu ise, “kafayı yemek” üzere olduğunu açıklamıştır… Belli ki, toplum olarak derin bir “depresyon” içerisinden geçmekteyiz… Bu durumu “Toplumsal cinnet” olarak tanımlayanlar da vardır… Neyse ki, önümüzde bir yol gösterenimiz vardır: Ulu Önderimiz Atatürk’ün izinden yürüyerek, bu karanlıklardan çıkabiliriz. Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi yine ülkemize ve halkımıza kurulan tuzaklardan el birliği ile kurtulabiliriz. Bir tuzaktan kurtulup, diğerine düşmemek için 24 saat uyanık ve nöbette kalmak zorundayız!.. “Bilinmez”lik üzerine bir yerel seçim!.. AKP çoğunluğuna güvenerek, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasına bağlı olarak, görevden alınan 4 bakanı hakkındaki fezlekeleri TBMM’nde okutmamış. Demek ki, AKP milletvekilleri arkadaşlarının ne ile suçlandığınıbilmek istemiyorlar!.. Başbakan bir ilke daha imzasını attı, sanırım Meclis tarihinde okutulmayan ilk fezlekeler bunlardır. Erdoğan, çok övüneceği bu meclis faaliyetinin ardından, bu defa da sosyal medyanın en çok kullanılan sitesi “Twitter”i kapatmış! Anlaşılan 25 Mart’ta yayınlanarak istifasına neden olacağı ileri sürülen görüntülerin ardındaki gerçeklerin bilinmesini istemiyor!.. Demek ki, yerel seçimlere giderken, sadece RTE’nin söyleyecekleri dinlenecek. Bu nedenle bir tek onların öğrenilmesi serbest bırakılmış!.. Bu şekilde seçmeninin “en doğru” kararı vereceğinden emindir!.. Hakaretle eş değerde bir durumla karşı karşıyayız. İyi ki de AKP’nin seçmeni değiliz!.. Y-CHP’deki derin kimlik bunalımı!.. Siirt’te CHP’den belediye başkan adayı olan Galip Çakmak, Parti Meclisi üyesi Dursun Bulut’un seçmenlerine “CHP’ye oy vermiyorsanız BDP’ye verin” sözünden dolayı adaylıktan çekilmiş!.. New York’ta siyaset bilimi okuyan ve CIA-NED (3) fonlarından destek alan Açık Toplum Enstitüsü gibi Soros tarafından finanse edilen TESEV gibi kuruluşların faaliyetlerini kuşku ile karşılamayan Parti Meclisi üyesi, İstanbul Milletvekili Prof Binnaz Toprak, “Ağrı için oyumuzu kime verelim” diye soran seçmenine; “Tabii ki HDP’ye” yanıtını vererek, o da HDP’nin desteklenmesini istemiş!.. “Gandi Kemal”in, önceki açıklamaları Cumhurbaşkanı seçimlerinde Abdullah Gül’ün destekleneceği yönündeydi. Şimdi kararı biraz değişmiş… Yol arkadaşları ile birlikte Cemaat’in de sıcak baktığı MHP Milletvekili Hacı Meral Akşener’in destekleneceği konuşuluyor. Emin olduğumuz tek şey var: O da önemli bir makam için CHP’li birinin, hiç bir zaman aday gösterilmeyeceği!.. Kılıçdaroğlu, CNN Türk’teki açıklamalarında; PKK’nın Suriye kolu PYD tarafından ilan edilen “özerklik” için “Rojava’yı (4) iyi görüyoruz, orada duvar örmek yanlış” ifadelerini kullandıktan sonra, Beşar Esat için “Kendi halkını katleden bir kişiye siz nasıl ‘iyi bir adamdır dersiniz’ ifadesiyle,“17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonu” nedeniyle, zor günler geçiren RTE’nin ara vermek zorunda kaldığı, BOP’ndeki görevini üzerine almıştır!.. Sterk TV’ye konuşan PKK liderlerinden Karayılan; “açılım” nedeniyle kazanımları şu şekilde ifade etmişti:” 1. PKK’ın meşruiyeti arttı, 2. “Kuzey Kürdistan” ve “Rojava” bu süreçten istifade etti. Yeni devletin adı konuldu ve kamuoyuna benimsetildi”… Yerel seçimler öncesinde, teröristlere karşı ülkesini savunan Esat’a “katil” demenin ve AKP’nin vatana ihanet etmekle eş değerde bir suç olan “Açılım”ını sahiplenmenin, CHP’ye ne gibi bir yararı olabilir çok merak ediyorum. Dikkat çeken bir başka husus Kılıçdaroğlu ile PKK sözcülerinin, Kuzey Doğu Suriye için kullandığı dilin (Rojava) aynı olmasıdır!.. Yerel seçimler öncesinde CHP’de yaşanan en ciddi sorun; genel başkandan parti meclisi üyelerine kadar, yönetimde görev alan yabancı unsurların yaptığı bu zevzekçe açıklamalardır. Bu şekilde partiye verdikleri zarar bir yana, bir de gerçek CHP’lilerin sinirlerini bozmaktadırlar!.. Av. Cemil Can  26.03.2014

MİLLETİN A..NA KOYANLAR!..

Yolsuzluk ve rüşvet yolu ile çalındığı tahmin edilen para242 milyar TL civarında. Başbakanın bu paralar devletten çalınmamış anlamına gelen sözlerinin hiçbir inandırıcılığı yok. Çalınan her kuruş Türk halkının cebinden çıkmıştır veya yakında çıkacaktır. Devletin bankalarından usulsüz olarak alınan krediler battığında,fatura tüm halka çıkartılır. Geçmişte de bu hep böyle olmuştur. İhale yolsuzlukları ile ele geçirilen paralar kimindir? Onlar da halka aittir. Sonuç olarak76 milyon Türk halkı soyulmuştur. Bu hırsızlıklardan adam başına ne düşer onu hesaplayalım: Nüfusumuz 76 milyon olduğuna göre, 243 milyon bölü 76 milyon eşittir 3.197.00- TL eder. Yani tüyü bitmemiş yetim dâhil, her birimizden3.197 TL çalınmıştır… Hesap bu kadar basittir yani!..Gelecek12 ay içerisinde ödemek zorunda olduğumuz dış borcumuz163 milyar dolar civarındadır. 2013’ün cari açığı ise 65 milyar dolar olarak açıklanmıştır. Bu miktar dışarıdan gelen 72 milyar dolarlık sermaye ile finanse edilmişmiş… Kısaca; borcumuz ödenmiş değil, her geçen gün katlanarak büyüyor!.. Borcumuzu ve çalınan paraların miktarını siz karşılaştırın istedim… Hazine yağmalanınca, doğal olarak elde avuçta bir şey kalmıyor. Hükümet,mecburen dolaylı vergilere başvuracaktır. İki de bir petrol  ve tekel ürünlerine ne diye zam yapıldığını sanıyorsunuz?..Sen o “iki kişiden biri”;  vergiden, harçtan, haraçtan muaf mı sanıyorsun kendini? Payına düşen 3.197 lirayı Almanlar gelip ödeyecek değil. Sen ödeyeceksin!..O eylemli durum için yatak odalarına girmiyorlar artık, oralara para kasalarını koyacaklar. Anlayacağın,bu iletişim çağında “Milletin a..na koymak” 3.197 lirayı bir şekilde insanın cebinden almakla gerçekleşiyor! “AKP’ye oy vermedim” veya “ben bu Milletten değilim” demekle kurtulamazsın!..Sen de herkes gibi Mehmet Cengiz’in küfründen payına düşeni alacaksın!.. 2014 yılında parası çalınan vatandaşın,3.8 milyonu okuma-yazma bilmiyor. Bu yüzden onlara durumu anlatmak biraz zor olabilir ama okuma-yazma bilip de okumayanlarımız var. Onlar hayli kalabalık. Okuduğunu anlamayanlar, yandaş kanallara abone olup dünyaya gözlerini kapayanlarımız cabası. Onları da eklediniz mi rakam, on milyonları buluyor. Kimilerinin “güruh” dediği bu geniş kesimin desteğini almış bir iktidarı düşürmek,öyle kolay değil!.. Geriletmek bile çok büyük başarı sayılabilir!..Stratejiyi bu gerçeğe göre belirlemek gerekir. Böylesine hayati öneme sahip seçimlerde, eşi dostu bir yerlere getirmek, Cumhuriyete doğrudan ihanet sayılır. Bu dönem; AKP’li olanlar dışında, güçlü olan adaylara destek vermek, ulusal bir görev olarak karşımıza çıkıyor!.. *** “17 Aralık Operasyonu” sırasında yatak odasındaki kasalarda yüklü miktarda para bulunan Barış Güler, babası eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’i arayarak durumdan haberdar ediyor. Muammer,telaşla evde para olup olmadığını soruyor. Barış babasına yanıt veriyor: “Kendi param, üç beş kuruş kalan param” diyor eski İçişleri Bakanına… Baba yeniden soruyor: “Kaç para”. Barış: “Sen bilirsin” diyor. Baba: “Kaç lira oğlum” diye ısrar ediyor. Barış yanıt veriyor:” 1 trilyon civarında param var”!.. Nihayet, bu karşılıklı konuşmadan çocuğun kalan parasının 1 trilyon olduğu anlaşılıyor… Eski İçişleri Bakanı, doğal olarak:”Diyeceksin ki,  bir danışmanlık ilişkim var. Gayri resmi danışmanlık yapıyorum. Benim alacaklı olduğum dayımın oğlu bunların yanında çalışıyor.  Onun bana borcu var, senetlerimiz var” diye oğluna akıl veriyor ve babalık duygusu ile onu korumaya çalışıyor!.. Her Türk vatandaşını 3.197 TL borçlandırılarak,toplanan paralardan Barış’ın hissesine düşen bu kadar mı acaba? Hiç sanmam. Çünkü kendisi açıkladı; “kalan param 1trilyon” civarında demiş ya. Giden parası ne kadar olduğunu bilen yok!..Nereye gittiğini de bilen yok şimdilik!.. Aslında bu diyalogda iki itiraf var:Biri; Barış’ın“Sen bilirsin” diyerek, paralardan babasının haberdar olduğunu itiraf etmesi. Diğeri; paranın kaynağı; yani paraların gayri resmi danışmanlık işinden elde edildiği. Resmi danışmanlık şirketi açsalardı, bir de devlete vergi ödeyeceklerdi. Ne gerek var, enayi midir İçişleri Bakanı?Nasılsa dayı oğlunu da işe yerleştirdiler!..Umurunda mı Barış’ın vergi gelirleri.  Adam başına 3.197 liralık borcu, dolaylı vergilerle ödeyecek “kerizler”,varsın vergileri de ödesinler!..Gördüğünüz gibi, AKP iktidarında bakanlar bile, “gayri resmi” (kayıt dışı)  iş çevirdiklerini “savunma” olarak ileri sürebiliyorlar… Ne günlere geldik değil mi? Adalet işliyor tabi! Barış’ın yatak odasında ele geçirilen mahkemenin el koyduğu paralar üzerindeki ihtiyati tedbir  kararı da  kalktı!.. Şimdi sırada; “rüşvet” ve “hırsızlığın”  tek kelime ile tanımlanmasına geldi.  Bence en uygun sözcük; “danışmanlık”tır. Bu iş için seçimlerden önce  bir “torba yasa” çıkartmanın vakti geldi de geçiyor bile!.. *** Önlerinde yürüyen bizim salaklara güvenmeseler; Sabah ve atv’yi ele geçirmek için talimat veren Başbakanın emri de olsa, o ünlü 41 büyük müteahhit; öyle büyük para havuzunu kuramazlardı… Dolayısıyla Kalkandereli Mehmet Cengiz  de “Milletin a..na”o kadar kolay koyamazdı!.. AKP, kurulduğu andan itibaren; cahil, mesleksiz, kimliksiz ve kişiliksiz kesimlerin sığınabildiği bir yerdi. Bu gerçeği dürüstçe kabul etmek gerekir. Sokaktaki işsizler,seçim kampanyası boyunca, döner-ekmek ve ayran ile karınlarını orada doyurabildiler. AKP, seçimlerden önce, kapı kapı dolaşıp,Allah için, din için oy dilenmeyi meslek edinenlerin de barınacağı yer olmuştur… Her genel seçimden sonra, hep birlikte kömür, bulgur ve makarna yardımı alarak; gelecek “güzel” günleri beklemeye başladılar. Bu kesim, salt bu nedenle bile, seçimlerde anne ve babalarının, eşlerinin, çocuklarının ve kardeşlerinin oylarını çılgınlar gibi ipotek altına almıştır.Onlara göre, herkes oyunu  “Müslüman parti” AKP’ye vermeliydi. Sıraları geldiğinde ki, geleceğine Allah’a inanır gibi inanıyorlardı,onlarda topladıkları oyları paraya çevireceklerdi!Avantadan paylarına düşeni alıp,kısa yoldan köşeyi döneceklerdi… “Avanta” dedikleri, sanki düşmandan yağmalanan mallardı!.. Anlayacağınız, her birinin hedefinde “Barış” olmak vardı! Aradan 12 yıl geçti, beklenen o gün hiç gelmedi, gelmeyecek elbette. Oy dilencilerinin hayalleri hepten suya düştü. Köşeyi dönenler, her zamanki, gibi kaymak tabakasının uyanık çocukları oldu! Bizim zavallılar, bulundukları yerde öylece kala kaldılar…  Sıranın kendilerine asla gelmeyeceğini şimdi biliyorlar, lakin ne fayda iş işten çoktan geçmiştir!.. Bu yalın gerçeğe rağmen, bir tür savunmadır galiba, bu acı deneyleri yaşayanlar, hala politikacıların önünde, onlara oy dilenip, kendilerini yolsuzluk ve rüşveti savunmakla görevli hissediyorlar!.. *** Emperyalistler, Abdullah Öcalan’ın İmralı sorgusunun video kayıtları ile sarsılan Kürtlere, yeni bir lider yaratılabilir mi göreceğiz! BOP’a teslim olan ve taşeronluğu kabul eden Apo,  kadrolarının ne kadar tehlikeli ve acımasız olduklarına vurgu yaptıktan sonra, bütün Kürtleri hizaya getirerek devletin hizmetine sokacağının sözünü vermişti. Bu sözünü henüz yerine getiremedi.. Tam aksine “özerklik” istiyor şimdi! Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan devleti kovdular. Açılımın geldiği nokta burasıdır işte. İşçi Partisi, bu önemli ifşaatla; Kürtlere ve Türklere önemli bir fırsat sunmuştur: Seyit Rızalar, Şeyh Saitler, Apolar ve diğer Kürt liderlerinin hepsinin, emperyalizmin maşası olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır… Bu görüntülerle aynı zamanda, Kürtler ve diğer azınlıkların Türklerle birlikte, insanca ve eşit yurttaş olarak yaşama olanağını veren Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, ufkun ötesini gören, son yüzyılın en büyük lideri olduğu ve kurtuluşun onun izinden yürümekle gerçekleşeceği gerçeği görülmüştür!.. O’nun ve yolunda yürüyen kahramanların mücadelesi önünde saygı ile eğilirim!.. Av. Cemil Can

ENAYİLER!.. Av. Cemil Can

Son yapılan anketlerin birinde elde edilen sonuç,  “Aziz Nesin’lik durum” olarak nitelendirilmiş. Ankete katılanların yüzde 77’si, yolsuzluk ve rüşvetin varlığına inandığı halde genel seçimlerde tercihlerinin değişmeyeceğini söylemişler. Başka bir deyişle; hırsızlığa ve rüşvete yol veren iktidara desteklerini sürdürecekler!… Tam da Türkiye’ye göre bir durum!?.. Siyasetten beklentisi olup da halkı suçlamaktan çekinenler, elbette bu durumu Aziz Nesin’lik olarak isimlendireceklerdir. Toplumsal bir felaketin ipuçlarının göründüğü bu acıklı durumda, komik olan hiçbir şey bulunmamaktadır. Bu isabetsiz yakıştırmayı yapanlara göre, halk ne yaparsa yapsın hiçbir zaman  sorumlu tutulamayacaktır!.. Bu görüşe göre, halkın çoğunluğunun iradesi ile ortaya çıkan en olumsuz sonuçlardan bile, son tahlilde yine yöneticiler sorumlu tutulacaktır. Kuşkusuz bu yargıda haklılık payı vardır ama asıl görülmesi gereken, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Ali Sirmen’in işaret ettiği yan olmalıdır… (1)  Sirmen’e göre, seçimlerden önce, gecekondular için çıkartılan imar af yasaları ile meşrulaştırılan “talan sosyal adaleti”nin, toplumda yarattığı çürüme bizi bu noktaya kadar getirmiştir. Bu tespite vergi ve prim aflarını da ekleyebiliriz. Hazineye ait arazilerin üzerinde kurulan gecekondulara; yol, su, elektrik gibi kamu hizmetlerini verdikten sonra, tapu tahsis belgesi ile taçlandırmak, son derece hatalı bir politikadır. Bu durum yasaları çiğneyerek, hazineye ait taşınmaz malları işgal edenleri, cezalandıracak yerde bir tür ödüllendirmektir. İşgalciler, yasalara saygılı, dürüst vatandaşlar karşısında, üstelik devletin eliyle,  pek çok kez,  haksız bir şekilde zenginleştirilmişlerdir!.. Aynı şekilde, mali aflarla da hazineye girmesi gereken kamuya ait paralar, bunları ödemek zorunda olanların cebinde bırakılmıştır. Bu yalın gerçek karşısında, yasalara saygılı yurttaşlar bir anlamda cezalandırılmış ve “enayi” durumuna düşürülmüşlerdir… Bu tür olayların kısa aralıklarla tekrarı, dürüst vatandaşları “enayi” olmadıklarını ispat etmeye zorlamıştır!.. Dürüst vatandaş “enayi” olmadığını nasıl kanıtlayacaktır? Yanıt bellidir. Dürüst olmayan yaptığı gibi… Ya hazine arazilerini işgal edecek, ya da devlete olan borçlarını ödemeyecektir!..  Vatandaş, “enayi” olmadığını kanıtlamak için “hırsızlık” yapmaya teşvik edilmektedir… Bu anormal davranışların  doğal sonucu olarak, enayi olmamanın ispat aracı haline gelen kamu malını talan, giderek  dürüst vatandaşlar arasında da meşrulaşmaya başlamıştır!.. Yasalara saygılı, dürüst vatandaşlar, yağma ve talana yatkın olanlarla birleşince, yüzde seksenlere yaklaşan bir oy oranını ortaya çıkartmış bulunmaktadır… Bu korkunç bir rakama karşılık gelmektedir.  İçerisinde kararsız seçmenleri de bulunduran bu geniş dilim, doğal olarak güncel siyasetin de odağını oluşturmaktadır. AKP, üç seçim arka arkaya halkın yararına dişe dokunur bir icraat yapmadığı halde, yüzde 50’yi bulan desteğini bu kitle içerisinden ayarlayabilmiştir!.. Akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden, sadece lider  kabul ettikleri Erdoğan’ın, ses tonundan etkilenerek, antidemokratik anayasa değişikliklerine bile “evet” demişlerdir!.. Halkın önemli bir kesimini, ilkesiz olmakla, dürüst davranmamakla ve haksızlık yapanın yanında yer almakla suçlamak, öyle kolay bir iş değildir. Bu şekilde tanımlanan bir kitlenin, desteğini alarak oya çevirecek olan parti için ilk icraat: Bu yığınların temel karakteristiğini reddetmemek ve onlarla aynı-yağma ve talan üzerine kurulu düşüncelerini benimsendiğini göstermektir. Bu bir tür siyasetçilerle seçmen arasında yapılmış gizli bir anlaşmadır. 1999 genel seçimlerinde, (2) barajın altında kalarak Meclise milletvekili sokamayan CHP’nin lideri Baykal, içerisinde bulunulan durumu açıklarken; seçmeni “mantıksız” davranmakla suçlamış ve kabahatli olarak ilan etmişti… (3) Siyasi başarısızlıktan seçmeni sorumlu tutmak, her siyaset adamının yapabileceği bir iş değildir. Kabul etmek gerekir ki, o tarihte Baykal, bu tespiti ile halkın sağduyusunu yitirmekte olduğu gerçeğinin de altını çizmiştir. Ali Sirmen’in yerinde saptaması ile “sorunların çözülmesinin talanla sağlanabileceği ve bundan herkesin yararlanabileceği yanılsamasının yaratılması” ile “büyük talandan bana da pay kalır; komşuda pişer bana da düşer” zihniyeti, kınanacak yerde sürekli yeşertilmiştir… Hiç kuşku yok ki, böyle bir duruma gelinmesinin baş sorumlusu,  “talan sosyal adaletine” olur veren siyasettir… Halkın sorumluluğu da vardır elbette, ama onlarınki,  ahlaki temelde ve ikinci derecdendir… Boğazına kadar yolsuzluğa batan AKP iktidarına destek veren seçmenlerin, bugünkü durumuna göre, siyasi tercihlerini değiştirmemelerinin gerçek nedenini öğrenmek,  çok kolay değildir. Bu kokuşmuş iktidara desteğini hala sürdürenlerin çoğunluğu, yağma düzeninden şu ana kadar hiçbir şekilde yararlanamayanlardır! Başkasının yaptığı hırsızlığı savunmak zorunda hisseden insanın ruh sağlığını düşünebiliyor musunuz? Bu insanların içerisinde bulundukları karmaşık duyguları hakkında yanılsak da devam etmekte olan yağmadan pek yakında yararlanacaklarına dair kör bir inanç içerisinde olduğunu söyleyebiliriz… Tersi düşünüldüğünde; kamu mallarını yağmalayanlara sadece destek vermiş olmakla kalacaklar ve  paylarına düşeni alamamış olmakla “enayi” durumuna düştüklerine inanacaklardır!.. Dürüst davranarak yağmacılara destek vermeyenleri  “enayi” durumuna düşüren bu garip sistem, giderek destekleyenlerin  de payını vermeyerek, onları da “enayi” durumuna düşürmektedir!.. “Enayi” damgasını yemektense, sistemi savunmak daha kolaydır!.. Kişiliği, adeta siyasi lideri ile bütünleşen kitleler, yasa dışı hiçbir işe bulaşmadıkları halde, yasa dışı işlere bulaşan liderlerini ve yakın çevresini  neden savunmak zorunda kalırlar?… Akıl almaz rüşvet ve yolsuzluk olayları ile suçlanan liderlerine karşı yapılan en ağır eleştirileri, kendilerine karşı yapılmış hakaretler olarak kabul edip, aşırı tepki vermelerinin sosyolojik bir nedeni vardır elbette!.. Bu durumdaki seçmenler, sorunlara çözüm üretmeyen siyasetçiler için paha biçilmez değerdedir. Çok büyük ve fahiş hatalar yapmadıkça liderlerini terk etmezler!.. Bu yüzdendir ki, hırsızlıkla suçlanan siyasetçiler, hesap vermek için mahkeme yerine, sandığı göstermektedirler!..  Rüşvet ve yolsuzluğun varlığını kabul edip, bunu yapanlara destek vermeyi ve yolsuzluğa bulaşan siyasileri savunmaya çalışmayı, bilinen insan davranışları açıklamak, neredeyse imkânsız hale gelecektir! Bu noktada sosyal bilimcilerin ayrı bir başlık açmaları zorunlu görülmektedir!.. Yolsuzluğa bulaşmış bir iktidarı desteklemeyi, “suç ortaklığı” ile açıklamak da mümkündür. Hiçbir şekilde suça bulaşmamış seçmenlerin, olası bir iktidar değişikliğinde,hesaba çekilecekleri veya başka bir şekilde, örneğin bazı olanaklardan yararlandırılmama şeklinde cezalandırılacaklarını düşünmeleri, oldukça etkilidir… Bu şekilde gelişen davranış biçimine, hak etmeden elde edilenleri kaybetme korkusunu da dâhil etmek gerekir… Ama asıl önemli olan, iktidara gelme olasılığı bulunan muhalefetteki partilerin, hukuka saygılı kesimler ile “talan sosyal ekonomisine” bağlanmış kitlelere, umut ve güven verememiş olmasıdır… Bu güvensizliği yaratan temel olgu, yolsuzluk ve rüşvete bulaşmış, milli orduya birlikte kumpas kurmuş koalisyon ortakları arasında başlayan kavgada,haksızlardan birinin yanında saf tutmuş olmaktır… İki yanlış arasında doğruyu gösterip savunmaktan aciz olan muhalefet, zaten kafası iyice karışmış, güven bunalımı içerisinde çırpınan, şaşkın yığınların desteğini hiçbir şekilde alamayacaktır!.. Bu yüzden, yanlış yerde konuşlanan seçmenler de kolay kolay yol arkadaşlarını terk edemeyecektir!… Sandığa gitmeden önce, çözülmesi gereken sorun budur ve çözüme buradan başlamak gerekmektedir!.. Av. Cemil Can

DİPNOTLAR: (1)        http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/38793/Talan_Sosyal_Adaleti.html (2)        http://tr.wikipedia.org/wiki/1999_T%C3%BCrkiye_genel_se%C3%A7imleri (3)        http://cemilcan.gen.tr/2002/12/simdi-chp-zamanidir/  

“CeHaPe Zihniyeti”!..‏  Av. Cemil Cayerel_secimler_1.jpgUzun zamandır söylemek istediğim; fakat bu sefer de kalsın, diyerek ertelediğim bir tespitim var. Y-CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sürekli Başbakan Erdoğan’ın cahilliğine vurgu yapmak için; şunu okusun, bunu okusun gibi tacizlerde bulunuyor. Her nasıl oluyorsa, Erdoğan da bu tür saldırıların hemen karşılığını vermiyor. Kılıçdaroğlu, bu fahiş hatayı, birkaç kez tekrar ettikten ve halkın hafızasında iyice yerleştikten sonra, arka arkaya yumruklarını indiriyor. Bir değil, beş değil, onlarca yaşadık bu tabloyu. Her seferinde bu tartışmadan kazançlı çıkan Erdoğan olmuştur. Son olarak 15 Nisan 2014 tarihli grup toplantısında aynı şeyler yaşandı. Kılıçdaroğlu, bu defa da Erdoğan’ı kastederek; “Başbakanlık koltuğunda oturan zata, hukuk devleti nedir, ben ona kitapları söylemeyeceğim, İpsala Kaymakamlığı internet sitesine girsin, hukuk devleti nedir bir oradan okusun bakalım. Okusun öğrensin” diyerek aynı tutumunu sürdürdü.(1) Yine dikkatimi çekti, izledim. Erdoğan, bu “aşağılamaya” yanıt vermedi!.. Fakat aynı konuşma sırasında Kılıçdaroğlu, bu defa cebinden bir kağıt parçası çıkarıp “Totaliter demokrasi”nin (2) ne olduğunu okumaya başladı!.. Ey alim adam, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyecektim, demedim!.. Halka son derece yabancı olan bu akademik terim, öğretide bile pek kullanılmazken, ana muhalefet partisinin grup toplantısında dile getirilmesi ne işe yaramıştır bilen var mı? Tayyip Erdoğan’a “Hukuk devleti”nin ne anlama geldiğini, İpsala Kaymakamlığı’nın sitesinden öğrenmesini tavsiye eden Kılıçdaroğlu, “Totaliter Demokrasi”yi not aldığı kağıttan okuyarak, aklınca ondan daha “bilgili” olduğunu mu kanıtladı?.. “Okuma” konusunda, gerçekte her iki lider biri birini aratmaz durumda olmakla birlikte, kabul etmek gerekir ki, bu tarz tartışmalardan hep kazançlı çıkan; “Bizi hakir gördüler, bidon kafalı dediler, aşağıladılar…”  şeklinde cümleler kurarak, bu konuyu acımasızca istismar eden Erdoğan olmuştur!.. Başbakanın 12 yıldır miting meydanlarında, genişletilmiş grup toplantılarında “CeHaPe zihniyeti” olarak halka şikâyet ettiği ve meyvelerini de fazlasıyla topladığı kara propaganda bu kadar basittir işte… Ne yazık ki, Kılıçdaroğlu, sanki asıl görevi böyle bir ortamı yaratmakmış gibi, iktidara sürekli  bu altın fırsatı sunmaktadır!.. Recep Bey, olur olmaz yerlerde bile, “CeHaPe zihniyeti budur işte”  dediğinde, onu dinleyen kalabalıklar, önceki sesleri hatırlamakta ve acayip etkilenmekteler. Bunun sonucu olarak da Recep’in etrafında adeta etten duvar oluşturup, kenetlenmekteler!.. Yüzde 24’ü ilkokul mezunu, yüzde 9’u ise hiç okuma yazma bilmeyen, geri kalanın ise ezici bir çoğunluğu gazete ve kitap okumayan, başka bir söyleyişle 61 milyonu temel eğitimden yoksun olan bir halkın, “totaliter demokrasi”yi bilememeleri son derece doğal değil mi? Kendini halkın anlamadığı bir dilden konuşmaya zorlayan bu adam, halkın temsilcisi kabul edilebilir mi? Başında oturduğu partiye halkın partisi  denebilir mi?.. Halka cahilliğini anımsatan bu söylem ile, halktan oy alınabilir mi?.. Yoksa asıl amaç, halkın oyunu almak değil de, oyları AKP’ye yönlendirmek mi?.. Öyleyse eğer, sözlerimi geri alıyorum, başarılısın efendim. Tebrikler!.. *** Yeni CHP yönetiminin, aklı ermediği konulardan biri de 200 bin sandık için, görevli bulamadıkları (3) halde, 11 milyon oyu nasıl aldıklarıdır! Alternatifsiz kalan kitlelerin mecbur kaldığı için verdiği bu oyları, Y-CHP yönetimi kendilerine verilmiş destek olarak değerlendirmekle en büyük hatayı yapmaktadır. Seçim sonuçları üzerinden boş gevezelikler yaparak, başarısızlığı gizlemek mümkün değildir. Sonuçlar açıkça göstermektedir ki, Türk halkı Erdoğan’ı başbakan olarak istemiyor, ama ona mecburen katlanıyor… Aynı şekilde halkın ezici bir çoğunluğu da Kılıçdaroğlu’na (ve Bahçeli’ye) güvenmemektedir… Her dört kişiden üçünün güvenmediği bir liderin, istifa ederek halk tarafından sevilen, güvenilir birine yerini vermesi gerekmez mi? Onu göreve getiren dış güçlere verdiği söz neydi acaba? Kılıçların efendisinin  tek görevi, bu süreçte demokrasinin önündeki engelleri kaldırma mücadelesini yükselterek, Türk halkının önünü açacak, güvenilir ve sevilir bir liderin önünü kesmek olabilir mi? Kim ne derse desin, büyük çoğunluğun bu soruya verdiği  yanıt, “evet” olduğu için CHP’nin oyları muhalefette iken bile gerilemiştir!.. *** Bu acınacak noktada olmamıza rağmen, Y-CHP’nin Sakarya Milletvekili Engin Özkoç; Antalya Milletvekili Yıldıray Sapan’a “Bir genel başkana uyarıyorum diyemezsiniz” diyecek kadar kendini kaybetmiştir. Gelecek seçimlerde milletvekilliğini garanti altına almaktan başka derdi olmayan bu vekillerle CHP’nin alacağı yol bu kadardır!… Bu zatın fikrine göre, genel başkanlar uyarılamaz. AmaCHP’nin eski genel başkanları yerden yere vuralabilirler… Hatta hükümetin başı için söylenemeyen en ağır sözler bile, onlar için söylenebilir!.. Ve biz bu insanları yasama görevini yapsınlar diye meclise gönderiyoruz!.. Madem genel başkanlar uyarılamazlar ve sadece alkışlanırlar.  Ben de görevimi yapayım o zaman: Genel seçimler havasına sokulan yerel seçimlerden çıkan sonuç: Halkın yüzde 65’inin Erdoğan’ı desteklemediği ve sevmediğidir… Aynı şekilde, halkın yüzde 75’i de Kılıçların efendisini sevmiyor ve ona güvenmiyorlar… Bu yalın gerçeğe rağmen, Atatürk’ün ve İnönü’nün koltuğunda oturmak, sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmamaya söz veren bir adama yakışır mı? Yoksa, dürüstlüğün Yeni CHP’deki tanımı mı değişti?.. Atatürkçülerin iktidara gelmesinin önündeki en büyük engel olan Kemal Kılıçdaroğlu, yerel seçimlerdeki hezimetin sorumluluğunu, dürüstçe üzerine alacak yerde, laf cambazlığı yaparak işi geçiştirmeye çalışmıyor mu?… MHP’lilerin bile oy verdiği Y- CHP’ye, kendi üyeleri oy vermiyorsa eğer, ortada bir güven bunalımı yok mu? Doğrusunu söylemek gerekirse, Amerikan büyük elçisi ile otel odasında tek başına görüşme yapan, “açılım”ın yoluna başını koymuş ve Cemaat’in uşağı olmuş bu genel başkana, ben de zerre kadar güvenmiyorum… Duygularımız dosdoğru böyledir Beyler!.. Çekilin halkın önünden, inin sırtımızdan… Artık yeter!… Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1)          http://vimeo.com/92029138 (2)       Totaliter Demokrasi: “Kavramın mucidi Jacob Leib Talmon, kavramı günümüzde Sheldon Wolin, Wiliam Engdahl savunuyor. Bu tezlerin tamamı aslında devletin yürütme gücünün yasama gücüne baskın çıkarak, güçler ayrımına son vermesini, dahası İktidarın olağanüstü güçlenerek toplumsal hayatı belirleme gücünü de elde edilmesine dikkat çekerler. Klasik totaliter rejimlerden farkı sistemin demokratik normlar üzerinde yükselmesi, iktidarın demokratik usullerle belirlenmesi ve toplumdaki demokratik hakların zedelenmemiş olmasıdır.” http://www.kuyerel.net/modules/AMS/article.php?storyid=7713 (3)    http://www.internethaber.com/chp-bu-bolgede-sandik-gorevlisi-bulamiyor-        529056h.htm Özür dilemiyoruz!..Av. Cemil Can Ermenilerin Türk kıyımı_1.jpgÖzür dilemiyoruz!.. Bu yıl Y-CHP adına ilk açıklamayı Genel Başkan Faruk Loğoğlu yaptı: “Gocunmamak lazım. Niçin bu kadargeç kalındıktan sonra 2014 yılını seçiyor. Biraz sorgulamak lazım” dedi… Hazret, özür için geç kalındığından yakınıyor. İkinci açıklama Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç’tan geldi. Ona göre, Başbakanın açıklaması “İyi niyet mesajları ile itibar arama gayreti.” Ve nihayet, Y-CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu son noktayı koydu: ”Ölenler sadece Ermeniler değil. Karşılıklı bir kırım olduğu biliniyor. Her ülke kendi tarihi ile yüzleşiyor. Biz de yüzleşmeliyiz” diyerek, o da Obama-Erdoğan çizgisindeki yerini aldı!..

Kurtuluş Savaşı’nı kazanan ve Cumhuriyeti kuran CHP’nin, 24 Nisan’da takındığı tutum böyle olabilir mi?.. Yerel seçimhezimeti tartışılırken, Antalya Milletvekili Osman Kaptan’ın“Halk bize inanmıyor ve güvenmiyor” sözlerini doğrulayacak şekilde; “Evet bizim inandırma ve  güvenme sorunumuz var” diyerek (1) önemli bir itirafta bulunan Kemal Kılıçdaroğlu, gündemi derhal “Ermeni Meselesi” üzerine yoğunlaştırarak, kendi acıklı durumunu gizleyebileceğini sanıyor…

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin  (AİHM), “Perinçek kararı” ile 1915 olaylarının “soykırım” olmadığı kanıtlandıktan sonra, Türkiye’nin özür dilemesini gerektirecek ve geçmişiyle “yüzleşecek”  bir durum olmadığı da ortaya çıkmıştır. “Karşılıklı katliamlar” nedeniyle özür dilenecekse -bence hiç de gerekli değil, zira katliamı yapanların torunlarının biri birlerinden özür dilemeleri gerekmez- iki tarafın özür dilemesi gerekir ki, bu durum özür dilememekle eş değerdedir… Kaldı ki, anayasalarına göre, halen topraklarımızın bir kısmını, kendi toprakları olarak gösteren, Ağrı dağını futbol federasyonlarının sembolü olarak kullanmaya devam eden bir ülkenin, nihai amacı, geçmişten gelen yaraları sarmak ve geçmişi unutmak olamaz. Emperyalistlerin isteği ve tahriki üzerine, dedelerinin başlattığı sivil halk katliamına bir önlem olarak getirilen tehcirin, zorunlu bir askeri önlem olduğu tartışmasızdır. Tehcirden önce yaşanan olaylara, bir tepki olarak kendiliğinden gelişen bazı üzücü olaylar yüzünden, bugün özür dilemek, haklı olanın, haksız olan taraftan, özür dilemesi anlamına gelir!… Kabul etmek gerekir ki, bu konudaki en doğru duruşu sergileyenlerden biri de Ermeni asıllı Hrant Dink’tir.  Bu duruşu nedeniyle ona destek verenlerin, cenaze töreninde  “Hepimiz Ermeni’yiz” şeklinde attıkları slogan bile, tam tersine çevrilmiş, sanki bu sözü söyleyenler Ermeni Diasporası’nın taraftarlarıymış gibi lanetlenmişlerdir. Ele geçirilmiş medya ile baş etmek öyle kolay değildir. Ne yazık ki, bu bilgi kirliliği günümüzde de devam etmektedir… Gerçek CHP’nin, Ermeni meselesi nedeniyle duruşu, “yeni” yetkililerin yukarıda aktardığımız cümleleri ile özetlenemez.  Gerçek durum çok farklıdır: Atatürkçü düşünceye ve kuruluş felsefesine yüzde yüz bağlı olan bir partili olarak, görüşlerimi geçmiş yıllarda kaleme almıştım.(2) Bu tartışmaları izleyenlere, aşağıdaki bağlantıları açıp okumalarını öneriyorum. Bildiğiniz gibi, Dışişleri Bakanlığımız tarafından İstanbul Üniversitesi araştırma görevlilerinden Mehmet Perinçek’e verilmiş milli ödev, Moskova Devlet Arşivi’nde 10 yıl araştırma yapılarak yerine getirilmiştir. Perinçek, bu konudaki çalışmalarını;”Rus Devlet Arşivlerinden 150 BELGEDE ERMENİ MESELESİ’ adlı kitapta toplamıştır.(3)  Bu eserin yayınlanmasından sonra, artık “Ermeni meselesi” hakkında desteksiz atmak, haddini bilmezlik kabul edilmelidir. O bakımdan meraklılara, bu kitabı da temin edip okumalarını öneriyorum. Ermeni belgeleriyle “SOYKIRIM YALANI”  dizisinin diğer kaynakları da Kaynak Yayınları’nda yayınlanmıştır.(4)  Bunlara ilaveten, Ermeni meselesi Dr. Doğu Perinçek tarafından, AİHM’nde nihai çözüme kavuşturulmuştur. Perinçek’e,Türk Ulusu olarak teşekkür borcumuz vardır. Onun mahkemede yaptığı savunmalar, sunduğu belgeler yeterli görülmüştür ki, Avrupa Birliği açısından Ermeni meselesi kapanmıştır. Bugün “Perinçek kararı”nı Dışişleri Bakanlığı’mız, “Ermeni sorunu” için bir milat olarak kabul etmektedir. Artık böylece, bizlerin de belge ve bilgi sorunumuz kalmamıştır!.. Bu yüzden şaşkın Y-CHP yöneticilerinin saçmalıklarına inanmak zorunda değiliz!.. Yapay “Ermeni sorunu”nu, bir süre daha ABD’nin kaşıyacağı gün gibi ortadadır. Bu süre içerisinde, AKP ve Y-CHP’nin basiretsiz genel başkanları da ABD’nin değirmenine su taşıyacaklardır. Bu bağımlılıktan ötürüdür ve açıkça görünüyor… Bilindiği gibi 1915 yılının acıklı olayları Osmanlı’nınçöküş döneminde yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ise, tarihin tozlu sayfalarında yer alan Osmanlı’nın külleri üzerinde doğmuş ve yeni bir devlet olarak kurulmuştur. Dolayısıyla Osmanlı’nın kötü mirasını kabul etmek zorunluluğu yoktur… Lozan’da kabul etmediğimiz hiç bir konu, bugün önümüze bir özür sorunu olarak getirilemez… Tehcir Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle, yaşanan acıklı olaylara kimsenin bir itirazı olacağını sanmam. Bir sürü masum insan, siyasetçilerin fahiş hataları yüzünden ağır bedeller ödemiştir. Tarih boyunca bedel ödeme zaten hep böyle olmuştur. Bizim itiraz ettiğimiz husus; olayların adını “Büyük Felaket” olarak koyan ABD’nin belirlediği gündemi, yine emperyalizmin belirlediği şekliyle tartışmak ve tekrar etmektir. Bir an için ABD’nin bu tanımlamasının doğru olduğunu kabul edelim. “Büyük Felaket”in sorumlusu kimdir? Türkler olabilir mi?  Elbette ki hayır. Hiç kuşku yok ki, bu acıların baş sorumlusu, İngiltere ve Rusya gibi o zamanın güçlü emperyalist devletleridir. Ermeniler de onlaraalet olmakla ikinci derecede kusurlu ve sorumludur. Türkler, sorumlulukta ancak üçüncü sıraya yerleştirilebilirler. Gerçeğe uygun olan bu sıralamayı tersine çevirerek, önümüze getirenler, kim olursa olsun aldatıldıkları kesindir, bu yüzden de söylediklerini kabul edemeyiz. Etmemiz için ahlaki bir sebep de bulunmamaktadır… Bunun dışındaki konuları elbette kabul edebiliriz. Ortak yaşamda, Ermenilerden öğrendiğimiz çok şeyler vardır. Aynı şekilde, Kürtler ile de kültürlerimiz harmanlanmıştır.  “Türk Milleti”nin önemli bileşenleri olan Ermeniler ve Kürtlerle aynı topraklar üzerinde yaşayarak, kader birliği yapmışız. Bunlara itiraz eden yok. Uluslar zaten böyle oluşurlar… Kültürlerimiz birleşerek, ortak “Anadolu Kültürü”nü oluşturmuştur. Etle tırnak gibi yüzlerce yıl birlikte yaşamışız. Bunlar ayrı şeylerdir. Bizim tartıştığımız konu, emperyalizmin önümüze getirdiği bu “yeni” sorunu, onların istediği çerçevede kabul etme zorunluluğumuzun olup olmadığıdır. “Yeni” adıyla önümüze ne getirildiyse bize yabancıdır!.. Türkiye Cumhuriyeti, Sevr’i kabul etmeyen kahramanların başlattığı mücadele sonunda savaşarak kurulmuştur.Kuruluş belgesi, Lozan’da imzalanan antlaşmadır. Hiç bir devletin kendinden önceki imparatorlukların bütün günahlarını açıklamak veya bedellerini ödemek zorunluluğu yoktur. Diğer imparatorlukların üzerinde kurulan devletlerin, hiç özür dilediğini duydunuz mu? Özetle; Lozan’da imza attığımız anlaşma ile üzerimize aldığımız yükümlülüklerden başka hiçbir yükümlülüğümüz yoktur. Emperyalizmin Türkiye’yi parçalama planına hizmet eden “Büyük Felaket” teorisini bu yüzden temelden reddediyoruz… “Ermeni Sorunu”na bağlı olarak ortaya atılan diğer soruların yanıtları; dipnotta verdiğim kaynaklardan öğrenilebilir. Anadolu’da yaşayan halkların içerisinde, Ermenilerinnüfusunun ne kadar olduğu Osmanlı Salnamelerinden bellidir. Vaktiyle toplam nüfusun yüzde kaçına denk geldikleri çok da önemli değildir. Ama ne olursa olsun ortada bir “soykırım” olmadığı kesindir. Bir an için aksini iddia edenlerin verdiği rakamların doğru olduğunu kabul edelim. Tehcir zorunlu göç olduğuna ve tehcire tabi tutulan Ermeniler,Suriye-Lübnan tarafına gönderildiğine göre, onları bugün Anadolu’da aramak beyhude bir çabadır. Bu iki coğrafya parçası da sınırlarımız dışarısında kalmıştır. Ermenilerin bir kısmı oralarda yaşamaya devam etmişken, bir kısmı da ABD’ye, Fransa’ya, Rusya’ya ve diğer ülkelere göç etmişlerdir… Dolayısıyla Anadolu’da kalanların 8-9 bin civarında oldukları iddiası doğru olsa da, diğerlerinin nerede olduğu sorusunun yanıtı bulunmuş oluyor. Bu saptama dahi, Ermenilere karşı “soykırım” yapılmadığının en açık kanıtıdır. Ermeni nüfusunun Anadolu’da azalmış olması, “soykırım”ın kanıtı olarak gösterilemez! Soykırım, Hitler tarafından Almanya’da yaşayan Yahudilere karşı uygulanmıştı. İşte bu yüzden Almanya’da bir tek Yahudi kalmamıştır… Türkiye’de ise Ermeniler hala yaşamaktadır… Kaldı ki, dönemin siyasetinden sorumlu tutulanlar, Malta’ya sürgün edilmiş ve İngilizler tarafından, olağanüstü bir mahkemede  “soykırım” yapmakla suçlanıp, yargılanmışlardı. Olayların baş sorumlusu İngiltere, üstelik bütün arşivler ellerinin altındayken, Türkleri “soykırım” yaptıkları için mahkûm etmeye yeter kanıt bulamamıştır. Bu yalın gerçeğe rağmen, her yıl 24 Nisan’da ABD’nin yaptığı açıklamayı beklememiz oldukça tuhaftır. Bu durumu diplomatik bir avantaja çeviren ABD’yi,  artık emperyalizm düzleminde değerlendirme zorunluluğu vardır. Başka türlü onlarla baş etmemiz olanaksızdır… Her yıl aynı oyunun neden bir parçası biz  oluyoruz, anlamak mümkün değildir!.. Bu olaylar nedeniyle, Türklerin karşısında  yer almak, neredeyse “aydın” tanımının zorunlu bir unsuru haline getirilmiştir!.. Bu arada şunu da söylemek gerekir ki; Türkler, Çanakkale Savaşı’nda dalga dalga ölüme giderken, cephenin gerisindeki Ermeniler, Türklere karşı katliamlara başlamışlar ve Türklerin bu var oluş savaşında, olumsuz yönde rol almışlardı. Unutmayınız ki, Birleşik Krallık Donanma Bakanı Winston Churchill, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı’nın donanmayla geçilerek, İstanbul’un işgalini öngören bir planı Başbakan Herbert Asquith‘e vermiştir. Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya konmuş ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz’a geniş çaplı ilk saldırısı 1915 Şubat ayında başlatılmıştır. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konulmuştu… Lütfen bu tarihlere dikkat ediniz… Demek ki, o tarihlerde Doğu cephesinde ve düşman saflarında “Hınçak” ve “Taşnak” adlı Ermeni çeteleri vardı. Bu bölgeyi Çanakkale’den ayrı düşünemeyiz. Bu yüzden İçişleri Bakanlığı 24 Nisan 1915’te, bu Ermeni komitelerinin kapatılmasına, evraklarına el konulmasına, liderleri ile zararlı faaliyette bilinenlerin tutuklanmasına ve bunlardan bulundukları yerlerde kalmaları sakıncalı görülenlerin ise uygun yerlere toplanması kararını almıştı. Tarihe dikkat ediyorsunuz değil mi? 18 Mart 1915 Çanakkale’ye düşman donanmasının başlattığı saldırıdır. Arada sadece 1 hafta vardır. Yaklaşık 5 hafta sonra da 27 Mayıs 1915’te Tehcir Kanunu kabul edilmiştir. Demek istediğim; Çanakkale’yi göz ardı ederek, Ermeni meselesini değerlendirmek mümkün değildir… Perinçek. bütün bu bağlantıları göstererek ve kanıtlarını koyarak, AİHM’nde dava açmıştır. Mahkeme kararı ile kazanılan hukuk zaferi, bu doğru tezleri bir kez daha teyit etmiştir. Unutmayınız ki, tarihte “Pirus Zaferi” de bir zafer olarak anılır.  Bu zafer sonunda ortada birkaç sefil askerden başka kimse kalmamıştı.(5) Pirus zaferinde olduğu gibi, Ermeniler de kalkışmaları sonucunda fazla zayiat vermiş olabilirler. Zayiatın fazlalığı, yaşanan olayın adını belirleyemez!.. Ortaya çıkan sonuçlardan Türkleri sorumlu tutmak açık bir haksızlıktır. Çünkü: Hiç kimse kendi kusuru ile uğradığı zarardan başkalarının sorumlu tutulmasını talep edemez!.. Bu son söylediğim, genel kabul gören evrensel bir hukuk kuralıdır… Ebetteki bazı konularda farklı düşünenlerimiz olacaktır. Böyle düşünenler, az önceki kuralın tersini de savunuyor olabilirler. Bu onların kişisel sorunudur.  Böyle sorunlar koca topluma mal edilemez… ABD’nin hazırlatıp Erdoğan’a okuttuğu “taziye mesajı”nı ne yazık ki doğru bulanlar da çıkmıştır. Onlar açık bir yanılgı içerisindedirler. Şimdi eğri durup, doğru konuşalım: “Taziye mesajı” verilecek idiyse, vaktiyle bunu her iki tarafın birbirine vermesi gerekmez miydi? Vakitsiz mesajlar, başka amaçlar için değil midir? Bu oyunu görelim artık… İlla da birilerinden “özür” dileyerek rahatlayacaksak, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelene kadar ve daha sonra da 4 kıtaya yayılıp kılıçtan geçirdiğimiz – o arada çocuklarını devşirdiğimiz- topluluklardan ve uluslardan özür dileyelim!.. Çok sahip çıktığımız ve övündüğümüz Osmanlı’nın, insanlığa karşı işlediği o ağır suçlardan dolayı da özür dileyebiliriz. Vatan savunması yaparken, düşmana verdiği zarardan özür dileyenler, biraz da “Kahrol düşman! Al sana bomba…” esprisindeki askere benzemiyorlar mı?.. Her şey o kadar açık ki, biz hala anlaşılmaz bir eziklik içerisinde, “özür” dilemek için çırpınıp duruyoruz!… Neden böyleyiz acaba?.. Başımıza taş mı düştü?!.. Av. Cemil Can   http://cemilcan.gen.tr/2014/04/ozur-dilemiyoruz/ DİPNOTLAR: (1)http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/38709-kilicdaroglu-halk-bize-inanmiyor-ve-guvenmiyor.html (2)  a.)http://cemilcan.gen.tr/2004/12/seni-ermeni-seni/ b.)http://cemilcan.gen.tr/2011/12/soykirim-iddiasi-soysuzlugun-itirafidir/ c.)http://cemilcan.gen.tr/2011/12/biz-ermeni-degiliz/ (3)http://www.idefix.com/kitap/150-belgede-ermeni-meselesi-mehmet-perincek/tanim.asp?sid=XIJQPSC1DD0D9Q0PYR20 (4)  1. Ovanes Kaçaznuni/Taşnak Partisi’nin yapacağı bir şey yok, 2.A.A.Lalayan/Taşnak Partisi’nin karşıdevrimci rolü, 3.Kızıl Kitap/İngilizlerin Mavi Kitap’ına Sovyetlerin yanıtı, 4.A.B.Karinyan/Ermeni milliyetçi akımları, 5.Mehmet Perinçek/B.A.Boryan’ın gözüyle Türk-Ermeni Çatışması, 6.KARİBİ/Ermeni iddialarına yanıt Gürcü Devletinin Kırmızı Kitap’ı, 7.S.G.PİRUMYAN/Diasporadaki Taşnaklar, 8.Çarlık Polis Raporlarındaki Taşnaklar. (Kaçaznuni, Lalayan ve Karinyan’ın kitapları Kaynak Yayınları tarafından İngilizce, Almanca, Fransızca, İsveççe ve İspanyolcaya çevrilip basılmıştır.) (5) http://tr.wikipedia.org/wiki/Pirus_zaferi
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, “Saydam ve hesap verilebilir kamu ilkesi”ne rağmen, gümrük uzlaşma tutanaklarını Sayıştay’a vermiyor!.. Yasa göre, gümrüklerden mal geçirenlerin beyanı ile gümrük idaresince yapılan tespit arasında farklılık olması halinde; -ki bu durum çoğunlukla gümrükten mal kaçırma olarak kabul edilir- ödenmesi gereken vergi ve cezalar içinuzlaşma komisyonlarında, uzlaşma tutanağı düzenlenerek (1) vergi ve cezasının bir kısmından vazgeçiliyor. İşte devletin en yüksek denetleme kurumu olan Sayıştay’dan gizlenmekte olan bu tutanaklardır. Bakanlığın denetimden kaçmayı, Sayıştay’ın “yerindelik” denetimi yapacağı varsayımına dayandırması hiç bir şekilde inandırıcı değildir… Gümrük Kanununun 244. maddesine (2) göre vatandaşın beyanı ile idarece yapılan tespit arasındaki farklılığın kanun hükümlerinin yeterince anlaşılamamasından veya yanlış anlaşılmasından ya da yargı kararları ile idarenin görüş farklılığından kaynaklanması söz konusu olduğunda uzlaşmaya gidiliyor. Bu kapsamda tutulan tutanakların Sayıştay denetiminden kaçırılması, akla gümrüklerdeyolsuzluk yapıldığını getirir… Hükümetin bu denetimden kaçınması ise, yolsuzluğun büyüklüğünü gösterir… *** Mısır İhvan’ıyla gizli görüşmeler yapan Başbakan’ın danışmanları 90 milyar doları gözlerini kırpmadan bu örgüte verdiler!..(3) Hükümetin Suriye politikasının Türkiye’ye maliyeti ise, boşuna yere ölen insanları katmazsak 10 milyar doları aşmış durumda...(4) Otogaza yapılan zamdan sonra, bir kaç gün arayla, benzine ve mazota da zam yapıldı. Pek yakında doğal gaza da zam geleceği kesin… Sıra AKP mitinglerinde Erdoğan’la birlikte “Beraber yürüdük biz bu yollarda” türküsünü söyleyen asgari ücretliye gelince, hükümetimiz dikenlere takılmış, adım atamıyor!.. DİSK’e göre, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 1.121, insanca yaşam sınırının 3.544 TL olduğu ülkemizde, 803.68 TL tutarındaki asgari ücrete, sadece ve sadece yüzde 3’lük bir artış öngörülüyor!.. Yani ayda 24 lira!.. *** Çoğu AKP’ye yakın olan müteahhitleri dolandırmak amacıyla, Türkiye’nin dört bir yanında yapılan 112 acil servislerinin birçoğu için arazileri, AKP’li belediyeler bedelsiz vermiş. Dolandırıcılar, komisyon adı altında istasyon başına 30 bin lira almışlar. Yerel seçimler öncesinde yapımı hızlandırılan ve hükümetin en önemliyatırımı olarak lanse edilecek olan “acil servis” işinin içerisinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın eniştesi Oktay Ferşat ile Spor Bakanı Suat Kılıç’ın kayınpederi Ali Yüksel’in olması ise, müteahhitlerin kolayca dolandırılmasında etkili oldu… Anlaşılıyor ki, yaklaşan yerel seçimlerde AKP’li belediyelerin ve hükümetin icraat olarak göstereceği bir şeyi yok. Bu yüzden olsa gerekir, AKP grup toplantısında, CHP’li belediyenin Eskişehir’de yaptığı işleri hükümetin icraatları imiş gibi gösterdi!.. Halbuki, Erdoğan’ın asıl icraatı; oğlu, kızı, damadının ağabeyi, oğlunun kayın validesi, eniştesi ve kızının eltisinin de aralarında bulunduğu, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV)’in İbn-i Haldun adıyla kuracakları üniversitedir…(5) Bu konudaki yasa tasarısı bile hazırlanıp, TBMM’ne sunulmuştur!.. Ne kaldı geriye, ihtiyaç duyulan 15 milyon dolar. O da vakfın işlettiği 12 ayrıkız yurdundan karşılanacakmış!.. (6) Bu kız yurtlarını aklınızın bir köşesinde tutun. Sonra da kızlı-erkekli yurtlar tartışmasını anımsayın. Başbakan’ın dünyayı ayağa kaldırmasının nedeni kendi kız yurtları olabilir mi acaba? Her neyse söylediğimi anladınız umarım. Doğal gaza gelecek zam nedeniyle, bizim bu taraflarda bu kış biraz zor geçecek… Sizin yurtlarda, ham dolsun yakıt sıkıntısı da pek olmaz!.. Biraz ötenizde 3. havalimanı yapılacak olması nedeniyle, toprakları metrekaresi 22 TL’den kamulaştırılmak istenen Yeniköy halkı var. Onlar “topraklarımız gasp ediliyor” diye bağırıyorlarmış… Çok bağırmayın ama, nasılsa bundan sonraki yağmurlarda da beraber ıslanmayacak mıyız? *** Vaktiyle müşahit olarak siyasete atılan AKP Milletvekili Mahmut Mücahit Fındıklı, milletvekili seçildikten sonra, Sima İnşaat’taki hisselerini oğlu müteahhit Hasan Fındıklı’ya devretmiş. Sonra da TOKİ’den sahte belge ile 12 milyon 65 bin liralık “Isparta-Gelendost TOKE Toplu İnşaat” işini almışlar… Sahte belge kullandığı için Tahsin Fındıklı hakkında açılan ceza davasında, sahte olduğu ileri sürülen evrakların “aldatma kabiliyeti” olmadığı için beraat kararı verilmiş. Aldatma kabiliyeti olmayan o evraklar, TOKİ yetkililerini acaba nasıl aldatmışlar?.. Hadi bu soruya cevap aramayın bakalım. Sonuçta aldatmak isteyen yandaşlara, sahte evrakları iyi hazırlayamadıkları için ceza verilmemiş tabi. Onu anladık da aldanmak isteyen yandaşlar neden hala aynı yetkilerle koltuklarında oturuyor?.. *** Japon Milli Günü’nde konuşturulan Emine Erdoğan’a “Burada hangi sıfatla konuşuyorsunuz” diye sorması üzerine, neredeyse linç edilmek istenen Kamer Genç’e, gösterilen bu aşırı tepki, sorusu yüzünden değilmiş meğer. Genç, o günlerde büyük bir yolsuzluğun üzerinde çalışıyormuş… Bodrum’da Cennet Koyu’nda bir gün önce hazine adına kaydedilen 678 bin 963 metrekarelik arazi, üç gün sonra emekliye 2 bin lira kredi vermeyen Ziraat Bankası’nın Kurumsal Şubesi’nden alınan 180 milyon dolar kredi ile 150 milyon dolara Bodrum A.Ş tarafından satın alınmış… (7) Yani Hazinenin parası ile yine Hazinenin arazisi satın alınmış. Üstelik ayni arazi teminat gösterilerek 180 milyon da kredi alınmış. Arazi beleşe geldiği gibi 30 milyon dolar da yandaşların ceplerinde kalmış!.. Devleti adam gibi söğüşlemek buna derim işte!.. *** Kadir Has Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, ABD Türkiye ilişkilerini, ankete katılanların yüzde 58.6’sının bakışı olumsuz. Yüzde 32,6’lık bir kısım ise, ABD’yisömürgeci olarak görüyor. (8) ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü’nün Küresel Ekonomiden Sorumlu Başkan Yardımcısı Kemal Derviş, Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyaretini değerlendirirken; “Başbakan da başbakan olmadan önce ABD’ye gitmişti” vurgusunu yapmış, ardından “ABD’nin çok yakın dostuyuz” diyerek, olumsuz algıyı değiştirmek için üzerine düşeni yapmıştır… Gezisinin son gününde Washington’daki temasları ile ilgili olarak gazetecilere değerlendirme yapan Kılıçdaroğlu, hiç geri kalır mı. O daBOP’un bugün için geçerli olmadığını savunarak, görevini yapmıştır!.. Kılıçdaroğlu, BOP’un geçerli olmadığı gibi son derece iddialı bir sözü nere dayanarak söylüyor acaba? Kalıbımı basarım CHP Genel Başkanı’nın ağzından çıkan bu sözlerin, çok daha yumuşatılmışını ABD’li bir yetkiliden duyamazsınız!.. “Açılım”a destek vermeyi, İsrail ile sıcak ilişkilere işaret etmeyi de yukarıdakilere eklediniz mi, ABD’ye verilen mesaj, ayan beyan ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar düşük seviyeli görüşmeler sonunda bu sözler söylenmiş ise de, Kılıçdaroğlu ABD yönetimine: Vakti gelir de Erdoğan’ı deliğe süpürürseniz eğer, ondan boşalan yeri doldurmaya hazırım mesajını vermiştir!.. ABD’ye giderken ulusalcı medyaya ambargo koyma nedeni, demek ki bu mesajı Türk kamuoyundan gizlemekmiş!.. Bakmış olmuyor, hazret açıktan Amerikancı kesilmiş!.. *** 25 Ağustos 2004’te MGK’da alınan 481 nolu ve altında Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve diğer hükümet yetkililerinin imzası bulunan Cemaat’le mücadele kararının, ara karara rağmen, usul kuralları çiğnenerek, mahkemeye getirtilmediği ortaya çıktı… MGK kararının Taraf gazetesinde yayınlanması ile Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk gibi çöken davaların, hukuki değil, siyasi davalar oldukları bir kez daha kanıtlanmıştır… Erdoğan’a geri adım attırıldıktan sonra, savcılık bavulcu gazeteci Mehmet Baransu hakkında, devlet güvenliğine ilişkin belgeleri temin etmek ve açıklamak suçlaması ile 43 yıla kadar hapis istemi ile soruşturma başlatmıştır… Güya bu dava ile berabere kalmışlık mesajı verilecek!.. Bu arada Anayasa Mahkemesi, CHP Milletvekili Mustafa Balbay’ın uzun tutukluluk nedeniyle “siyasi haklarının ihlal edildiği” sonucuna vardı. Can simidi değerinde olan bu karar ile asıl tutuklu milletvekilleri değil, hükümet kurtarılacaktır!.. Zira 481 nolu MGK kararının altından Erdoğan hükümeti kolay kolay kalkamayacaktı… Kumburgaz’da bir villada yakalanan büyük abi Yardımcı İstihbarat Elemanı Erhan Tuncel, Baransu’dan aşağı kalacak değildi herhalde. O da zamanlamasını iyi yapmış ve bavulunu açmıştır. Tuncel, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayetinin arkasında “Ramazan Akyürek çetesi var” demiş… Erhan Tuncel’in suçladığı isimlerden, eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Sabrı Uzun, Tuncel’i doğruladıktan sonra, “Hrant Dink’i vuracaklar” yazılı raporun kendisindengizlendiğini ileri sürmüştür!.. Bu açıklamalardan sonra, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın yeni bir soruşturma başlatması gerekiyor… Teftiş Kurulu Başkanı ise, soruşturulacak olanların başında gelen Ramazan Akyürek’tir. Soruşturmanın selameti bakımından görevden alınması zorunlu mu değil mi göreceğiz!.. Bakalım hükümet, Akyürek kadar “yürekli” midir?..
DİPNOTLAR: (1) Gümrük Uzlaşma Yönetmeliği, Madde 4: Beyan ile gümrük idaresince yapılan tespit sonucunda belirlenen veya gümrük idaresince tespit edilmesinden önce beyan sahebince bildirilen farklılıklara ilişkin tebliğ edileng ümrük vergileri alacakları ile Kanunda ve ilgili diğer kanunlarda öngörülen cezaların tümü uzlaşma kapsamındadır.http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/08/20110827-16.htm (2) Gümrük Kanunu, Madde 244: Beyan ile gümrük idaresince yapılan tespit sonucunda belirlenen farklılıklara ilişkin tebliğ edilen gümrük vergileri alacakları ile bu Kanunda ve ilgili diğer kanunlarda öngörülen cezalar hakkında; yükümlülük veya ceza muhatabı tarafından, söz konusu eksiklik veya aykırılıkların kanun hükümlerine yeterince nüfuz edememekten veya kanun hükümlerini yanlış yorumlamaktan kaynaklandığının veya yargı kararları ile idarenin ihtilaf konusu olayda görüş farklılığının olduğunun ileri sürülmesi durumunda, idare bu maddede yer alan hükümler çerçevesinde yükümlüler veya cezanın muhatabı ile uzlaşabilir. Uzlaşma talebi, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde, henüz itiraz başvurusu yapılmamış gümrük vergileri ve cezalar için yapılır. Uzlaşma talebinde bulunulması halinde, itiraz veya dava açma süresi durur, uzlaşmanın vaki olmaması veya temin edilememesi halinde süre kaldığı yerden işlemeye başlar, ancak sürenin bitimine üç günden az kalmış olması halinde süre üç gün uzar. Uzlaşmanın vaki olmaması veya temin edilememesi halinde yeniden uzlaşma talebinde bulunulamaz. http://www.orgtr.org/tr/gumruk-kanunu-madde-242245 (3)http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/28400-akp-ihvana-90-milyon-dolar-aktardi.html (4)http://www.sariyertimes.com/savasmadan-turkiyenin-suriye-aarari-10-milyar-dolar/ (5)http://www.gazeteport.com.tr/haber/153199/erdogan-ailesi-universite-kuruyor (6)http://www.gazeteport.com.tr/haber/153328/yeni-universiteye-15-milyon, (7)http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/28370-kamer-genc-acikladi-hazine-arazisi-yandasa-bedava.html (8) http://www.khas.edu.tr/news/950/1278/Kadir-Has-ueniversitesi-nden-Dis-Politika-Anketi.html
BÖYLE GİDERSE AKP SEÇİMLE DÜŞÜRÜLEMEZ!..Av. Cemil Can
 İktidardaki siyasi partinin devlet olanakları ilepropaganda yapmasına izin veren; bakanların istifa etmeden yerel seçimlere aday olarak katılabileceklerine ilişkin Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararı, bundan böyle yapılacak olan seçimlerin adil, sağlıklı, güvenilir ve şeffaf olarak yapılabilirliğini kuşkulu hale getirdi. Seçmen veri tabanının, YSK tarafından takip edilen bağımsız bir seçmen kütüğü yerine, İçişleri Bakanlığı’nın üretip güncelleştirdiği ve dış kaynaklardan alınan verilerle güncellenen bir veri tabanının kullanılmış olması, seçimlerin tarafsızlığı ile güvenilirliğini tartışmalı hale getirmiştir ve kabul edilebilir bir durum değildir. 1 milyondan fazla Suriyelisığınmacıya vatandaşlık statüsü verilerek “seçmen” haline getirilmeleri ise, kabul edilebilir bir durum değildir. Son olarak;seçimlerin güvenliğinin, ortakları arasında GAMA ve KUTLUTAŞ gibi özel şirketlerin olduğu, genel müdürlüğünü de AKP ile yükselmeye başlayan Sadık Yamaç adlı bir bürokratın yaptığı, 1982 yılında Türk-ABD şirketi olarak kurulmuş bulunan HAVELSAN’a (1) teslim edilmesi, yargının tartışma götürmez şekilde “by-pass” edildiğinin en somut kanıtıdır… Bu son hamleyle denebilir ki, Türk Milleti adına egemenlik hakkını kullanabilen organların başında gelen yargının elinde hiç bir güç bırakılmamıştır. Söylenenlere inanırsak, güya seçim sonuçlarına dışarıdan olası müdahalelerin önüne geçmek ve YSK içi güvenliği sağlamak için bu çok önemli iş HAVELSAN’a ihale edilmiştir!.. Seçimlerin sonucunu doğrudan etkileyecek olan veri tabanı ile seçim güvenliğinin, yüksek hakimlerden oluşmuş bağımsız vetarafsız bir kurum olması lazım gelen Yüksek Seçim Kurulu yerine, siyasi iktidarın etkisine açık veya doğrudan kontrolünde olan kurum ya da şirketlere bırakılması, geçmiş yıllarda tartışılan ve fakat bir türlü sonuçlanamayan 6 milyondan fazla (ölü) seçmenin nasıl oy kullanabildiği hususunu yeniden tartışmaya açmıştır!.. Suriyeli sığınmacılara seçmen olabilmeleri için vatandaşlık verildiğine ilişkin iddialar üzerine, CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar, son 6 yılda ülke nüfusu yaklaşık 5 milyon artarken, seçmen sayısının 12 milyon arttığına dikkat çekerek, AKP’yemezardan gelen desteği bir kez daha hatırlatmıştır… Acar’ın bu iddiası ile başta CHP olmak üzere pek ilgilenen olmamıştır… CHP’nin Bilgi ve İletişim Teknolojilerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Emrehan Halıcı’nın bu konu ile ilgili değerlendirmesi ise, acıklı ve yürek yakıcıdır. (2) Halıcı, CHP’nin geleceğini doğrudan iktidarın vicdanına teslim etmekle, Y-CHP’nin acizliğini bir kez daha kanıtlamıştır. Yürekli yurtsever yazar Dr. Ali Rıza Üçer (3) dışında bu konuyu ele alıp inceleyen ne yazık ki, yok denecek kadar azdır. Halbuki, Antalya Milletvekili Acar, bu çıkışı ile “seçimlerin güvenliği” hakkında çok önemli bir hususa işaret etmişti: Ülkemizde 2002-2007 döneminde seçmen sayısı yaklaşık 1 milyon artmışken, 2007-2011 döneminde bu sayı, on kat artarak 10 milyona çıkmıştır! Bu anormal artışın sebebinin birileri tarafından mutlaka açıklanması gerekir… Sayılar ortadadır: 2007 yılındaki nüfusumuz 70.586.256 iken, 2012 yılı sonunda bu sayı 75.627.384’e çıkmıştır. 2007 yılında seçmen sayımız ise,42.800.000 idi. YSK, 24 Ekim 2013 tarihi itibariyle seçmen sayısını 54 milyon 971 bin olarak açıklamıştır. Şimdi önümüzdeki soru şudur: 6 yılda nüfus yaklaşık 5 milyon artmışken, seçmen sayısı nasıl olur da 12 milyona çıkabilmiştir?.. Bu sorunun en doğru yanıtını nüfus istatistiklerinden(4) bulabiliriz… Resmi kayıtlara göre; her yıl yaklaşık 1 milyon 300 bin kişiyeni doğan olarak nüfusumuza eklenmekte, 400 bin kişi devefat ederek nüfusumuzu eksiltmektedir. (5) Bu verilere göre, nüfusumuzun her yıl yaklaşık 900 bin kişi arttığını kabul edebiliriz. Başka bir ifade ile söylersek; 2008 yılında 17 yaşında olan 1991 doğumlular, 2009 yılı içerisinde 18 yaşını doldurarak “seçmen” sıfatını almış ve o yılın toplam nüfusu olan 72.561.312 sayısı içerisinde yerlerini almışlardır. Aynı şekilde, 2008 yılında 16 yaşında olan 1992 doğumlular da iki yıl sonra, 18 yaşını doldurarak 2010 yılı içerisinde, 73.772.988 olan toplam nüfusumuz içerisinde kayıt altına alınmışlardır. Bu şekilde her yıl yaklaşık 900 bin kişi nüfusumuza eklendiğinden, 6 yılda nüfus artışımız en fazla 900.000 x 6 = 5.400.000 kişi olabilecektir. Nitekim, 2012 yılındaki nüfusumuz 75.627.384 olup, 2007 yılındaki nüfusumuz olan 70.586.256 ile arasındaki fark da:5.041.128 olmakla bu artış oranına uygun düşmektedir… YSK, 2007 yılında 42.800.000 olan seçmen sayısını 24 Ekim 2013 tarihi itibariyle 54 milyon 971 olarak vermektedir… Yukarıdaki verilere göre, en fazla 5.400.000 artabilecek olan seçen sayısına 6.600.000 fazlalık nereden gelmiş de toplam seçmen sayımız 12 milyona çıkmıştır? Bu sorunun yanıtını öncelikle siyasi iktidarın vermesi gerekir. Akla yatkın ve matematiğe uygun bir yanıt verilmedikten sonra, sandığa gitmenin hiç bir anlamı olmayacaktır! Ölü mü sağ mı ve nerede oldukları belli olmayan “çantada keklik” 6.600.000 oyu hazır olan bir siyasi iktidar ile yarışmak ve seçimi kazanmak öyle kolay değildir. Bu koşullar altında yapılacak olan seçim ile siyasi iktidar hiç bir şekilde değiştirilemez!.. Hele de iktidarın karşısında tek siyasi hedefi “muhalefette kalabilmek” olan çapsız siyasetçiler olursa, AKP’yi hükümetten düşürmek imkansız gibi gözükmektedir!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1) HAVELSAN, resmi internet sitesinde misyonunu; AKP’nin politikalarına paralel olarak, şu şekilde ifade etmektedir: “Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’nın (TSKGV) bağlı ortaklığı olan HAVELSAN’ın misyonu ülkemizin savunma, güvenlik ve bilişim alanındaki gereksinim ve ihtiyaçlarının milli olarak karşılanmasına azami katkıda bulunmaktır. HAVELSAN, misyonu doğrultusunda, Cumhuriyet’imizin 100. yılında, ülkemizin “Vizyon 2023” hedeflerinin gerçekleşmesi için belirlenen strateji ve politikalarda, öncelikli olarak seçilen sanayi ve teknoloji alanlarında bu sorumluluğun bilinci ve heyecanıyla çalışmaktadır.Özgün ürün sahibi olmak amacıyla öz kaynaklarımızı kullanarak Ar-Ge faaliyetlerimize yatırımlar yapmaktayız.” HAVELSAN’ın siyasi iktidardan bağımsız bir kuruluşolmadığını anlamak için lütfen aşağıdaki bağlantıyı tıklayıp okuyunuz. http://www.havelsan.com.tr/SirketProfili/BaskanM.aspx (2) Yeni CHP’nin de kabul ettiği gerçek: SEÇSİS ile sağlıklı, güvenilir ve şeffaf bir seçimden bahsedilemez… Emrehan Halıcı’nın yaptığı değerlendirmede: “YSK tarafından takip edilen bağımsız bir seçmen kütüğü yerine NVİ’nin üretip, güncellediği ve ASAL, Yargıtay, Adli Sicil gibi dış kaynaklardan alınan veriler ile güncellenen bir seçmen kütüğü veri tabanı kullanılmaya başlanmıştır” denmektedir. Bu değerlendirmenin tamamını okumak için bağlantıyı tıklayınız. http://esecmen.chp.org.tr/secim_guvenilirligi.aspx (3) İŞTE SEÇİM HİLESİNİN AÇIK KANITI (Dr. A.Rıza Üçer) http://www.odatv.com/n.php?n=iste-secim-hilesinin-acik-kaniti-1509101200 (4) Nüfus İstatistikler: http://www.nvi.gov.tr/Hizmetler,Hizmetler_Ana_Sayfasi.html (5) http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist
ALDATILACAK NE ÇOK İNSAN VAR!..‏Av. Cemil Can “Genel af”tan önce af dileyenler! 
Başbakan’ın “cezaevleri boşalacak” sözleri ile dile getirdiği genel affa karşı en ciddi tepki cezaevindekikomutanlardan geldi. “Genel afla” 40 bin kişinin katili Öcalan da affedilecekse, biz ölene kadar cezaevinde kalmaya razıyız dediler. Yeni CHP’nin Grup BaşkanvekiliEngin Altay, genel affın ancak “toplumsal mutabakatla” yapılabileceğini belirttikten sonra, “Buna da Erdoğan değil halk karar verir” demiş… Yürürlükteki Anayasaya göre, af kanunu çıkartmak için Meclis’in beşte üçünün oyu yeterlidir. AKP ile BDP’nin oyları buna yeter. Yeni CHP içerisindeki PKK ve cemaat sempatizanlarını da eklediniz mi, af kanununu rahatlıkla çıkarabilirler. Demek ki, hükümetin PKK’yı af etmek için halka sormasına gerek yok!.. Tıpkı Ülkenin Doğu ve Güneydoğusunu “Kürdistan” haritasına katan Barzani’nin, Diyarbakır’da devlet başkanı gibi karşılanışını sormadıkları gibi… Parti sözcüsü Haluk Koç, ”Demokrasi içinde mücadele eden herkesle ittifak ederiz” diyerek, PKK’nın siyasi uzantısı HDP’nin “demokrasi içerisinde” mücadele ettiğini, CHP adına kabul etmiştir. Öte yandan, Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın, “Başta Gezi direnişinin simgesi olan Beyoğlu olmak üzere, İstanbul’dabütün kesimlerle güçbirliği yaptık” diyerek, CHP-HDP (PKK) ittifakına meşruiyet zemini hazırlama çabası içerisine girdi. Demek ki, şimdi de sıra seçmene gelmiş. Beylerin işaret buyurdukları gibi oylarımızı getirip PKK’ya vereceğiz, öyle mi? Emriniz başımız üstüne!.. Sevsinler sizin gibi sosyal demokratları!.. CHP adına söylenen bu tutarsız sözlerden, partinin “genel af” ve “seçim ittifakları” konusundaki kurumsal tavrının ne olacağı aşağı yukarı belli olmuştur. Bu defa sözlerin ağızlarda evelenip gevelenmesine aldanmayacağız!.. Peki, geçen genel seçimlerde “genel affı” ilk defa ağzına alan kimdi? Allah aşkına bu sözleri söyleyen biri, CHP’nin başında bir saniye durabilir mi? Siz CHP’nin son kurultay delegeleri! Vatan haini olmadığınızı biliyorum, “Basra harap olduktan sonra”(1) mı harekete geçeceksiniz? Olağanüstü kurultayı bir haftada toplayıp, bu hainlerin icabına bakabilirsiniz!.. Taze kan alarak seçimlere gitmek varken, bu topal ördeklerle yola devam etmenin ne anlamı var!.. Yeni CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Diyarbakır buluşmasını “yerel seçim şovu” gibi niteleyerek, sıradan basit bir olay gibi göstermesini içinize sindirebiliyor musunuz? Bu sözler, bölünmeye verilen dolaylı destek değil midir?.. BOP’un bir aşaması olan Diyarbakır buluşmasında; Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı ilk defa “Kürdistan” sözcüğünü kullandıktan sonra, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir de Doğu Anadolu’ya, “Kuzey Kürdistan” diyerek, bölünme konusundaki ittifakın “zaferi” ilan etmedi mi?.. Devletin fiilen sahadan çekilmiş olduğu bu coğrafyada, terör örgütü PKK denetimi sağlıyorsa ve bu örgütün cezaevindeki başı Abdullah Öcalan hükümet ile anlaşmalar yapabiliyorsa, bölünmenin ilk aşaması tamamlanmış demektir! Bu vahim durumu, “yerel seçim şovu” gibi göstermek, bölünme tehlikesini bir süre daha gizlemek ve gelişmelere destek vermek anlamına gelir!.. Yerin yedi kat altından bile uğultular geliyor, ama siz hala derin uykudasınız. Uyanın artık!.. Ey Kemal Kılıçdaroğlu; “Kürdistan Bayrağı”nın dalgalandığı bir mitingi, AKP’nin yerel seçim şovu olarak nasıl gösterebilirsin! Anlaşılıyor ki, kafanın çapı, bu işleri kavrayacak genişlikte değil, bari önümüzden çekil!.. *** “Yeni” Anayasa, “Yeni” CHP ve “Yeni” Türkiye!.. “Yeni” sözcüğü bu dönemin en kalleş sözcüğü oldu. Irak’ı “birlik” sözcüğü ile bölen ABD, yenileşme ve çağdaşlaşmanın yolunu “yeni” sözcüğü ile tıkadı. “Yeni” Anayasanın ise durumu malum. Morga kaldırıldı. “Yeni” CHP ise yerlerde sürünüyor. Yetmezmiş gibi bir de “Yeni” Türkiye devreye soktular. “Yeni” Türkiye, doğusu olmayan, yönü belirsiz bir ülkedir artık. Aynı şekilde bütün anormallikler de “normalleşme” sözcüğü ile kamufle edilmedi mi?… Demokrasinin önüne konan “ileri” sözcüğü kadar aldatıcı olanı ise, hiçbir zaman bu millet görmedi!.. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun AKP tarafından dağıtılmasından sonra, masada figüran olarak oturan Yeni CHP’den Atilla Kart ile Yeni MHP’den Faruk Bal, kullanılmış bir mendil gibi çöpe atılmanın mahcubiyeti içerisinde, masayı dağıtan Meclis Başkanı Cemil Çiçek’i eleştiriyorlar. O masada ne işiniz vardı diyenlere ise, Atilla Kart’ın yanıtı acizliğin ötesinde, zavallılığını da göstermek bakımından ibret vericidir. Kart, AKP’nin ne yapacağını “tahmin” ederek, bu yapılacaklara karşı önlem almak için Anayasa uzlaşma Komisyonu’nda görev aldık diyormuş. Bre gafil, AKP ne yapacağını yıllar önce açık açık söylemedi mi? Adamlar “demokrasi tramvayına” binerek, gidecekleri yere kadar çoktan gitmişler bile. Bizimkiler hala ne yapacaklarını “tahmin” etmeye çalışıyorlar… “Kurucu Meclis” olmadıkları halde, kendilerini kurucu meclis yetkileriyle donanmış gibi kabul eden Meclis’te, AKP”nin “kırmızı çizgilerine” boyun eğen Yeni CHP yönetimi, AKP’nin “yeni” bir anayasaya ihtiyaç duymadığının farkında bile değil. 2010 Halkoylaması ile istedikleri düzenlemeleri geçiren siyasi iktidar, bu şekilde yargıyı ele geçirdikten sonra, karşıdevrimini de tamamlamış ve Atatürk Cumhuriyet’ini yıkmıştır. Dediklerim anlaşılmıyor mu? Bu yıkım ile demokrasinin temelini teşkil eden “kuvvetler ayrılığı ilkesi” de yok edilmiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri “kafese” kapatılmıştır!.. Hatta denebilir ki, yargı yetkisi kabul ettiğimiz İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvuru yolu da ciddi engellerle donatılarak, hak arama yolları iyice daraltılmıştır. Bu nedenlerle “yeni” bir anayasaya, sadece başkanlığa hevesli olan Erdoğan’ın ihtiyacı vardır. AKP’nin gerici iktidarına engel gibi duran bazı Anayasa hükümleri bulunsa da, onları zaten “yorum” ve “fetva” yollarıyla aşıp, diledikleri gibi genişletip, daraltarak kullanabiliyorlar… Tıpkı türbanın Meclis’e sokulmasında olduğu gibi… Meclis’te çoğunluğu olan AKP iktidarı, demokrasinin olmazsa olmazı “laiklik ilkesi”ni görmezden gelince, güya İçtüzük’te türbanın Meclis’e girmesini yasaklayan bir hüküm bulamamıştır!.. Oradan bakılırsa, İçtüzük’te padişahlığı da yasaklayan bir hüküm yok!.. Hatta Doğu Anadolu’da “Kuzey Kürdistan”ı kurmayı da yasaklamıyor o kutsal içtüzüğünüz… Ne yazık ki, bu noktada da en anlamlı destek, yine güzellik uykusuna yatmış muhalefetten gelmiştir!.. *** CHP-HDP(PKK) İttifakı! İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, İstanbul’da CHP ile PKK’nın Batı için kurduğu Halkların Demokratik Partisi (HDP) ittifak mı yaptı diye iki haftadır soruyor… Cumhuriyet gazetesinin 21 Kasım günü attığı manşete göre; CHP, HDP ile örtülü temas yürütüyormuş… HDP, kendi adayınıçıkartmama karşılığında “etkili bir başkan yardımcılığı ile 4 ilçeyi bize bırakın” koşulunu ileri sürüyormuş!.. CHP ise, ancak 3 ilçe belediye başkanlığını vermeye razı! Bu konudaki temasları CHP’li olmayan CHP İl Başkan Oğuz Kağan Salıcı ile imar yolsuzlukları nedeniyle CHP’den atılan Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül yürütüyormuş… Gelen ağır eleştiriler ve tepkiler üzerine Kılıçdaroğlu, manşet çıkan bu rezillikten 2 gün sonra, bozulan imajını düzeltmekle görevli Cumhuriyet gazetesi yazarı Utku Çakırözer’ı çağırıp, bir “çakma mülakat” yapmışlar… Kemal Bey, sonunda “CHP-HDP ittifakı doğru değildir” demek zorunda kalmıştır!.. CHP’nin bütün düşmanları bir araya gelip kafa kafaya verse, yemin ederim, bu adamın CHP’ye verdiği zararın milyonda birini veremezler!.. 2013 yılında Atatürk’ün CHP’sini, ülkemizde “Şeriat tehlikesi yoktur” diyen, Seyit Rıza hayranı bir çapsız adam yönetiyor. Kemal Bey’in bu “isabetli” tespitinden sonra, türban bile 4 kadının saçları üzerinde, özgürlük postuna bürünerek Meclis’e girdi. Seninkimutluluktan havalara uçtu. Ardından iktidar, kızlı-erkekli evler tartışmasını başlattı. Bu tartışma ile öğrenci yurtları da ayrıldı. Yetmedi tabi. TBMM BaşkanvekiliSadık Yakut, karma okulların da kapatılacağını açıkladı… Kim bilir bizimki şimdi ne kadar mutludur! İmam Hatip okullarındaki korkunç artış bir yana, 4+4+4 ve çocukların Kuran kurslarına kaydından söz bile etmiyorum artık. Çünkü CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, şeriat tehlikesine karşı gerekli önlemleri aldığı kesin!?.. Şu işe bakın hele! CHP ile HDP yani PKK, yaklaşan yerel seçimlerde ittifak yapacaklarmış! Bu durumda doğal olarak CHP’ye verilecek oylar PKK’nın hanesine yazılacaktır. Atatürkçüleri PKK’nın siyası uzantısı olan bir partiye oy verdirmek kime kısmetmiş! Ne yazık ki, hesap uzmanı Kemal Kılıçdaroğlu ile geldiğimiz yer burasıdır ve onun bu son hesabı tutmayacaktır. Atadan CHP’liler bile ciddi ciddi CHP’ye oyvermemeyi tartışmaya başlamışlarsa, herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekir.Sakın ha bir şeyler yapmanın vaktini geçirmeyelim!.. *** Parti İçi Demokrasi!.. Yerel seçimlerde AKP için çalışmak başka nasıl olabilirdi? Biliyorsunuz İstanbul’da CHP’li ilçe belediye başkanlıklarının sayısı 12’dir… (2) Yeni CHP’nin İstanbul İl Başkanı Oğuz Kağan Salıcı, bu 12 belediyeye, kazanılması kuvvetle muhtemel bir ilçe belediye başkanlığı daha ilave edip, SOROSÇULAR için bir köşeye ayırmıştır!.. Bu başkanlıklar “ulufe” olarak dağıtılacaktır!.. Kalan ilçelerin 17’sinde “eğilim yoklaması”, 9’unda “eğilim yoklaması” ve “anket çalışması” ile adaylar belirlenecekmiş… Oğuz Kağan, “Belediye başkanlığı ya da meclis üyeliği üzerinden ittifaklara ve pazarlıklarakarşıyız. Bu konuda genel merkezin de il örgütünün de kararı kesin ve net”tir demiş… Salıcı’nın bir kaç hafta önce dile getirdiği, kaparo olarak verilmiş çeklerden burada söz etmeyeceğim. Utanma duygum beni engelliyor… Dilerseniz o konuya hiçbir zaman da girmeyelim… Gerçekte Kılıçdaroğlu ve Salıcı’nın karşı olduğu ittifak,İşçiPartisi’nin önerdiği, AKP’nin yıkılışını getirecek olan; CHP, MHP ve İP’nin güçbirliğidir… Muhalefet partilerinin hangisi önde ise, o bölgede oyları ona verip, AKP’yi geriletmeye, nedense Yeni CHP hiç razı değil!.. Deniz Baykal’ın “Küçük olsun benim olsun” kafası işte!.. Ayrıca “parti içi demokrasi”yi işleteceği vaadiyle yönetime seçilen Kılıçdaroğlu, CHP’nin güçlü olduğu ilçelerin adaylarının belirlenmesinde önseçime hiç yanaşmıyor!.. Bunun anlamı açıktır: Bundan böyle Yeni CHP’de gerçek CHP’lilere yer yoktur!.. *** “Eğitimde Fırsat Eşitliği” Anamuhalefet partisi Yeni CHP, cemaat ile Erdoğan arasında devam eden ve dersanelerin kapatılması kararı ile zirveye ulaşan kavgada; cemaatin yanında yerini almış… Bir kez olsun ağzına “eğitimde fırsat eşitliği” kavramını almayan Kılıçdaroğlu, cemaatin dersanelerini savunma görevini acaba neden üzerine almıştır? CHP Genel Başkanlığı’na getirilmenin ne ödenmez diyeti varmış! Devlet okullarının imam-hatip okullarına dönüştürülmesine seyirci kalan “sosyal demokrat” Kemal Bey, “dindar ve kindar” nesil yetiştiren bu çağdışı eğitime hiçbir zaman karşı gelmemiştir. Ne atanamayan öğretmenlerin durumunu dile getiriyor ne de tüm dersanelerin kamulaştırılarak, devlet okullarına dönüştürülmesini isteyebiliyor. Sen ey Tunceli İl Derneği Başkanlığı kapasitesi ile sınırlı düşünebilen Kemal Efendi! Devlet okullarında dersanelerle aynı düzeyde eğitim vermesini talep etmek hiç mi aklına gelmiyor?!.. *** Batı’da kardeşiz de Doğu’da neden düşman olalım?.. “Halkların kardeşliği” prensibi ile terbiye edilmiş Kürt solunun geldiği nokta; “Bağımsız Kürdistan” devletinin kurulmasıdır. Bu amaç için emperyalizmleişbirliği içerisinde ve emperyalizmin hizmetinde ikinci bir İsrail devletinin kurulmasına razı geliyorlar… Ayrılıkçı Kürtler, bu isteklerinin haklılığını(!) iki halkın birlikte yaşama koşullarının ortadan kalktığına bağlamaktadırlar! Türkiye’nin her noktasına dağılmış olan Kürtlerin, Doğu Anadolu’da bir an için “Bağımsız Kürdistan”ı kurduklarını varsayalım. O zaman nüfusunun çoğunluğu Batı’da yaşayan Kürtlerin durumu ne olacak? “Özgür” Kürdistan’a mı göç edecekler, yoksa bugüne kadar olduğu gibi bulundukları yerlerde Türklerle kardeş kardeş mi yaşayacaklar? Batı’daki Kürtler, böyle büyük bir göçe acaba razı olurlar mı?.. Bu soruların yanıtı, bugün olup bitenleri kavramamız için anahtar görevi yapabilir… PKK terör örgütü ile siyasi uzantılarının yapacakları en doğru hareket; emperyalizmin silahı olmaktan kurtulup, yaşadıkları topraklardaki egemen devletlerin özgür ve eşit yurttaşları olarak, demokrasi mücadelesine katılmaktır… Hem bölge halkları hem de kendileri için tek kurtuluş yolu ve en doğru siyasi duruş budur… *** “Kordineli” dinlemeler!.. Gazeteci ve yazarların kod isimlerle dinlenmesi üzerine, MİT ile koordineli çalışan yargıçların İstanbul Başsavcılığı’nca soruşturulmak istenmesine HSYK izin vermemiş. Öteden beri, yargıda cemaat yapılanmasıolmadığını savunan Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet’in ortaya çıkarttığı o belge için “Hükümet-yargı ilişkisinin inkar edilemez delilidir. İstihbaratçılarla işbirliği yapan yargıçlar tarafsız değillerdir” diyerek yinecemaatini korumuştur!.. Başbakan ise, cemaatin devlet içerisinde “ölçüsüz” kadrolaşmasından rahatsız olduğu için cemaatin dersanelerini kapatacağını açıklamıştı… En iyisi, biz yine de yargıda cemaat yapılanması iddialarını doğru bulmayan “Seyit” Kemal’in sözlerine (3) inanalım… Ne de olsa hala genel başkanımızdır!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1)Arapça’dan dilimize geçen “Ba’de Harab-ül Basra” (Basra harap olduktan sonra) deyimi iş işten geçtikten sonra anlamında kullanılır…. (2)http://www.chp.org.tr/?page_id=43642 (3)http://video.cnnturk.com/2012/haber/1/25/kemal-kilicdaroglu-ozel-roportajinin-tamami
CHP’Lİ SEÇMENLERE KURULAN HAİN TUZAK!..Av. Cemil Can
Amerika’ya sığınan eski vaiz Fetulah Gülen; kendine ait internet sitesinde Balyoz, Ergenekon ve 28 Şubat davalarında tutuklanan subaylar için “Elimde bir imkan olsa ben onların hepsine serbestsiniz derim” demiş… Hocaefendi, suçlu insanların serbest bırakılmasını isteyecek kadar adalet duygusundan yoksun bir Amerikalı değil!.. Demek ki, bu davalarda yargılanan askerleri suçlu bulmuyor!.. Başka bir ifade ile söylersek; Fetullah Gülen, özel görevli ağır ceza mahkemesi ile Yargıtay’ın Balyoz davasında adil karar vermediğini kabul ediyor… Bu açıklama aynı zamanda yargının “bağımsız ve tarafsız” olmadığının dolaylı bir ikrarıdır da… Gülen, bu adaletsiz durumdan doğrudan doğruya AKP iktidarının “milli görüş” kanadını suçladı… Kamu vicdanının iyice kanatılmasından sonra toplumsal barışı yeniden tesis etmek üzere bir genel af çıkartılması ve bu af ile birlikte Abdullah Öcalan’ın da serbest bırakılması Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde vardı… İşte Cemaat bu kapsamda üstlendiği rolü oynamaya başladı. Bu arada cemaat, suçu koalisyon ortağının üzerine atarak, kendisini temize çıkartmak da istiyor tabi… Tek başına iktidar olma yarışını sürdürüyor… Doğrusunu söylemek gerekirse, cemaati aklama işinde, asıl Kılıçdaroğlu üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Taraf gazetesine verdiği özel demecinde, “Ergenekon, Balyoz gibi davalarda Fetullah Gülen cemaatinin sorumluluk sahibi olduğunu düşünüyor musunuz?” şeklindeki soruya şu yanıtı vermişti:”Yargıçların belli bir merkezden talimat aldığı ve o talimat çerçevesinde yola çıktıkları söyleniyor. Ben bu talimatın siyasi iktidar tarafından verildiğini düşünüyorum. Yani bunu cemaat değil, doğrudan doğruya iktidarın yargı üzerindeki baskısına bağlıyorum.” (1) Daha ne desin?.. *** Başbakan Erdoğan, Barzani ile Diyarbakır’da yaptığı ortak mitingde, ilk defa “Kürdistan” kelimesini kullandı ve “Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını göreceğiz” dedi… (2) Hiçbir yoruma gerek bırakmayacak kadar açık olan bu sözleri, Erdoğan boşuna söylemiş olamaz!.. Bir taş ile iki kuş vurduğunu kabul edeceğiz. Birincisi hükümet olarak “Kürdistan”ıtanıdığını ilan etti. İkincisi, yeni CHP’nin Sarıgül’e devredilmesinden sonra başlatılan yerel seçim ittifakı ile AKP’nin kaybedeceği oyları, “genel af” vaadi ile geri almaya çalıştı… Tartışılmaya başlanan ve Yeni CHP yönetiminin inkar etmediği pazarlığa göre, İstanbul’daki 4 belediye başkanlığı için BDP’nin önereceği kişiler aday gösterilecekmiş!.. Bir seçim taktiği gibi sunulan bu ihanetin CHP’yi bitireceği kesindir. Güya bu başkanlıklar karşılığında Kürtler oylarını CHP’ye vereceklermiş. Geçen genel seçimlerde, PKK’nın avukatı Sezgin Tanrıkulu da Kürtlerin oylarını CHP’ye çekebilmek için İstanbul’dan aday gösterilmemiş miydi? Tanrıkulu’nun kendi köyünde bile CHP’ye bir tek oy getiremedi. O seçimde CHP’lilerin oyları, CHP üzerinden doğrudan PKK’ya verilmişti. Şimdi de durum pek farklı olmayacak! İstanbul gibi metropol bir şehirde, PKK’ya lojistik destek sağlayacak belediyeler, Yeni CHP üzerinden PKK’ya hediye edilmiş olacak!.. Genel af, Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde zamanı geldiğinde yapılacak olan bir hamleydi. Zamanlaması ise son derece önemlidir. Zira AKP, bu hamle ile bir kez daha iktidar olma fırsatını yakalayacaktır… Şimdi zamanı geldi sayılır. Gelişmelere bakılırsa, “Kürdistan”ın başına getirilecek olan lider, Kürtlerin en yoğun olarak yaşadıkları Türkiye’den seçilecek. Hiç kuşku yok ki, o da Abdullah Öcalan’dır. Abdullah Öcalan’ı, genel aftan başka bir şekilde dışarı çıkartmak olanaksız olduğuna göre, AKP ve Yeni CHP’nin, “analar ağlamasın” edebiyatı ile birlikte gündeme getirecekleri genel af çağrısı, kamuoyunda yeterli desteği sağlayabilir… PKK için af meselesi “Kürt açılımı”nın olmazsa olmaz bir koşuludur… Apo’yu af edebilmenin tek yolu genel aftır… Bu talebi ilk defa seslendiren ise AKP değil, yeni CHP’dir. Yeni CHP’nin nasıl ellerde olduğunun en çarpıcı kanıtı budur. CHP Milletvekili ve Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mustafa Balbay, Sosyalist Enternasyonal Genel Sekreteri Luis Ayala’nın kendisini cezaevinde ziyareti sırasında, iç barışın sağlanması için, hiç kimseyi ayırmadan çıkartılacak bir affın şart olduğunu söylemesi manidardır!.. Sırası geldiğinde; PKK’ya karşı Barzani’yi, Barzani’ye karşı PKK’yı bir fren gibi kullanan, yerine göre de her ikisine “iş” yaptıran ABD’nin nihai tercihi, kusursuz uşaklık yapandan yana olacağı sır değildir!.. Barzani ile Öcalan’ın Kürtlere liderlik yarışı da bu yüzden kıyasıya olacak!.. *** Kılıçdaroğlu, “türban silahı”nı Erdoğan’ın elinden aldıktan sonra, silahsız kalan AKP iktidarı, bu defa da örgün eğitim müfredatının dışına çıkarak, hafta sonları akşam saatlerinde hafızlık dersleri vermek üzere, “Hafiz Liseleri” açılması için çalışmaları başlattı… Buna karşılık, AKP’nin yeni silahı Yeni CHP’nin genel müdürü Kemal Bey, Uğur Dündar ile yaptığı söyleşide; Diyanet İşleri Başkanlığı’nı CHP’nin kurduğunu, ilk imam hatip lisesi ve ilk ilahiyat fakültesini CHP’nin açtığını söylemiş!.. Bu sözleri söylerken bu tür icraatları siyasette “kullanmamış” olduğunu da eklemiş hazret! Laikliği “özümsemiş” CHP Genel Başkanının, dinci bir başbakana vereceği karşılık böyle mi olmalıydı?.. Parti içi demokrasiyi işleteceği vaadiyle Atatürk’ün partisinin başına gelen bu zat, nedense önseçim kurumunu bir daha ağzına almadı. “Eğilim yoklaması”, “anket” ve “merkez yoklaması” gibi aldatmaca yöntemlerle, CHP’li olmayan insanları seçtirmeye çalışacağı belli oldu!.. CHP tabanı, sandığa gittiğinde AKP’nin adaylarına oy verecek değil herhalde… Milli Merkez’in aday gösterememesi halinde; mecburen önlerine getirilen, büyük olasılıkla da PKK’lı veya Fetullahçı olan adaylara oy vermek zorunda bırakılacaklar!.. Seçimlere çok daha var ama, bu tuzağa bir daha düşmeyeceğiz!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1) http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/mustafa-mutlu/27185-mustafa-mutlu-cemaat-aklayicisi-chp-genel-baskani.html (2) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25134624.asp
Pantolonlarınızı da çıkartacaksınız!.. Av. Cemil Can
 Çarşafa CHP rozeti takma ile başlatılan, “laiklik tehlikede değildir” zırvası ile önü açılan, “türban sorununu biz çözeriz” cahilliği ile zirveye taşınan siyasi körlüğün, Cumhuriyet rejimine ağır bir yara vereceği belliydi… İşlerin bu noktaya kadar gelmesinin tarihi sorumluluğu AKP’nin değil, CHP’nin üzerindedir! Zira AKP’nin Cumhuriyet rejimine, Atatürk ilke ve devrimlerine karşı olduğu, demokrasiyi, rejimi dönüştüreceği “Ilımlı İslam”a ulaşmak için binilecek bir tramvay olarak gördüğü, yeni ortaya çıkmış değildir… Bu nedenle AKP iktidarının fırsat buldukça rejimin temel taşlarını yerlerinden oynatmak, daha sonra da çıkartıp atmak için elinden geleni ardına koymayacağını öngörmek gerekirdi… Pek çok hukukçu ve siyaset adamı tarafından gerekli uyarılar zamanında yapılmış olmasına rağmen, CHP yönetiminin akıl ermez biraymazlık içerisinde bulunmaktaki ısrarını, basiretsizlikle açıklamak olanaksızdır… Rejime doğrudan ihanet, bu sürecin önündeki en temel engel olan yargı kararlarının çiğnenmesine göz kırpmakla başlatılmıştır. Anayasaya göre, herkesi bağlayacak olan mahkeme kararlarının, üstelik İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin de bu konu ile ilgili kararları varken,çiğnenmesine öncülük etmek, af edilecek bir davranış değildir… Rejimin temel dinamiği olan “laiklik ilkesi”, ana muhalefet partisi eliyle bir defa delinirse, zaten buna karşı olduğunu açıkça söyleyen iktidar tarafından sürekli delineceği aşıkardır… CHP yapmış olduğu bu fahiş hatayı, Muharrem İnce ve Şafak Pavey’in duygusal konuşmaları ile kapatamaz.. CHP grubu adına konuşan İnce’nin şu sözlerini asla görmezden gelemeyiz: “Başörtüsü dinin emridir, diyor Başbakan …yetimin hakkını yememek, ihalelere fesat karıştırmamak, milletin içine nifak sokmamak, milleti ayrıştırmamak, açları doyurmak, onlara iş bulmak, ölülerin arkasından kötü konuşmamak da dinin emri değil mi?” Grup adına söylenmiş bu sözlerle, pek çok yetkin din adamı aksini söylemesine karşın, başörtüsünün dinin emri olduğu da kabul edilmiş bulunmaktadır!.. Başka bir söyleyişle CHP yönetimi parlamentoda gerçekte olmayan “dinin emirlerine” teslim olmuştur. Bundan böyle, sırası geldikçe nelerin dinin emri olduğu, nelerin olmadığı siyasi iktidar tarafından belirlenip, önlerine konacaktır… Kaçma şansları kalmamıştır… CHP bu iğrenç ve ikiyüzlü tavrıyla, “Ben inancımdan dolayı örtünüyorum” demenin bir dayatma olduğunu kamuoyuna açıklayan eski AKP Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın bile fersah fersah gerisinde kalmıştım.. Yeni CHP’nin yönetimi, bu ihanetinin faturasını er geç sandıkta ödeyecektir!. Kılıçdaroğlu, “AKP’ye mağduriyet fırsatı vermeyelim”, Tayyip Erdoğan’ın elinden türban silahını alalım” sözleri ile kimseyi kandıramaz. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın elindeki silah bizzat Kılıçdaroğlu’nun kendisidir!.. Başka bir ifade ile Cumhuriyeti kuran Atatürk’ün partisi CHP’yi, Tayyip Erdoğan’a “silah” olarak teslim eden bu SOROSÇU yönetimdir!.. AKP’nin siyasi simge olduğunu kabul ettiği “türban”ın, Anadolu kadının baş örtüsü gibi sunularak istismar edilmesi,üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasına, öncülük ederek önlenemez. Nitekim önlenememiştir de… Sonunda sorunu ilk okullara kadar taşıyan Y-CHP olmuştur!.. Kılıçdaroğlu ve ekibi, sırtlarına mahkum numarası gibi yazılacak olan bu ayıpla siyaset tarihine geçeceklerdir!. Ödünler üstüne ödün vererek, ödün verenin isteğinin yerine geldiği, insanlık tarihinin hiç bir döneminde görülmemiştir!.. Üstelik CHP, bu ödünleri iktidarda değilken vermiştir. Bu nedenle, Yeni CHP’nin yaptığı, Cumhuriyete ihanetle eş değerdedir!.. Ne yazık ki, “yeni” sözcüğü ile vitrine çıkan Kılıçdaroğlu’nun gerçek yüzünü, bu işbirlikçi ve teslim olmuş tavrı ile tanımlamak durumundayız!.. Cumhuriyet, kurulduğu yerde, Yeni CHP yönetiminin bu pısırık ve işbirlikçi tavırları ile ne yazık ki yıkılmıştır!. CHP sözcülerinin, Meclis’e türbanları ile gelerek meydan okuyan AKP milletvekillerine karşı, sadece duygusal bir konuşma yaparak, türban silahını iktidarın elinden alacağını sanması, kelimenin tam anlamıyla acizlik ve akılsızlıktır!.. Tam aksine,dokunaklı konuşan taraf teslim olmuş ve rakibinin safına sığınmış durumdadır!.. Dolayısıyla bu durumdan siyasi bir kazanç da elde edemez. Zira “Türban silahı”, hala iktidarın elindedir ve sonuna kadar da kullanılacağı kesindir. Herkesçe etkili olduğu kabul edilen bir silahtan, iktidar neden vazgeçsin?.. Y-CHP almış olduğu bu ağır yenilginin, adını “beraberlik” koyarak durumu tersine çeviremez!.. Teslim olarak, iktidarın elindeki silahı, daha da etkili hale getirmiştir!. Bu işin burada bittiğini sananlar, yakında ne biçim yanıldıklarını göreceklerdir. Söz gelimi, ileride kamu kurumlarından “hizmet almak” veya “kamu hizmetine girmek” isteyen kadınların türban, erkeklerin ise şalvar giymesine dair bir yönetmelik çıkarılması halinde buna nasıl engel olunabilecektir? Bu defa da vatandaşa işinizi gördürebilmek için “türban takın veya şalvar giyin” mi denecektir? Giderek iktidar muhalif milletvekillerinden Meclis’e girerken pantolonlarını çıkartmasını da isteyebilir!.. Milletvekili maaşını “ağır bir zincir gibi boynunda taşıyan” ilkesiz ve inançsız siyasetçiler için giriş kapılarındaki vestiyerler de bedenlerine uygun şalvarların bulundurulacağı günler yakındır!. Geldiğimiz noktada çözülen türban sorunu değil, hukuk olmuştur!.. Yeni CHP’nin hükümet önündeki taşları temizlemesi ile Cumhuriyet hukuku delik deşik edilmiş ve şeriat hukukunun getirilmesi için elverişli ortam hazırlanmıştır… Bundan sonra her şey iktidarın insafına kalmıştır. Gelinen bu noktanın sorumluluğu ise, bu durumdan “Çok mutluyum” diyen Kılıdaroğlu’na hala destek veren CHP Kurultay Delegelerinin üzerindedir… *** Kılavuzu karga olanın… Anlaşılan odur ki, sonunda CHP’yi de özelleştirip, cemaatlere teslim edecekler!.. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül,cemaatlere yardım ettiğini söyledikten sonra, akıl hocasının Hüsamettin Özkan olduğunu, onunla konuşmadan hiç bir iş yapmadığını da kamuoyuna duyurmuştur!.. Sarıgül, Hürriyetin Pazar ekinde Ayşe Arman’la yaptığı söyleşide:” Ben ne yaptıysam tek başıma yaptım, seçkinci de değilim. Diğerleri seçkinci, İnönü seçkinci, Ecevit seçkinci, Baykal seçkinci… Kılıçdaroğlu mütevazi” diyerek CHP’nin mirasını toptan reddetmiştir. (1) Cumhuriyeti kuran kadroların partisini, Sarıgül’ün ayağına göndererek özür dileten Kılıçdaroğlu ise, Sarıgül’ün saygın bir siyasetçi olduğunu söylemiştir… Böylece Baykal’ın yol açtığı ihraç kararının haksız olduğu bir kez daha vurgulanmıştır!.. Nedense Baykal da anlaşılmaz bir sessizliğe gömülmüştür!.. Böylece Sarıgül’ün ihraç sürecinde, MYK üyelerinin hazırladığı rapordaki; 40 binada imar yolsuzluğu yapmak, kaçak 7 kata ruhsat vermek için 300 bin dolar rüşvet almak, inşaat mafyası ile işbirliği yaparak rüşvet karşılığı inşaat sahiplerine rant sağlamak suçlamaları da bir anda buharlaşıp yok olmuştur!… Son kararla, Sarıgül’ün dolaylı olarak Baykal tarafından iftiraya uğratılmış olduğu da kabul edilmiştir… Dolayısıyla “kaset olayı” ile tartışılmaya başlayan Baykal’ın “saygınlığı”, CHP’nin Sarıgül’den af dilemesi ile ciddi ciddi tartışılır hale getirilmiştir!. Sarıgül için bundan sonraki hamle; İstanbul Belediye Başkanlığı yoluyla, Yeni CHP’nin Genel Başkanlığı’nı teslim almak olacaktır… Yakışır da!.. Zira, her iki halde de CHP eski CHP olmayacaktır. Atatürk’ün CHP’sini yıktıktan sonra, enkazının üstüne köpekler çiş yapsa ne yazar?!.. Bundan sonra, halkın gündeminde, Cumhuriyeti ve partisini yeniden inşa etmek var!.. Av. Cemil Can DİPNOT: (1) http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24989682.asp

HİTLER YAŞASAYDI NAL TOPLARDI!.

CNN Televizyonunun verdiği; değişik ülkelerden gelen El Kaide militanlarının ellerini kollarını sallayarak sınırdan geçmesi haberi, Türk hükümeti için uluslararası bir skandal haline geldi!.. Aynı şekilde Adana’da uyuşturucu aranan bir TIR’ın içerisinde 935+10 roket başlığının bulunması daha büyük bir skandal olarak kayıtlara girdi!.. Silahlar, sanki hükümetin bilgisi içerisindeydi ve taşınırken yanlışlıkla yakalanmışlar gibi!.. Adana Valisinin roket başlıklarının Türkiye’de kullanılmayacağını “garanti” etmesi, tam anlamıyla bir komedi ve bu rezaletin resmi gibiydi!..

SOROS destekli Açık Toplum Vakfı’nın sponsorları arasında yer aldığı; İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin Kürt örgütlerinin ilk kez bir araya geleceği Kürt Konferansı‘na Türkiye’nin ev sahipliği yapacak olmasına ise, Mehmet Barlas bile bahane bulamaz şimdi!..

Şu andan itibaren her şey hükümetin aleyhine işliyor…

Bu gerçek ve yoğun gündeme ilaveten, Erdoğan, Cemaatle olan kavgasında sürekli kan kaybediyor!.. “Haziran Direnişi” ile Erdoğan hükümetinin tahminlerin çok üzerinde bir itibar kaybına uğradığını kabul etmeyen neredeyse yok gibi!.. Bu geri gidişi durdurmak ve hatta tersine çevirmek için, yeni ve etkili bir hamle gerekiyor. Başbakan, bu yüzden evde zorla tuttuğu yüzde 50′den, savunma konumundan çıkıp, saldırıya geçmelerini istemiş. Erdoğan, bu stratejiyi Kızılcahamam Kampının kapanış konuşmasında “Defansif değil ofansif olacağız” (1) sözleri ile özetlemiş!.. Durumu bu kadar zor yani…

Bu noktada şartları tersine çevirebilmek için gündemi değiştirmek gerekiyor. Muhalefet, değiştirilen gündeme yanıt vermez de halkın gerçek gündemi ile ilgilenirse, pek tabii ki, hükümet gündemi kolayca değiştiremeyecek!..

Gündemin değiştirilmesinde hükümetin gizlemek istediği konu başlıkları aşağı yukarı bellidir. Muhalefetin de gizlediği bir şeyler varsa eğer, ki o zaman zımni bir işbirliği ile “kızlı-erkekli öğrenci evleri” ile başka bir gündeme geçilebilir…

Yaşananlara bir de bu pencereden bakmak gerekir!..

Muhalefetin maskesini indirmeyi, iktidarı eleştirmekten çok daha önemli bulduğum için, bu yapay gündem hakkında bir kaç söz de ben söyleyeyim istedim:

Elinden türban silahının “alınmasından” sonra, “kızlı-erkekli öğrenci evleri” kartını açan Erdoğan’ın karşısında zor duruma düşen Kılıçdaroğlu: “Gencecik çocuklar üzerinden siyaset yapmaya kimsenin hakkı yoktur” diyerek yine ağlamaya başlamış… “Zırva tevil götürmez” demiş atalarımız. Bakalım muhalefet “kızlı-erkekli öğrenci evleri” silahını da Erdoğan’ın elinden nasıl alaca! Türbanın meclise girmesi ile türban silahı Erdoğan’ın elinden alınmış mıydı? Kılıçdaroğlu, hükümetin öğrenci evleri ile ilgili yapacağı yasal düzenlemeye ses çıkartmayarak, bu silahı etkisiz hale getirilecek değil herhalde!.. Aklın kiraya verilmesi ya da CHP’lilerin zekasıyla alay etmek, aynen böyle oluyor galiba!.. Kılıçdaroğlu’nun hükümetin elinden silah alma yöntemini öğrendiniz değil mi?.. Hükümetin isteğine boyun eğerek, bir konuyu istismar ettirmemek olanaklı mı?.. Hükümetin icraatlarına destek vermek söz konusu olduğunda da aynı şey yapılıyor çünkü. Desteklerken de susacaksınız, karşı gelirken de!.. Yok öyle yağma. Zekamızla bu kadar da alay edemezsiniz!.. Bence siz, yerden küçük bir çakıl taşı alıp, alnınıza vurmalısınız. Yoksa bu derin uykudan bir daha uyanamayacaksınız!..

Zinayı serbest bırakan AKP iktidarı, nereden estiyse, kız ve erkek öğrencilerin aynı yurt veya evlerde kalmasını sakıncalı bulmaya başlamış. Pes demiyorum, daha önce pes etmiştik bu taktiklere!!.. Erdoğan, bundan böyle, doğrudan özel hayatlara müdahale edecek bellidir. Lakin bu eyleme yasalar müsait değil. Hazret, inanç alanından bir yasak bulup koyamıyor ortaya… Zira karşısına “imam nikahı”, “muta nikahı” ve “cihat nikahı” (2) çıkabilir diye korkuyor! İslam hukukuna göre nikah; evlenecek kadın ile erkeğin iradelerinin birleşmesi ile tamamlanıyor. Nikahta imamın bulunması şart değil ki, onun yaptığı da bir tür tanıklık zaten. Ayrıca Hristiyanların kilise kaydı gibi bir kayıt da tutulmuyor camilerimizde. Dolayısıyla kapısına dayandığınız gençler size: İnancımıza göre nikahlıyız dediler mi yapabileceğiniz bir şey kalmıyor. Suçlamak üzere ele aldığınız gençler, pek tabii ki, “imam nikahlıyız” dediler mi, AKP’li milletvekillerinin sekreterleriyle imam nikahlı, 40′a yakın milletvekilinin dokunulmazlığından da yararlanacaklar… Her birine TOKİ’den ev vermek zorunda da kalabilirsiniz. Daha doğrusu imam nikahına rağmen, gençlere bir şey yapmaya kalkarsanız, şer’i hükümleri karşınıza alırsınız… Demek ki, hükümet ne yürürlükteki yasalara, ne de din kurallarına göre öğrenci evlerine giremez artık!.. Nitekim, bu bahis h0akkında kum torbası durumuna düşürülen hükümet sözcüsü Bülent Arınç bile isyan edip, özgül ağırlığını ortaya koymak zorunda kalmıştır!..

Çocukların bile inanmadığı bu çakma gündeme, acaba ana muhalefet partisinin genel başkanı neden balıklama atlamıştır?..

Bu aralar; dinin bir “emri” olarak (3) türbanın Meclise girmesinden genel başkanın mutlu olması, CHP’nin Kılıçdaroğlu eliyle Sarıgül’e teslim edilmesi, imar yolsuzlukları nedeniyle CHP’den atılan Sarıgül’ün, gelir gelmez Başbakanı dünya lideri olarak ilan etmesi, yeni CHP yönetiminin kazanılması kesin gibi gözüken belediyelerin başkan adaylarını, darı ambarında beslenen bir ajansın yapacağı ankete göre, şüpheli yerleri ise eğilim yoklaması ile belirlemesi gibi hususlar, CHP tabanının öncelikle tartışacağı konulardır. Bu bahisler hakkıyla tartışılabilseydi eğer, Kılıçdaroğlu ve ekibinin muhalefet için değil, karşıdevrimin yerleşmesi için yoldaki taşları temizlemekle görevli oldukları ortaya çıkacaktı… Zira türbanın Meclise sokulması bir Anayasa ihlalidir. Bu suçun asli faili, AKP ise, fer’i faili de Yeni CHP’dir kuşkusuz. İşte bu nedenlerle, tartışmayı başka bir noktada sürdürmekte, yeni CHP açısından sayılamayacak yararlar vardır. Doğrusunu söylemek gerekirse, “kızlı-erkekli öğrenci evleri” konusunu bulan her kimse, iki tarafa da merhem olmuştur. Göreceksiniz, yeni CHP bu tartışmayı daha da derinleştirecektir!.. Kılıçdaroğlu’nun Başbakan’ı, vapurdan inenleri dikizlemekle suçlaması, ciddi bir siyaset adamına yakışmıyor mu? Kaldırım seviyesinde sürdürülen bu tartışmaya “uçkur politikası” diyenler, asla haksız değildir!..

CHP’nin Mustafa Sarıgül’e mahkum edilmesi, her şeyden önce, Baykal’ın üzerinin çizilmesi anlamına gelmektedir… Sosyal paylaşım sitelerinde “Baykal göreve” sayfalarını açtırıp, kendini gündemde tutmaya çalışan ve Kılıçdaroğlu’nun yıpranması sonucunda, yeniden genel başkanlığa getirileceği hayalleri ile yaşatılan Baykal, Kılıçdaroğlu’nun CHP adına Sarıgül’den af dilemesi ile siyaset tarihindeki “saygın” yerini almış bulunmaktadır…

Diyeceksiniz ki, Baykal böyle bir sonu hak etti mi?

Tartışılır elbette… Bana göre fazlasıyla hak etmiştir. Zira Kılıçdaroğlu gibileri parlatan ve yürekli pek çok Atatürkçüye kapıyı gösteren bir liderin, beslediği kargalar tarafından gözünün oyulması gayet normaldir!.. Partilileri kulu, partiyi çiftliği gibi gören ve parti içi demokrasiyi hiç bir zaman işletmeyen liderler, bedelini elbet bir gün ödeyeceklerdir!.. Baykal’ın parti üyeliğine layık görmediği Sarıgül’e, Kemal Kılıçdaroğlu ve Parti Meclisi bir kurtarıcı gibi sarılması ironinin ötesinde bir şeydir!.. CHP’liler bugünleri de gördü, ama asla hak etmediler!..

Hükümet ise, bir taşla iki kuş vurmanın peşindedir. Erdoğan, gündemi değiştirirken “Gezi Direnişi”nin intikamını alıyor bir bakıma. Bu şekilde, topluma korku da salıyor. Zira Hükümetin halkı korkutmaya şiddetle ihtiyacı var. “Tahrir Direnişi” bir türlü aklından çıkmıyor Erdoğan’ın. Hükümet, önceleri “darbe” dediği Tahrir’de olanlara, şimdi neden “devrim” diyor acaba, hiç düşündünüz mü?.. Bir gün Kızılay Tahrir olur mu korkusu ile yaşamak elbette kolay değildir!.. Hükümete akıl verenlere göre, bu işlere öncülük edecek olanları şimdiden sindirmek gerekiyor!.. Bu nedenle de TGB‘nin Cemaat yurtlarına alternatif olarak gündeme getirdiği “Çapulcu yurtlarını” kötüleyip, bu işe öncülük edenleri yermek, kanımca bir seçenek olarak ileri sürülmüştür!..

İktidar ve muhalefet Türkiye’nin sıcak gündemini değiştirmek için elbirliği ile “kızlı-erkekli öğrenci evleri” konusunu ele aldılar. Bir taraf Hacivat’ı oynuyor diğer taraf Karagöz’ü… Orta oyunu diyenler bile var. Bu tespitlerin kanıtı; Başbakan’ın Reuters muhabirinin, “Kişilerin özel evlerine nasıl bir yetkiyle denetim yapılacak” şeklindeki sorusuna kızarak verdiği yanıttır. Başbakan, “Eğer bir yasal düzenleme gerekiyorsa biz bu yasal düzenlemeyi de yaparız” diyerek, yalın gerçeği itiraf etmiştir. Demek ki, gündeme taşınan konu gerçek değildi ve uydurulmuş olan bu konu ile ilgili olarak alınacak önlemlerin de yasal dayanağı yoktur!.. Yeni yasalara bu nedenle ihtiyaç duyulmaktadır. Tıpkı Hitler”in hezeyanlarının bir kaç gün içinde yasalaştığı gibi!..

Yaşayıp göreceğiz… Ben buradayım sizin de yerinizi biliyorum!..

Av. Cemil Can DİPNOTLAR.

  1. http://siyaset.milliyet.com.tr/defansif-degil-ofansif-olacagiz/siyaset/detay/1786633/default.htm

  2. http://www.yurtgazetesi.com.tr/dunya/cihat-nikahinda-son-nokta-kiz-kardesle-evlilik-caiz-h41099.html

  3. Türban dinin emri midir?

Nur Suresi 31. Ayet’in tercümesi:

http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/183-oezdemir-nce/27352-ozdemir-ince-yalan-ruzgarlari-uzerine.html

ABD’NİN YENİ BEYZBOL SOPASI KILIÇDAROĞLU MU?.. Av. Cemil Can Başbakan Erdoğan deliğe süpürülmemek için son kozlarını oynuyor. ABD, kim bilir bu tehdit altında Türkiye’den daha ne tavizler koparacak!.. Suriye konusunda Erdoğan’ı yalnız bırakan Obama, yola Erdoğan’sız devam edeceğinin ilk işaretini Rusya ile anlaşarak ve İran’a yaklaşarak verdi… ABD’li düşünce kuruluşlarından Bipartisan Policy Center, ABD’nin eski Ankara büyükelçileri Mortan Abramowitz ve Eric Edelman’a hazırlattığı raporda; Erdoğan hükümeti için “Hükümet, çözüm noktasında güven oluşturamazken AKP her defasındaotoriterliği ve mezhepçiliği seçti” değerlendirmesini yaptı. AB’nin Gezi olayları ile ilgili “ilerleme raporu”ndaki, saptamaları (1) görmezden gelen hükümet, direnişe katılanlara dava üzerine dava açmaya başladı… Temel hak ve özgürlüklere tamamen aykırı olan bu davalar ile belli ki, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılımın azaltılması hesaplanmıştır!.. AB’nin “ilerleme raporu”nda, Türkiye’de gelişen ve faal bir sivil toplumun mevcudiyetine delil olarak gösterilip övülen Gezi protestoları, hükümet tarafından “suç” gibi işlem görmeye başlamıştır!.. AB’nin son 10 yılda yapılan reformların bir sonucu olarak gördüğü bu Gezi direnişine katılanların, hükümet kanadından Çanakkale’de savaşılan düşmana benzetilmesi ise, bilgisizlik veya anlayış farklılığı ile açıklanamaz!.. Belli ki, Erdoğan’ı korku sardı!.. Hükümete sık aralıklarla dışarıdan verilen mesajlar aşağı yukarı aynı. AB’ye paralel olarak, ABD de Erdoğan’ı gözden çıkartmışa benziyor! Washington Post gazetesinde ileri sürülen Türk hükümetinin MOSSAD için çalışan 10 İranlının kimliğini Tahran’a verdiği yolundaki iddia, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf tarafından da yalanlanmadığına göre, iki ülke arasında güven bunalımı bilek güreşi ile devam edecek. ABD Kongresi’nin bazı silah sistemlerini “dost ve müttefik” olarak tanımladığı Türkiye’ye vermemesi, buna karşılık Türkiye’nin ABD tarafındanyaptırıma uğramış ve NATO sistemleri ile birlikte çalışmayacak olan füze savunma sistemlerini Çin firması CPMIEC’den satın alınmak için görüşmelere başlaması, ilişkilerin ne kadar hassas bir noktaya geldiğini gösteriyor. Nitekim, ABD Büyükelçisi Francois Ricciardone, Diploması Muhabirleri Derneği’nde yaptığı değerlendirmede; bu durumu “ticari” değil, “stratejik” bir konu olarak gördüklerini ve Çin firması ile anlaşma olması halinde,işbirliğinin etkileneceğini açıkça söyleyerek, aba altından sopayı göstermiştir!.. “Genel valinin” MİT müsteşarına “sadık” sözleri ile övgüler dizmesi ise oldukça anlamlıdır!.. Bütün bu olup bitenlere, ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu ayağına kadar çağırması ve Sheraton otelinin bir otel odasında gizlice buluşmaları eklenince, Atatürk Cumhuriyeti ve CHP’nin ne hallere düşürüldüğü açıkça görülmektedir… Kabul etmek gerekir ki, “sömürge valisi” Ricciardone, bu görüşmede bir taşla iki kuşu vurmuştur: Bir taraftan AKP’ye CHP’nin desteklenebileceği ima edilerek sopa göstermişken, diğer taraftan CHP tabanına ABD’nindesteği olmadan CHP’nin iktidara gelemeyeceği fikri kabul ettirilmek istenmiştir… Görüşmeden parti yönetiminin haberdar olmaması ise oldukça hazindir! Bu acıklı durum CHP’de yaşanmakta olan “yenileşme” sürecinin özeti gibidir… Salt bu gizli görüşme, Kılıçdaroğlu’nun gizli bir ajandası olduğunu göstermeye yeter de artar bile… Gerçekte, Kılıçdaroğlu Erdoğan’a gösterilmiş ikinci bir beyzbol sopası gibidir!.. Kılıçdaroğlu, her zaman olduğu gibi yine ABD’nin hizmetindedir ve basit vaatlere teslim olacak kapasitede küçük bir memur gibidir. Nitekim, Ricciardona bu gizli görüşmede; olası Washington ziyaretinde ABD yönetiminin yürütme kanadından ve Kongre’den pek çok kişinin kendisi ile görüşmek isteyeceğini söyleyerek, Kılıçdaroğlu’na mavi boncuk dağıtmaya devam etmiştir. Nitekim, aradan bir gün bile geçmeden ABD Kongresi’nden beklenen davet gelmiştir. Kılıçdaroğlu’nu ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşları önünde zor bir sınav bekliyor. Büyük olasılıkla “sadakatını” ölçecekler!.. Bu davet, ABD tarafından Erdoğan’ın gözden çıkarılabileceği anlamına gelmekle birlikte, aynı zamanda ona yeni tavizler vererek iktidarını sürdürme olanağını da sunmaktadır… Ana muhalefet partisi liderinin, ABD yönetimi ile Erdoğan arasındaki bu restleşmede, tehdit malzemesi gibi kullanılması, Kemal Bey’in CHP Genel Başkanlığına getirilme sebebine ve kişiliğine uygun düşse de CHP’nin geçmişi ve diplomatik teamülle hiç uyuşmamıştır!.. AKP iktidarı tarafından Türk halkının gerçek gündeminde olmayan; “ana dilde eğitim” , “andımızın kaldırılması”, “kamu hizmetlerinde türbanın serbest bırakılması” ve “Tunceli’nin adının Dersim olarak değiştirilmeye kalkışılması” gibi konuların, AKP tabanından ciddi oy kaymalarına sebebiyet verdiği tartışmısızdır. Yaklaşan seçimlerde, bu kayıpları durdurabilmek için AKP’nin “milli duruş” gösterileri yapma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, ABD yönetimi ile anlaşılmış da olabilir. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu ile görüşmek, bir bakıma Erdoğan’a yeniden havuç uzatmak anlamına gelebilir. Anlaşılan ABD yönetimi sopa-havuç politikasından öyle kolay vazgeçmeyecek… Böylece, ABD aynı zamanda Erdoğan’dan da vazgeçmediğini de göstermiş olacaktır. Zira ABD açısından eli kolu bağlı bir Erdoğan, Türkiye’nin başına getirilebilecek en iyi seçenektir… Başka bir söyleyişle Erdoğan, Türkiye ve Ortadoğu’da ABD’nin çıkarlarını korumakla görevli (A) planı ise, Kılıçdaroğlu da (B) planı olarak her zaman yedekte tutulacaktır!.. Bu açıdan bakıldığında; bir taraftan Öcalan ile görüşmelerini sürdüren Erdoğan, diğer taraftan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı, “herkes haddini bilsin” diyerek azarlamaktadır da… Bu durum, doğal olarak AKP tabanının hoşuna gitmektedir… Aynı şekilde, ülke savunması söz konusu olduğunda, ABD’den “bağımsız” politika izleme görüntüsü de verilebilmektedir. Doğal olarak bu durum da AKP seçmenini memnun etmektedir. Ne yazık ki, AKP’nin bu basit seçim oyunları, ülkemizde hala prim yapabilmektedir. Olayların bu yanını da gözden kaçırmamak gerekir… Unutmamalıyız ki, Çin’den füze savunma sistemleri alma konusu tartışmaya açılmışken, eş zamanlı olarak ABD’ye 3,5 milyar dolarlık sikorsky helikopteri siparişi(2) verilmiştir. Bütün bu gelişmeler, yapılan hamlelerin seçimleri etkilemek amacıyla “danışıklı” olabileceğine kanıt teşkil eder!.. Muhalefetin basiretsizliği ve ele geçirilmişliği karşısında, elbirliği ile Türk halkı bir kez daha Kılıçdaroğulları ile Sarıgüllerle aldatılmak için hedef tahtasındadır!.. Bu yüzden yaklaşan seçimlerde, Cumhuriyeti yeniden inşa edebilmek için İşçi Partisi’nin önerdiği CHP-MHP-İP dayanışmasını hayata geçirmekten başka yol görünmemektedir!.. Yaşasın Cumhuriyet!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR:
  1. http://www.abhaber.com/index.php?option=com_content&view=article&id=52987:ab-raporunun-y%C4%B1ld%C4%B1z%C4%B1-gezi&catid=217&Itemid=835
  1. http://www.aktifhaber.com/turkiye-abdli-sikorskye-35-milyar-dolarlik-ihale-verdi-871901h.htm 

“SEYİT”(1) KEMAL!.. Av. Cemil Can
Yeni CHP yol temizliğine devam ediyor!.. Öcalan’ın “Demokratik İslam Kongresi”nin toplanması isteğine paralel olarak, Cem Vakfı da bir toplantı düzenleyecek. Hükümetin, Diyanet İşleri Başkanlığı içinde Aleviler için kuracağı “Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı” bu toplantıda görüşülecekmiş. Görünüşe bakılırsa, “Büyük Ortadoğu Projesi” içerisinde planlanmış olan “Ilımlı İslam Cumhuriyeti”nin kurulması için AKP ile PKK anlaşmaktan öte, iş bölümü de yapmış!..Kılıçdaroğlu’nun Hürriyet Gazetesi’nde yaptığı “soy” açıklaması, (2) bu gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde; şer ittifakına Y-CHP’nin de dahil olduğu anlaşılmaktadır!..Hedefine doğru adım adım ilerleyen AKP, şimdi de kadın milletvekillerinin Mecliste türban takmasına olanak sağlayacak içtüzük değişikliğini yapmaya çalışıyor… Y-CHP ise, Erdoğan’ın isteğini yerine getiriyor. Üzerinde anlaşmaya varılan Anayasanın 60 maddesinin genel kuruldan geçirilmesine istiyor. Kendi elleriyle sırayı, üzerinde anlaşmaya varılmayan maddelerin “halk oylamasına” getirecekler!.. Görev bilinci buna denir bence!..Kamu kurumlarında türban takmanın, Cumhuriyet’in “laiklik ilkesi”ne aykırı olduğu; vaktiyle Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararları ile saptanmıştı. Bu hukuki saptamaların doğruluğu ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları ile de teyit edildi. Anayasamızda ve ilgili yasalarda aksi yönde bir değişiklik yapılmadan ve yüksek yargı organları içtihatlarını değiştirmeden, adeta bu kararlar yok sayılarak, türbanın serbest bırakılmasının önünü Kılıçdaroğlu tarafından açılmıştır… Başka bir söyleyişle, yürürlükteki hukuk çiğneyerek, rejimin değiştirilmesi projesindeki kilit taşı, Y-CHP’ye çıkarttırılmıştır!..Kılıçdaroğlu, bu girişimi ile güya AKP’nin elinden türban silahını alacaktı. Y-CHP, bu bahanesinin arkasına gizlenerek, üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasına itiraz etmeyeceği sözünü verdi… Kılıçdaroğlu bu şekilde görevini başarı ile yerine getirdi. Sayesinde bugün türban ilkokullara kadar girdi… Yargı kararlarının bu şekilde çiğnenmesi ile mahkemelerin bağımsız ve tarafsız görev yapamayacağı da ortaya çıktı. Anayasaya göre, kararları herkesi bağlayacak olan mahkemeler, ana muhalefetin aniden saf değiştirmesi üzerine, kesinleşmiş kararlarının delinmesine dahi direnemediler!.. Böyle olunca, kolayca ele geçirildiler ve daha sonraki yıllarda rejimi değiştirmenin aracı olarak kullanılmaya başladılar… Bu kullanılma Ergenekon ve Balyoz davlarında bütün çıplaklığı ve çirkinliği ile sergilenmiştir… Gerek türban konusunda ve gerekse bu davalardaki tutumu dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’nu ve Yeni CHP’sini, Cumhuriyet düşmanı olan gerici şer ittifakının suç ortakları arasında saymakta bir yanlışlık bulunmamaktadır!.. Stanford Üniversitesi Emeritus Antropoloji Profesörü Carol Delaney, New Yort Times gazetesine yazdığı mektupta, AKP’nin son paketinde yer alan türban yasağının kamu sektöründe kaldırılması “sinsi bir adım” olarak değerlendirmektedir… Bir zamanlar, dini afyon olarak değerlendiren Abdullah Öcalan, şimdi Diyarbakır’da Şeyh Sait’in ruhuna uygun olarak, “Demokratik İslam Kongresi”nin toplanmasını istemektedir… Öcalan’ın bu önerisine, liderliğini İhsan Eliaçık’ın yaptığı “Anti kapitalist Müslümanlar” da katkı sunmaya hazır olduklarını açıklayarak, ittifaka dahil oldular!.. Aleviler, 3 Kasım’da İstanbul Kadıköy’de kitlesel bir mitinge hazırlanırken, Cem Vakfı’nın Başkanı İzzettin Doğan, hükümetin himayesinde, bir gün önceden, Alevileri temsilen, Bostancı Kültür Merkezi’nde bir “açılım” toplantısı düzenleyecektir!.. Hükümetin Diyanet’e bağlı olarak çalışacak olan “Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı”, bünyesinde 1500 alevi dedesine 2-3 bin TL maaş verilmesi projesi de muhtemelen bu toplantıda tartışılacaktır. Bu noktadan sonra, mellelere ve dedelere makarna ve bulgur dağıtılacak değildi herhalde!.. Tam da bu noktada, Atlantik ötesinden Yeni CHP’ye bir görev daha verilmiştir! “Seyit” Kemal, Kurban Bayramını bahane ederek, Hürriyet Gazetesi ile yaptığı bir söyleşide, peygamber soyundan geldiğini söyleyivermiştir!.. Hazret bu söyleşide, daha önce umreye gittiğini ve manevi yönden çok haz aldığını eklemeyi de unutmamıştır. Laiklik ilkesini programının merkezine oturtmuş CHP’nin Genel Başkanı, aslında Abdullah Öcalan gibi din duygularının sömürüsünü yapmıyor!.. O alandan siyasi bir kazanç elde edemeyeceğinden adı gibi emindir… “Seyit” Kemal, kendisine verilen sahte muhalefet görevini yerine getirebilmek için çırpınıyor… Bu şekilde CHP Genel Başkanlığı’na getirilmenin diyetini ödüyor… Hükümetin önündeki taşları temizlemek öyle kolay iş değil!.. Hakkını yememek gerekir, karşıdevrimin her hamlesinin önünü, “Seyit” Kemal açmıştır!.. İzzettin Doğan ile hizaya getirilemeyen Alevileri, “Seyit” Kemal terbiye etmeye vazifelendirilmiştir!.. Yerini “Ilımlı İslam Devleti”nde “ana muhalefet” olarak garantiye alan Kemal Bey, “soy” tartışmasını açmakla, bir bakıma bozulan abdestini tazelemiştir… Aleviler için İzzettin Doğan ne ifade ederse, CHP tabanı için de Kılıçdaroğlu aynı şeyi ifade etmektedir… Üstlendikleri rol de aynıdır!.. Gerçekte Kılıçdaroğlu, gerici ve Cumhuriyet düşmanı bir aileye mensup olmanın ezikliğini tedavi için peygamber soyundan geldiğini söylememiştir… Zaten inananlar açısından, soylu, soysuz, hırlı, hırsız, ve ne kadar ahlaksız varsa, hepsi Adem peygamber soyundan gelmiyor mu? Dolayısıyla, peygamber soyundan gelmek bir ayrıcalık değildir!.. Kılıçdaroğlu bu yanını öne sürerek, Mamak’ta direnen Alevileri ve onlarla aynı yolda ilerleyenleri yönetmek istemektedir!.. Bu dönemde Alevilere söz dinletecek ve hükümetle uyumlu çalışacak bir yüksek makama ihtiyaç duyulmaktadır!.. Bu oyunu kuranlara göre, peygamber soyundan gelen bir genel başkan, pekala bu işi yapabilir düşünülmüştür!.. Biliyoruz ki, referansı din veya mezhep olanın, çağdaş siyaset içerisinde yeri olamaz!.. Siyaset, laik sistem içerisinde bir anlam ifade edebilir… Bu nedenle, Aleviler de CHP tabanı da Kılıçdaroğlu’nu ellerinin tersi ile itmek durumundadır… Sırtımızdaki bu kamburun bir an önce atılması elzemdir!.. “Seyit” Kemal, peygamber soyundan geldiğini söyleyerek, aynı zamanda Türk ve Kürt kökenli olmadığını da itiraf etmektedir… “Türk” sözcüğünden neden bu kadar nefret ettiği şimdi daha iyi anlaşılmaktadır!.. Bay Kemal, bugünlerde CHP’den umudunu kesmemiş ve laikliği benimsemiş geniş yığınların önüne, oyalansınlar diye yerel seçimlerde CHP’den gösterilecek adayları atıyor… Belli ki,Cemaat’in adamları bu seçimde de CHP’den aday gösterilecekler. CHP tabanı yine rejim düşmanlarına oy vermeye mecbur bırakılacaktır!.. Yurtseverlerin önündeki soru şudur:Tutulduğumuz bu ayı tuzağından nasıl kurtulacağız?!.. Y-CHP’nin karşı tarafa çalışan aklıldanelerine göre, AKP İstanbul’u kaybederse, iktidardan da uzaklaştırılabilirmiş!… Parti yönetimi son paket içerisindeki “dar bölge” ve “daraltılmış bölge” tuzağını nedense görmek ve göstermek istemiyor… Aksi halde foyaları ortaya çıkacak… AKP, karşıdevrim hamleleriyle kaybedeceği oyun karşılığını, seçim sistemini değiştirerek milletvekili olarak zaten alacak!.. Yeni CHP, sanki demokratik ve adil bir seçim yapılacakmış gibi, hala hayal dünyasında geziniyor… 450 imam hatip okulunda okuyan 71 bin öğrenciyi, 10 yıl içerisinde 2074 imam hatip ve 450 bin 969 öğrenciye çıkaran AKP, üstelik karşıdevrimini de yapmışken, iktidarı seçimle hiç “yol düşkünü” (3) “Seyit” Kemal’e devreder mi?.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1)Gerek Seyit ve gerekse Ehl-i Beyit Resulallahın akrabaları veya kendi sünnetine tam bağlı olan ciddi Müslümanlardır. (Hatta seyit bir cahil, Seyyit olmayan bir âlimden daha itibara mazhar olur bizde.) http://www.batmangazetesi.com/index_makale_show.php?yazar_id=7&makale_id=761 (2) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24919069.asp (3) Alevilik öğretisinde yol düşkünlüğü: Kendi nefsine ağır geleni başkasına uygulayan kimselerin düşkünlüğüdür.

KARŞIDEVRİM, İKRARIN BÖLÜNMEZLİĞİ VE KİMYASAL SİLAHLAR!.. Av. Cemil Can
 “Hukuk çözer”, “Daha herşey bitmiş değil, bu işin Yargıtay’ı da var” gibi halkı uyutmak için uydurulan zırvaların afyonlama etkisi bitti… Sırada başka yöntemler var! Halkı oyalama ve afyonlama işini iktidardan çok, ona yandaş olmaya özen gösteren, sözde “entel” yalakalar yapıyorlar. “Darbe karşıtlığı” sözlerinin arkasına sığınarak iktidara destek verenler arasında Yeni CHP de var… Emperyalizme teslim olmaktan başka, ayrıca bir de görev üstlenen bu hain dönekler, kim bilir başımıza daha ne çoraplar örecekler… Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Balyoz Davası’nda verilen kararı onayarak, “karşıdevrimin” en etkili silahı olduğunu kanıtlamıştır!.. Böylece “Darbe karşıtlığı” edebiyatının arkasında gizlenen hainlerin de bu silahın parçası olduğu ortaya çıktı… Özel Daire, delillerin en önemlilerinin sahte olduğunu kabul ettikten sonra, yapacağı iş “bozma” kararı vermek iken, tam tersini yaptı. Medeni hukuktaki “basit ikrar”ı bölmekle eş değerde, fahiş bir hataya imza attı!? Yalan söyleyen bir tanığın beyanları hiçbir şekilde hükme esas alınamaz! Zira, bir tanığın beyanlarının bir kısmının “yalan” olduğu ortaya çıkmışsa, diğer söylediklerinin doğru olduğunu kimse garanti edemez. Yalancı tanığa güvenilerek adaletli hüküm verilemez. Bu nedenle yalancı tanığın beyanları yok sayılır ve hükme esas alınamazlar… Balyoz davasındaki durum da yalancı tanığın durumundan farklı değildir. Dosyadaki delillerin bir kısmının “sahte” olduğu ulusal ve uluslararası kuruluşlar tarafından, bilimsel yöntemlerle defalarca rapora bağlanarak kanıtlanmıştır! Artık bu kanıtlara dayanılarak adaletli bir hüküm kurulamaz!.. Bu yalın gerçeğe rağmen, özel daire sanıkları, üstelik dış dünyaya yansımamış ve ceza hukukunun alanına girmeyen “düşünceleri” nedeniyle suçlu bulup cezalandırıyorsa, ortada bir yargılamadan söz edilemez. Yapılan iş bir “karşı devrim”dir ve yargı bu iş için araç olarak kullanılmıştır… Hazırlık hareketleri gösterilemeyen kanıtlara dayanılarak verilen hükümle, ancak düşünceler cezalandırılabilir. Öyle de olmuştur… Bu davada savcılık, yerel mahkeme veya özel daire sanıkların düşüncesini nasıl bile bilmiştir? Bu sorunun akla yatkın bir yanıtı verilememiştir ve verilemez. Denebilir ki, özel daire, sanıkların niyetini okuyan özel görevli mahkemenin kararını onayarak, onun hatasına ortak olmuştur… Bu noktada Yargıtay 9. Ceza Dairesi kaldırılan özel görevli ağır ceza mahkemelerinin çok gerisine düşürülmüştür… Doğal olarak da kurumsal kimliğini yitiren ve karşı devrimin aracı durumuna düşürülen yargının saygınlığı yok edilmiştir… Öte yandan, ne diyeceği bilinmeyen tanıkların beyanlarını sonuca etkili görmeyen bir mahkemenin elinde “darbe suçuna teşebbüs” etme suçunun kesin kanıtlarının olması gerekir. Bağımsız ve tarafsız bir mahkeme, bu kanıtlara dayandığını kararının gerekçesine açıklamak zorundadır. Ayrıca darbeye teşebbüs suçunun oluşabilmesi için, sanıkların hükümeti “tehdit” de etmeleri gerekirdi. Sanıklar, hangi sözleri ile ne zaman hükümeti tehdit etmişlerdir? Bu soruların da yanıtı verilememiştir. Dolayısıyla Balyoz Davasının siyasi bir dava, verilen kararın da siyasi bir karar olduğunu kabul etmek gerekecektir. Kararı veren siyasilerdir, buna alet olan ise yargı mensuplarıdır. Dolayısıyla nihai çözümün de siyasi olması kaçınılmazdır!.. Öncelikle kabul etmeliyiz ki, “karşı devrim”; işbirlikçi siyasal partiler ve sözde “aydın”ların elbirliği ile hayata geçirilmiştir… Buteşhisi dürüstçe yapamayanların, bundan böyle doğru strateji izlemelerine olanak yoktur. Geriye doğru kısa bir gezinti yaptığımızda; emperyalistlerin desteği ile ve onlarla işbirliği içerisinde olan bir siyasi partinin (AKP’nin) siyasi iktidarı ele geçirdiği, iktidar olmanın avantajlarını ve yasama olanaklarını kullanarak, polis içerisinde bilinen yapılanmayı gerçekleştirdiklerini, daha sonra da Süleymaniye’de başına çuval geçirilen ordunun başına çorap örmeye başladıklarını, teknolojik üstünlüklerle TSK’ni kuşattıklarını, bu şekilde elde ettikleri işbirlikçilerle yurtsever pek çok subayı tutukladıklarını biliyoruz… Ergenekon, Balyoz ve Casusluk adı verilen davalar ile ordu bir bütün olarak töhmet altında bırakılmıştır. TSK, geçmişinde ABD destekli darbeler yapmış olmanın ezikliği içerisinde, komplolara karşı etkili mücadele yapma yerine, olmayan hukuk zemininde “savunma” yaparak aklanma yolunu seçmiştir… 2010 yılında yapılan Halkoylaması ile yargıyı ele geçiren hükümet, kansız bir şekilde kendi darbesini yapmıştır… Bu gerçeği göremeyenlere kör demek zorundayız. Kendi yolunu bulmak için değnek kullanan CHP ve MHP gibi siyasi körler; bu girift ve dikenli yollarda Türk halkına artık doğru yolu gösteremezler!… 11 yıl gibi kısa bir sürede, önemli ölçüde toplumu ve rejimi dönüştüren iktidar karşısında, bu çakma muhalefet; gündem belirleyememiş, halka umut olamamıştır. Tam aksine muhalefet yapar gibi yapmış, olayların arkasında kalmış ve havanda su döverek boş gevezeliklerle zamanı geçirmiştir… Bu tutumuyla “karşı devrim”in başarısı için en anlamlı desteğin muhalefetten geldiğini söylemekte bir yanlışlık yoktur… Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, CHP içerisinde yuvalanan Sorosçu ekip ile MHP Müdürü Devlet Bahçeli’nin etrafında kenetlenen avantacı takımın, en kritik konularda karşı devrimin başarısı için koltuk değneği görevi yaptığı sır değildir!.. Ne yazık ki, yaşanan gerçekler bu kadar acıdır… Şimdi önümüzde duran acil bir görev vardır: “Bulunduğumuz durumdan nasıl kurtulacağız?” sorusuna akıllıca ve doğru bir yanıt bulmak zorundayız. “Karşı devrim”in de bir süreç olduğu unutulmamalıdır. Onu durdurmak ve Atatürk Devrimlerini kaldıkları yerden sürdürebilmek için tek silah sağ duyulu Türk halkıdır. Siyasi mücadeleyi sürdürebilmek için, hayati öneme sahip olan siyasi partiler (CHP ve MHP), karşı devrimciler tarafından ele geçirilmiştir. Bu acı gerçeği görüp kabul ettikten sonra, ne yapmamız gerektiği de kendiliğinden ortaya çıkacaktır. CHP ve MHP yönetimlerini çok hızlı bir şekilde bu işgalcilerin elinden geri almak gerekir. Bu yönde atılacak adımların başarısızlıkla sonuçlanması da olasıdır. Zira 11 yıllık sürede bu iki partiyi delege düzeyinde de ele geçirmek olasıdır… Eğer gerçek böyle ise, o zaman başka bir çatı altında mücadeleyi sürdürmek kaçınılmaz olacaktır. O çatı, yaşamın somut pratiği içerisinden çıkarak kendisini kanıtlayacaktır. 29 Ekim’de Cumhuriyeti kutlayacak ve alanlarda andımızı okuyacak olan bu soylu ve milli olan hareket, bundan böyle de Türk halkına önderlik edecektir… *** Atatürk ve İnönü’ye, hatta Ecevit ile Baykal’a dahi “ırkçı-şoven”, diyecek kadar cahil, daha sonra da Lüleburgaz mitinginde “Atatürk’ün askeriyiz” diyecek kadar şaşkın birine ne kadar güvenilir? Atatürk ırkçı ve sen de onun askeriysen, sen nesin? Ya ırkçı ve şoven bir askersin ya da yalancının tekisin!.. Her iki halde de bizden değilsin… Kemal Kılıçdaroğlu, Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesine verdiği demeçte “Evet, CHP ırkçı-şovendi ama artık öyle değil” demiş… Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğuna oturan bu zavallı, Seyit Rıza ile Şeyh Sait’i önder kabul eden bu mürteci, ne kadar “dürüst” ve “namuslu” bir politikacı olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır!.. Yerel seçimler öncesinde, parti içi tartışmaların bir kenara bırakılmasını isteyenler, genellikle “solda birlik” kavramına sarılarak, CHP Genel Merkezi’ndeki Sorusçuların işgalini yok saymamızı istiyorlar. CHP’nin yerel seçimlerde stratejisini belirleyecek olan kişinin Aydın Ayaydın (1) olması, sanırım bu konuda bir fikir verecektir. Aldatılmak için ağzı açık bekleyen ayran delilerine göre, seçimlerden sonra, kurultaylarda bu hesaplaşmalar yapılmalıdır. Bu aymaz delege bozuntularının atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra bile, söyleyecekleri bir şey elbette vardır. Aslında bu söylem, işgalcilerin görevlerini tamamlamaları için onlara zaman tanımaktan başka bir işe yaramaz. Bu gerekçe ile sağlanan zaman, işgalcilere parti içerisinde iyice örgütlenmek, muhalif olan sesleri kısmak ve tasfiye etme olanağını sağlar… Bu nedenle “solda birlik” söylemi sol bir söylem değil, tam aksine sağda birliği sağlamaya dönük bir slogandır. Türkiye’de solun ve sağın oy yüzdeleri göz önünde tutulduğunda; solda birlik sağlansa bile, bunun en çok yüzde 40’lara kadar tırmanabileceği, buna karşılık refleks olarak, sağda birliğin kendiliğinden oluşacağı ve yüzde 60 ile yine çoğunluğu sağlayacağı açıktır… Bu nedenle buna benzer içi boş sloganların etkisi altında kalmadan, doğru fikirler etrafında ve yeni bir çatı altında örgütlenmek en doğrusu olacaktır. Unutulmamalıdır ki, Birinci Kurtuluş Savaşı’ndan önce, ne “solda birlik” sağlanmıştı ne de çoğunluk sağlanmıştı. Bir avuç inançlı yurtsever, kararlı adımlarla mücadeleye başlamış ve bütün dünyanın önünde saygıyla eğildiği büyük bir zafere imza atmıştır. İkinci Kurtuluş Savaşı’mız için de aynı yol izlenmelidir… *** Kanada merkezli “Global Research” dergisinde ; “Ğuta’da Kimyasal Silah Saldırısı, ABD Yalanı ve Çocukların Ölümü Üzerine İnsani-Askeri Müdahale” başlığını taşıyan kapsamlı bir çalışma yayınlandı. (2) Bu çalışmada, “dış müdahale” için çocukların “Suriye silahlı muhalefeti” tarafından katledildiği, vücutlarına “zehirli gaz” enjekte edildiği, video çekimleriyle oynandığı ve sahte fotoğrafların servis edildiği kat-i bir şekilde Birleşmiş Milletler heyetinin raporunda tescil edildiği” ifade edilmiştir… Suriye’ye silahlı müdahale edilmesi için üstünü başını parçalayan hükümetin destekçisi olan “iki kişiden biri”ne duyurulur!… Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1)Bir zamanlar Takvim ve Sabah Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan sarı basın kartı sahibidir. Yazılarına vatan gazetesinde devam etmektedir. Ayrıca Eylül 1992’de dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından YÖK üyeliğine atanmış ve 1995 yılının Kasım ayında DYP’den milletvekili adayı olabilmek için istifa etmiş ancak milletvekili seçilememiştir. 1999-2002 yılları arasında ANAP İstanbul milletvekilliği yapmıştır. 2011 seçimleri öncesine kadar Vatan Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmıştır. 2011 seçimleri için CHP’den İstanbul milletvekili adayı olmuş ve seçilmiştir. (2)http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/kimyasal-silah-meselesi-ve-aydinlik-gazetesi-h16312.html

Aldatıldık!..‏ Av. Cemil Can

Başbakan Erdoğan Avrupa Birliği yetkililerini aldatmış, öyle diyorlar!.. Başbakan Erdoğan’ı da Cemaat aldatmış!… cemaat’i aldatan büyük olasılıkla Obama’dır… Ergenekon davasına bakan hâkim ve savcıları ise, soruşturmalarda görev alan F Tipi polisler aldatmışlar… Aldatılamayanlar da var elbette; onlar AKP’ye koşulsuz destek veren yığınlar!.. Bu aşamada “aldatıldık” demek bir tek onlara yasak!.. Başbakan Erdoğan, oğlu Bilal ile arasında geçen konuşma “tape”lerinin sızdırılmasından sonra, en acımasız şekilde:“Aldatıldık, gerçekten safmışız” diyerek, yine mağduriyet edebiyatına sarılmış. Din duygularına ek olarak, merhamet duygularını da sonuna kadar sömüreceği kesin!.. Oğlunun evinde bir oda dolusu para olan bir baba, üstelik de Başbakan iken, hala yoksul halka, kendini acındırmak istiyor… 11 yıldır ne istedilerse verdiği ortağı Cemaat’in, kendisine ihanet ettiğinden yakınıyor hala… Meğer, kendi elleriyle teslim ettiği devletin kurumlarından; bakanlarının ve kendinin, çocukları ile yaptığı telefon konuşmalarını dinlemişler!.. Cemaat’in yaptığı ortaklıkla bağdaşmaz elbette; yasa dışı ve terbiyesizce… Başbakan önce onlara yapılması gerekeni yapsın da görelim, mağduriyetlerini ondan sonra dinleyeceğiz!.. Başbakan, yalanla(ya)madığı o konuşmalarda geçen milyarlarca liraların, yatak odalarındaki kasalarda, ayakkabı kutularında ve odalarda ne aradığını da anlatsın bize… Ecevit’in vaktiyle çıkardığı ve 2003’te yürürlüğe girecek olan “nereden buldun” yasasına, vaktiyle en hararetli karşı çıkan Erdoğan’dı… İktidar olanağını eline geçirir geçirmez, ilk işi bu yasanın yürürlüğe girmesini engellemek olmuştur. Acaba neden? Demek ki, ileride ne yapacağı inceden inceye planlamıştı. Başbakan Erdoğan, mağduriyetlerine geçmeden önce, başbakanlığa seçilmeden önceki, yırtık ayakkabılı durumu ile şimdiki malvarlığı arasındaki korkunç farkı, açıklamak zorundadır!.. Gerisi masaldır bize… Kendi söylediği kadar “saf” olan bir adam, halkıborç içerisinde yoksulluk ve açlık sınırında kıvranırken, neler yaptı da dünyanın en zengin başbakanı oldu, bize de anlatmalıdır!.. Paraları için torunları sevinsin, eğer yasal yollardan bu kadar zengin olmayı başarabildiyse kendisini kutlayacağız. En azından zengin olmanın yollarının bir kısmını, kendisini kayıtsız, koşulsuz destekleyen saf halkı ile paylaşmasını bekleriz!.. Bu aşamada Erdoğan’ın “aldatıldık” yalanına dileyenler inanabilirler!.. Ama çok iyi bildiğimiz bir şey var ki, o da kurumların kolay kolay aldatılamayacağıdır. Çünkü devlet kurumlarının duyguları yoktur. Kurumlar, heyecanlanmazlar ve hisleri ile iş yapamazlar. Onlar, hizmetlerini yasalara ve kurallara göre yürütürler. Bu nedenle hukuka uygun hareket eden kurumları aldatmak, mümkün olamaz!.. Ancak o zaman çağdaş değerlere ve yasalara uygun hareket eden devler adamları, “hukukun üstünlüğüne saygılı” kabul edilirler… Yasaları hiçe sayıp, keyfi hareket edenler, günü gelir halkı da kandırabilirler!.. “Muz Cumhuriyeti” deyimi, böyle devletler için kullanılır… Dolayısıyla, Başbakanın; “aldatıldık” itirafından, devletin kurallarla değil,duygularla yönetildiği sonucunu çıkartılabilir!.. Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu yetkilileri bile, AKP hükümeti tarafından “aldatıldıklarını” söylemişler… CHP milletvekilleri Loğoğlu ve Türmen, 17 Aralık’taki yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan bu yana, kendilerini korumak bakımından, hükümetin attığı adımların nasıl değerlendirildiğini incelediler. Avrupalı yetkililer, özellikle de Genişlemeden Sorumlu Komiser Füle; hükümetin “HSK’yı dondurduk” demesine rağmen, yasayı geçirmekle kandırıldıkları mesajını vermiştir!.. Hükümet de Cemaat’in, devlet içerisinde “paralel devlet” kurarak 7000 kişiyi dinlediğini ve kendilerini kandırdıklarından yakınıyor mu?.. Anlayacağınız, bu dönem işler, kandıran kandırana yürüyor!.. Erdoğan’ın “paralel yapı” dediği bir aldatmacadır, yalın gerçeği alalamadır sadece. Türkiye’nin içişlerine asıl doğrudan müdahale eden ABD’dir. Bu denklemde Cemaat, ABD’ye “hizmet” etmeyi taahhüt etmiş bir piyondur sadece. Tıpkı Erdoğan ve yol arkadaşları gibi… Her iki taraf da Obama’nın avucunun içerisindedirler!.. ABD’nin çıkarları gerektirdiğinde, birinden birini her zaman feda edebilir. Yerine yedeğini çağırır elbette!.. Bu iş bu kadar basittir işte!.. Seçimlerden önce, Erdoğan için dinlenme işi hayati öneme sahiptir. Türk halkı için öyle değildir ne yazık ki. Zira bütün dünyayı dinleyen ve kendi ellerimizle en mahrem (kozmik) odalarımıza girmesine izin verdiğimiz ABD, Türkiye’yi atlayacak değildi herhalde. Geçen aylarda dünya kamuoyunu şaşkına çeviren Almanya Başbakanı Merkel ile adı açıklanmayan 35 dünya liderinin, Pentagon tarafından dinlendiğini ne tez unuttunuz? Obama hazretleri, The Guardian gazetesinin sorusuna: ”Bir daha dinlemeyeceğiz!..” dememiş miydi?.. ** Başka bir ülkeyi dinlemek “casusluk” faaliyetidir. Bu gerçeğin altını çizelim. Peki, AKP hükümetleri döneminde; son derece ağır ve itibar kırıcı olan “vatana ihaneti” suç olmaktan neden çıkartmışlardır? Gerçekte bu suçu işleyenler, işgal sırasında düşman askeri ile kol kola girip, kendi halkını ispiyonlayanlar gibi lanetlidirler… Halkın “casus” dediği onursuz kişiler, suçları kanıtlandığında insan içerisine bile çıkamazlar!.. Bu tespiti de bir köşeye not edelim… Dinleme skandalıyla Cemaat’in TÜBİTAK ayağı da ortaya çıkmıştır. AKP’nin iktidara gelmesinden kısa süre sonra,CIA’nın kucağında yetişen Fetullahcılar, haksız yere tutuklanan ve tehditle TÜBİTAK’tan ayrılmak zorunda bırakılan uzmanların yerlerini aldılar. İlk yaptıkları iş; devletin gizli görüşmelerinin yapıldığı MİLCEP K1 yazılımına müdahale ederek, İngiltere ve ABD için “güvenlik açığı” oluşturmak olmuştur… Bu şekilde, devletin dinlenilmez telefonlarını dinlenilir hale getirdiler!.. Kısaca, düşmanlarımızın bin bir zahmetle yapacağı dinlemeler, düşmana açık hale getirilmiştir!.. Demek ki, “vatana ihaneti” suç olmaktan çıkaranlar, bugünleri öngörmüşlerdi!.. Artık, düşmanlarımız, T.C kimliği taşıyan adamları aracılığı ile devletin kurumlarında faaliyet gösteriyorlar… Yaptıkları casusluk işi için, bir de Türk halkı kendilerine maaş ödemektedir!.. Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesindeki habere göre; Cemaat, çantada kolayca taşınabilen 14 adetortam dinleme cihazı satın alarak Türkiye’ye sokmuştur!.. Neden devlet değil de Cemaat acaba?.. Sonunda Bilim ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, sızdırılan “tape”ler konusunda bakanlığın fikrini açıklamıştır. Fikri: Ses kayıtlarının teknik incelemeyi gerektirmeyecek kadar açık montaj olduğunu hissetmişmiş!.. Gördüğünüz gibi Teknoloji Bakanı, teknik inceleme istemiyor. Uzmanlara da danışmıyor bu konuda. O hislerine güveniyor sadece ve doğruca sonuca gidiyor!.. İyi de o zaman ne diye TÜBİTAK’ta bu işle görevli 5 “kripto” yazılımcısını görevinden aldınız?.. O çok güvendiğin hislerine göre, “tape”ler “montaj” ise, görevden almadan önce, devletin memurlarının bu işte suçları olduğunu ispatlamanız gerekmez mi?.. Erdoğan’ın sesi, “Bu alçaklar devletin ‘kriptolu’ telefonlarını da dinlemişler” diye arşa çıkıyor. Başbakan bu sözleri oğluna verdiği “Bilal paraları sıfırla” talimatının dinlenmesi üzerine etmiştir. Zaten konuşmayı inkar da etmiyor şimdi!.. Hükümetin anayasacısı Burhan Kuzu; bu ses kayıtları için “Ses kayıtlarına doğru olsa bile inanan yok” diyormuş!.. Doğru olan bir şeye inanmayan halk olabilir mi? Bu nasıl bir bakış açısıdır? Bir milletvekili, kendini seçen halkı bu kadar küçümseyebilir mi? Hükümet yalakası romancı Emine Şenlikoğlu; “Kaset doğru olsa ne derdin?” sorusuna, “Derdim ki, dindarlar zekâtını yoksullara ulaştırmak için Başbakana vermişler.” Emine, Başbakanın yerine yalan uydurmak sana mı kalmış? Hükümetin koşulsuz destekçisi olan gazeteci Fehmi Koru ise, ses kayıtlarının montaj olmadığı ispatlansa dahi inanmayacağını söyledikten sonra,”Tayyip Erdoğan, gibi biri harama el uzatmaz; diyelim Şeytan’a uydu, onun gibi biri, günahına çoluğunu çocuğunu ortak etmez” diyerek, AKP tabanının duygularına dört dörtlük tercüman olmuştur!.. Sözcüleri, AKP tabanınınhislerini, bu cümlelerle dile getirmiştir!.. Bu gerçeği görmek ve ona göre hareket etmek zorundayız!.. *** Ancak erdemli insanlar özeleştiri yapabilirler… Bunun için; önce okuma yazma bilme, sonra okuduğunu anlayabilecek kadar akıllı olmak gerekir… “Aldatıldık” deme yerine, “biz hata yaptık” diyebilmek, erdemli insanların işidir!.. “En büyük hatayı yap ama en küçük hatayı savunma!” dememiş mi büyüklerimiz?.. Tersini yapmak için ne sebebimiz olabilir?.. İstismar edilmek suretiyle sömürülmek, “aşırı iyi niyetli” olmanın bedelidir. Bir eksiklik veya kusur olarak kabul edilmemelidir. Böyle birinin, af edilmeyecek tek hatası vardır: O da “istismar” edildiğini gizleyip, olmamış gibi göstermeye çalışmaktır. Bazı kişiler çevrelerine bu şekilde aldatılacak kadar “saf” olmadığını göstererek, kendilerini kanıtlamak isteyebilirler!.. Güya, ne yapmışsa bilerek veisteyerek yapmışlardır!? Böylece kimsenin aldatamayacağı kadar “zeki” olduklarını göstermek ihtiyacı duyarlar. Belki biraz da “kurnaz” olarak tanınmak için, böyle ahmakça işler yaparlar. Çoğu kez bu noktadan itibaren “hatayı savunmak” gibi akıl dışı bir durum içerisine girdiğinin farkında bile olamazlar. Yaptıkları iş: Son tahlilde kendileri de dahil, milyonlarca insanı en acımasız şekilde istismar edilip, sömürülmesini savunmaktır!.. Ne yazık ki, halkımızın ciddiye alınacak önemli bir kesimi, bu duygular içerisinde bocalamaktadır!.. Aksi halde, suça katılmamış geniş yığınlar, ne diye “Soymuşsa bizi soymuştur” diyerek, yolsuzluk yapanları korumaktadırlar? Hırsızlara “iftira atılmıştır” diyerek savunma yapanların “medeni hakları kullanma ehliyeti” olup olmadığı mutlaka araştırmalıdır!.. Av. Cemil Can

MİLLETİN A..NA KOYANLAR!..

Yolsuzluk ve rüşvet yolu ile çalındığı tahmin edilen para242 milyar TL civarında. Başbakanın bu paralar devletten çalınmamış anlamına gelen sözlerinin hiçbir inandırıcılığı yok. Çalınan her kuruş Türk halkının cebinden çıkmıştır veya yakında çıkacaktır. Devletin bankalarından usulsüz olarak alınan krediler battığında,fatura tüm halka çıkartılır. Geçmişte de bu hep böyle olmuştur. İhale yolsuzlukları ile ele geçirilen paralar kimindir? Onlar da halka aittir. Sonuç olarak76 milyon Türk halkı soyulmuştur. Bu hırsızlıklardan adam başına ne düşer onu hesaplayalım: Nüfusumuz 76 milyon olduğuna göre, 243 milyon bölü 76 milyon eşittir 3.197.00- TL eder. Yani tüyü bitmemiş yetim dâhil, her birimizden3.197 TL çalınmıştır… Hesap bu kadar basittir yani!..Gelecek12 ay içerisinde ödemek zorunda olduğumuz dış borcumuz163 milyar dolar civarındadır. 2013’ün cari açığı ise 65 milyar dolar olarak açıklanmıştır. Bu miktar dışarıdan gelen 72 milyar dolarlık sermaye ile finanse edilmişmiş… Kısaca; borcumuz ödenmiş değil, her geçen gün katlanarak büyüyor!.. Borcumuzu ve çalınan paraların miktarını siz karşılaştırın istedim… Hazine yağmalanınca, doğal olarak elde avuçta bir şey kalmıyor. Hükümet,mecburen dolaylı vergilere başvuracaktır. İki de bir petrol  ve tekel ürünlerine ne diye zam yapıldığını sanıyorsunuz?..Sen o “iki kişiden biri”;  vergiden, harçtan, haraçtan muaf mı sanıyorsun kendini? Payına düşen 3.197 lirayı Almanlar gelip ödeyecek değil. Sen ödeyeceksin!..O eylemli durum için yatak odalarına girmiyorlar artık, oralara para kasalarını koyacaklar. Anlayacağın,bu iletişim çağında “Milletin a..na koymak” 3.197 lirayı bir şekilde insanın cebinden almakla gerçekleşiyor! “AKP’ye oy vermedim” veya “ben bu Milletten değilim” demekle kurtulamazsın!..Sen de herkes gibi Mehmet Cengiz’in küfründen payına düşeni alacaksın!.. 2014 yılında parası çalınan vatandaşın,3.8 milyonu okuma-yazma bilmiyor. Bu yüzden onlara durumu anlatmak biraz zor olabilir ama okuma-yazma bilip de okumayanlarımız var. Onlar hayli kalabalık. Okuduğunu anlamayanlar, yandaş kanallara abone olup dünyaya gözlerini kapayanlarımız cabası. Onları da eklediniz mi rakam, on milyonları buluyor. Kimilerinin “güruh” dediği bu geniş kesimin desteğini almış bir iktidarı düşürmek,öyle kolay değil!.. Geriletmek bile çok büyük başarı sayılabilir!..Stratejiyi bu gerçeğe göre belirlemek gerekir. Böylesine hayati öneme sahip seçimlerde, eşi dostu bir yerlere getirmek, Cumhuriyete doğrudan ihanet sayılır. Bu dönem; AKP’li olanlar dışında, güçlü olan adaylara destek vermek, ulusal bir görev olarak karşımıza çıkıyor!.. *** “17 Aralık Operasyonu” sırasında yatak odasındaki kasalarda yüklü miktarda para bulunan Barış Güler, babası eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’i arayarak durumdan haberdar ediyor. Muammer,telaşla evde para olup olmadığını soruyor. Barış babasına yanıt veriyor: “Kendi param, üç beş kuruş kalan param” diyor eski İçişleri Bakanına… Baba yeniden soruyor: “Kaç para”. Barış: “Sen bilirsin” diyor. Baba: “Kaç lira oğlum” diye ısrar ediyor. Barış yanıt veriyor:” 1 trilyon civarında param var”!.. Nihayet, bu karşılıklı konuşmadan çocuğun kalan parasının 1 trilyon olduğu anlaşılıyor… Eski İçişleri Bakanı, doğal olarak:”Diyeceksin ki,  bir danışmanlık ilişkim var. Gayri resmi danışmanlık yapıyorum. Benim alacaklı olduğum dayımın oğlu bunların yanında çalışıyor.  Onun bana borcu var, senetlerimiz var” diye oğluna akıl veriyor ve babalık duygusu ile onu korumaya çalışıyor!.. Her Türk vatandaşını 3.197 TL borçlandırılarak,toplanan paralardan Barış’ın hissesine düşen bu kadar mı acaba? Hiç sanmam. Çünkü kendisi açıkladı; “kalan param1trilyon” civarında demiş ya. Giden parası ne kadar olduğunu bilen yok!..Nereye gittiğini de bilen yok şimdilik!.. Aslında bu diyalogda iki itiraf var:Biri; Barış’ın“Sen bilirsin” diyerek, paralardan babasının haberdar olduğunu itiraf etmesi. Diğeri; paranın kaynağı; yani paralarıngayri resmi danışmanlık işinden elde edildiği. Resmi danışmanlık şirketi açsalardı, bir de devletevergi ödeyeceklerdi. Ne gerek var, enayi midir İçişleri Bakanı?Nasılsa dayı oğlunu da işe yerleştirdiler!..Umurunda mı Barış’ın vergi gelirleri.  Adam başına 3.197 liralık borcu, dolaylı vergilerle ödeyecek “kerizler”,varsın vergileri de ödesinler!..Gördüğünüz gibi, AKP iktidarında bakanlar bile, “gayri resmi” (kayıt dışı)  iş çevirdiklerini “savunma” olarak ileri sürebiliyorlar… Ne günlere geldik değil mi? Adalet işliyor tabi! Barış’ın yatak odasında ele geçirilen mahkemenin el koyduğu paralar üzerindeki ihtiyati tedbir  kararı da  kalktı!.. Şimdi sırada; “rüşvet” ve “hırsızlığın”  tek kelime ile tanımlanmasına geldi.  Bence en uygun sözcük; “danışmanlık”tır. Bu iş için seçimlerden önce  bir “torba yasa” çıkartmanın vakti geldi de geçiyor bile!.. *** Önlerinde yürüyen bizim salaklara güvenmeseler; Sabah veatv’yi ele geçirmek için talimat veren Başbakanın emri de olsa, o ünlü 41 büyük müteahhit; öyle büyük para havuzunu kuramazlardı… Dolayısıyla Kalkandereli Mehmet Cengiz  de “Milletin a..na”o kadar kolay koyamazdı!.. AKP, kurulduğu andan itibaren; cahil, mesleksiz, kimliksiz ve kişiliksiz kesimlerin sığınabildiğibir yerdi. Bu gerçeği dürüstçe kabul etmek gerekir. Sokaktaki işsizler,seçim kampanyası boyunca, döner-ekmek ve ayran ile karınlarını orada doyurabildiler. AKP, seçimlerden önce, kapı kapı dolaşıp,Allah için, din için oy dilenmeyi meslek edinenlerin de barınacağı yer olmuştur… Her genel seçimden sonra, hep birliktekömür, bulgur vemakarnayardımı alarak; gelecek “güzel” günleri beklemeye başladılar. Bu kesim, salt bu nedenle bile, seçimlerde anne ve babalarının, eşlerinin, çocuklarının ve kardeşlerinin oylarını çılgınlar gibi ipotek altına almıştır.Onlara göre, herkes oyunu  “Müslüman parti” AKP’ye vermeliydi. Sıraları geldiğinde ki, geleceğine Allah’a inanır gibiinanıyorlardı,onlarda topladıkları oyları paraya çevireceklerdi!Avantadan paylarına düşeni alıp,kısa yoldan köşeyi döneceklerdi… “Avanta” dedikleri, sanki düşmandan yağmalanan mallardı!.. Anlayacağınız, her birinin hedefinde “Barış” olmak vardı! Aradan 12 yıl geçti, beklenen o gün hiç gelmedi, gelmeyecek elbette. Oy dilencilerinin hayalleri hepten suya düştü. Köşeyi dönenler, her zamanki, gibi kaymak tabakasının uyanık çocukları oldu! Bizim zavallılar, bulundukları yerde öylece kala kaldılar…  Sıranın kendilerine asla gelmeyeceğini şimdi biliyorlar, lakin ne fayda iş işten çoktan geçmiştir!.. Bu yalın gerçeğe rağmen, bir tür savunmadır galiba, bu acıdeneyleri yaşayanlar, hala politikacıların önünde, onlara oy dilenip, kendileriniyolsuzluk ve rüşveti savunmakla görevli hissediyorlar!.. *** Emperyalistler, Abdullah Öcalan’ın İmralı sorgusunun video kayıtları ile sarsılan Kürtlere, yeni bir lider yaratılabilir mi göreceğiz! BOP’a teslim olan ve taşeronluğu kabul eden Apo,  kadrolarının ne kadar tehlikelive acımasız olduklarına vurgu yaptıktan sonra, bütün Kürtleri hizaya getirerek devletin hizmetine sokacağının sözünü vermişti. Bu sözünü henüz yerine getiremedi.. Tam aksine “özerklik” istiyor şimdi! Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan devleti kovdular. Açılımın geldiği nokta burasıdır işte. İşçi Partisi, bu önemli ifşaatla; Kürtlere ve Türklere önemli bir fırsat sunmuştur: Seyit Rızalar, Şeyh Saitler, Apolar ve diğer Kürt liderlerinin hepsinin, emperyalizmin maşası olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır… Bu görüntülerle aynı zamanda, Kürtler ve diğer azınlıkların Türklerle birlikte, insanca ve eşit yurttaş olarak yaşama olanağını veren Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, ufkun ötesini gören, son yüzyılın en büyük lideri olduğu ve kurtuluşun onun izinden yürümekle gerçekleşeceği gerçeği görülmüştür!.. O’nun ve yolunda yürüyen kahramanların mücadelesi önünde saygı ile eğilirim!.. Av. Cemil Can

ENAYİLER!.. Av. Cemil Can

Son yapılan anketlerin birinde elde edilen sonuç,  “Aziz Nesin’lik durum” olarak nitelendirilmiş. Ankete katılanların yüzde 77’si, yolsuzluk ve rüşvetin varlığına inandığı halde genel seçimlerde tercihlerinin değişmeyeceğini söylemişler. Başka bir deyişle; hırsızlığa ve rüşvete yol veren iktidara desteklerini sürdürecekler!… Tam da Türkiye’ye göre bir durum!?.. Siyasetten beklentisi olup da halkı suçlamaktan çekinenler, elbette bu durumu Aziz Nesin’lik olarak isimlendireceklerdir. Toplumsal bir felaketin ipuçlarının göründüğü bu acıklı durumda, komik olan hiçbir şey bulunmamaktadır. Bu isabetsiz yakıştırmayı yapanlara göre, halk ne yaparsa yapsın hiçbir zaman  sorumlu tutulamayacaktır!.. Bu görüşe göre, halkın çoğunluğunun iradesi ile ortaya çıkan en olumsuz sonuçlardan bile, son tahlilde yine yöneticiler sorumlu tutulacaktır. Kuşkusuz bu yargıda haklılık payı vardır ama asıl görülmesi gereken, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Ali Sirmen’in işaret ettiği yan olmalıdır… (1)  Sirmen’e göre, seçimlerden önce, gecekondular için çıkartılan imar af yasaları ile meşrulaştırılan “talan sosyal adaleti”nin, toplumda yarattığı çürüme bizi bu noktaya kadar getirmiştir. Bu tespite vergi ve prim aflarını da ekleyebiliriz. Hazineye ait arazilerin üzerinde kurulan gecekondulara; yol, su, elektrik gibi kamu hizmetlerini verdikten sonra, tapu tahsis belgesi ile taçlandırmak, son derece hatalı bir politikadır. Bu durum yasaları çiğneyerek, hazineye ait taşınmaz mallarıişgal edenleri, cezalandıracak yerde bir tür ödüllendirmektir. İşgalciler, yasalara saygılı, dürüst vatandaşlar karşısında, üstelik devletin eliyle,  pek çok kez,  haksız bir şekilde zenginleştirilmişlerdir!.. Aynı şekilde, mali aflarla da hazineye girmesi gereken kamuya ait paralar, bunları ödemek zorunda olanların cebinde bırakılmıştır. Bu yalın gerçek karşısında, yasalara saygılı yurttaşlar bir anlamda cezalandırılmış ve “enayi” durumuna düşürülmüşlerdir… Bu tür olayların kısa aralıklarla tekrarı, dürüst vatandaşları “enayi” olmadıklarını ispat etmeye zorlamıştır!.. Dürüst vatandaş “enayi” olmadığını nasıl kanıtlayacaktır? Yanıt bellidir. Dürüst olmayan yaptığı gibi… Ya hazine arazilerini işgal edecek, ya da devlete olan borçlarını ödemeyecektir!..  Vatandaş, “enayi” olmadığını kanıtlamak için “hırsızlık” yapmaya teşvik edilmektedir… Bu anormal davranışların  doğal sonucu olarak, enayi olmamanın ispat aracı haline gelen kamu malını talan, giderek  dürüst vatandaşlar arasında dameşrulaşmaya başlamıştır!.. Yasalara saygılı, dürüst vatandaşlar, yağma ve talana yatkın olanlarla birleşince, yüzde seksenlere yaklaşan bir oy oranını ortaya çıkartmış bulunmaktadır… Bu korkunç bir rakama karşılık gelmektedir.  İçerisinde kararsız seçmenleri de bulunduran bu geniş dilim, doğal olarak güncel siyasetin de odağını oluşturmaktadır. AKP, üç seçim arka arkaya halkın yararına dişe dokunur bir icraat yapmadığı halde, yüzde 50’yi bulan desteğini bu kitle içerisinden ayarlayabilmiştir!.. Akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden, sadece lider  kabul ettikleri Erdoğan’ın, ses tonundan etkilenerek, antidemokratik anayasa değişikliklerine bile “evet” demişlerdir!.. Halkın önemli bir kesimini, ilkesiz olmakla, dürüst davranmamakla ve haksızlık yapanın yanında yer almaklasuçlamak, öyle kolay bir iş değildir. Bu şekilde tanımlanan bir kitlenin, desteğini alarak oya çevirecek olan parti için ilk icraat: Bu yığınların temel karakteristiğini reddetmemek ve onlarla aynı-yağma ve talan üzerine kurulu-  düşüncelerinbenimsendiğini göstermektir. Bu bir tür siyasetçilerle seçmen arasında yapılmış gizli bir anlaşmadır. 1999 genel seçimlerinde, (2) barajın altında kalarak Meclise milletvekili sokamayan CHP’nin lideri Baykal, içerisinde bulunulan durumu açıklarken; seçmeni “mantıksız” davranmakla suçlamış ve kabahatli olarak ilan etmişti… (3) Siyasi başarısızlıktan seçmeni sorumlu tutmak, her siyaset adamının yapabileceği bir iş değildir. Kabul etmek gerekir ki, o tarihte Baykal, bu tespiti ile halkın sağduyusunu yitirmekte olduğu gerçeğinin de altını çizmiştir. Ali Sirmen’in yerinde saptaması ile “sorunların çözülmesinin talanla sağlanabileceği ve bundan herkesin yararlanabileceği yanılsamasının yaratılması” ile “büyük talandan bana da pay kalır; komşuda pişer bana da düşer” zihniyeti, kınanacak yerde sürekli yeşertilmiştir… Hiç kuşku yok ki, böyle bir duruma gelinmesinin baş sorumlusu,  “talan sosyal adaletine” olur veren siyasettir… Halkın sorumluluğu da vardır elbette, ama onlarınki,  ahlaki temelde ve ikinci derecedendir… Boğazına kadar yolsuzluğa batan AKP iktidarına destek veren seçmenlerin, bugünkü durumuna göre, siyasi tercihlerini değiştirmemelerinin gerçek nedenini öğrenmek,  çok kolay değildir. Bu kokuşmuş iktidara desteğini hala sürdürenlerin çoğunluğu, yağma düzeninden şu ana kadar hiçbir şekilde yararlanamayanlardır! Başkasının yaptığı hırsızlığı savunmak zorunda hisseden insanın ruh sağlığını düşünebiliyor musunuz? Bu insanların içerisinde bulundukları karmaşık duyguları hakkında yanılsak da devam etmekte olan yağmadan pek yakında yararlanacaklarına dair kör bir inanç içerisinde olduğunu söyleyebiliriz… Tersi düşünüldüğünde; kamu mallarını yağmalayanlara sadece destek vermiş olmakla kalacaklar ve  paylarına düşeni alamamış olmakla “enayi” durumuna düştüklerine inanacaklardır!.. Dürüst davranarak yağmacılara destek vermeyenleri  “enayi” durumuna düşüren bu garip sistem, giderekdestekleyenlerin  de payını vermeyerek, onları da “enayi” durumuna düşürmektedir!.. “Enayi” damgasını yemektense, sistemi savunmak daha kolaydır!.. Kişiliği, adeta siyasi lideri ile bütünleşen kitleler, yasa dışı hiçbir işe bulaşmadıkları halde, yasadışı işlere bulaşan liderlerini ve yakın çevresini  neden savunmak zorunda kalırlar?… Akıl almaz rüşvet ve yolsuzluk olayları ile suçlanan liderlerine karşı yapılan en ağır eleştirileri, kendilerine karşı yapılmışhakaretler olarak kabul edip, aşırı tepki vermelerinin sosyolojik bir nedeni vardır elbette!.. Bu durumdaki seçmenler, sorunlara çözüm üretmeyen siyasetçiler için paha biçilmez değerdedir. Çok büyük ve fahiş hatalar yapmadıkça liderlerini terk etmezler!.. Bu yüzdendir ki, hırsızlıkla suçlanan siyasetçiler, hesap vermek için mahkeme yerine, sandığı göstermektedirler!..  Rüşvet ve yolsuzluğun varlığını kabul edip, bunu yapanlara destek vermeyi ve yolsuzluğa bulaşan siyasileri savunmaya çalışmayı, bilinen insan davranışları açıklamak, neredeyse imkânsız hale gelecektir! Bu noktada sosyal bilimcilerin ayrı bir başlık açmaları zorunlu görülmektedir!.. Yolsuzluğa bulaşmış bir iktidarı desteklemeyi, “suç ortaklığı” ile açıklamak da mümkündür. Hiçbir şekilde suçabulaşmamış seçmenlerin, olası bir iktidar değişikliğinde,hesaba çekilecekleri veya başka bir şekilde, örneğin bazı olanaklardan yararlandırılmama şeklinde cezalandırılacaklarını düşünmeleri, oldukça etkilidir… Bu şekilde gelişen davranış biçimine, hak etmeden elde edilenleri kaybetme korkusunu da dâhil etmek gerekir… Ama asıl önemli olan, iktidara gelme olasılığı bulunanmuhalefetteki partilerin, hukuka saygılı kesimler ile “talan sosyal ekonomisine” bağlanmış kitlelere, umut ve güven verememiş olmasıdır… Bu güvensizliği yaratan temel olgu, yolsuzluk ve rüşvete bulaşmış, milli orduya birlikte kumpas kurmuş koalisyon ortakları arasında başlayan kavgada,haksızlardan birinin yanında saf tutmuş olmaktır… İki yanlış arasında doğruyu gösterip savunmaktan aciz olan muhalefet, zaten kafası iyice karışmış, güven bunalımı içerisinde çırpınan, şaşkın yığınların desteğini hiçbir şekilde alamayacaktır!.. Bu yüzden, yanlış yerde konuşlanan seçmenler de kolay kolay yol arkadaşlarını terk edemeyecektir!… Sandığa gitmeden önce, çözülmesi gereken sorun budur ve çözüme buradan başlamak gerekmektedir!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1)        http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/38793/Talan_Sosyal_Adaleti.html (2)        http://tr.wikipedia.org/wiki/1999_T%C3%BCrkiye_genel_se%C3%A7imleri (3)        http://cemilcan.gen.tr/2002/12/simdi-chp-zamanidir/