BAŞKANLIK DÜZENİNİN DEĞİL REHBER İMAM’IN ANAYASASI…Mustafa Yıldırım

“Gerçeklerden kaçarak


 O GÜN ÇARE YİNE O İKİ TEĞMENDEYDİ…

Lisedeyken cepheye gitmişlerdi. Araplar arkadan vurunca esir düştüler Mekke’de ve Taif’te… Haşimilerden Seyyid Hüseyin ve oğulları onları İngilizlere teslim ettiler. 58. Günden 7 ay sonraydı. Esaretten kurtulunca döndüler yurda. Vedalaştılar limanda. Baba evi yakın olan daha kendine gelemeden kente yaklaşan düşmanı durdurmak için koştu o tepeye… Öteki teğmenin yolu uzundu… İçine dert oldu işgal; yarı yoldan döndü geldi bir başka tepeye… Birincisi yaralandı… İkincisi yaylım ateş altında kalan beş askerini kurtarmak için öne atıldı ve vurularak orada kaldı… İki teğmen yıllarca birlikteydiler. Bu kez birbirlerinden habersiz birbirine bakan iki tepede savaşmışlardı. Birincisi arkadaşının başına geleni yıllar sonra öğrendi. (1)

İç düşmana teslim olmakla övünen subay!

Şimdi anladın mı asıl “kahramanlık” neymiş? Esir düşebilirsin, ama “teslim” olmakla övünmek neden? Lütfen bu işe “Mustafa Kemal” adını hiç karıştırma olurmu!

BOUNADIR ÇABANIZ! Halife Sultan teslim etmişti tüm yurdu… Halife Sultan kırdırmıştı orduyu! Ne gam! Teğmenler olmuştu alay, tümen komutanı… Binbaşılar kolordu komutanı; albaylar ordu komutanı… Onlar iki iş yapınca övünmezler, ele güne karşı böbürlenmezler, sızlanmazlar! Bilirler ki namus görevidir üstlendikleri… Komutanlık apolet değil, çılgınlık hiç değil, akıl-yürek işidir ve Türkün binlerce yıldan beri yoğrulan hamurundadır… İşte sırf bunun için ezmeye, dağıtmaya çalışıyorlar, okullarını kapatıyorlar; çünkü biliyorlar ki Türk, ne yöresinde, ne bölgesinde, ne de kıt’asında razı gelir eşkıyalığa, zulme, köleliğe!

Her şeye, ama her şeye karşın, sessizce savaşan o genç subayları ve askerlerini selamlıyorum:

“Buluta yolladım sesimi dağların arasından  sıyrılıp geçsin yoldaş olsun atlara Asya bozkırlarında dayanın desin, az kaldı, teslim olmayın yağmur olup sararmış  sevdaları ıslatsın

İçime attım sesimi haksızlığa karşı öfke biriktirsin çatlatsın nasır bağlamış yürekleri küllenmiş erdem volkanını ateşlesin zırhını delip sevdanın ruhunu kanatsın”

(Yürekler Kör, UDY, 2008′ den)

(1) Onları 58 GÜN’de bulabilirsiniz.

İkinci teğmenin ailesi Tokatlı Şogenlere özel selam…

Onları çok aramış, ama bulamamıştım. Birinci teğmenin torunu Gökçen Efe’ye de selam…

ZİFİRİ KARANLIKTA, Gerçeklerden kaçarak karanlıktan kurtulamazsınız! Mustafa Yıldırım
Konularında Türkiye’de ve Dünyada birer ilk olan Ortağın Çocukları ve Sivil Örümceğin Ağında kitaplarından sonra, 100 yıllık “din” maskeli saldırının belgesi Zifiri Karanlıkta kitabı da konusunda bir ilktir!

2 cildi de aynı anda yayınlanan kitaptaki yerli-yabancı 2500 adı içeren “Dizin” 2. cildin sonuna eklenmiştir.

Gerçeklerden kaçarak karanlıktan kurtulamazsınız!

Mustafa Yıldırım, on binlerce sayfalık dava dosyalarını, yine on binlerce sayfalık  yayınları, raporları Türkiye ve İran’ın karşılıklı tarihini ele alarak yenileşmeye, kadın haklarına, halk egemenliğine düzenlenen güdümlü isyanları, “din” maskeli diktatörlüğün kuruluşunu Humeyni’nin Kum’dan-Necef’ten Türkiye’ye gönderilen imamların, suikast komutanlarının, yerli ameliyatçılarının izlerini sürdü.

1908 yılından günümüze “Din kurtarıcısı” maskesiyle siyasal-ticari egemenliklerini sürdürmek için, devletlerin her ileri adımına karşı ayaklanan Kürt-Arap şeyhleri, Suudi kralları bağlıları, Necef’teki Humeyni’nin 1976’da başlayan Türkiye örgütlenmesi… Ordunun darbe gerekçeleriyle tasfiye edilişi…

Terör eğitiminden geçirilen, silah-istihbarat desteği verilen, doğrudan yönetilen ekiplerin İmam’ın fetvalarına uygun suikastları, saldırıları, casusluk etkinlikleri…

“Demokrasi” ve “din özgürlüğü” maskesiyle devletlerin ele geçirilişi; liberallerin, solcuların Humeynicilerle toplantıları; Kum’da, Tahran’da temsilci bulunduran Kürt Hizbullahilerin cinayetleri, gerilla savaşı hazırlığı… Türkiye’de ve dünyada eş-zamanlı terör eylemleri, cinayetler…

“İslamcı” maskeli darbenin önünü açan aydınların bazıları, yine o darbecilerin ameliyatçılarınca öldürüldüler. Onların ölümü, aydınların, yazarların, hükümet edenlerin, gazetecilerin, akademisyenlerin ve halkın duyarsızlığının bedeliydi. Batıdan-Doğudan beslenen Hizbullahilerin, etnik milliyetçilerin saldırılarıyla yurdu kaplayan zifiri karanlıkta Türk egemenliğinin bitirilişinin dönemsel bir bunalım olmadığını, 100 yıllık siyasi ikiyüzlülüğün ve halkın vurdumduymazlığının eseri olduğunu…

ZİFİRİ KARANLIKTA
1. CİLT
İçten Çürüme  Cellad’ın Gecesi
UDY Ulus Dağı Yayınları Ltd.
Boyut: 15 x 22 cm
Sayfa sayısı: 480 1. Basım: Haziran 2016

2. CİLT
Demokrasi Tuzağı Cellad’ın Zaferi
UDY Ulus Dağı Yayınları Ltd.
Sayfa sayısı: 480 1. Basım: Haziran 2016

UDY Ulus Dağı Yayınları: 0312 418 0 873, udyay8@gmail.com Dost Dağıtım: 0312 430 48 95 Faks: 0312 435 75 96 dagitim@dostkitabevi.com
REHBER İMAMLIK HUKUKUNA GÖRE

“8 MART”

Kadınlar, 50-60 yılda elde ettikleri haklarını bir fetvayla geri vermeye niyetli değillerdi.

8 Mart 1979’da fetvanın yarattığı endişe gösterilere katılımı çoğalttı.

Onları uzaktan izleyen çarşaflı kadınlar da yavaş yavaş çoğaldılar, çevrelerine yaklaştılar.

Göstericiler kuşkulanmadılar.

Birden kısa sakallı, silahlı kişiler motosikletleriyle çarşaflıların yanına geldiler.

Otomatik tüfekleri ellerinde göstericileri koruyormuş gibi yaparak araya girdiler. Bir süre sonra slogan duyuldu: “Tek parti Hizbullah! Tek lider Ruhullah!”

Silahlarını havaya kaldırarak bağırıyorlardı.

Birden barikat aralandı ve çarşaflı kadınlar aralardan geçerek gösterici kadınlara bıçaklarla, sopalarla, taşlarla saldırdılar. Çok sayıda kadın yaralandı.

Kadınlar saldırıyı püskürtmek için ileri atılınca eli silahlılar onları engelledi.

Kuşatılan kadınlar korkuyla ortaya kümelendiler.

Saldırganlar saatler sonra çekildiler. (…)

Birkaç hafta sonra:

Humeyni Hattında yürüyen yerli kişi, daha Tahran’a sığınmamış, İran devlet kurumunda çalışmaya başlamamıştı. Yazdıkça yazıyordu: “İslam kılık kıyafeti ile örtünmedikleri takdirde İslam Cumhuriyetinden maaş alamayacaklarını”, askerlerin “çarşafıyla iffetini korumaya çalışan kadınlara karşı himayeci rolünde” olduklarını; “o sosyete karılarına, o şırfıntılara karşı saldırıya seyirci” kaldıklarını; “yürekten gelen bir duyguyla, vurun bacılarım, bu faasıklara, bu facirelere” dediklerini…

Çarşafsız kadınları, “fahişe, sosyete karısı, şırfıntı, sokak şırfıntıları, günahkâr, erkek düşkünü”, kadın haklarını savunanları da “fahişe, uluslararası fahişe, fahişe yazar” diye nitelediği… [Yayındaki “Çağdaş Karanlık Cumhuriyeti Yıkarken” kitabından

KADINLARIMIZ KARANLIĞI YAKACAKTIR!

O ulaşılamayan kadınlar için

İSYAN YENİDEN

Bir kadın ağlıyordu Ankara ayazında bir kadın Omzuna sıyrılmış ak yazması Islak gözler ulaşılmaz ufuklarda Torbada meyhane artığı ekmek

*

Bir kadın ağlıyordu Yayla kaçkını, tutsak kente Yaşam yorgunu, sarsak adımları Gidiyor bilinmez nereye Belli ki aç kalmış yavruları

*

Ağlıyor sallayarak selvi boyunu 68 Baharı’nda Ezo Gelin idi Şimdi küresel dilenci İçimdeki delikanlı incindi Dişlerime sıkışmış isyan ağladı

(M. Yıldırım, Yürekler Kör, UDY, 2008, s. 74)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir