Av. Cemil Can

DEVLETİN “ÖZEL”İ OLMAZ!..‏Av. Cemil Can

Emniyet içerisindeki “F Tipi” örgüte yönelik operasyonda gözaltına alınan 39 kişiden 20‘si tutuklandı. Tutuklananlar Balyoz ve Ergenekon soruşturmalarını yürüten polis şefleri. Operasyonun Adana ayağında ise, 6 polis meslekten ihraç edilmiş… Cumhuriyet rejimi ve onu kollamakla görevli Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı, yabancı güçlerle işbirliği yaparak “tertip” içerisine giren Cemaat’i savunmak Halk TV’nin son günlerdeki tek işi oldu!.. Aynı şekilde muhalefet partileri Yeni CHP ile Yeni MHP de Gülen Örgütü’ne kol kanat gererek kalkan olmuşlar. Böylesi belki de çok daha iyi olmuştur. Bu şekilde Y-CHP ve Y-MHP yöneticilerinin gerçek yüzleri görülmüş, Ergenekon ve Balyoz davalarında tutuklanan (Balbay, Haberal ve Alan) milletvekillerinin arkasından döktükleri göz yaşlarının yapay olduğu ortaya çıkmıştır… Hükümetin sulh ceza mahkemelerini kapatıp, sulh ceza hakimliklerini oluşturması, daha önce yaptığı gibi ağır ceza mahkemeleri yanında “özel yetkili” savcılık ve “özel görevli” ağır ceza mahkemesi kurmaktan farksızdır. Her ikisi de çağdaş hukuka ve temel hukuk prensiplerine aykırıdır… Hiç kuşku yok ki, “özel yetkili emniyet”i de “özel yetkili savcılık”lar doğurmuştur… Öyle ki, döneminin en güçlü özel yetkili savcısı Zekeriya Öz bile, sanıklara sorulacak sorular için çoğu kez emniyeti beklemek zorunda kalmıştır!.. Denebilir ki, başında “özel” sözcüğü yer alan bütün devlet kurumları keyfiliğe ve siyasi iktidarın müdahalelerine açıktır… 12 yıllık AKP iktidarları boyunca “özel” olan tüm makamlara Fetullah Gülen Cemaati‘nin mensuplarının doldurulduğu herkesin bildiği bir olgudur… Söz buraya kadar gelmişken, “yararlı-yararsız cemaat” ayırımını yaparak, Gülen Cemaati’ne ayrıcalıklar tanıyan ve devlet içerisinde yuvalanmalarına göz yuman AKP’den önceki (Çiller, Yılmaz ve Ecevit) hükümetlerini de “saygı” ile anmak gerekir… Dolayısıyla bugün koalisyon ortaklarından birinin diğerine karşı yürüttüğü operasyonda, “adalet” aramak boşuna bir yakarış olur. Zira soruşturulan sanıklar, “adalet” dağıtacak kurumlarda en etkin görevlerdedir!.. Sanıkların kendileri hakkındaki soruşturmayı “adaletli” bir şekilde yürütmelerini beklemek hayal dünyasında gezinmek gibi olur… Başka bir söyleyişle, ne şekilde olursa olsun Cemaat’i, Yargı ve Emniyet’ten söküp çıkartmadan, “adalet” dağıtılacağına inanmak, piyango bileti almadan ikramiyeyi beklemek kadar akıl dışıdır!.. Başbakan Erdoğan’ın “Ne istediler de vermedik” sözleri ile itiraf ettiği gibi, her istediğini alan Gülen Cemaat’i, devletin en kritik noktaları olan Yargı ve Emniyet’i tamamen kontrolleri altına almıştı… Bu noktadan itibaren, -bir devrim olmadıkça- devlet örgütü içerisinde yuvalanmış bu örgüt mensuplarının, kendilerine çalışmayan kamu görevlilerini, üretilmiş deliller ve yapay davalarla tasfiye etmelerinin önüne geçmek imkansızdır… Nitekim yakın geçmişte de öyle olmuştur… En yetkin ve yasalara saygılı üst düzey emniyet yetkilileri başta olmak üzere, pek çok kamu görevlisi, uydurma suçlarla yargı önüne çıkartılmış ve haksız bir şekilde görevlerinden alınmıştı!.. Devletin en kritik makamlarını bu şekilde ele geçiren “F Tipi” örgüt üyelerini ise, bu noktadan itibaren soruşturmak, haklarında dava açmak fiilen olanaksız hale gelmişti. Zira onları engelleyebilecek olan devlet gücü, kendilerinin eline geçmiştir!.. Ne yazık ki, Türkiye bu süreci yaşamış ve muhalefet partileri Y-CHP ile Y-MHP de bu çirkin oyunun içerisinde; “Darbeciler yargılansın, ordu darbecilerden temizlensin, yargı gereğini yapar, yargı kararlarını beklemek gerekir” gibi sözlerle üstlendiği görevi yerine getirmiştir… Ne yazık ki, Ergenekon ve Balyoz davlarının TSK’yı etkisizleştirme ve komutansız bırakma operasyonu olduğu infaz koruma memurlarınca bile anlaşılmış ama Kılıçdaroğlu ile Bahçeli nedense bunu bir türlü anlamak istememişlerdir… Bu nedenle zamanı geldiğinde onların da sanık sandalyesine oturtulmaları gerekir!.. “Tarafsız ve bağımsız” yargı olmadan “F Tipi” örgütten kurtulmak olanaksızdır. Bu gerçeği kabul etmek gerekir. Ne var ki, iktidar ortakları arasında yaşanan çelişkiler ve birinin diğerinitasfiye etme yoluna gitmeye yönelmesi ile ortaya çıkan durum, “F Tipi “ örgütün ele geçirdiği devlet kurumlarından sökülüp atılması olanağı da ortaya çıkmış bulunmaktadır… Bu fırsat tepilemez ve en iyi şekilde değerlendirilmesi gerekir!.. Bu noktada hükümete destek vermek gerekirken, tam aksini yapıp, “F Tipi” örgüte kol kanat germek, aklın alacağı bir şey değildir!.. Bu şekilde başlayan bir hesaplaşmanın iktidarın kirli çamaşırlarını da ortaya dökeceği ve iki tarafı da yıpratacağı açıktır. Bu sürecin sonunda itibar kaybedeceği kesin olarak gözüken iktidara, bu aşamada karşı durmak veya Cemaat’e destek vermek uzun vadede hükümete destek vermek sonucunu doğuracaktır. Hal böyle iken, Y-CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun olayı, “17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonları”nın “intikamı” gibi göstererek küçümsemesi anlaşılır gibi değildir!.. Y-CHP‘nin Gülen Örgütü ile bugüne kadar gizli olarak yürüttüğü işbirliği artık alenileşmiştir. Y-CHP Milletvekilleri; Mahmut Tanal, Sezgin Tanrıkulu ile bağımsız Milletvekili İdris Bal’ın, bavulcu gazeteci Mehmet Baransu ile kol kola girip, Çağlayan Adliyesi’nde basın açıklaması yaparak, gözaltına alınan polis şeflerine destek vermeleri Cemaat-Muhalefet ortaklığını göstermektedir. Polis yakınlarının adliye önünde “Polis dışarı, hırsızlar içeri” şeklinde slogan atmaları ise bir Türkiye klasiğidir!. Bu operasyonun bir yararı da “kumpas” sonucu haksızlığa uğratılmış kahramanların, yıllardır hatırlatmaya çalıştığı ve fakat bir türlü hükümete duyuramadığı, çağdaş ceza yargılamalarının olmazsa olmazı “Masumiyet ilkesi”nin önemini bir kez daha öne çıkarmış olmasıdır… Bu temel ilkeyi çiğneyenlerin, şimdi aynı ilkeye sığınmaya çalışması, son derece önemlidir. “F Tipi” örgütün bu çığlığını “tarafsız-bağımsız yargı” yolunda atılmış önemli bir adım olarak değerlendirmek gerekir!.. Sahte kanıt üreten bir emniyet teşkilatı ve bu kanıtlara itibar ederek mahkumiyet kararları veren yargının olduğu bir ülkede, zaten “hukuk güvenliği”nden söz etmek mümkün değildir!.. Hukuk güvenliğinin olmadığı bir yerde, devlet de yok kabul edilmelidir… Dolayısıyla “F Tipi Örgüt” devletin temeli olan “adaleti” yok ederek, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temellerini tahrip etmiştir… İnsanlığın en önemli kazanımlarından olan “çağdaş hukuk prensipleri”ni her zeminde savunmak, ilericiliğin ve devrimciliğin ertelenemez bir görevidir… Hükümetin son operasyonunu, Y-CHP ve Y-CHP’nin aksine bu bağlamda desteklemek gerekir!.. Av. Cemil Can www.cemilcan.gen.tr

“CESARET ÖDÜLÜ”NÜN BEDELİ!.. Av. Cemil Can
İsrail gizli servisi MOSSAD‘a yakınlığı ile bilinenDEBKA haber sitesinde 24 Haziran’da yayınlanan bir yazıda; “Kaynaklarımızın bildirdiğine göre günde 120 milyon varil ihraç eden Kürdistan, Ceyhan yoluyla İsrail’e 2 milyon varil gönderdi bile… Bu nakliyatın çoğu Hafya ve Aşkelon’a vardı varacak” yazılmış!… (1)
İsrail’e Türkiye üzerinden petrol ve jet yakıtı satılmasının ortaya çıkması üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız; “Bunu ihale eden ve satan, sevkiyatını yapan Irak. O yüzden bu satışın sorumlusu Irak’tır. İsrail’e mi, başka bir yere mi satıyor biz o kısmına girmiyoruz” demiş!..(2)

Bu hazırlıklar biter bitmez, büyük olasılıkla HAMAS’ın kaçırıp öldürdüğü üç gencibahane eden İsrail, Filistin’e bombaları yağdırmış… Filistin Sağlık Bakanlığı’nın açıklamasına göre, bombardımanın hemen arkasından başlatılan kara harekatı ile ölü sayısı 271’e ulaşmış…

Görünüşe göre, ölü sayısı daha da artacak.. Bu insanlık dışı ve haksız saldırı karşısında Venezuella, İsrail Büyükelçisini sınır dışı etmiş. Şili ise İsrail ile bütün ticari ilişkilerini kesmiş. 18.07.2014 günü yapılan BM Güvenlik Konseyi toplantısında Çin de tepkisini dile getirmiş… İsrail’i Türkiye Cumhuriyeti adına Başbakan Erdoğan’ın büyük kızı Esra kınamış! İsrail’e jet yakıtı ikmali yapan abisi Burak’a inat, şeytan taşlar gibi İsrail Konsolosluğunu taşlamış!.. Erdoğan’ın 2012’de Davos’ta başlattığı şov, 2013’te İsrail’in IHH’ya ait Mavi Marmara gemisine yaptığı baskın sonrasında da sürdürüldü… Bu şekilde Türkiye’nin İsrail tarafına geçtiği gerçeği, Türk halkından, özellikle de AKP seçmeninden gizlendi. Yalan konuşma konusunda bir numara olan Erdoğan, uzun sayılmayacak bu süre içerisinde, Türk halkı ile birlikte Ortadoğu halklarını da aldatmayı başardı!.. Oysa el altından İsrail’i İran’dan gelebilecek füze saldırılarına karşı korumak amacıyla düşünülen ve “Demir Kubbe” adı verilen füze kalkanı (3) için topraklarımızı NATO emrine verdi. O günlerde yapılan eleştirilere “Türkiye toprakları aynı zamanda NATO toprağıdır” (4) demişti… İsrail, bir taraftan öldürülen yurttaşlarının intikamını alırken aynı zamanda bu durumu “Demir Kubbe”yi test etmek fırsatı olarak değerlendiriyor!.. Verilere göre Filistin tarafından atılan bütün füzeler havada imha edilmiş. İsrail tarafında bir tek ölü varmış! Jet yakıtı “Kürdistan” ile Türkiye’den kaçak olarak sağlanmış, Hava Savunma Sistemi’nin Finansmanı ise ABD’ tarafından karşılanmış. Sonuç: “Demir Kubbe” başarılı… Sayemizde İsrail halkı huzur içerisinde yataklarına girebiliyor!.. Durum bu kadar açık ve anlaşılır halde iken bile, acaba Esra Hanım İsrail Konsolosluğu’nu neden taşlıyor?.. TIPIŞ TIPIŞ!.. Cumhurbaşkanlığına seçildiğinde;tarafsızlık yemini yaptıktan sonratarafsız olmayacağını açıklayan Erdoğan’ı destekleyenler çılgınca alkışladı!.. Açıkca yeminini tutmayacağını söyleyen birinin yanında yer almak çılgınlık değilse nedir? Ahlat ağacından kiraz bekleyen bizimkiler, 1,5 milyon Ermeni’yi katlettik diyen Orhan Pamuk’uöven Ekmeleddin’e oy vermeye mecbur bırakılmış… Kılıçdaroğlu daha önce açıklamıştı; Ekmeleddin kabul etmeseydi Orhan Pamuk‘u veya Yaşar Kemal’i aday gösterecekmiş!.. Fırsatlar kaçırılmıyor, Nobel ödüllü Orhan Pamuk için yıkama yağlama çalışması da ihmal edilmiyor. Böylece 1,5 milyon Ermeni’yi öldürdüğümüz yalanı, Türk halkına gerçekmiş gibi kabul ettirilecek!.. Kemal Bey, görevini iyice öğrenmiş!.. Artık otel odalarında ABD elçileriyle halvete girip, talimat almasına ihtiyaç kalmamış!.. Haber-Türk’e açıklamalarda bulunan Kılıçların Efendisi, AKP’yi kastederek, “Ekmeleddin Bey’i onlar aday gösterse emin olun biz destek verirdik. Niye vermeyelim” diyerek (5) siyasette bir iddiasının olmadığını gösterdi. Ana muhalefet partisi iktidarın adayını destekleyecekmiş!.. Peki, o zaman size ne gerek var? Kemal Bey’in bu cümlesi bile, AKP iktidarını meşrulaştırmak ve iktidarda tutmak için “çakma muhalefet” yapmakla görevli olduğunu gösteriyor!.. Türk halkının okuma özürlü olduğundan emin olan İhsanoğlu, fikirlerinin öğrenilmesi için kitaplarının okunmasını önermiş. Kitapları bulmak ise imkansız. “Derin Tarih” adlı dergide, (6) Kurtuluş Savaşı’nın gerçekte yapılmadığı savunuluyormuş. Sevr Anlaşması’nı Lozan’dan daha iyi dergi, hiçolmamış bu Kurtuluş Savaşı’nı başlatanın ise, Fevzi Çakmak olduğunu ileri sürüyormuş… Bu derginin danışma kurulunda Ekmeleddin Bey de var. İnsan fikirlerine katılmadığı bir derginin yayın kurulunda neden yer alır?.. Neyse ki, cumhurbaşkanı adayı göstermehakkı olmayan Türk halkının, dış güçlerin gösterdiği adaya oy verme hakkı var!.. Bunun da adı “ileri demokrasi” oluyor!.. Sözde muhalefetin ortak adayı Ekmeleddin ise,Recep Tayyip Erdoğan‘ın başbakanlığınıbeğendiğini açıklıyor! Demek ki, onun adayı da Erdoğan’dır… “Benim sayın başbakanla çok mükemmel bir dostluğum vardır, belediye reisliğinden itibaren. Ben AK Parti’nin aleyhinde değilim ki, böyle bir şey yok. Ben AK Parti’nin adayının da aleyhinde değilim…” (7) diyen biri, belli ki, Erdoğan’ı seçtirmek için görevlidir… Karşısındaki adayı beğendiğini söyleyen birine kim oy verir ki? Böyle biri Erdoğan’a rakip olabilir mi?.. Oy vermek zorunda bırakıldığımız Ekmeleddin İhsanoğlu, 40 bin kişinin katili, bölücü terör örgütü PKK’nın sivil uzantısı HDP’nin adayıSelahattin Demirtaş için ise, “Güven telkin eden bir insan… Kendisini çok beğendim. Çok zarif, muhataplarına güven telkin eden, fikirlerini dürüstçe söyleyen bir insan” demiş… (8) Ekmeleddin Bey, Gülen Okulları için : “Bu mekteplerle her zaman iftihar ettim. Kapatılmalarının menfaatlerimize uygun olduğunu düşünmüyorum” demiş… (9) Oy vermek zorunda bırakıldığımız cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin Bey, İngilizce eğitim yapan ve öğrencilerine Türkler ve Türkiye ile ilgili sadece bir kaç şarkı öğretmekten ibaret olan, CIA’ya ajan yetiştirdiği için bir çok ülkenin kapattığı bu okulların nesiyle iftihar ediyor acaba?.. Tanıdıkça çok seveceğimiz söylenen adayımız budur ve düşüncelerini gizlemiyor aslında… Gizli ajandası olan Yeni CHP ile Yeni MHP’nin yöneticileridir… Onlardan hesap sorabilmek için sandığa gideceğiz mutlaka… Erdoğan’ı birinci turda seçtirip,güçlü görünmesine neden olmamamız gerekir. Kerhen de olsa Ekmeleddin’e oyumuzu vereceğiz… Sanki bu düşünceye inat Ekmeleddin Bey, konuşmalarıyla seçilme şansını zayıflatıyor. Buna rağmen, Türk halkı anketleri ters köşeye yatırıp, Ekmeleddin’i seçebilir. Eğer bu olasılık gerçekleşirse, o zaman güç odağı olduğu tartışmasız olan AKP’de çözülme başlayacaktır!.. Küçük menfaatleri için bir arada olan ideolojiden yoksun AKP’liler, yeni güç odaklarında yer tutabilmek için birbirleriyle yarışacaktır!.. İşte salt o günleri görebilmek için de Ekmeleddin’e oy vereceğiz!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1) http://www.debka.com/article/24032/Gaza-rockets-aim-at-Kurdish-oil-route-via-Israel-More-security-for-Ashkelon-and-Eilat-depots Türkçe metin için bu bağlantıyı açınız: http://www.ydh.com.tr/HD12949_debka–gazze-roketleri-israil-yolundaki-kurt-petrolunu-hedefliyor.html (2) http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/45963-sucu-ortme-hesap-ver.html (3) http://tr.wikipedia.org/wiki/Demir_Kubbe (4) https://www.facebook.com/video/video.php?v=432446923488899 (5) http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/45621-kilicdaroglu-akp-ekmel-beyi-aday-gosterse-destek-verirdik.html (6)http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/45622-ataturkcu-denilen-ekmel-bey-azili-ataturk-dusmani-derginin-danismani-cikti.html (7) http://www.milliyet.com.tr/ekmeleddin-ihsanoglu-secim/siyaset/detay/1909826/default.htm (8) http://t24.com.tr/haber/ihsanoglu-kurtler-ilk-turda-hdpye-ikinci-turda-bana-oy-vereceklerdir,264632 (9) http://www.aydinlikgazete.com/guendem/46281-ihsanoglu-cemaat-gazetesinde-demirtasi-ove-ove-bitiremedi-.html

TANRIKULU’NUN KULLARI!..‏

CHP Parti Meclisi’nde Mayıs 2013 tarihinde:”PKK  Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı her türlü  terör eyleminden vazgeçtiğini ve silahlarını teslim edeceğini beyan etmediği sürece, herhangi bir çözüm arayışının içinde olunmayacağı; çözüm arayışının Öcalan ve Kandil tarafından yönetilmesine izin verilmeyeceği”  kararı alınmıştır…(1) Bu karar kamuoyundan ve parti üyelerindengizlenmektedir. CHP’nin resmi sitesine (http://www.chp.org.tr/) girip, arama motoruna   “Parti Meclisi kararları” yazdığınızda, karşınıza 141 içerik gelmektedir  fakat aralarında nedense bu karar bulunmamaktadır… (2)

Geçen hafta KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, Kürtçe yayınlanan Azadiye Welat gazetesinde yazdığı yazıda; Ortadoğu ve Suriye’nin Rojava diye adlandırılan bölgesinde yaşananlara dikkat çekerek, “Kürtler ve Kürdistan halkı özgür ve demokratik yaşama kavuşmadan kim gerillanın direnişten vazgeçeceğini sanıyorsa o hayal görüyor” demiştir… (3) AKP iktidarına, PKK ile yürüttüğü müzakerelerde “sınırsız yetki” kullanma olanağını veren ve iki “tarafa” “dokunulmazlık zırhı” kazandıran 6 maddelik “PKK Yasası”na,  Yeni CHP dedestek verdi. Yasa Meclis’ten geçti… (4) Eski PKK avukatı ve CIA kaynaklarında TR705 olarak adı geçen CHP’nin fiili ve gerçek  Genel Başkanı Sezgin Tanrıkulu, yasa Meclis’te görüşülmeye başlamadan önce, CHP örgütlerine bir yazı göndererek, CHP’nin çözüm sürecine ve PKK paketine destek verdiğini bildirdi ve örgütlere bu konuyu çevrelerine anlatılması görevini verdi... (5) Parti Meclisi’nin kararında belirtilen “her türlü terör eyleminden vazgeçildiği” ve “silahların teslim edileceği” koşulları gerçekleşmeden,  CHP’nin çözüm arayışı içerisindeolmayacağı kararı ortada iken ve bu karardan sonra, PKK adına yapılan “Kim gerillanın direnişten vazgeçeceğini sanıyorsa o hayal görüyor” şeklindeki beyana rağmen, CHP örgütlerine paketi destekleme talimatı göndermek, Kurultay’dan sonra en yetkili organ olan Parti Meclisi kararlarını tanımamak ve açıkça çiğnemek anlamına gelir… Yeni CHP‘nin gerçek Genel Başkanı Sezgin Tanrıkulu yasanın geçmesinden sonra; “İki yıldır ısrarla tarif ettiğimiz yer burasıdır. Kürt meselesinin çözümü konusunda biz varız, hodri meydan” sözleri ile Kılıçdaroğlu’nun gerçekte “tuzluk” hükmünde bir zavallı ve Tanrıkulu’na “kul” olduğunu kanıtlamıştır… (6) *** CHP Tüzüğünün  70. maddesinde : “Programa ve Tüzük kurallarına, kurultay ve yetkili organ kararlarına aykırı davranmak”  parti suçu olarak tarif edilmiş ve parti üyeliğinden “kesin çıkarma” yaptırımına bağlanmıştır… (7) Cumhuriyet Halk Partisi’nin yürürlükte olan Programı’nda da Kuzey Irak’ta üstlenen PKK mensupları, “özgürlük savaşçıları” olarak değil, terör örgütü üyeleri olarak tanımlanmıştır. CHP Programı, terörle “müzakere” yapılmasına hiç bir şekilde izin vermemektedir. Terörle mücadele esas alınmıştır. Aksine olan söylemlerin tamamı programa aykırılık teşkil eder… CHP Parti Programı’nda: “Türkiye’nin Kuzey Irak’tan PKK’yı tamamen tasfiye etmek hem hakkı, hem de görevidir. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında bu görev eksiksiz yerine getirilecektir. (…) Terörle etkili bir mücadele gerçekleştirmek için güvenlik güçleri yeniden yapılandırılacaktır. Uzman ve profesyonel elemanlardan oluşacak özel eğitimli güvenlik güçleri terörist saldırıları eylem aşamasına gelmeden ve mümkün olduğu ölçüde Türkiye sınırlarına ulaşmadan önlemeyi amaçlayan bir yapıya kavuşacak ve yeterli olanak, yetenek ve teknoloji ile donatılacaktır” denmektedir…(8)  CHP Tüzüğü ve Programı’na göre,  başka Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere,  hükümetin “Kürt açılımı” politikalarına destek veren tüm yöneticileri, partiden “kesin çıkarma” cezasını gerektiren parti suçu işlemiş bulunmaktadırlar… Aynı zamanda CHP örgütüne, bu konu ile ilgili olarak vermiş oldukları talimatlar da “kanunsuz emir” niteliğinde olup, yerine getirilmeleri gerekmemektedir!.. İlginçtir, Kılıçdaroğlu ve ekibi, program ve tüzükdeğişikliğine gitmeye bile ihtiyaç duymamaktadır. Yönetime geldikten sonra, zaman içerisinde Kurultayı toplayacak olan delegeleri de kendilerine kulluk edecek, küçük makam ve mevkilere “fit” kişilerden seçerek değiştirmişler… Bu şekilde Atatürk’ün tam bağımsızlıkçı ve halkçı partisi, AKP’yi iktidarda tutma aracı haline getirilmiş ve PKK’nın propaganda birimine dönüştürülmüştür… Bugün itibariyle CHP’nin Programı ve Tüzüğü yürürlükte olduğuna göre; 1) Kemal Kılıçdaroğlu CHP’ye genel başkan, Soroscu ekibi ise üye olma niteliklerini kaybetmişlerdir… 2) Bu noktadan itibaren hiçbir sözlerinin ciddiye alınmaması ve yerine getirilmemesi gerekir… 3) En kısa süre içerisinde büyük kurultay toplanmalı ve CHP’nin yeni Genel Başkanı ile Parti Meclisi üyelerini seçmelidir!.. Aksi halde,  CHP  tarihin tozlu sayfalarında yerini alacaktır!.. Bu görevi yerine getirmeyengeciktiren veya savsaklayan; kurultay delegeleri, milletvekilleri, il ve ilçe  başkanları da aynı şekilde Kılıçdaroğlu ekibi ile birlikte suç ortakları olarak anılacak ve tarihe bu yönleri ile geçeceklerdir!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1)http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/mehmet-farac/45629-mehmet-farac-akp-mecliste-teslim-olmayi-konusurken-pkk-silah-gosterdi.html (2) http://www.chp.org.tr (3) http://azadiyawelat.biz/dema-sewaze-soresa-kurdistane/ (4) http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k6551.html (5)http://www.turkishnews.com/content/2014/07/11/pkk-paketi-acilim-tasarisi-meclisden-gecdi/ (6)http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/45641-pkk-paketinde-buyuk-tuzak.html (7) http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/wp-content/uploads/2014/07/CHP-Tuzuk.pdf (8) http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/wp-content/uploads/2014/07/CHP-Program.pdf
HENÜZ VAKİT VARKEN!..‏ Av. Cemil Can
UYARILARI GÖRMEZDEN GELENLER HESAP VERMEYE HAZIR OLMALIDIR!..Cumhurbaşkanı adaylarının leh veya aleyhinde hiç bir yorum yapmadan, şu andaki somut duruma bakarak ve 30 Mart Yerel Seçimleri’nde ortaya çıkan tabloyu esas alarak, içerisine düşmekte olduğumuz tuzağı göstermek istiyorum:Anayasanın 102. maddesine göre, (1) GEÇERLİ OYLARIN SALT ÇOĞUNLUĞUNU alan aday Cumhurbaşkanı seçilir. “Salt çoğunluk” yarıdan bir fazla demektir… Bu kuralı bir kenara not edelim…Şimdi diğer verilere bakalım. 30 Mart Yerel Seçimlerinde AKP ve Kürt Partilerinin almış olduğu oylar aşağıdaki gibidir:1. VERİ:AKP: yüzde 43.13,BDP+HDP; yüzde 4.20+1.90 =yüzde 6.10Kürtler, Selahattin Demirtaş’ı aday göstermesine rağmen, oylarını Tayyip Erdoğan’a verebilirler. Bu olasılığa göre, Erdoğan, en fazla 43.13+6.10=49.23 oy alabilir ve bu oran salt çoğunluğu sağlayamadığı (yüzde elliye geçmediği) için RTE, birinci turdaCumhurbaşkanı seçilemez!..2.VERİ:CHP ve MHP‘nin “çatı adayı” olarak gösterdiği Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vermeyeceğini açıkça ilan edenlerin (Aleviler ile aralarında Atatürkçü Düşünce Derneği, Cumhuriyet Kadınları Derneği ve 50’ye yakın Demokratik Kitle Örgütü) SANDIĞA GİTMEMELERİ veya gidip de BOŞ OY ATMALARI halinde; yine yüzde 49.23 oranında oy alan Recep Tayyip Erdoğan, bu defa geçerli oyların salt çoğunluğunu sağlayarak birinci turda Cumhurbaşkanlığına seçilebilir!..Oy vermeyeceğini açıklayan örgüt ve kesimler; seçmenlerin sadece yüzde 2’sini etkileyerek sandığa gitmemelerine (veya geçersiz oy kullanmalarına) neden olabilirse eğer; Bu defa Tayyip Erdoğan’ın (yüzde 49.23 oranı ile ifade edilen) alacağı OYLAR, geçerli oyların yüzde 50.23 ‘üne karşılık gelerek, salt çoğunluğunu sağlamasına ve Cumhurbaşkanı seçilmesine yetebilir…  T Ü R K İ Y E ‘ Y E  K U R U L A N  S O N  Y Ü Z Y I L I N         E N   B Ü Y Ü K   T U Z A Ğ I   B U D U R !..Bu tuzak basit bir aritmetik hesap ile anlaşılabilecek durumdadır. Şöyle ki: Geçerli oylardan yüzde 2’yi düşersek, bu defa yüzdelik oranı 98 üzerinden hesaplanacığı için: 100×49.23/98=50.23 sayısı elde edilecektir… ŞİMDİ SORUN ŞURADADIR: Aleviler ve Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vermeyeceğini açıklayan seçmenleri ile tatilini bölüp oy kullanmaya gitmeyecek olan seçmenlerin sayısı, geçerli oyların yüzde 2’sine ulaşabilir mi?… Yukarıda adı geçen örgütler ve kesimler tabanları üzerinde yüzde 2 oranında etkili olabilirse (yüzde 98’i örgütlerinin kararını dinlemezse bile) Recep Tayyip Erdoğan, oylarında bir tek artış olmadan bile, birinci turun sonunda Cumhurbaşkanı seçilebilir!.. Çözüm: “Çatı adayı”na oy vermeyecek olan küskün kesimlere de kendi adaylarını çıkarma olanağının tanınmasındadır…Bu seçeneğin yaşama sokulmasının ayrıca şu yararları vardır: Herşeyden önce, küskün olan bu kesim, sandığa giderek Recep Tayyip Erdoğan’ın birinci turda salt çoğunluğu sağlamasını önleyebilir ve Cumhurbaşkanı seçilmesini engelleyebilirler... İkinci yararı, birinci turda birden çok Cumhurbaşkanı adayının oylanması ile bir tür ÖN SEÇİM yapılmış olur… Bu şekilde, birinci turda Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında konuşlanan seçmen, bu tavrını sürdürerek, ikinci tura kalan adaylardan Tayyip Erdoğan’ın karşısında en çok oyu alana -biraz da zorunlu olarak- oylarını verirler…Bu olasılıkta, şanslar hemen hemen eşittir. Hatta denebilir ki, birinci turu kaybeden Recep Bey, bu rüzgarla ikinci turu da kaybedebilir…İkinci tura kim kalır? Bunu şimdiden kimse bilemez ama her kim olursa olsun, yürütülecek doğru seçim strateji budur…Bunun dışındaki “oldubitti” ve “emrivakiler” geçerli değildir, son tahlilde AKP’ye hizmet ederler… Sağduyulu Türk halkının bu konuda en doğru karar vereceğine inanmak gerekir… Yanlıştan dönmek bir erdemdir ve bunun için henüz vakit vardır…Aksi halde, yenilgiye sorumlu aramak bir işe yaramaz ve “eyvah” da para etmez…Av. Cemil CanDİPNOT: (1)ANAYASAMADDE 102- (Değişik: 21/10/2007-5678/5 md.)Cumhurbaşkanı seçimi, Cumhurbaşkanının görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde; makamın herhangi bir sebeple boşalması halinde ise boşalmayı takip eden altmış gün içinde tamamlanır.Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk oylamada en çok oy almış bulunan iki aday katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.İkinci oylamaya katılmaya hak kazanan adaylardan birinin ölümü veya seçilme yeterliğini kaybetmesi halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın birinci oylamadaki sıraya göre ikame edilmesi suretiyle yapılır. İkinci oylamaya tek adayın kalması halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır. Aday, geçerli oyların çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi devam eder.Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usûl ve esaslar kanunla düzenlenir.
“DÜRÜST” HAİNLER!..Av. Cemil Can
TSK karargahında 40 paralel paşa varmış, RTE’nin Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşat Salih’e söylediği:”Musul da Kerkük de özerk bölge olacak. Konumunuzu buna göre ayarlayın” sözleri, Irak’ta esir alınan Konsolosluk görevlilerimizin son durumunun analizi, Balyoz Davası ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararı, PKK ile hükümetin görüşmelerini “yasal zemine bağlama” tasarısını, hatta bu kadarını eksik bulup, Y-CHP adına yeni tasarı hazırlayan Sezgin Tanrıkulu’nun densizliğini de bugün görmeyelim… Diyarbakır’da bayrağın indirilmesini, benzer eylemin Gaziosmanpaşa’da tekrar etmesini de duymamış gibi davranalım. Soma’daki madenci katliamını, Diyarbakır-Bingöl karayolunun PKK tarafından 23 gün kapatılmasını da daha sonra ele alırız!..Cambaza bakıp zaman kaybetmeyelim şimdi. Önümüze kurulmuş yeni ve büyük bir tuzak var. Onu anlamaya çalışalım:Üç buçuk saatte tanıyıp, en uygun “çatı adayı” olduğunu anladığı, tanıdıkça halkın da çok seveceğine garanti ettiği, Mısır’da doğup büyüyen İslam Konferansi Örgütü’nün eski genel sekreteri Ekmeleddin İnsanoğlu’na karşı, yeni bir aday çıkartılmasına izin vermeyeceğini ilan eden Kılıçdaroğlu, yine karizmayı çizdirdi!.. CHP Milletvekili Prof. Dr. Süheyl Batum, sorumluluğunun gereğini yerine getirdi ve -kimseden izin almadan- milletvekili yeminine sadık kaldığına inandığı Cumhuriyet kadını Emine Ülken Tarhan’ı, ilk imzayı atarak, Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdi…Anayasa’nın 101. maddesinin 3. fıkrasında; aynı aday etrafında bir araya gelen 20 milletvekiline tanınmış olan bu hakkı, Kılıçların efendisi acaba nereden aldığı yetkilerle yasaklamaya kalkışıyor?..Başta CHP milletvekilleri olmak üzere, Alevileri bile ikna edemeyen Kemal Bey, bu konuda sorulan bir soruya: “Partinin almış olduğu bir karar var. Bu karara uymayanlar bedelini öder” (2) yanıtını vererek, milletvekillerine gözdağı verebiliyor!.. Utanmazlığın bu kadarı da fazla!..Partinin almadığı bir kararı, almış gibi göstermek, en basit tabiriyle yalancılıktır. Ayrıca, genel başkanın bu sözleri, kendisini parti organları yerine koymak anlamına gelir. Anayasal hakkını kullanmak isteyen milletvekillerine, “bedel” ödetmek kimin ne haddinedir? Bu adam kendini ne sanıyor? Başkanlığındaki Y-CHP’nin, Hitler’in partisi ile arasında ne farkı kalmış?..Parti içerisindeki “korku imparatorluğu”nu yıkmak vaadi ile delegelerin desteğini alan Kılıçdaroğlu, dört yıl içerisinde kendi korku imparatorluğunu kurmuş!.. 60 yıldır iktidar yüzü görmeyen solcuların kaderi hep böyle mi olacak?.. ***İmparator Kılıçdaroğlu, Diyarbakır konuşmasında, hükümetin PKK ile yürüttüğü ve adına “süreç” denen görüşmeler için: “Süreç yasal zemine kavuşsun, bizden istenen desteği vermeye hazırız” demiş!.. Son Genel Başkan, CHP’nin programını takmıyor artık!.. (3) Bu Kılıçdaroğlu, parti programını değiştirmeden, çiğneme hakkını nereden alıyor acaba?..(3 numaralı dipnot; Y-CHP yönetiminin, CHP ideolojisine ihanet içerisinde olduğunu kanıtlamak için sadece CHP üyelerine yazılmıştır. Başkaları okumasın, çok rica ediyorum. Parti sırlarımız ifşa olsun istemem!?…)HDP Eş Başkanı Sebahat Tuncel, Kılıçdaroğlu’nun yukarıdaki sözlerinden sonra: “İşte önümüzdeengel kalmadı” diyerek, başka bir gerçeği dile getirmiştir. HDP’nin gerçek genel başkanı Abdullah Öcalan’ın, sürekli yinelediği “yasal güvence” konusununda, hükümetin önünü açmak, CHP’nin üzerine vazife miydi? Parti Programı’na aykırı olan bu hain tutum; partinin hangi yetkili organında konuşularak karar altına alınmıştır?.. CHP delegesi, birkaç Sorusçu’nun Atatürk’ün CHP’sini, terör örgütü PKK’nın hizmetine sunmasına izin verecek mi?..Kılıçların efendisinin, “Biz çözüm sürecinin hiçbir şekilde karşısında olmayız ve olmayacağız da. Bizden istenen desteği vermeye hazırız” sözleri, CHP’nin temel ideolojisine açıkça ihanettir. Bu sözleri, aşağıda belirtilen parti programının neresine koyabiliriz? Açıkça partinin programına ve kuruluşcu felsefesine ihanet eden birinin, saçma sapan sözlerini dinlemek zorunda değiliz!..***Cumhurbaşkanlığı seçimi için üçünçü aday, Türk halkına kurulan hain tuzağı bozacaktır…30 Mart Yerel Seçimlerinde AKP’nin oy oranı yüzde 43.13’lere kadar düşmüştü. CHP ile MHP’nin aldığı oyların oransal toplamı yüzde 44.21 kadardır. Kalan oylar, yaklaşık yüzde 20’yi bulur. Bu oyların arasında; yüzde 6 oranındaki BDP ve HDP’nin oyları da vardır. Apo’nun istediği ve Kılıçdaroğlu’nun desteklediği “çözüm yasalarının” seçimden önce çıkartılacağı ve buna bağlı olarak Kürtlerin birinci turda Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğini varsayarsak; Erdoğan’ın alabileceği en yüksek oy oranı: 43.13+6.10=49.23 olacaktır.Yukarıdaki dağılıma göre, kalan yüzde 6.56 oyu üçüncü bir adayın alması halinde ise; RTE’nin aldığı oylar yüzde 50’nin altında kalacak ve salt çoğunluğu bulamayacağı için cumhurbaşkanlığına seçilemeyecektir!.. Bu şekilde gidilecek olan seçimin ikinci turunda ise, büyük olasılıkla seçimi kaybedecektir de!..Üçüncü bir adayın olmaması halinde ise; yukarıda belirtilen yüzde 6,56 oranını teşkil eden oylar, daha şimdiden açıklandığı gibi büyük olasılıkla oy kullanmaya gitmeyeceklerdir. Bu seçenek, son derece tehlikeli bir durum yaratabilir… Çünkü o zaman RTE’nin almış olduğu aynı oylar, geçerli oyların yüzde 52.68’ine karşılık gelecektir ve salt çoğunluk sağlanmış olacaktır… (4)(4 numaralı dipnotta, bu hesap 100 oy üzerinden basitleştirilerek yapılmıştır…)Üçüncü adayın çıkmaması yüzünden, umutsuzluğa düşerek ve küserek oy kullanmaya gitmeyecek seçmenlerin, gerçekte RTE’nin oylarında bir artış olmamasına karşın, oy yüzdesini salt çoğunluğu teşkil edecek şekilde artırmış olacağı gerçeğini gözden kaçıramayız… Bu yüzden bu seçimlerde duygusallığa yer yoktur!..Türkiye’ye kurulan tuzak da bu noktadadır… Bu gerçeği gözden kaçıramayız. Bu nedenle CHP Milletvekili Hakim Emine Ülker Tarhan’ın adaylığı hayati önemdedir…Av. Cemil Can DİPNOTLAR:(1) ANAYASAMADDE 101- (Değişik: 21/10/2007-5678/4 md.)Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilir.Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.Cumhurbaşkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri içinden veya Meclis dışından aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi ile mümkündür. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasî partiler ortak aday gösterebilir.Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.(2) http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/87433/Aleviler_sevemedi.html(3) CHP’nin amacı, ilkeleri, tüzüğü ve programına göre, Kılıçdaroğlu yönetimini yeniden gözden geçirme zamanı gelmiştir de geçiyor bile:CHP Tüzüğünün 3. maddesinin son fıkrasında partinin amacı:”Emperyalizmin, sömürünün ve sömürgeciliğe yönelik her türlü uygulamanın önlenmesi için mücadele etmek ve tüm insanlığın esenliğine ve özgürlüğüne katkıda bulunmak” olarak açıklanmıştır.2.maddede :”CHP programındaki anlamlarıyla (Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik) ilkelerine bağlıdır.” denmektedir…Parti programında; güncel siyasi tartışmalar, en küçük bir kafa karışıklığına meydan vermeyecek şekilde açık ve net olarak yazılmış ve kurultay onayından geçerek basılı kitapçık haline getirilmiştir. Bu ilkelerden en önemli olan bir kaç tanesi şunlardır:“CHP’nin Parti Programına göre; ideolojimizin temel dayanakları şu şekilde ortaya konulmuştur:“Partimizin ideolojisini besleyen, üç ana kaynak: Atatürk’ün modernleşme devrimi ve altı ok ilkeleri, sosyal demokrasinin evrensel kuralları, Anadolu ve Trakya’nın tarihsel ve felsefi birikimidir. (…) Çağdaş Türkiye için değişim programı, Cumhuriyet Halk Partisi’nin onurlu geçmişiyle aydınlık geleceğinin çağdaş sentezidir. CHP, bu ideolojik birikim, değer ve duyarlılıklar temelinde; ulusal kurtuluş mücadelesinin tam bağımsızlık ruhunun temsilcisidir.(…) Laik, demokratik cumhuriyetin kararlı savunucusudur…” (a)“Kürt sorunu” ile ilgili olarak da CHP’nin belirli ve tutarlı görüşleri vardır. Etnik farklılıkları ülkemizin bir zenginliği olarak kabul eden CHP, “Yeni azınlıklar yaratılmasına karşıdır… CHP daha 1989 yılında Kürt kökenli yurttaşlarımızın karşılaştıkları sorunları açık yüreklilikle ortaya koymuştur. (…) Üniter devlet ve ulus devlet temeli dikkate alınarak kısıtlamaların kaldırılması ve çağdaş, kalıcı çözümler bulunması için politikalarını sunmuştur. Yurttaşlarımızın farklı etnik kökenden gelmeleri, farklı kültürel, mezhepsel, dinsel özellikler taşımaları, birlikteliklerinin ve ortak bir ulus oluşturmalarının engeli olamaz.(…) CHP’nin entegrasyon anlayışı farklı etnik kimliklerin ve inançların ortadan kaldırılmasını değil, onlara saygı göstererek ülke bütünlüğünü ulus devlet anlayışı ile korunmasını öngörür. (…)CHP, her etnik kökenden yurttaşımızın, kendi özgür irade ve talepleri çerçevesinde;Kendi anadilini özgürce kullanabilmelerine, özel dershaneler veya kurslar gibi kurumlar kurarak anadillerini özgürce öğrenebilme ve öğretebilmelerine; (…) olanak tanımayı çağdaş demokrasi anlayışının gereği sayar.”(b)“Dinin siyasallaştırılmamasını, siyasetin dinselleştirilmemesinin güvencesi” olarak kabul eden CHP’nin, “laiklik ilkesi” hakkındaki görüşü de son derece anlaşılır şekildedir:CHP, “Devlet işleri ile din işlerinin birbirinden ayrılmasının, birbirini etkilememesi” olarak tanımladığı laikliği, hiç bir şekilde ödün veremeyeceği temel ilke olarak kabul etmiştir. (…) CHP, dini unsurların siyasi simge olarak kullanılmasını demokrasi anlayışı ile bağdaşmayan ve anayasamızın değiştirilemez hükümleri ile çelişen bir davranış olarak görür. (c)Demek ki, CHP “üniter devlet” ve “ulus devleti” savunur, laiklik ilkesinden de hiç bir şekilde ödün veremez… Aksine olan bütün söylemler parti programına aykırılık teşkil etmektedir. (…)Cumhuriyet Halk Partisi siyaseti ve siyasetle ilgilenmeyi, “Kamusal Görev ve Toplumsal Özveri alanı olarak kabul eder. (d)CHP’nin Programında “özerklik” konusunda da net bir duruş sergilenmiştir:“Küreselleşme adına çok sayıda yerel iktidar odağı oluşturmayı dayatan, merkezi devlete rakip olarak cemaat, tarikat ve çok uluslu şirketler eksenini geliştirmeye yönelik idari federalizm benzeri yapılanmayı öngörerek, Cumhuriyetimizin temel niteliklerini ve özellikle üniter yapıyı tehdit eden her türlü idari düzenleme girişimleri gündemden çıkartılacaktır.” (e)“CHP yerel yönetimleri, yerel iktidar odakları olarak değil, yerel demokrasi odakları olarak görür. (…) Yerel nitelikli hizmetlerin yetki ve sorumluluğu, üniter devletin gerekleri dikkate alınarak, ihtiyaç duyulan yerlerde kaynak ve araçlar da sağlanarak merkezi yönetim tarafından yerel yönetimlere devredilecektir.” (f)CHP’nin Terör ve PKK konusunda parti programında belirlenmiş ve kurultay tarafından da benimsenerek onaylanmış bulunan görüşleri ile Y-CHP yönetiminin kurultay onayından geçmeyen (ve dolayısıyla hukuken geçerli olmayan) şimdiki görüşleri birbirine tamamen terstir!..Cumhuriyet Halk Partisi Programı’nda, Kuzey Irak’ta üstlenen PKK mensupları, “özgürlük savaşçıları” olarak değil, terör örgütü üyeleri olarak tanımlanmıştır. CHP Programı, terörle “müzakere” yapılmasına hiç bir şekilde izin vermez. Terörle mücadele esas alınmıştır. Aksine olan söylemlerin tamamı programa aykırılık teşkil eder…CHP Programı’na göre;“Türkiye’nin Kuzey Irak’tan PKK’yı tamamen tasfiye etmek hem hakkı, hem de görevidir. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında bu görev eksiksiz yerine getirilecektir.(…) Terörle etkili bir mücadele gerçekleştirmek için güvenlik güçleri yeniden yapılandırılacaktır. Uzman ve profesyonel elemanlardan oluşacak özel eğitimli güvenlik güçleri terörist saldırıları eylem aşamasına gelmeden ve mümkün olduğu ölçüde Türkiye sınırlarına ulaşmadan önlemeyi amaçlayan bir yapıya kavuşacak ve yeterli olanak, yetenek ve teknoloji ile donatılacaktır.”(g)“Geçmişte bağımsızlığını ve haklarını korumak için savaşçı yeteneğini gerektiğinde kanıtlamış olan ülkemiz bir saldırıya uğramadıkça barış içinde yaşamak ister. Silahlı kuvvetlerimiz ulusun bağımsızlığını ve güvenliğini korurken dünya barışına da katkıda bulunmaya her zaman özen göstermiştir.(…) Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk’ün yurtta barış, dünyada barış anlayışına dün olduğu gibi bugün de sahip çıkmaktadır.(h)(CHP Programı a-s.23-24, b-s.46-48, c-s.50, d-s.71 5-s.82, e-s.86, f-s.113-115, g-s.119)Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP Genel Merkez yöneticilerinin izlediği politikalar, halen yürürlükte olan bu esaslara uyuyor mu?CHP Tüzüğü’nün 5. maddesinin 3. fıkrasına göre; “ Partililer; özel yaşamlarında, görevlerinde, işlerinde ve üyesi bulundukları kuruluşlarda, partinin ilkelerine ve doğrultusuna uygun davranırlar ve çalışırlar.” Aynı şekilde Tüzüğün 5. maddenin 5. fıkrasına göre “Parti yöneticileri de bu ilkeleri uygulamakla yükümlü ve sorumludurlar.”Başta Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, bazı genel merkez yöneticilerimiz, yukarıda özetlediğim parti programına, söylem ve eylemleri ile aykırı davrandıklarını, üzülerek izlemekteyiz.Böyle bir durum karşısında, sessiz kalmak parti programına, ilkelerimize, onurlu tarihimize, önderlerimize ve inançlarımıza ihanet etmek olur ki, böyle bir durum içinde bulunmak insanın kendisine karşı yapabileceği en büyük saygısızlıktır!..Görevi ne olursa olsun, hiç bir partilinin “parti suçu” işleme imtiyazı yoktur ve olamaz! Bu çerçevede,üyelik görevini gereği gibi yerine getirmek; parti suçu işleyenleri eleştirmekle başlar…Parti Tüzüğümüzün Parti Üyelerinin Görevlerini belirleyen 7/A maddesinin (d) bendinde: ”Partinin ilkelerini, programını, kurultay bildirgelerini ve kararlarını, seçim bildirgelerini, partinin genel ve yerel politikaları ile hizmetlerini her olanaktan yararlanarak yurttaşlara duyurmakla görevlidirler” demek suretiyle, üyelerin birincil görevinin parti ilkeleri ve programını yurttaşlara duyurmak olduğu ortaya konmuştur.“Parti içi demokrasi” ancak üyelerin, üyelik görevlerini eksiksiz olarak yerine getirebilmeleri ile yaşam bulabilir…Üyelik görevlerini eksiksiz şekilde yerine getiren üyeler, çağdaş demokrat partilerde “bedel ödetme” tehdidi ile susturulmaya çalışılmaz!.. Bu şekildeki ilkel uygulamalar ancak faşist partilerde görülmüştür…Ve nihayet, yeni bir cumhurbaşkanı adayı göstermek isteyen milletvekilleri 101. madde ile tanınmış hakka ilaveten Anayasamızın 26. maddesinde ifadesini bulan “Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti” kapsamında, anayasal bir özgürlüklerini kullanmaktadırlar. Bu özgürlüğe göre;”Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.”Öte yandan Anayasamızın 67. maddesine göre; “Vatandaşlar …bir siyasî parti içinde siyasî faaliyette bulunma” hakkına sahip olup, bu hükümler çerçevesinde siyasi faaliyetlerim tamamı yürürlükteki yasaların güvencesi altında bulunmaktadır…(4) Yapmış olduğumuz hesabı, yüzdelerle ifade etme yerine, yüz oyu dağıtarak basitleştirelim:30 Mart Yerel Seçimlerine göre, 100 oyun 43.13’ünü AKP almıştır. Bu oyların tümünün RTE’ye verileceğini kabul edelim. Aynı şekilde BDP ile HDP’nin almış olduğu oylar 4.2+1.9= 6.1 kadardır. Kürtlerin de birinci turda aday çıkarmayıp RTE’ye oy verdiğini düşünürsek, RTE’nin alabileceği toplam oy 43.13+6.10=49.23’tür. Kalan 6.56 oyu üçüncü cumhurbaşkanı adayının aldığını kabul edersek, RTE geçerli oyların salt çoğunluğunu alamayacağı için seçilemez. İkinci tura geçilince, diğer iki aday en çok oyu alan aday üzerinde birleşir ve hiç kimse küskün olmayacağı için herkes oyunu kullanmaya gider. Böylece RTE’nin karşısındaki aday kazanır…Üçüncü aday olmazsa ve ona verilecek olan oylar hiç kullanılmazsa, bu defa RTE aynı miktarda oy almış olmakla, kullanılan oyların yüzde 52.68’ini alarak seçilir. Bu da şöyle olur. Kullanılmayan 6.56 oyu, 100 oydan düşersek:100-6.56=93.44 eder. RTE’nin en fazla alabileceği 49.23 oy da 93.44 oyun ( 100×49.23:93.44=52.68) yüzde 52.68’ine karşılık gelir.Demek ki, bu koşullarda iki adayla seçime gidilir ve son yerel seçimlerdeki gibi oylar dağılırsa Recep Tayyip Erdoğan birinci turda Cumhurbaşkanlığına seçilir.Bu basit hesaptan da kolaylıkla anlaşılacağı gibi, Balyoz Davası sanıkları için “AİHM’ne gitseler oradan böyle bir netice alabilir miydiler? Hayır, AİHM lehlerine bir netice verse bile, biz Türkiye olarak belli bir bedel verirdik ve içeride kalmaya devam ederlerdi. Biz onlardan teşekkür bile beklemiyoruz. Sadece bu ülkede kimin demokrasi mücadelesi verdiği bilinsin yeter” diyen bir adamın karşısına üçüncü bir adayı çıkartmak istemeyenler, onun birinci turda seçilmesini garanti etmek isteyenlerdir… Bugün kadar isimlerinin önünde “dürüst” sıfatının kullanılması da halkı aldatmak içindir. Görüldü ki, “Dürüst” hainler, daha tehlikeli ve zararlıdır…
TAARRUZA GEÇİYORUZ!..‏ Av. Cemil Can
Başbakan, önce PKK ile görüştüğümüzü söyleyen şerefsizdir demişti. Sonra biz değil, devlet görüşüyor diyerek, güya sözlerini düzeltti!… Şimdi de Irak’ta buna benzer bir durum yaşanmaktadır. Erdoğan, Irak’ı kasıp kavuran, konsolosluk görevlilerimiz ile şoförlerimizi rehin alan terör örgütü IŞİD ile doğrudan görüştüğünüsöylemiş: “Başkonsolos ile konuştum, şimdi tereyağından kıl çeker gibi bunu başarmanın gayreti içindeyiz” demiştir…(1) Terör örgütünün elinde rehin olan Başkonsolosla, Başbakan, terör örgütünü araya sokmadan konuşabilir mi? Anlaşılan Erdoğan, Ortadoğu’da devlet liderleri ile görüşemeyince, mecburen terör örgütü liderleri ile konuşuyor… Bu yakın teması nedeniyle, pek yakında Türkiye’yi de terör örgütleri listesine alırlarsa şaşırmamak gerekir!..IŞİD‘in Musul Müftüsü: “Irak Başbakanı Maliki’ye savaş ilan etmeyenlerin karıları ve kızları cihat yapan Irak Şam İslam Devleti’nin mücahitlerine helaldir” fetvasını vermiş!.. “Helal” sözcüğünün hiç bu kadar kötü ve tiksindirici bir şekilde kullanıldığına tanık olmadım. Demek ki, bu zavallılara göre, kadınların ve kızların tutum ve düşünceleri hiç önemli değildir. Müftünün fetvası ile tecavüze uğrama, erkeklerin Maliki’ye karşı tutumuna göre belirlenecektir… Kadına verilen değeri göstermesi bakımından önemlidir. Bu fetva ile aynı zamanda Türk halkının dişinden tırnağından artırarak, devlete verdiği vergilerin, “yardım” adı altında hangi örgütlere gönderildiğini de öğrenmiş bulunmaktayız..“Analar ağlamasın” edebiyatı ile kamufle edilmeye çalışılan “açılım”, çocuk kaçırma aşamasına gelmiştir. Analar ise, sürekli ağlatılmaktadır… “Çözüm”ün mimarlarından Kılıçdaroğlu, Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin düzenlediği “TİGRİS Diyalogları” toplantısında itiraf etti: Akil İnsanlar heyetini biz önerdik, 10 maddelik Kürt sorununun çözümü yönündeki öneriyi biz sunduk, “çözüme” sonsuz krediyi bir verdik, Dersim arşivlerini açın biz dedik…(2) İyi halt etmişsin!..***Hakkını yemeyelim, Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de görevini hakkıyla yapmıştır. Onlarca yıldır aynı evde yaşayıp, aynı görüşleri paylaşan karı kocanın bile, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yataklarını ayırdı… Yarattığı kaos ortamı ve kafa karışıklığı ile Atatürkçü bir adaya gideceği kesin olan iki oyun birinin, karşı tarafa gitmesi için elinden geleni yaptı. Böylece aynı evdeki iki kişiden birinin oyu, diğerininkini nötrleştirmiş olacak. Tıpkı bir yanlışın bir doğruyu götürmesi gibi… Bundan kimin yararlanacağı açıktır!..Ekmeleddin İhsanoğlu, Büyük Ortadoğu Projesi’ne uygun bir aday, bu bellidir. Yeni CHP’nin çatı adayının kimliği, dini ağırlıklı. İhsanoğlu, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri iken, Mısır’daki “darbeye” darbe demediği için Erdoğan ile arası açılmıştır. Böyle bir neden onu bizim adayımız yapar mı? Ekmeleddin Bey, “Amerikan İslamı”, “Ilımlı İslam” , “Dinler arası diyalog”, “Medeniyetler İttifakı” ve “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi”ne hiçbir zaman karşı gelmemiştir… Daima “İslamcı” kimliği öne çıkartılan İhsanoğlu, gerçekte ABD’nin dayattığı bir adaydır… Müslüman dünyasına dönük söylemi ise, Rabıta ve CIA ile uyumludur…Babası İhsan İhsanoğlu‘nun, Atatürk ve arkadaşları hakkındaki idam fetvasını yazan ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni kuran son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ile arkadaş olmasına çok da önem vermiyoruz. Aynı şekilde, Şapka Devrimi’ne karşı olduğu için Mısır’a giden Mehmet Akif ile arkadaşlığı üzerinden de İhsanoğlu’nu yargılamayız… “Her koyun kendi bacağından asılır” atasözüne bağlı kalarak, Ekmeleddin Bey’i kendi yaşamından tanımaya çalışıyoruz: ABD’nin “altın zincir” adını verdiği El Kaide‘yi destekleyenler listesinde yer alan, Suudi Petrol Bakanı ve eski OPEC Başkanı Ahmet Zeki Yamani’nin olduğunu duymuştuk. El-Kaide’nin ilk finansörlerinden olan Suudi Şeyhi Yamani’nin kurucusu olduğu Al Furqan Vakfın‘ın Başkan Yardımcısı ise, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “çatı adayı” olarak gösterdiği ve bizim tanıdıkça çok seveceğimizi söylediği Ekmeleddin İhsanoğlu’dur… Bu gerçeklik karşısında, adayımızın eski görüşlerinde bir değişiklik olup olmadığını bilmek istemek en doğal hakkımızdır!..Herkes gibi, Ekmeleddin Bey’in de kişiliğini içerisinde yaşadığı ortam belirlemiştir. Bu muhterem, hiçbir zaman, demokratik, laik, Cumhuriyet ilkelerine bağlıyım dememiştir… Bu yöndeki sorulara “kitaplarımı okuyun” yanıtını vermiştir!.. Emperyalizme karşı verdiği savaş sonucu kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak bir adamın, her konudaki düşüncesi doğal olarak merak edilir ve bilinmesi gerekir. Okuma yazma alışkanlığı olmayanTürk toplumuna, doğru yanıtlar vermek yerine, üstelik de piyasada bulunup bulunmadığı bilinmeyen, bazı kitapların okunmasını önermek, kaçamak güreşmektir… En azından; “çatı adayımız” en çok merak edilen şu sorulara cevap vermelidir: Laiklik hakkında ne düşünüyorsunuz? Cumhuriyet ilkelerine bağlı mısınız? Kurtuluş Savaşı önderleri hakkında ne söylersiniz? Kuruluş felsefesine saygılı mısınız? Atatürk Devrimlerine bağlı mısınız?Antiemperyalist misiniz?..Ekmeleddin Bey, başka bir soru üzerine verdiği yanıtta; Atatürk’ü, Napolyon ve Washington‘a benzetmiş: “Fransa için Napolyon, ABD için George Washington neyse Türkiye için de Atatürk odur” demiş…(3) Napolyon, emperyalist bir devletin komutanıdır (4), Atatürk ise emperyalizme karşı, kurtuluş mücadelesi veren bir halkın kahramanı. Aynı şekilde, George Washington, Kızılderilileri av hayvanı gibi gören sömürgecilerin İngiliz asıllı başkomutanıdır, (5) Mustafa Kemal Atatürk ise, ezilen halklara kurtuluş yolunu gösteren, Şeriat devleti yerine Cumhuriyeti kuran, Aydınlanmacı ve devrimci bir Türk lideridir… Dolayısıyla, hiçbir benzerlikleri olamaz… Bu bakımdan, Kemal Kılıçdaroğlu önemsemese de, Türkiye Cumhuriyeti’ne Cumhurbaşkanı olacak bir adamın, yukarıdaki sorulara dürüstçe yanıt verme zorunluluğu vardır!..Ekmeleddin Bey’in, El-Ezher, Exeter ekolünden (6) geldiği, “Ilımlı İslam” modelini benimsediği sır değildir. Emperyalizmin bu “yeni dini”, Müslüman ülkelerde egemen kılmak için kurduğu aşikar olan İslam Konferansı Örgütü‘nün eski Genel Sekreteri geçmişi ile bağlarını acaba kesti mi?.. Bu sorunun da yanıtı bilinmiyor!..Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Mustafa Kemal Atatürk’ün partisinin son lideri, cumhurbaşkanı adayınıtek başına belirleme cesaretini nereden almıştır? Yerel seçimlerdeki başarısızlığına rağmen, hala Parti Meclisi, Merkez Yürütme Kurulu, Kurultay Delegeleri, İl Başkanları, İlçe Başkanları, Yönetim ve Denetleme Kurulu Üyelerine konu mankeni ve kapıkulu muamelesi yapabiliyor!.. Faşist Hitler ve Mussolini bile, parti teşkilatlarına böylesine “demirbaş eşya” gibi davranmamıştı… Bu kademelerde görev yapanlar, efendilerinin uşağı değilse eğer, mutlaka görevlerinin gereğini yapmalılar ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne lider olacak yeterliliği bulunmayan, “dürüstlük” cilası ile parlatılmış Kemal Kılıçdaroğlu’nu, kapının önüne koymalıdırlar!..Türkiye’nin kurtuluşuna gidecek olan yolun başlangıç noktası burasıdır!.. Hiç değilse, CHP Kurultay Delegeleri, Balyoz Davası’nın komutanlarının milyonda biri kadar cesur olmalıdır!..CHP’yi, gerçek sahipleri bu işgalcilerden geri almadıkça, oynanan oyunu bozmak oldukça zordur!..Kılıçdaroğlu’na göre; Paris’te, Cezayir’de, Mısır’da, Rusya’da ve daha pek çok yerde, çok iyi tanınan Ekmeleddin’i, tanıdıkça biz de sevecekmişiz!.. Demek ki, Ekmeleddin Bey, Türk halkının tanıyıp sevdiği biri değildir… Bunu kendisi de itiraf ediyor. Peki! Neden böyle biri? CHP’nin Alevi kökenli lideri, bu kesimi de aldatmak için, Ekmeleddin’e “Bozkırın tezenesi” demiyor mu? Çıldırmak işten değildir! Ekmeleddin “bozkırın tezenesi”, öyle mi? Yoksa Alevileri, böyle güzel sözlerlealdatılacak kadar saf mı sanıyorsun Kemal Efendi?.. İşte bir de bu nedenle de Ekmeleddin’i iyice tanımak ve tanıtmak zorundayız… (7)Ekmeleddin Bey, sorulan bir soruya verdiği yanıtta:”Atatürk’ü ne reddedelim, ne kutsayalım” demiş… Haydaaa!.. Bu cümle ile ne ifade etmek istendiği açıklamaya muhtaçtır. “Çatı adayı” nedense, “kutsama” sözcüğünü “reddetme” sözcüğünün karşıtıymış gibi kullanıp, anlamsız bir cümle kurmayı tercih etmiştir… Cevabında sanki bir derinlik varmış gibi kendinden emindir de… Nasılsa biri çıkıp, bu saçma cümleyi düzeltecektir. Düşmanları da dahil olmak üzere, bütün dünyanın önünde saygıyla eğildiği ve yüzyılın lideri olarak kabul ettiği Atatürk’ü, kim reddetmiş de böyle bir cümle kurulmasına ihtiyaç duyulmuştur?.. Bu cümle bile tek başına Ekmeleddin’in, Atatürk’ü itibarsızlaştırmakampanyasında görevli olduğunu göstermektedir… O da tıpkı Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir görevlidir. Bizimki de her bulduğu fırsatı, 1930’lu yıllar üzerinden Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü eleştirmek için kullanmıyor mu?..***Kendimizi daha fazla aldatmayalım derim, Kılıçdaroğlu’nun safı bellidir. Biz de safımızı belli edelim. Gerçekte asıl saflığı CHP yönetim kademelerinde görevli olanlar yapmaktadır… Uyanalım ve bu gerçeği görelim, gereğini yapalım artık!.. Sabrede sabrede neredeyse halka ihanet çizgisi üzerine geldik. “Dürüst” hainlerin peşinden gidersek eğer, ülkenin uçuruma yuvarlanmasından biz de sorumlu tutulacağız!..Bir yalın gerçek; her kritik olayda yeniden karşımıza geliyor. Sanki Yeni CHP’ye, AKP’yi iktidardatutmak görevi verilmiştir… İşte size son örnek: Kılıçdaroğlu, cumhurbaşkanlığı için öyle bir aday gösterdi ki, Cumhuriyet’ten ve laiklikten yana olanlar, evlerinde bile ikiye bölündüler… Böyle bir gidişle, AKP’den kurtulmamız mümkün olabilir mi?..Ulusalcılar, ikinci bir aday gösterebilse eğer, durum tam tersine çevrilebilir. İki aday, iki ayrı koldan Anadolu’ya dağılır ve yaşadığımız gerçekleri halka anlatabilirler. Böylece, propaganda faaliyeti de ikiye katlanır. “İkiden fazla aday olursa, birinci turda Tayyip kazanır” fikrinin hiçbir geçerliliği yoktur. Halkı korkutmak için uydurulmuş saçma bir düşüncedir bu… Birden çok aday olunca, ikinci turda en çok oyu alan iki aday yarışacağına göre, bütün muhalefet -zorunlu olarak- aynı adayda birleşecektir. Bu basit taktiği göremeyen ve bu kadarı yetmiyormuş gibi, bir de ikinci aday gösterilmesini yasaklayan bir yönetim, açıktan karşı tarafa çalışıyor!.. Halbuki, bu yöntemle CHP’nin yapması gereken önseçim de, bütün seçmenlere yaptırılmış olacaktır. Bu şekilde belirlenmiş bir adayın, çekim merkezi haline geleceği ise, tartışmasızdır…Cumhurbaşkanlığı için aklından 3 milyon Ermeniyi öldürdüğümüzü iddia eden Orhan Pamuk’u bile geçiren Kılıçdaroğlu’nun, dayatmasına teslim olacak değiliz. Cumhurbaşkanı adayı gösterdiği kişiye, Atatürk ile ilgili görüşünü sormadığını da itiraf eden Kemal Bey için, Atatürkçülüğün önemli olmadığı bellidir. 3,5 saatlik bir görüşme sonunda bahçıvan bile seçilemez.. Belli ki, ona Ekmeleddin’i ilan etme ve dayatma görevini vermişlerdir!.. Bu dayatmaya teslim olmayacağız!..
Y-CHP’DE “PARTİ SUÇU” İŞLEYEN İŞLEYENE!..Av. Cemil Can
Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanvekili Binnaz Toprak, Komisyonun CHP’li üyelerinin “Anadilde savunma” konusunda MYK’da belirlenmiş olan parti görüşüne uygun olarak sundukları muhalefet şerhine itiraz ettiler. Üstelik üyesi olmadıkları bir komisyonda bu görüşlerini dile getirdiler. Komisyon başkanının bu milletvekillerine neden söz verdiği ise ayrı bir bilinmezlik. Bu işin bir yanı. Asıl önemli olan, düşünceleriyle doğrudan genel başkanı temsil eden bu iki milletvekilinin, uymak zorunda oldukları MYK kararını tanımamış olmalarıdır. Onların bu korsan hareketinden Kılıçdaroğlu’nun haberdar olmadığını ve böyle  bir konuşma yapılmasına onay vermediğini düşünemeyiz..  Eğer öyleyse Kemal Bey’in, liderliğinden sonra genel başkanlığı sorgulanmaya başlanır!..Diğer yandan, bir başka Genel Başkan Yardımcısı Gülseren Onanç, CHP’nin “devrimcilik” ilkesinin işletilemediğini ve bu yüzden de CHP’nin kendisine uygun bir parti olmadığını söylemiş.(1) Bu hanımefendi, PKK’nın temel talepleri arasında bulunan “özerklik”  konusunu da savunuyor. (2) Aynı şekilde “Anadilde eğitim”i çocuk sorunu olarak görüyor!.. “Kürt sorunu” konusunda kendileri gibi düşünmeyenlerden ise şikayetçi. Bu yüzden partide “fikir birliği” olmadığını söylüyor!.. Bu da bir genel başkan yardımcısı. İş bölümü içerisinde kendisine bırakılan alanda, genel başkanı temsil ediyor. Görüşlerinin Kılıçdaroğlu’ndan farklı olduğu söylenemez!.. Bunlar gibi daha onlarca örnek sayabilirim!..CHP bağımsız bir parti mi yoksa taleplerini TBMM’nde dile getirmekle görevli PKK’nın bir uzantısı mı belli değil!?..CHP’nin halen yürürlükte olan bir programı var. Parti Tüzüğüne göre, yürürlükteki programla uyuşmayan söylemler yaptırıma bağlanmıştır. Hem de en ağır bir şekilde…CHP Partı Programına  göre; ideolojimizin temel dayanakları şu şekilde ortaya konulmuştur: “Partimizin ideolojisini besleyen, üç ana kaynak: Atatürk’ün modernleşme devrimi ve altı ok ilkeleri, sosyal demokrasinin evrensel kuralları ve Anadolu ve Trakya’nın tarihsel ve felsefi birikimidir. (…) Çağdaş Türkiye için değişim programı, Cumhuriyet Halk partisi’nin onurlu geçmişiyle  aydınlık geleceğinin çağdaş sentezidir. CHP, bu ideolojik birikim, değer ve duyarlılıklar temelinde; ulusal kurtuluş mücadelesinin tam bağımsızlık ruhunun temsilcisidir… (…) Laik demokratik cumhuriyetin kararlı savunucusudur…”(1)Görüldüğü gibi CHP üyeleri onurlu geçmişleriyle övünürler!.. Geçmişlerine küfretmezler!..“Kürt sorunu” ile ilgili olarak da CHP’nin belirli ve tutarlı görüşleri vardır.  Etnik farklılıkları ülkemizin bir zenginliği olarak kabul eden CHP, “Yeni azınlıklar yaratılmasına karşıdır… CHP daha 1989 yılında Kürt kökenli yurttaşlarımızın karşılaştıkları sorunları açık yüreklilikle ortaya koymuştur. (…) Üniter devlet ve ulus devlet temeli dikkate alınarak kısıtlamaların kaldırılması ve çağdaş, kalıcı çözümler bulunması için politikalarını sunmuştur. Yurttaşlarımızın farklı etnik kökenden gelmeleri, farklı kültürel, mezhepsel, dinsel özellikler taşımaları, birlikteliklerinin ve  ortak bir ulus  oluşturmalarının engeli olamaz.(…) CHP’nin entegrasyon anlayışı farklı etnik kimliklerin ve inançların ortadan kaldırılmasını değil, onlara saygı göstererek ülke bütünlüğünü ulus devlet anlayışı ile korunmasını öngörür. (…)CHP, Her etnik kökenden yurttaşımızın, kendi özgür irade ve talepleri çerçevesinde; Kendi anadilini özgürce kullanabilmelerine, özel dersaneler veya kurslar gibi kurumlar kurarak anadillerini özgürce öğrenebilmeleri ve öğretebilmelerine; (…) olanak tanımayı çağdaş demokrasi anlayışının gereği sayar”(2)“Dinin siyasallaştırılmamasını, siyasetin dinselleştirilmemesinin güvencesi” olarak kabul eden CHP’nin,  “laiklik ilkesi” hakkındaki görüşü de son derece  anlaşılır haldedir.  CHP, “Devlet işleri ile din işlerinin birbirinden ayrılmasının, birbirini etkilememesi” olarak tanımladığı laikliği, hiç bir şekilde ödün veremeyeceği temel ilke olarak kabul etmiştir. (…) CHP, dini unsurların siyasi simge olarak kullanılmasını demokrasi anlayışı ile bağdaşmayan ve anayasamızın değiştirilemez hükümleri ile çelişen bir davranış olarak görür. (3)Demek ki, CHP “üniter devlet” ve  “ulus devleti” savunur, laiklik ilkesinden de hiç bir şekilde ödün veremez… Aksine bütün söylemler parti programına aykırılık teşkil etmektedir…CHP’nin  Programında “özerklik” konusunda da net bir duruş sergilenmiştir: “Küreselleşme adına çok sayıda yerel iktidar odağı oluşturmayı dayatan, merkezi devlete rakip olarak cemaat, tarikat ve çok uluslu şirketler eksenini geliştirmeye yönelik idari federalizm benzeri yapılanmayı öngörerek, Cumhuriyetimizin temel niteliklerini ve özellikle üniter yapıyı tehdit eden her türlü idari düzenleme girişimleri gündemden çıkartılacaktır.” (4)“CHP yerel yönetimleri, yerel iktidar odakları olarak değil, yerel demokrasi odakları olarak görür. (…) Yerel nitelikli hizmetlerin yetki ve sorumluluğu, üniter devletin gerekleri dikkate alınarak, ihtiyaç duyulan yerlerde kaynak ve araçlar da sağlanarak merkezi yönetim tarafından yerel yönetimlere devredilecektir.” (5)CHP’nin Terör  ve PKK konusunda parti programında belirlenmiş ve kurultay tarafından da benimsenerek onaylanmış bulunan görüşleri ile Y-CHP yönetiminin görüşleri birbirine tamamen terstir!.. Cumhuriyet Halk Partisi Programı’nda Kuzey Irak’ta üstlenen PKK mensupları,  “özgürlük savaşçıları” olarak değil,  terör örgütü üyeleri olarak tanımlanmıştır… CHP Programı, terörle “müzakere” yapılmasına hiç bir şekilde izin vermez. Terörle mücadele esas alınmıştır…“Türkiye’nin Kuzey Irak’tan PKK’yı tamamen tasfiye etmek hem hakkı, hem de görevidir. Cumhuriyet Halk partisi iktidarında bu görev eksiksiz yerine getirilecektir.(…)  Terörle etkili bir mücadele gerçekleştirmek için güvenlik güçleri yeniden yapılandırılacaktır. Uzman ve profesyonel elemanlardan oluşacak özel eğitimli güvenlik güçleri terörist saldırıları eylem aşamasına gelmeden ve mümkün olduğu ölçüde Türkiye sınırlarına ulaşmadan önlemeyi amaçlayan bir yapıya kavuşacak ve yeterli olanak, yetenek ve teknoloji ile donatılacaktır.”(6)NATO kuvvetlerinin İzmir üzerinden Libya’ya saldırmasına destek veren Y-CHP’nin tutumu, CHP Programı’na tamamen aykırı düşmüştür: “Geçmişte bağımsızlığını ve haklarını korumak için savaşçı yeteneğini gerektiğinde kanıtlamış olan ülkemiz bir saldırıya uğramadıkça barış içinde yaşamak ister. Silahlı kuvvetlerimiz ulusun bağımsızlığını ve güvenliğini korurken dünya barışına da katkıda bulunmaya her zaman özen göstermiştir.(…) Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk’ün yurtta barış, dünyada barış anlayışına dün olduğu gibi bugün de sahip çıkmaktadır.(7)Şimdi de Cumhuriyet Halk Partisi Tüzüğü’nün  parti suçları ile ilgili 70. maddesine  göz atalım. 70.Maddenin (A) bendinin; (a) fıkrası: “Programa ve Tüzük kurallarına, kurultay ve yetkili organ  kararlarına aykırı davranmak, (b) fıkrası: “Partide aldıkları görev ve sorumlulukla ve üyelikle  bağdaşmayan tutum ve davranışlarda bulunmak, ” (d) fıkrası: Parti doğrultusuna ve temel ilkelere aykırı siyasal çalışmalara  ve eylemlere katkıda bulunmak, (f) fıkrası: “Kurultay, kongre, grup ve meclis işlemlerinin, seçim  çalışmalarının yasa, tüzük ve yönetmelik kurallarına uygun  olmasını engellemek, bozmak, bozdurmak amacı ile yetkili  organlara ve kişilere karşı Tüzüğe uygun itirazlar dışında her  türlü engelleyici davranışta bulunmak” şeklindeki eylemler, kesin çıkarma cezası gerektiren parti suçları  olarak hüküm altına almıştır… Milletvekili adayı oldukları gün CHP’ye üye olan 63 milletvekilinin, özellikle de başta Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere,  yetki ve sorumluluk makamlarında bulunanların söylemleri, tutum ve davranışları dikkate alındığında, hiç birinin CHP’de üye olarak kalamayacakları son derece açıktır. Ve sanırım bu nedenledir ki, Kemal Kılıçdaroğlu, uzunluğunu bahane ederek parti programını değiştirmek istemektedir. Böylece hiç bir zaman CHP’li olamayan arkadaşları ile birlikte, işledikleri suçları suç olmaktan çıkartmayı düşünmektedirler… Genel başkanın hesap vereceği tek organ Kurultay olduğundan, onu hesaba çekmek için o günü beklemek gerekirse de diğerlerinin tümü hakkında gecikmeksizin Parti Meclisi’nin gerekli işlemleri başlatması gerekir. Harekete geçmek için “ihbar” bekleniyorsa, bu yazımı ihbar kabul edebilirler. Aksi halde, “Deniz Feneri” soruşturmasında olduğu gibi, disiplin soruşturması başlatma mevkiinde bulunanlar,  parti suçu işleyenler tarafından soruşturulmaya başlayacak!.. Benden söylemesi!.. Av. Cemil CanDİPNOTLAR: (1) http://t24.com.tr/haber/chpli-onanc-chp-devrimci-degil/217007 (2) http://www.facebook.com/GulserenOnanc (3) CHP  Programı s.23-24 (4) Age s.46-48 (5) Age s.50 (6) Age s.82 (7) Age s.86 (8) Age s.113-115 (9) Age s.119
EŞKIYANIN İTİBARI!..  Av. Cemil Can
AKP’nin Tekke ve Zaviyelerin Açılması ile ilgili yaptığı açıklamalar Alevi kesimin bir bölümünü pek heyecanlandırdı. Y-CHP milletvekili Hüseyin Aygün, Başbakan’ın :”CHP Genel Başkanı, Seyit Rıza’nın izinden gitmek yerine işbirlikçilerle Dersim’in üzerini örtmeyi tercih etmiştir” şeklindeki uyarısı üzerine, kendi dedesini ayrı tutup, Seyit Rıza ve arkadaşlarının “itibarının” iadesi için derhal bir kanun teklifi hazırladı. Hüseyin Aygün’ü Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun:”Tekke ve Zaviyeler Kanunu kaldırılmazsa, belki açlık grevine gideceğim” diyerek, destekledi. AKP, Alevilerin bir bölümü ve Y-CHP’nin bu konudaki söylemi bire bir örtüştü… Hiç kuşku yok ki, her iki tasarı da gündemi saptırmaya yöneliktir. Türk halkının gözünden asıl kaçırılmak istenen PKK ile yapılan anlaşmadır!..Hükümet ile PKK’nın Oslo’da başlayıp aralıksız olarak sürdüğü anlaşılan görüşmelerin böyle bir sonuca bağlanacağı bekleniyordu. Türk halkının böyle bir finale “hazır olmadığı” daha önce yaşanan “Habur açılımı”ndan belliydi. “Anadilde eğitim” konusunda görüşü sorulan Kılıçdaroğlu da “Halkın henüz hazır olmadığı” söylediğini anımsayınız. Y-CHP, hükümetin PKK ile Oslo’da vardığı mutabakata karşı değil. Bu duruşunu Kılıçdaroğlu çeşitli vesilerle defalarca açıklamıştır. Ona göre sorun halkın hazırlanmasıdır ve bunun için Y-CHP’ye görev düşmektedir…PKK’nın şehir yapılanması olan KCK’nın son açlık eylemi de halkı “hazırlamak” içindi!.. Eylem sonunda varılan mutabakata göre, PKK’nin isteklerinin tamamı kabul edilmiştir.  Hükümet, Kürtçeyi “ikinci resmi dil” olarak kabul edebileceğini ilan etmiştir. Anadili öğrenme ve anadilde savunma hususlarında pratikte bir sorun kalmamıştır. Şimdi “anadilde eğitim” için kollar sıvanmaktadır. Abdullah Öcalan’a “tecritin kaldırılması” için de gerekenin yapılacağı sözü verilmiştir. İlk adım olarak, İmralı’ya  her hava koşulunda gidiş gelişin sağlanması için donanımlı bir deniz aracı tahsis edilmiştir. İlk deneme Apo’nun kardeşi Mehmet ile yapılmış,  Mehmet İmralı’dan “Serok”un “açlık grevini bitirin” talimatını alarak yerine ulaştırmıştır… Apo’nun Kürtlerin tartışmasız lideri haline getirilmesi ile sonuçlanan bu sürece, Y-CHP yönetiminin bir  itirazı olmamış, aksine en üst seviyede memnuniyet dile getirilmiştir…ABD’nin sözünden çıkmayacağı kesin olan ve zaten bu şartla canı bağışlanan Abdullah Öcalan, bundan böyle Türkiye Cumhuriyeti’nin muhatabıdır!.. Başka bir anlatımla, kurulmakta olan ikinci İsrail’in, yani  “Bağımsız Kürdistan”ın başkanı olduğu “resmi” olarak kabul edilmiştir!.. Yapılan bu hamle, Büyük Ortadoğu Projesi ile de son derece uyumludur!.. Bu noktada Y-CHP’nin, Büyük Ortadoğu Projesi’ne bir itirazı olmadığını da işaret etmek gerekir. Böylece Kılıçdaroğlu’nun Bayburt mitinginde  “Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı kimdir?” şeklindeki sorduğu sorunun, boş bir laftan ibaret olduğu ortaya çıkmıştır!..Kurulması neredeyse kesinleşen ikinci İsrail’in, güvenliği için de ne gerekiyorsa yapılmaktadır. Malatya Kürecik’teki radar üssü (füze kalkanı) zaten bu iş için kurulmuştur. Şimdi de Suriye sınırına  yerleştirilmek üzere, NATO’dan “resmen” Patriot füzeleri talep edilmektedir. Rusya’nın, sınırın “askerileştirilmesi” bölgedeki istikrarı  bozar itirazına rağmen, süreç gözükara bir şekilde işletilmektedir… Denebilir ki, bundan böyle her iki İsrail’in güvenliği Türkiye üzerinden sağlanacaktır! Tam da bu sırada İsrail Gazze’ye saldırmıştır. Bir yandan İsrail’in güvenliği için en önemli adımları atan Türkiye, diğer yandan da Gazze’de öldürülen masum siviller için bağırıp çağırmaktadır. Erdoğan Arap ülkelerini İsrail’e karşı bir şey yapmamış olmakla suçlayıp azarlamaktadır!..  Adeta ikinci Davos şovu yaşanıyor!.. İlginç olan CHP Genel Başkan Yardımcısı Osman Faruk Loğoğlu’nun, Y-CHP adına “NATO’ya da Patriot’a da karşı olmadığını” açıklamış olmasıdır!..  Bu açıklama ile Y-CHP’nin daha önce “Kürecik’teki radak üssüne karşı olduğu” şeklindeki  yaptığı açıklamalar da açığa düşürülmüştür!..Bu arada Tayyip Erdoğan, federasyona doğru bir adım daha atıp; Büyükşehir Yasası ile sınırlarını belirlediği “eyaletlere”, valilerin seçim yoluyla atanmaları tartışmasını da başlatmıştır!.. Başkanlık Rejimi’ne “evet” demesine karşılık, BDP’ye verilen taviz gibi durduğuna bakmayın, bu iş de  BOP ile son derece uyumludur… Bu duruma da Y-CHP’nin bir itirazı yoktur!.. Bu kadar destekten sonra, yeni rejimde Kılıçdaroğlu’na da herhalde bir tekkenin şeyhliğini verirler!..  Öte yandan, “Teröristler silah bırakarak başka ülkeye gidebilirler” diyen Başbakan’ın, geniş bir af hazırlığı içerisinde olduğu da anlaşılmaktadır. Afla birlikte KCK’nın üçüncü talebi olan “Öcalan’ın cevaevi koşullarının iyileştirilmesi” talebi de karşılanmış olacaktır. Y-CHP’nin Genel Başkanı “Bundan da ayrıca memnuniyet duyarız” diyerek AKP ile aynı görüşü paylaştığını ifade etmiştir. Zaten genel seçimler sırasında genel affı dile getiren Kılıçdaroğlu’ydu. “Genel af” da BOP ile son derece uyumludur!..Artık “Özgür Kürdistan”ın kurulması için basit  son bir hamle kalmıştır:  KCK’nın ikinci bir açlık grevi eylemi veya PKK’nın şehirlerde başlatacağı “serhildan” bu iş için yeterli olacaktır. Zaten böyle bir başkaldırı için Kürt halkına yeterince antrenman yaptırılmıştır. Olası böyle bir gelişme karşısında,  hükümetimizin tavrı bugünden belli olmuştur. Başbakanımız, “Bizim topraklarımız aynı zamanda 4. maddeye göre NATO’nun da topraklarıdır” diyerek, topraklarımız üzerindeki “egemenlik” haklarından  vazgeçmiştir. Dolayısıyla bu topraklar üzerinde Kürtlerin başkaldırısı söz konusu olunca hükümetimiz, inisiyatifi NATO’ya bırakacağını daha baştan ilan etmiştir!.. Daha ne yapsın?.. NATO “kendi toprakları” üzerinde Ortadoğu’nun “barış ve istikrarı” için ikinci bir İsrail’in kurulmasını zorunlu görebilir!.. O zaman biz istesek de bir şey yapamayız. Zira kendi elimizi kolumuzu bağladık!..Bu noktada  asıl acı veren ve düşündürücü olan; emperyalizme karşı ilk kurtuluş mücadelesini verip, zaferle sonuçlandıran,  Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi’nin içine düşürüldüğü durumdur. CHP, Yeni CHP adıyla bu büyük ve hain oyunun içerisinde  rol üstlenmiştir!.. CHP,  Türk halkının bu aşağılık plan karşısında mücadelesini örgütleyecek yerde, Y-CHP adını alarak, direnişi kırmak ve halkı bu kötü sona  hazırlamakla ne yazık ki, düşman saflarına katılmıştır!.. Başsız ve örgütsüz bırakılan  halk, artık başının çaresine bakmak zorundadır!..Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin üyeleri ile birlikte, yukarıda özetlenen gelişmeleri tartışmak, çözümler üretmek ve sağlam bir duruş belirlemek üzere  beyin fırtınası yapma zamanı çoktan gelmiştir.  Muhalafetin Seyit Rıza haininin, olmayan itibarının iadesi gibi gereksiz tartışmaların içerisinde eritilmesi de planlıdır… Pırıl pırıl üniversite öğrencilerinin:”Biz Menemen’de Kubilay, Ulucanlarda asılan üç fidan, Dersim’de Seyit Rıza’yız…” (1) diye bağırtılması ise, bu adi işbirliğinin içerisinde yer almanın en açık kanıtıdır!.. “Herkes kendi görevini yapıyor” sözü defalarca doğrulanmıştır!.. AKP yönetiminin Atatürk’ü “itibarsızlaştırmak” için yaptığı bütün hamleler tersine etkiler yapmış, halk Atatürk’a daha çok sarılmış ve sahip çıkmıştır. Bu nedenle bu rol, şimdi Bay Kemal’e verilmiştir…   Kılıçdaroğlu, “Dersim’in mağduru benim, mağdur hiç özür diler mi?” sözleri ile doğrudan Atatürk’ü hedef almıştır. Aslında  yangına benzin döküyor da denebilir. Zira, biliyoruz ki, Dersim İsyanı’nın bastırılmasında  harita üzerindeki “taktik işaretler” bile bizzat Atatürk tarafından çizilmiştir. (2) Onun sağlığında bilgisi dışında bu boyutta bir isyan bastırılamayacağı açıktır!.. Türk halkının önünden gerçek gündemi kaçırmak için Kılıçdaroğlu ve ekibinin, eşkıya başı Seyit Rıza’yı “devrimci” bir lider,  “Dersim İsyanı”nın bastırılmasını da bir “katliam” veya “soykırım” gibi gösterip, bir süre daha kullanmaya devam edecekleri anlaşılmaktadır.  O bakımdan, daha önce işlediğimiz  bu konuya, (3,4) bu defa da  sol cepheden bakmakta sayısız yararlar vardır:“23 Şubat 1934 tarihli  Komintern (5) raporu, Kürt aşiret reisleri ve bulundukları cepheyi şöyle değerlendirir: Aşiret reisleri ve Kürt şeyhleri, İngiliz ve Fransız emperyalizminin basit birer paralı askeridir. (…) Emperyalizmin, eski padişahlığın ve halifeliğin doğrudan ya da dolaylı ajanı olan Kürt beyleri, iki büyük isyan örgütlediler. (1925 ve 1930)(6) Bu isyanlar, gerici bir karakter taşıyor, doğrudan İngiliz emperyalizmi tarafından himaye ediliyordu.(…) Bu isyanlar, Doğu’da Sovyet karşıtı kampanyanın bir parçası ve Türkiye’yi bir dost olarak SSCB’den ayırmak için siyasi ve ekonomik alanda Kemalistlere baskının bir aracıydı. (…) 20 Aralık 1935 tarihinde yeniden çıkmaya başlayan TKP’nin yayın organı Orak Çekiç’te  Yazı Komitesi imzası ile şu satırlar yer almıştır:Kemalist inkilabın başarılması ülkede bir çok zümre ve elemanların hoşnutsuzluğunu da beraberinde getiriyordu. (…)  Türkiye emperyalizm için siyasal bakımdan bir yarı sömürge olmaktan çıkmıştı. Ekonomik bakımdan da  bu tehlikenin alametleri görünüyordu. Onun için, emperyalist sermaye Türkiye’de reaksiyonerleri tutuyor, onlara para yardımı yapıyor, onları teşkilatlandırıyor, ayaklandırıyordu. (…) İşte 1925 yılında Kürdistan’da patlayan irtica kalkışması Türkiye içinde bu gibi reaksiyoner ayaklanmaların en önemlilerindendir.(…) Kemalist burjuvazi haklı olarak bu irtica hareketlerine karşı koydu ve onu ezdi. Reaksiyonun ezilmesiyle inkilap namına iyi bir iş de görülmüş oldu.” (…)27 Harziran 1937’de  Rusca ve Almanca olarak “gizli” ibaresiyle Komintern’e sunulan raporda İsmail Bilen (Marat) imzası ile şunlar yazılmıştır:Dersim’de muntazam yollar yoktur. Bütün yollar patikalardan ibarettir. Pazar münasebetleri az inkişaf etmiştir.(…) Dersim’de yetişen mamulleri, (…) Elaziz veya civar pazarlara pek cüzi miktarda indirirler. Bu ticaret de daha ziyade yerli ağaların alış verişle uğraşan taife-i celebinin elindedir. Dışarıdaki tüccar veya celep oraya mal gönderemez yahut oradan mal ve davar toplayamaz. Çünkü daima soyulur. Yabancı tüccarın, soyulmadan burada alışveriş edebilmesi için muayyen mıntıkalara hakim aşiret reislerine, beylere adeta bir ‘yer bastı’ parası vermesi gerekir. (…) Bütün aşiretler silahlıdır. Silahlı kuvvetler aşiret reisinin emri altındadır. (…) Derebeyliğin en iptidai şekilleri burada devlet nüfuzunun ve idare aparatlarının kurulmasına engel olmuştur. (…) Dersim’de talan ve plaçka (7) pek tamim (8) etmiştir. Plaçkacılık yapanlar, ağanın namına iş görürler. Soygunculuk aşiretler arasında olduğu gibi Dersim’e civar kazalara da baskınlar  yapılır. (…) Aşiretler  kendi aralarında şiddetli kan davaları güderler. Birbirlerini talan etme yüzünden pek çok çarpışırlar. Fakat bütün bunlar tamamen harice karşı, hükümet kuvvetlerine karşı aşiret reisleri daima birleşirler. (…) Dersim şimdiye kadar hiçbir zaman doğru dürüst hükümete ne asker ne de vergi vermiştir. Vergi ve asker daima ağalar ve şeyhler vasıtasıyla ve muayyen pazarlıkla ‘kesim’ (9)şeklinde alınmıştır. Vergiyi ‘kesim’ şeklinde vermek, asker vermemek, silah vermemek, eşkiyayı himaye etmek ağanın menfaatine göre olmuştur. Ağa, bey köylüden halktan istediği gibi istediği kadar vergi topluyor. O asker kaçağını kendisine müsellah(10) fedai yapıyor. Eşkiyayı taşıyor. Çünkü bu kuvvet onun için bir gelir menbaıdır.(11) (…) TKP yetkilisine göre, Dersim’de halk ağaların, beylerin, şeyhlerin, mirlerin tahakkümü altındadır ve kapkara cahildir. Seyitler, (12) binbir türlü hurafeyle, kör inançlarla halkın kafalarını doldurmuşlardır. (…) Dersim ne 1925 mürteci Şeyh Sait isyanına ne da 1930’daki irticai Ağrı hareketine iştirak etmiştir. Dersim’de patlak veren isyanların pek çoğu, ya bir vergi tahsildarını vurmak, ya asker kaçağı toplamak isteyen jandarmaya ateş etmek, yahut soygunculuk yapan eşkiyayı tedip etmek için gönderilen hükümet kuvvetleriyle çarpışmak yüzünden çıkmıştır. (…) Bu hallerin hepsinde ağa ile halk, beyle köylü daima bir olabiliyor; aşiretler hükümete karşı tek cephe kesilebiliyor. Fakat her seferde bu biçare birleşmeler, fakir dairesiyle halkın kötülüğüne olmuştur. (…)Derpiş edilen idari tedbirlerle Dersim’de mektep, yol, köprü, kışla ve sık sık karakollar kurulmaya, askerlik ve vergi işleri sıkı tutulmaya başlandı. Dersim şeyhleri, beyleri, aşiret reislerini batı vilayetlerine yerleştirmek işine girişildi. Hatta bunların bir listesi hazırlandı. (…) Ardından hükümetin Meclis’ten çıkardığı aşiret yapısını kaldırmaya yönelik kararları sıralayan TKP ve Komintern yetkilisi, bu suretle Dersim aşiret reislerinin elinde bulunan halkın malının tapu idareleri tarafından tespite başlandığını ifade eder. Marat’a göre Dersim İsyanı’nın esas sebebi de burada yatmaktadır.(…) Dördüncü Ordu Müfettişliği’nin icraatına karşı, halk içinde şu şiarları yaydılar: ‘Ey Dersimliler! Nasıl oluyor da sizler üç yüz seneden beri kimseye teslim olmadığınız halde askersiz, leşkersiz (13) sakin Hüseyin Abdullah Paşa’ya teslim olursunuz. Hükümetin elinde asker yoktur. Hem hükümet buraya asker sevk etmeye kalkışırsa İngiliz ve Fransızlar derhal ilanı harp edecekler ve bizi kurtaracaklar. Araplar da bizimle beraberdir.’ (…)Marat isyanla ilgili şu satırları kaleme almıştır: İlk kıvılcım Nisan’da çıktı. Şeyh Hasan kolunun başı ve Koçuşağı’nın reisi Seyit Rıza’nın adamları ‘İn’ karakolunu basıyorlar ve beş askeri öldürüyorlar. Bu sırada köprüyü de yıkıyorlar. (…) Vaziyet bu şekli alınca, hükümet Dersim’de tam bir operasyon harekatı yapmaya karar verdi. Elaziz garnizonu bütün cüzitamları(14) da Dersim üzerine sevk edildi.(…) İsyancılar etrafına 700  kilometrelik bir çember vücuda getirildi. Harekata tayyara filosu iştirak etti. (…) İsyancılar son çıktığı yerler: 1. Kutu Deresi (Burada 3000 kişilik silahlı bir grup oluşturuldu.) 2.Subtanbaba Dağı (Buralarda ise yaklaşık 7000 kişilik silahlı gruplar bulunmaktadır.) 3.Kızılbağ (Buralar yüksek, sarp, yalçın ve geçilmesi zor yerlerdir. Haziran’ın 25’in kadar bu yerlerde çarpışan asilerin yekünu 10.000’i buluyordu. Yani mürteci Dersim beylerinin kaldırdıkları irtica isyanında Kürt köylülerinin, Dersimli fakir ve emekçi halkının; asker Türk köylülerinin ve halkının kanları akmıştır. (…) Ayrıca TKP, başka bir raporunda Dersim İsyanı’nın ezilmesini İsmet Paşa hükümetinin feodal gericiliğe karşı en büyük zaferi olarak yorumlamıştır.Sovyet  tarihçi Dr. S. Zavriyev ise Dersim isyanının bağlarının Suriye’ye kadar uzandığını ve emperyalist devletler tarafından kışkırtıldığını ifade eder. (…) Yazara göre, Kürt ayaklanmaları antiemperyalist hareketi zayıflatmak için kullanılmaktadır ve bu sebeple de nesnel olarak gerici bir rol oynamaktadır.(…)Prof.Dr.A.F. Miller, isyan sebeplerini ele alırken, (…) ‘Bölgede yapılan reformlara karşı çıkılması ve Hatay meselesinden dolayı Fransızların kışkırtması temel sebeplerdir. Ayrıca vergi sistemenin bölgede düzene sokulması de isyanda rol oynamıştır.’ demektedir.25 Temmuz 1948 tarihli Zarya Vostoka’da çıkan bir değerlendirmede, Amerika’nın “Büyük Kürdistan” projesinin zengin petrol yataklarının olduğu Musul’u (Irak), Kırmanşah’ı (İran) ve Diyarbakır’ı kapsadığı ifade edilmektedir. Yapılan tahlile göre artık ABD, Küdristan projesinde devreye girmektedir.” (15)Bu noktada Başbakan Erdoğan’ın “BOP’nde Diyarbakır bir yıldız olabilir” sözlerini hatırlatmak isterim…Seyit Rıza’yı kahraman yapmaya çalışan zavallıların  da aynı projenin görevlileri olduğundan hiç kuşku duyulmasın. Kürt feodal ağaları, hiçbir şeyden haberi olmayan, kara cahil ve gariban Dersimlilerin erkerlerini hükümet kuvvetleri ile çarpışmak üzere  dağlara sürmüş, kadın ve çocuklarını ise kendilerine siper ederek öldürtmüşlerdir. Tarihi gerçekler böyledir. O insanlarının ölümünden birinci derece sorumlu olan Kürt ağa ve beyleridir. Dersim’in kızlarının kaybolmasının sorumluluğu da bugün Seyit Rızalara iade-i itibar isteyenlerin dedeleri olduğu kanıtlanmıştır!.. Hiçbir şeyden haberdar olmayan Dersimli kadın ve çocuklara yaşatılan korkulardan üretilmiş anıları dinleyerek ve aktararak Dersim anlatılamaz. Devletin arşivinin de tek başına yeterli olamayacağı söylenebilir. O bakımdan komşuların ve iç isyanları kışkırtan devletlerin arşivleri birlikte incelendiğinde gerçekler ortaya çıkar. Nitekim başka bir bakış açısı ile daha önnce kaleme aldığım iki yazıda görüşleri, Rus devlet arşivindeki belgeler doğrulamaktadır… Av. Cemil CanDİPNOTLAR: (1)http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/2012/11/sevgili-ozan-ozgur-dogru/ (2)http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/2012/11/417/ (3)http://www.cemilcan.av.tr/s.173.htm ;  (4) http://www.cemilcan.av.tr/s.175.htm (5)Komintern:Komünist Enternasyonal (6)1925 Seyh Sait İsyanı, 1930 Ağrı İsyanı (7)Plaçka: Çapul (8)Tamim etme: genelleşme (9)Kesim:Hazineye ait bir gelirin belirli bir beden karşılığında verilmesi (10)Müsellah:Silahlı (11)Menba: Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer (12) Seyit: Hz. Muhammet’in soyundan olan kişi (13) Leşker:Ordu, asker (14)Cüzitam:Askeri birlikler (15) Mehmet Perinçek, Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları (sy165-178)
Sevgili OZAN ÖZGÜR DOĞRU!..Av.Cemil Can
ÖZGÜR DEĞİLSİN BELLİ, ÖN  ADIN GİBİ OZAN DA OLAMAZSIN BELKİ, BARİ  SOYADIN GİBİ DOĞRU OL!..EMİNİM FARKINDA DEĞİLSİN; SENİ ÇOK KÖTÜ BİR ŞEKİLDE KULLANIYORLAR OĞLUM…SENİ KULLANAN; EMPERYALİZMİN TÜRKİYEDEKİ “SOL” AYAĞI, BAY KEMAL’İN “ORADA ÇOK SAYGIN ADAMLAR VAR” DİYE ÖVDÜĞÜ, KURUCULARI ARASINDA YER ALDIĞI, SOROS’UN UŞAKLARININ TOPLANDIĞI VAKIF: TESEV’DİR!..O GÜN NE DEDİĞİNİ HATIRLIYOR MUSUN YEĞENİM? “BİZ DERSİM’DE SEYİT RIZA’YIZ” DEMİŞSİN!.. BİR KERE SEN SEYİT RIZA OLAMAZSIN OĞLUM, SEN HAİN DEĞİLSİN!..SEN DEVRİMCİSİN OZAN ÖZGÜR’ÜM!.. İKİNCİ KURTULUŞ SAVAŞI BAŞLADIĞINDA, PEK YAKINDA  MUSTAFA KEMAL OLACAKSIN!..GENÇ VE HEYECANLISIN BELLİ!.. BİRAZ DA DENİZ GEZMİŞ VE MAHİR ÇAYAN’SIN BELKİ.. AMA ASLA GERİCİ, YOBAZ, FEODAL BİR AĞA OLMAYA ÖZENEMEZSİN!.. KUBİLAY OLABİLİRSİN, ONA  EYVALLAH DERİM!..ÜÇ FİDAN (DENİZ GEZMİŞ, HÜSEYİN İNAN VE YUSUF ASLAN) OLMAK ÖYLE KOLAY DEĞİL AMA MADIMAK’TA YANABİLİRSİN OĞLUM!.. ONA DA BEN KARIŞMAM!.. YOKSA SEN DENİZLERİN VE MAHİRLERİN ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCEYİ BENİMSEDİĞİNİ BİLMİYOR MUSUN?..BENDEN SANA BİR AĞABEY NASİHATI OZAN’IM: BUGÜNDEN TEZİ YOK; YAKIN TARİHİMİZİ OKUMAYA BAŞLAMALISIN!.. BUNA ŞİDDETLE İHTİYACIN VAR. HEM DE HAVA VE SU KADAR… BANA SORARSAN, MEHMET PERİNÇEK’İN “SOVYET DEVLET KAYNAKLARINDA KÜRT İSYANLARI” ADLI  KİTAPTAN BAŞLAMALISIN!.. ÖNCE 165-169 ARASINDAKİ SAYFALARI OKU! BÖYLECE SEYİT RIZA’NIN NASIL BİR İŞBİRLİKÇİ VE CUMHURİYET DÜŞMANI OLDUĞUNU  GÖRÜRSÜN…BİR KAÇ GÜN BEKLEYEBİLİRSEN EĞER, BU İŞİ SENİN ADINA YAPIP TÜRK GENÇLİĞİ İLE PAYLAŞABİLİRİM!.. BİRAZ BEKLE HELE… SONRA; GERİ DÖNÜP 68-128 SAYFALAR ARASINA BAKARSIN… SIRASI GELMİŞKEN ŞEYH SAİT’İ DE TANIRSIN OĞLUM!.. ONUN NASIL BİR HAİN OLDUĞUNU BİRİNCİ ELDEN ÖĞRENİRSİN!.. ŞİMDİLİK  BU KADARI YETER SANIRIM… ZİYANI YOK ÜNİVERSİTELİM!.. İKTİSAT DERSLERİNE DE ÇALIŞACAK ZAMANIN OLACAK… DAHA GENİŞ BİLGİ İSTİYORSAN Kİ, İNANIYORUM SENİN İÇİN  ÇOK GEREKLİDİR… O ZAMAN YAZ TATİLİN BAŞLAYINCA  TURGUT ÖZAKMAN AMCANIN “ÇILGIN TÜRKLER”, “DİRİLİŞ” VE  “CUMHURİYET” ADLI KİTAPLARINI  OKURSUN…ADRESİNİ BİLDİR,  KİTAPLARI HEMEN GÖNDEREYİM… OKU DA ADAM OL OĞLUM, SENİ ALDATANLAR GİBİ ÇAPSIZ OLMA!.. OKUMADAN OLMUYOR GÖRÜYORSUN!.. AKSİ HALDE, SAHİBİNİ TEKRAR EDEN PAPAĞANA DÖNERSİN… BİLİRSİN; SIRASI GELDİĞİNDE  PAPAĞAN  DÖNÜP SAHİBİNE SÖVEBİLİR!…CHP GENÇLİK KOLLARI GENEL SEKRETERİ UNVANINI TAŞIDIĞIN SÜRECE, AĞZINDAN ÇIKAN HER SÖZÜ TARTMALISIN!.. OTURDUĞUN KOLTUĞUN  GERÇEK SAHİPLERİNİ TEMSİL EDİYOR MUSUN?.. SÖYLEDİĞİN SÖZLERLE O MAKAMA LAYIK MISIN BAKALIM? ACABA ADD VE TGB GENÇLİĞİNİN ÇAĞRILMADIĞI BİR YERE SEN NEDEN ÇAĞRILDIN?.. 19 MAYIS’I, 29 EKİM’İ VE 10 KASIM’I ÖRGÜTLEYEN O GENÇLERDEN NEDEN KORKULUYOR HİÇ DÜŞÜNDÜN MÜ?.. ONLARIN BULUNMADIĞI BİR TOPLANTIDA “GENÇLER  VARDI” DENEBİLİR Mİ?.. OZANIM!.. TARİH BİLMEMİŞ  OLMAN,  ÇAĞRILMA SEBEBİN OLABİLİR Mİ? BU NEDENLE Mİ SEÇİLİP O KÜRSÜYE DEVRİLDİN?.. BU SORULARIN YANITINI BULDUĞUN ZAMAN, İŞİN İÇİNDE NASIL BİR İŞ DÖNDÜĞÜNÜ DE ANYACAKSIN?.. HAYDİ KENDİNİ TOPARLA VE 74 MİLYONA DİLİNİN SÜRÇTÜĞÜNÜ SÖYLE… DİLİN SÜRÇTÜĞÜ İÇİN ÖZÜR DİLEMEN GEREKMİYOR AMA, BİLMEDİĞİN BİR KONUDA BAŞKASININ YAZDIĞI BİR METNİ OKUDUĞUN İÇİN ÖZÜR DİLERSEN İYİ EDERSİN!.. BÖYLE ZAMANLARDA DİLENDİĞİNDE “ÖZÜR” ERDEMDİR!.. SENİ YİTİRMEYE HİÇ NİYETLİ DEĞİLİZ ÇOCUĞUM!.. GÖRECEKSİN BİR DAHAKİ SEFERE BİRLİKTEYİZ!… Cemil Can Amcan’dan SEVGİLERLE… http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=7JhVMnYzyHU
O KOLTUKLARDAN KALKIN!..Av. Cemil Can
BAŞTA Y-CHP‘LİLER OLMAK ÜZERE; “DERSİM İSYANI“NI ÇARPITARAK GÜNDEME TAŞIYANLAR, UYDURULMUŞ MASALLARLA, GERÇEKLERİ TERS YÜZ EDEBİLECEKLERİNİ SANIYORLAR… DÜŞMANLA İŞBİRLİĞİ YAPAN İSYANCI DEDELERİNİ “MASUM” GÖSTERİP, BAŞTA ULU ÖNDERİMİZ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK OLMAK ÜZERE, DÖNEMİN YÖNETİCİLERİNİ “KATİL” VE “SOYKIRIM” YAPMAKLA, SUÇLAYABİLECEKLERİNİ HAYAL EDİYORLAR!..BÖYLECE DEDELERİNİ DÜŞMANLA İŞBİRLİĞİ YAPARAK DEVLETE BAŞKALDIRAN “ASİ” OLMAKTAN ÇIKARTIP,  KENDİLERİNE “TEMİZ” BİR GEÇMİŞ HAZIRLAMIŞ OLACAKLAR!.. AYNI ZAMANDA ŞİMDİ İŞLEDİKLERİ DÜŞMANLA İŞBİRLİĞİ SUÇUNU GİZLEMİŞ OLACAKLAR!.. BAŞKA BİR İFADE İLE BOP‘UN GÖREVLİLERİ OLDUKLARINI SAKLAYACAKLARDI!..

BU GÜRUHUN, BİR DÖNEMİ KARALAYARAK, ŞİMDİ YAPILMAKTA OLAN  KARŞI DEVRİMİN DEĞİRMENİNE SU TAŞIMAKLA GÖREVLİ OLDUKLARI, AYAN BEYAN ORTAYA ÇIKMIŞTIR!..
GERÇİ DÖNEM ONLARIN DÖNEMDİR: ASTEĞMEN KUBİLAY‘IN BAŞINI KESEN DERVİŞ MEHMETLERİN TORUNLARI DA BAŞ TACI EDİLMEKTEDİR!.. TÜRK HALKI, ASİLERİN ÇOCUKLARINI DİĞERLERİNDEN AYIRMAMIŞTIR. BUNU SORUN  DAHİ ETMEMİŞTİR. “SUÇLARIN ŞAHSİLİĞİ” DİYE BİR İLKE VARDIR VE BU İLKEYE GÖRE, SUÇU KİM İŞLERSE CEZAYI DA O ÇEKER…  BU NEDENLE DEDELERİN YAPTIĞI İHANETİN HESABI, TORUNLARA SORULAMAZ!..
AMA ONLARDA AYNI YOLDAYSA EĞER, YALAN KONUŞUYORLARSA, HALKI ALDATIYORLARSA, TARİHİ GERÇEKLERİ TERS YÜZ EDİYORLARSA, DÜŞMANLA İŞBİRLİĞİ EDİYORLARSA O ZAMAN ONLARI DA “SUÇU VE SUÇLUYU ÖVMEK“LE SUÇLAYABİLİRİZ!..  BU DA BİZİM EN DOĞAL HAKKIMIZDIR… ELBETTEKİ GENETİK BİR BENZERLİĞE İŞARET EDENLERE DE  SES ÇIKARTAMAYIZ!..
CUMHURİYET VE ATATÜRK DÜŞMANI OLAN BU ZAVALLILAR; HEDEF TAHTASINA DOĞRUDAN ATATÜRK’Ü  KOYMAYI GÖZE ALAMADIKLARINDAN, GERÇEKLERE AYKIRI OLARAK ANLATTIKLARI OLAYLARIN SORUMLULARINI, CELAL BAYAR VE İSMET İNÖNÜ İLE SINIRLI TUTUP KENDİLERİNE YOL AÇABİLECEKLERİNİ SANIYORLAR!..EMPERYALİSTLERİN UYDURARAK CUMHURİYET DÜŞMANLARINA EZBERLETTİĞİ BU MASALLARI TEKRAR EDEREK, GERÇEĞE AYKIRI BİR ALGININ OLUŞMASI SAĞLANDIKTAN SONRA, NASIL OLSA O DÖNEMLE BİRLİKTE ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DE KARALANMIŞ OLACAKTI!.. PLANLANAN OYUN BU KADAR BASİTTİ İŞTE!..
TÜRK HALKINA BU LOKMAYI KİMSE YUTTURAMAZ!..NE VAR Kİ, DÜŞMANLA İŞBİRLİĞİ YAPIP, GENÇ CUMHURİYETİN ASKERLERİNE PUSU KURAN VE ONLARI CANİCE  ÖLDÜREN VATAN HAİNLERİNE KARŞI, DERSİM HAREKATINI BİZZAT ATATÜRK’ÜN YÖNETTİĞİ, TRABZON’DA ATATÜRK KÖŞKÜNDEKİ HARİTA ÜZERİNDEKİ KENDİ EL YAZISI İLE SABİTTİR!..
DOLAYISIYLA “DERSİM” İLE İLGİLİ  DEVLET ALEYHİNE SÖYLENEN SÖZLER DOĞRUDAN ATATÜRK’Ü HEDEF ALIR!..  BUNUN HİÇ AMA HİÇ KIVIRMA PAYI YOKTUR!..
Y-CHP‘NİN GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU‘NUN “DERSİM HOBİMDİR” AÇIKLAMASINI DA BU KAPSAMDA DEĞERLENDİRMEK GEREKİR!..
YA SEYİT RIZA VE ARKADAŞLARININ İŞBİRLİKÇİ VE ASİ OLDUKLARINI KABUL EDECEK, YA DA (HOBİSİNE UYGUN OLARAK) ONLARIN İZİNDEN  YÜRÜMEYE DEVAM EDECEKTİR!.. TERCİH KENDİSİNE KALMIŞTIR…
İKİNCİ SEÇENEĞİN TERCİH EDİLMESİ HALİNDE, ULU ÖNDERİN KOLTUĞUNDA OTURMAYA HAKKI YOKTUR!.. ONURLU BİR İNSANA YAKIŞAN DERHAL İSTİFA EDİP ÇEKİLMEKTİR!..
ZATEN ORAYA OTURURKEN DE CHP DELEGESİNİ “GÜLER YÜZÜ” VE  ”SEMPATİKLİĞİ” İLE ALDATMIŞTI!.. BU NEDENLE DE AYRICA HALKA KARŞI  SUÇ İŞLEMİŞTİR!..İŞTE ŞİMDİ SÖYLEDİKLERİMİN KANITINI  GÖSTERİYORUM!..
YUKARIDA GÖRDÜĞÜNÜZ FOTOĞRAF, YÜCE KOMUTAN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN DERSİM İSYANINI BASTIRMAK ÜZERE; ÜZERİNDE BİZZAT ÇALIŞTIĞI HARİTANIN ALTINA YAZILMIŞ BİLGİ NOTUDUR… HALEN DE MÜZEDE DUVARA ASILI BULUNMAKTADIR…ŞİMDİ LÜTFEN AŞAĞIDAKİ BAĞLANTILARI AÇIP, DERSİM İSYANI İLE İLGİLİ BİLGİLERİMİZİ TAZELEYELİM…
VE;
SOSYAL PAYLAŞIM SİTELERİ“NDE BU YAZININ VE FOTOĞRAFIN PAYLAŞILMASINI SAĞLAYARAK, GERÇEKLERİ DE  MİLYONLARA HAYKIRALIM!..
Av. Cemil Can
Y-CHP’NİN GİZLİ AJANDASI:TESEV’İN RAPORLARI!.. Av. Cemil Can BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “Öcalan’ın heykelini dikeceğiz” açıklamasından sonra, Başbakan, neden BDP’ye “Güneydoğu’nun CHP’si” benzetmesi yapma ihtiyacı hissetti? AKP iktidarının özellikle de CHP’nin geçmişi ile uğraşmasının bir nedeni olmalı! Profesyonelce hazırlandığı belli olan sinsi bir planın uygulayıcıları arasında, yakasında CHP rozeti olanlar da var. AKP’nin genişletilmiş il başkanları toplantısında “Baskı yapmada CHP’den hiç farkları yok, susturmada CHP’den hiç farkları yok, öldürmede, sindirmede CHP’den hiçbir farkları yok… Kusura bakmayın, bu millet yeni bir CHP zulmüne, yeni bir faşizm dalgasına asla ve asla geçit vermez… CHP Genel başkanı ne kendi kişisel tarihini ne de CHP tarihini konuşamaz. Zira her ikisinde de Dersim var. Her ikisinde de Dersim ile yüzleşmek zorunda” diyerek CHP’yi en ağır ithamlar altında tutan Erdoğan’a neden yanıt verilmiyor?.. Başbakan’ın “Kemal Kılıçdaroğlu, Seyit Rıza’nın izinden gitmek yerine Dersim’in üzerini örtmeyi tercih etti” sözleri üzerine, Kılıçdaroğlu’nun dublörü Hüseyin Aygün, kaleme sarıldı. Vakit geçirmeksizin “Dersim 1938 büyük bir katliamdır” içerikli bir kanun teklifi hazırladı. Hazret, “75 yıl sonra da olsa, idam edilenlerin halk nezdinde zaten var olan itibarlarının resmen iadesi ile bir haksızlığın kaldırılması”nı istedi, Hazırladığı kanun teklifine ise, Kemal Kılııçdaroğlu, sessiz kalarak destek verdi!.. Nitekim, Beşiktaş Mustafa Kemal Merkezi’nde düzenlenen “Gençler Konuşuyor, Kılıçdaroğlu dinliyor” başlıklı toplantıda bu desteğini açığa vurdu. Menderes’in kabrini ziyaretini soran gence yanıt verirken: “Adnan Menderes’in de Seyit Rıza’nın da özel mahkemelerde yargılandığını” söyleyerek Hüseyin Aygün’ün arkasında olduğu mesajını da vermiş oldu. Aynı zamanda da Başbakan’a Seyit Rıza’nın izinden gittiğini göstererek görevini yaptığını kanıtladı!.. Cumhuriyet gazetesinin, bu haberi verirken “küçük” bir değişikliğe uğratması, bu gazetenin ciddiyeti ile hiç bağdaşmadı! Haberi yazan muhabir Şule Köktürk, Kılıçdaroğlu’nun Menderes’in kabrini ziyaret etmesi ile ilgili soruya cevap verirken, söz etmediği Deniz Gezmiş’i, Seyit Rıza ile değiştirerek aklınca bir düzeltme yaptı. (1) İyi niyetli olduğu belli olan bu düzeltme çabası, gerçekte Kılıçdaroğlu’nun gerçek yüzünü gizlemeye hizmet ediyor! O nedenle üzerinde durulması gerekir!.. Hüseyin Aygün, yasa teklifinin gerekçesinde; 15 Kasım 1937’de Elazığ Sıkıyönetim Mahkemesi kararıyla idam edilen, asi Seyit Rıza ve 7 suç ortağının, güya bu yıl ortaya çıkan yeni “resmi belgelerle” masum olduklarının kanıtlanmış olduğunu ileri sürüyor!.. “Resmi belge” ile hangi belgeleri kastettiği ise belli değil!.. CHP’ye yöneltilen ağır ve haksız eleştirilere, ne yazık ki, genel başkanlık makamından bir karşılık verilmedi. Büyük olasılıkla, aynı amaca hizmet eden bu sözler beğenilmiştir de!.. CHP’li milletvekili veya Genel Başkan sıfatını taşıyanlar, Erdoğan’ın o sözlerini çok kolay söyleyemez elbette. Bu nedenle, Erdoğan’ın söylemine karşılık verilmeyerek, desteklemek asıl amaca daha iyi hizmet ediyor!.. CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak, Bursa Girişimci İşadamları Derneği’ni ziyareti sırasında, “Türk bayrağını dalgalandırdıkları için” yurt dışındaki okulları yapan iş adamlarını övmüş. Yurt dışında bir tek Fetullah Gülen’in okulları var!.. Bir kanat Seyit Rıza’yı öne çıkarırken, diğer kanat Gülen’e övgülerini sürdürüyor!.. Bütün bu olup bitenle, biz Atatürkçülere ne anlatılmak isteniyor? Bu sorunun en doğru yanıtı TESEV raporlarında vardır. Bildiğiniz gibi Kılıçdaroğlu, sonunda “TESEV’ci” suçlamalarına yanıt vererek, gerçek düşüncesini açıkça ortaya koydu: “Evet TESEV’in kurucuları arasındayım. Çok saygın isimler, bu vakfın kurucuları arasında. Suçlayanlar acaba TESEV’in kaç yayınını okumuş, merak ediyorum” diyerek TESEV’i öven Genel Başkan, CHP’nin temel ideolojisi ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını da itiraf etmiş oldu!.. Bu noktadan sonra kurultay delegelerinin şapkalarını önlerine koyarak, ona verdikleri destekle ne halt ettiklerini sorgulama zamanı gelmiştir!.. Kılıçdaroğlu’na haksız yere eleştiriler yöneltmemek için TESEV raporlarına göz atarak hedeflerini saptadım… TESEV’in “bilimsellik” görüntüsü altında yaptığı çalışmaların tümünde, Genişletilmiş Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’nin, Ortadoğu halkları yararına olacağı düşüncesinin propagandası yapılma ktadır!.. Doğal olarak bu yıkıcı proje içerisinde aktif olarak yer alan Türkiye’nin izlemekte olduğu dış politikanın doğru ve ülke yararına olduğu kanısı verilmeye çalışılmaktadır… Örneğin; yaptıkları bir anketin sonuçlarına göre, güya Ortadoğu halkları, “tehdit” olarak ABD’yi değil, İsrail’i görüyorlarmış! En “olumlu ülke” olarak da Türkiye’yi gösteriyorlar!.. “Bölgesel güç” algısında, Türkiye yüzde 12 ile en öndeymiş! Ortadoğu halklarının yüzde 47’si “Arap Baharı”nın olumlu etkisi olduğunu söylüyormuş! “Türkiye hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna ise, Suriyelilerin yüzde 28’i “olumlu” cevap verirken, yüzde 70’i Türkiye’yi “dost” görüyormuş!.. “Suriye krizi”ne Türkiye’nin tepkisini “olumlu” bulanlar yüzde 52’yi buluyormuş!.. Türkiye’nin “Ortadoğu’da rolü” olduğunu kabul edenler ise yüzde 61 civarında. Türkiye’yi “model ülke” görenler ise, ankete katılanların yüzde 53’ü imiş!.. Özetle; TESEV’e göre; hükümet “sıfır sorunlu” dış politika çizgisi tutturmuş!.. Kılıçdaroğlu, okumadığımız için “cahil” gördüğü bizlere, okumamızı önerdiği TESEV raporlarında vurgulanan fikirler böyle!… TESEV’in bir başka raporunda ise: deneklere Türkiye’nin Ortadoğu’da “barışa katkısı” soruluyor. Geçen yıla oranla biraz düşüş olmuş ama yine oran bayağı yüksek çıkmış!.. Geçen yıl için buldukları değer neymiş biliyor musunuz? Yüzde 78. Ne kadar inandırıcı değil mi? Bir başka tespitleri şöyle: Bölgede Türkiye’nin “siyasi bir güç” olduğu ve bundan sonra da bu durumunu koruyacağı konusunda yaygın bir kanaat hakimmiş!.. Demek ki, “sıfır sorun” politikası Ortadoğu halklarını bayağı etkilemiş!.. TESEV’in askeri harcamaların denetlenmesi konulu bir başka çalışmasında; Türkiye’nin NATO ile paylaştığı askeri bilgileri, kendi kamuoyu ile paylaşmadığı ve Türkiye ile ilgili bütün askeri bilgilere Batılı kaynaklardan ulaşılabileceği savunuluyor… KKTC konusundaki görüşleri ise, üzücü olduğu kadar düşündürücü de. KKTC’nin Türkiye tarafından bile tanınmadığı, KKTC ile Tü rkiye arasındaki ilişkinin aşk-nefret (muhtaçlık-hoşnutsuzluk) ilişkisi olarak yürütüldüğü, büyükelçimizin Başbakan’dan daha yetkili olduğu, hiç bir zaman üretime dönük ekonomik bir düzen kurulmadığı, polis ve itfaiyenin dahi TSK’ne bağlı olduğu ileri sürülerek, okuyucu “ver kurtul” noktasına gelmeye zorlanıyor!… Yeni anayasa ile ilgili olarak üzerinde durulan temel konular: Kürt sorunu, azınlık hakları, yargı reformu, din-devlet ilişkisi, yerel yönetimler ve bölgesel yönetimler olarak öne çıkartılmaktadır. TESEV, bu görüşlerini, raporlar halinde Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na iletmiştir. “Kutsal devlet” yerine “kutsal birey”in konulduğu, askerlerin değil, toplumun yapacağı bir anayasa ambalajı ile süslü, bire bir BOP ile uyumlu anayasa önerilmektedir. TESEV’in, özellikle sivil toplum kuruluşları, medya ve siyasi partileri etkilemek amacı ile kurulduğu ve yoğun bir çalışma içerisinde olduğu açıktır. Anlaşıldığı kadarıyla, TESEV’den en fazla etkilenen Kemal Kılıçdaroğlu ile onun Y-CHP’si olmuştur. Y-CHP’nin yakın geleceği bakışının nasıl olduğunu öğrenmek için illa da yönetimin açıklama yapmasını beklemek gerekmez. TESEV’in raporları, Y-CHP’nin gizli ajandasıdır!..(2) Y-CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TESEV raporlarından övgü ile söz etmesi ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda izlenen tutum ile diğer genel konulardaki söylemleri, çok açık ve net bir şekilde CHP’nin ele geçirildiğini ve BOP’nin uygulanması sırasında muhalefet edecek olanların etkisiz hale getirilmesi için bir araç olarak kullanılacağını ortaya koymaktadır. Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlarının partiye doldurulması da bu planın bir parçasıdır. Hüseyin Aygünlerin Erdoğan Toprakların hiç de gerekli olmadığı halde, zamansız olarak ortaya çıkıp bir şey yumurtlamaları planlıdır. CHP’nin geçmişini sorgulamaya kalkışmam, İnönü dönemini kötülemek ve Atatürk’e söz ederek, bu değerleri itibarsızlaştırmadan emperyalizmin bu toprakları geçemeyeceği anlaşılmıştır!.. Artık saflarımızı düşmanın bu konuşlanmasına göre belirlemek zorundayız!.. Av. Cemil Can     http://cemilcan.gen.tr/ DİPNOTLAR: 1. 18  Kasım 2012 tarihli Cumhuriyet ve Aydınlık gazeteleri 2.http://www.tesev.org.tr/ TESEV nedir?  https://www.chpuye.com/?page_id=1091
ATATÜRK’TE BİRLEŞTİK, SİZ NERELERDESİNİZ? Av. Cemil Can
10 Kasım 2012’de T.C’nin Başbakanı Erdoğan, Altın Sultan’ın ülkesi Brunei’ye gitmiş. Brune’i bize 9000 km uzaklıkta. Güneydoğu Asya’da Okyanus’ta Borneo Adası’nda küçücük bir sultanlık. Petrol denizinin üzerinde yüzen bir gemi gibi. Sultanları Hasan El- Bulkiye Muiziddin Va’dullah, 5000 otomobili ile Guinness Rekorlar Kitabına girmiş. Uçağı altından kaplama, bizim hava sahasında arızalanıp düşsün diye, duacıymış bütün ülkeler!.. Erdoğan, 10 Kasım’dan bir gün önce, Sultan’ın kulağına eğilip, kendini ülkesinde davet ettirmiş. Türkiye tarihinde bu bir ilkmiş!..  Gazetecinin biri Brunei’de Başbakan’a:”Sultan mı davet etti sizi?” diye sormuş. Başbakan boşta bulunup yanıt vermiş:”Yok. Kendisini görünce ne zaman döneceğini sordum. Cuma deyince, aynı gün geleyim mi dedim. Bir gün kalıp dönüyoruz” demiş.. Bu sene, 10 Kasım için Erdoğan’ı Brunei Sultanı kurtarmış. Bakalım bundan sonra kim kurtaracak onu. Zira bundan böyle Türkiye’de her gün 10 Kasım’dır! İleride bir gün kaçacağı ülke zaten bir Sultanlık olacak. Oraya kadar hazır gitmişken,  geriye dönmese kendisi için daha iyi olacak!.. Erdoğan, Anıtkabir’e doğru koşan milyonlardan acaba neden kaçmış? Ne yazık ki, o milyonların arasında Kılıçdaroğlu ile Bahçeli de yoktu!.. Hadi diyelim ki, Erdoğan Atatürk’ü sevmiyordu, peki ötekilerin Atatürk’le derdi nedir?.. Resmi töreni zor bitirip, ikisi de bir yerlere sıvışmışlar!.. Bahçeli’ye son kurultayda rakip çıkartan ülkücülerin önemli bir kısmı oradaydı. Onlar için “fitneci” (1) diyen Bahçeli, sanırım tepkilerden çekinmiş olmalı!.. Halkın partisinin genel başkanı Kılıçdaroğlu ise, halkın arasına girmemekte son derece kararlıdır!..  Atatürk’ün koltuğunda oturan biri, onu anma toplantısına güya toplantı yasaklanırsa, gelecekmiş! Geçiniz efendim, geçiniz!..  Son devirdiğin çamdan sonra, Atatürkçülerin arasında dolaşmanız biraz cesaret ister!.. Hazır söz kendiliğinden buraya kadar gelmişken, o konuda da bir kaç söz söyleyelim. Kılıçdaroğlu, geçen Salı günü yapılan grup toplantısında söylediği sözlerden, bugün utanıyorsa çok iyi bir yoldadır. Ama öyle değil de, ulusalcıları “geri zekalı” ve “kafasız” bulan (2) Hüseyin Aygün ile aynı görüşteyse ve bu nedenle aramıza katılmadıysa o zaman başka!.. Hüseyin Aygün’ün, CHP çizgisiyle uyuşmayan bütün söylemlerinin arkasında durmakla, böyle bir kanının oluşmasına Kılıçdaroğlu sebebiyet vermiştir!.. “Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?” diye sorduktan sonra, kendini “horoz” yerine koyarak, o sinkaflı (3) kelimenin yerine “söyler geçerim” demesi ile içine düşülen bu durum kurtarılamaz. Kaldırım seviyesinin bile altına düşüldüğünü herkes kabul ediyor!.. Hey! Siz grup toplantılarının değişmez elemanları; siz kadrolu Kılıçdaroğlu alkışlayıcıları, genel başkanlık yalakaları!.. Size de yazıklar olsun! Çıkartıp atın, cebinizdeki o CHP kimlik kartlarını. Bu bayağı sözleri bile çılgınlar gibi alkışladınız, utanmaz herifler!.. Beyler! CHP’nin Genel Başkanı, bütün CHP’lileri temsil ediyor. Dolayısıyla ağzından çıkan sözler,  bizler adına söylenmiştir.  Aynı şekilde siyasi rakiplerimizin Genel Başkan’ımıza söylediği sözleri de doğrudan üzerimize alırız. Bu çerçevede; Başbakan Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu “Bahtsız Bedevi”ye benzetmesi, hepimize söylenmiş bir küfürdür. Dolayısıyla “Bahtsız Bedevi”  kıssasındaki sövmeden (3) herkes hissesine düşen kadar almıştır!.. Bu nedenle bize yakışan, Erdoğan ile aynı düzeye inip, küfür etmek olamaz. Genel Başkan’ımızın,  Başbakan’ı bu sözlerinden ötürü halka şikayet etmesi ve ona oy veren seçmenlere bir soru sorması çok daha etkili bir yanıttır. Örneğin; “Ey AKP’ye oy veren yurttaşlarım! Siz bu Recep’e bize küfür edip sövsün diye mi, yoksa ülkeyi iyi yönetip, refah düzeyimizi yükseltsin ve insanca yaşayabilmemiz için bize önderlik etsin diye mi oy verdiniz?” diyebilirdi!.. Böyle yapmak yerine, ondan bir farkı olmadığını ve dağarcığının boş olduğunu göstermesi, Erdoğan’a siyasi alternatif olmadığını da ortaya koymaktadır. Biz de doğal olarak genel başkanın, partimizin “tam bağımsızlıkçı” ve “antiemperyalist” ana çizgisini içselleştiremediği için CHP  genel başkanlığına yakışmadığını söylemek zorunda kalıyoruz. Kılıçdaroğlu, kendi sözleri ile Erdoğan’dan daha terbiyeli olamayacağını kanıtlamıştır… Dolayısıyla  bizi temsil etme niteliğini de kaybetmiştir… Ayrıca iktidar olmak için bir alternatif olmadığını da gösteriyor. Yakınındaki bir kaç yalakanın duygularını tatmin etmekten başka hiç bir işe yaramayan o sözleri, asla CHP’nin söylemi olamaz!.. Halka küfür ederek, iyice batağa saplanan siyasi rakibine, aynı perdeden cevap verip, onu kurtarmak fahiş ve affedilmez bir siyasi hatadır?.. Aşağıya dipnota koyduğum bağlantılardan, Erdoğan ile Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin orijinal hallerini bulup okuyabilirsiniz. Onların seviyesizliği yüzünden çoluk çocuğumuzun yüzüne bakmaya ve CHP’liyim demeye utanır olduk!.. Kılıçdaroğlu’nun Ata’yı anma etkinliğine katılmama nedeni devirdiği bu son çam ise, o zaman gelmeyişini özür dileme olarak kabul edebiliriz. Zaten “özür dilemek” onun ilk defa yaptığı bir şey değildir! Bunun ötesinde, halkın arasına girmeyişini hiç bir sebeple mazur gösteremez!.. Ey CHP’lilerin oylarını alarak Meclise gelen CHP milletvekilleri! Şimdi söyleyin bakalım “Bu Cennet, bu Cehennem vatanı” düşman işgalinden kurtaran, Cumhuriyeti kurarak, bizi padişahın kulu olmaktan çıkartan, her şeyimizi borçlu olduğumuz, her zaman minnet ve şükran duyduğumuz, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün formüle edip, Anayasamıza yerleştirdiği “Büyük Türk Milleti” sözünün neresi sizleri rahatsız ediyor?.. Anayasa’daki milletvekili yemininden bu sözlerin çıkartılması önerisini yapmak, Y-CHP’ye mi düşmüştür?..  Bu iş bölümünü kimlerle nerede yaptınız, bize de anlatın bakalım! Emperyalistlerin ulus devleti parçalama planına hizmet eden bu girişiminizi, önce size oy verip Meclis’e gönderen bizlere açıklamak zorundasınız. Bu sözlerin Anayasa’dan kalkması ile 74 milyon vatandaşa ne sağlayacaktır acaba? Yoksa siz de emperyalistlerin CHP içindeki adamları mısınız? Bu güzelim ülkenin parçalanmasında rol mü aldınız? Atatürk’ün koltuğunda oturup, onun CHP’sini, tek eserim dediği Cumhuriyet’in yıkılmasında bir silah olarak kullanabileceğinizi mi sandınız? Bu parti bizimdir, çünkü biz halkız ve yeniden doğarız ölümlerde!.. Bizi şimdilik kapının dışında tutabilirsiniz. Sizlerin, CHP ve Atatürk İlkeleri ile doku uyuşmazlığınız var. Parti içindeki “yabancı unsur” gibisiniz!.. Er ya da  geç bu partiden gideceksiniz!..  Zira, Kılıçdaroğlu’nun da dediği gibi “Bu başbakandan  ülkeye yarar gelmez…” Aynı şekilde kendisi de  hiç bir şekilde CHP’yi büyütüp iktidara getiremez!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1)http://yenisafak.com.tr/politika-haber/bahceli-fitne-amacina-ulasamamistir-04.11.2012-420865 (2)Tunceli devşirme Milletvekili Hüseyin Aygün’ün parti içindeki “ulusalcı”lara yönelik, “Bunlar kafatasçı, partinin bunlardan kurtulması lazım” sözüne açıklık getirmesinin istenmesi üzerine, bu “sert çocuk (!) terbiye sınırlarını zorlayan bir üslupla “Siz geri zekalısınız, kafa yok ki bunları anlayamazsınız” şeklinde cevap vermesi, Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’a kafa sallayıp dışarıda görüşürüz demesi, diğer bir sert çocuk Sezgin Tanrıkulu’nun Hüseyin Aygün’ün tutumunu eleştiren Şevki Kulkuloğlu’na “terbiyesiz” deyip arkasından tehdit etmesi, artık durumun çok vahim bir noktaya geldiğini göstermektedir. (3)http://www.itusozluk.com/goster.php/yumurta+m%FD+tavuktan+tavuk+mu+yumurtadan+%E7%FDkar (4)http://www.uludagsozluk.com/k/bahts%C4%B1z-bedevi/  ; http://www.itusozluk.com/goster.php/bahts%FDz+bedevi
DENİZ BİTTİ!  Av. Cemil Can
“Ergenekon davası” avukatlarından Hüseyin Ersöz, davadaki belge ve dijital verilerin 3 terebayt (1) boyutlarında olduğuna dikkat çekti. 3 terebaytın ne anlama geldiğini en kalın kafalıların anlayabileceği şekilde açıkladı. Her davada olduğu gibi, 300’e yakın kişinin yargılandığı, 18 ayrı davanın birleştiği “Ergenekon Davası”nda sanıkların ve avukatlarının savunma yapabilmeleri için dava dosyasına hakim olmaları gerekiyor. Ancak o zaman aleyhlerindeki delilleri çürütebilir ve sahtecilikleri gösterip, karşı delillerin toplanmasını talep edebilirler. Haklarındaki haksız isnatların doğru olmadığını başka nasıl kanıtlayabilirler?.. Diğer yandan bütün bu adli işlemlerin makul bir süre içerisinde gerçekleşmesi gerekir ki, adil yargılamadan söz edilebilsin. “Ergenekon Davası”nda incelenecek 64 milyon sayfa vardır. Başka bir anlatımla, savunma yapabilmek için 300’er sayfalık 214.000 kitabın okunması ve akılda tutulup ileri sürülen iddiaların birbiriyle ilişkilerinin karşılaştırılarak, değerlendirilmesi gerekiyor!.. Yukarıdaki rakam, bir baskı hatası olarak buraya yazılmış değildir. Duyduğunuz rakam doğrudur. Avukatların ve sanıkların okuması gereken belge miktarını kitap boyutu ile anlatmaya çalışmış. Kısaca iki yüz on dört bin kitabın okunmasından söz ediliyor!..Bir insan tüm yaşamı boyunda kaç kitap okuyabilir? Siz bugüne kadar kaç kitap okuyabildiniz? Kütüphanenizde kaç kitabınız var, saydınız mı? Bu soruların yanıtlarından yola çıkarak, altmış dört milyon sayfayı okumak için insana kaç ömür gerekir, bir de bunu hesaplayın bakalım!.. Davaya bakan hakimlerin bizler gibi sıradan insanlar olduğunu ve bizim kadar okuyabileceklerini düşünün, Sonra da bir yargıya varın!.. İlla da bir hukukçunun konuşmasını beklemeniz gerekmiyor!..Sanırım yaptığınız bu basit aritmetik işlemlerden sonra “Ergenekon Davası”nın sonuçlandırılmak üzere açılmadığını da anlamışsınızdır! Diğer 18 davanın bu dava ile birleştirilmesi de aynı amaçla yapılmıştır demekte bir yanlışlık yoktur. Davaların arasında “maddi veya hukuki bağlantı” olduğunu söyleyebilmek için bu belgelerin tümünün okunması şarttır. Bu kadar belgeyi, kimler, ne zaman ve nasıl okuyabilmiştir de aralarında “maddi ve hukuki bağlantı” olduğunu anlamışlardır, bunu birinin açıklaması gerekiyor. Ayrıca bu bağlantıyı anlayan üye, anladıklarını mahkemenin diğer üyelerine anlatıp onları da ikna etmiş olmalı ki, “oy birliği” ile birleştirmeye karar vermişler. Ya da bütün üyelerin bu dosyaları okuduklarını kabul etmek gerekir. Öyleyse, yargıçların sadece bu işi başarmış olmalarından yola çıkarak olağanüstü insanlar olduklarını söyleyebiliriz!?.. Acaba gerçek böyle midir? Burada fiziki bir imkansızlık var. Bu imkansızlık ancak olağanüstü bir yetenekle aşılabilir!.. O olağanüstü yetenek özel görevli mahkemelerin hakimlerinde var mı?..İşte size “Cemaatçi” yapılanmanın bulunmadığı söylenen “bağımsız yargı”dan, bir fotoğraf. Adil bir şekilde sonuca bağlanması beklenen o meşhur davanın özeti bu kadardır işte. Dilerseniz bu özete davanın hüzünlü öyküsü de diyebilirsiniz tabi!… İşte böyle bir davada, Y-CHP’nin Genel Başkanı; CHP’li sanıklar için “Biz yargılanmasınlar demiyoruzki…” diyebilmiştir! Bir ana muhalefet partisi genel başkanıdır bu sözlerin sahibi. Hiçbir zaman bu sözlerini, “yanlış anlaşıldım” diyerek, düzeltme ihtiyacı da duymamıştır… Bu sözlerin bir çok yazıda tekrar edilme nedeni; sahibi tarafından sıkı sıkıya sahiplenilmiş olmalarıdır. İşte size, bu çirkin tertibi kabul eden AKP ile aynı komisyonlarda oturup, “özürlükçü” bir anayasa yapacağını söyleyen Y-CHP’nin üst yönetiminin düştüğü durum!..Dikkat ettiyseniz, Kılıçdaroğlu son günlerde sıkça “bedel ödemek” ifadesini kullanmaktadır. Oysa ortada başka bir gerçek vardır. Yoksul kesimler, son on yıl içerisinde, körü körüne ya da bir kaç paket makarna alabilmek için AKP’yi desteklemenin bedelini en ağır şekilde ödemişlerdir. Emperyalistlerin çıkarı için tertiplenen kirli savaşta, hep onların çocukları “şehit” olmaktadır. Şehit babaları, yaşadıkları bu şokun etkisi altında, sağ kalan oğullarını da “vatan için” “şehit” olmaya yollayacaklarını söylemektedirler… Geride gönderecek bir oğlu kalmayanlar ise, kendileri nöbete kalkmaktadır. Bazıları ise şehit olan oğullarının bebeğini göreve hazırlamaktadır. Mübarek Türkiye, emperyalistler için gönüllü asker tarlası sanki… Ne yazık ki, sade vatandaş cahil bırakılmışlığının bedelini bu şekilde ödemektedir. Hem de çocuklarının kanı ile!.. Vatandaş için durum böyledir diyelim. Peki, Kılıçdaroğlu’nun suçu nedir? Ne yaptı da bedelini “siyasi hayatı” ile ödemeye hazırlanıyor?.. Bedel ödetmeyi ağzına hiç almayan bir genel başkan, iktidara talibim diyebilir mi? Yoksa, üzerine aldığı bir görevi mi yerine getiriyor? Ya da yolun sonuna mı geldi de böyle konuşuyor? Bu soruların yanıtlarını bulmak zorundayız!.. “Kürt sorunu”nu PKK’nın yol haritasına göre çözmek için “siyasi hayatını sonlandırmayı” göze alan “Gandi Kemal”e, Türkiye emanet edilebilir mi? Cumhuriyet’i korumak için parmağını bile oynatmamış, oynatacak durumda olanları ise oyalamış olan bir kişi bu hareketi ile atı alanın Üsküdar’ı geçmesine olanak sağlamış değil mi? Böyle bir adamın sözlerine kim inanır?.. Niçin inanalım ki?!..Bu ülkede “irtica tehlikesi yoktur” diyen Kılıçdaroğlu, karşı devrimin gerçekleşmesi için en önemli araç haline getirilmiş olan yargının içinde; “Cemaatçi (F tipi) bir yapılanma” olduğunu da elbette söyleyemeyecektir!.. Eğer bir ülkede, Anayasa Mahkemesi tarafından “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği” oybirliği ile kabul edilen bir parti, hala iktidarda ise ve ana muhalefet partisine göre de o ülkede irtica tehlikesi yoksa; yargı içinde de okyanus ötesi ile işbirliği yapmış Cemaatçi bir yapılanma bulunmuyor ise, doğal olarak o ülkede darbe yapmaya hevesli olanları ordu içerisinden temizlemek için açılmış olan davaların sonucunu beklemek gerekebilir!.. Ne yazık ki, bu temel fikri kafamıza nakış gibi işleyen Kılıçdaroğlu ile Y-CHP’nin kurmay kadrosudur… Her şeyden önce bu saptamanın yapılması gerekiyor!..Atatürkçü düşünceyi benimsemekten başka “suçu” gösterilemeyen; bilim adamları, yazarlar, gazeteciler ve subaylar için “Biz yargılanmasınlar demiyoruzki…” demek, bu mahkemelerde adil ve en azından yürürlükteki hukuka uygun şekilde yargılama yapıldığını kabul etmek anlamına gelir! Bu sözleri veya aynı anlama gelecek farklı sözleri, en çok tekrarlayan ana muhalefet partisinin genel başkanı olmuştur. “Ordu darbecilerden temizlenmeli” diyerek, yapılan bu büyük haksızlıkları meşrulaştırıp destekleyenlerin başında Kılıçdaroğlu gelmektedir. Oysa hiç bir şekilde ordu darbecilerden temizlenmiyordu. Tam aksine ordu, içerisindeki ulusalcı subaylardan temizleniyordu!.. Geçmişte yapılan veya eksik bırakılan darbeleri, sürekli gündemde tutulup, asıl yapılmakta olan büyük darbe gözlerden kaçırılmak isteniyordu! Cumhuriyet rejimine karşı vurulan son darbeyi gizleme görevini, ne yazık ki Kılıçdaroğlu ile ekibi üstlenmiştir. Böylece Y-CHP ile Y-MHP’ye kalan iş, darbenin meşrulaştırılmasıydı!.. Hiçbir yöne doğru kıvırma payı kalmadan, söylemleri ile dolaylı şekilde, karşı devrimi destekleyen Kılıçdaroğlu ile Bahçelidir. Temel tartışma konularını sürekli geri plana iterek, tali konular üzerinde, göstermelik bir muhalefet yapmışlar ve yaşanmakta olan tehlikeyi basitleştirerek halkı aldatmışlardır!.. Dikkat ettiyseniz eğer, her iki liderin iktidarın icraatlarına karşı bütün söylemleri , yapay “sert” gibi duran bir muhalefettir ve hep iş işten geçtikten sonradır. Ne yazıktır ki, bu beyler, hukukun üstünlüğünü savunmada ve haksızlıklara karşı tepki göstermekte, her zaman sokaktaki insanların gerisinde kalmışlardır!..  Tamamen göstermelik muhalefet yapan bu işbirlikçiler, bir yanda özel görevli mahkemelerde “darbeciler” yargılanırken, diğer yanda “güçler ayrılığı” ve “bağımsız yargı” ilkelerine tamamen aykırı olan “Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu”nda görev almakta bir sakınca görmemişlerdir! Gerçekte bu komisyonun, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın önerdiği “Hakikatleri Araştırma Komisyonu”ndan hiç bir farkı yoktur. “Silivri Hukuku”nu meşrulaştırmak ve CHP’yi darbelerin içinde göstermekten başka, hiçbir işe yaramadığı ortaya çıkan bu komisyonda, Y-CHP hangi amaçla görev almış olabilir? Bunu çok merak ediyorum! Doğrusu bu tutum, Y-CHP’ye pek de yakışmıştır!.. Aynı şekilde “Anayasa Uzlaşma Komisyonu”nda oturmak da darbe hukukunu benimsetmekten başka hiç bir işe yaramamıştır. Kılıçdaroğlu, Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hayallerine sürekli umut olmuştur… Nitekim en sonunda Erdoğan, yeni anayasa konusunda bildiğini yapacağının işaretlerini vermeye başlamıştır. Kılıçdaroğlu’nun, CHP’yi kullanmaları için onların hizmetine sunduğu da böylece ortaya çıkmıştır. Şimdi kendilerini tuhaf bir “şaşkınlık” içerisinde göstermeleri hiç de inandırıcı değildir!.. Denebilir ki, yargı eliyle yapılan darbeyi gözden kaçırtanların başında, Kılıçdaroğlu gelmektedir. Bahçeli için kullanılacak ifade biraz daha farklı olabilir. O AKP ile açıktan işbirliği yapacak kadar gözü kara bir şekilde yoluna devam etmektedir… Ne yazık ki, MHP’nin milliyetçi kanadı, 10. Kurultay’da bu gidişe “dur” diyememiştir. AKP iktidarı yine MHP kongresinde kazanan taraf olmuştur. Bu da bir başka acınacak yanımızdır!.. Cumhuriyetin yıkılmasında en önemli işlevi gören bu ekip, artık kendilerini daha fazla gizleyemeyecektir. Onlar için deniz bitmiştir!.. Kılıçdaroğlu’nun “Siyasi hayatıma mal olacaksa… “ ve “Bedel ödenecekse ödemeye hazırım…” şeklindeki cümleleri, onun da yolun sonuna geldiğine inandığını gösteriyor… CHP’liler işin farkına varana kadar, belki bir süre daha Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in ziyaretine gidebilir!.. Daha fazlası zaten olmayacak! Zira 1919’da ayağa kalkıp, geleceğini belirleyen Türk halkının, hala ayağa kalkabilecek takati vardır!.. Av. Cemil Can   http://cemilcan.gen.tr/ DİPNOT: (1)  1024 cigabayt büyüklüğündeki ölçü birimidir  
 
YAŞASIN TGB’NİN KAĞNILARI!.. Av. Cemil Can
Abdullah Gül, sadece sağcıların Cumhurbaşkanı olduğunu ispatladı. Anayasa’ya göre tarafsız olması gereken ve anayasaya bağlı kalacağına yemin eden Gül, yeminine sadık kalmadı. Cumhuriyet Bayramı kutlamaları kapsamında Meclis’te grubu bulunmayan partiler arasında “ayrıma” giderek, 29 Ekim’de vereceği resepsiyona sadece Saadet Partisi, Demokrat Parti ve Büyük Birlik Partisi’ni çağırırken, DSP, İP, ÖDP ve TKP gibi sol görüşlü partileri davet etmedi!.. İki kişiden biri şaşkın, diğeri “Öyle kazana böyle lahana” diyor!.. Van’daki depremde yıkılan okulların yerlerine yenileri yapılırken, bu okulların çoğunun adları da değiştirildi. Erciş’te Atatürk İlköğretim Okulu’nun yerine yaptırılan okula, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın annesi Tenzile Hanımın adı verildi. (1)Atatürk adının kaldırılması ve yerine Tayyip Erdoğan’ın annesi olmaktan başka hiç bir özelliği olmayan Tenzile Hanımın adının verilmesi iki kişiden birinde ikinci şaşkınlığı yaratmış!.. İki kişiden diğeri “Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir” demiş!.. Aydınlık Gazetesi’nin Pazar günü attığı:”93 YIL SONRA DA AYNI KARARLILIK” başlığı altındaki 29 Mayıs 1919 tarihli Kurtuluş Savaşı Gazetesi”nin ön yüzündeki haber, iki kişiden birinin suratına ağır bir şamar gibi indi!.. Milliyet Gazetesi logosu altında “KALK UYAN YOKSA ARDI HİCRANDIR” uyarısı iki kişiden birini tam olarak uyandıramadı ama “İstanbul hükümeti, mitingleri yasakladı. Mustafa Kemal’in : ‘Mitingler devam edecek’ şeklindeki sözleri etkili bir çağrışım yaptı! 93 yıl önce Damat Ferit, Yunan işgaline karşı mitingleri yasaklayarak, halkın haklı ve meşru tepkisini dizginlemek istemişti. Bugün aynı görevi Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli yerine getiriyor!”.. Ne garip değil mi?.. İki kişiden diğeri, “Tarih tekerrür etmez ama bu kadar da benzerlik olmaz” diyor!.. İki kişiden birinin ise başı yine önünde, “savunma” hazırlıyor!.. Hata yaptığını kabul et be adam!Ne olur sanki! Yakında hatanı düzeltme imkanı da gelecek önüne, o zaman gereğini yaparsın!.. “Zararın neresinden dönersen kardır” diyen iki kişiden diğeri, ekliyor: “En büyük hatayı yap ama en küçük hatayı savunma!..” ABD Avrupa Kuvvetleri Komutanı, Suriye ve PKK gündemiyle, planlama çalışmaları kapsamında Türkiye’ye asker gönderdiklerini açıklamış. Genelkurmay Başkanlığı’mız tarafından yapılan açıklamada:Türkiye’de İncirlik’tekiler, Malatya Kürecik’tekiler ve Amerikan Savunma İşbirliği Ofisi (ODC) kapsamında görev yapanlar dışında ek olarak ABD askeri bulunmadığı belirtmiş… Bu iki açıklama ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin, PKK ile mücadele için Ankara’ya örnek olarak Bin Ladin’i yakalarken kullandıkları yöntemini önermesi haberi ile birlikte değerlendirildiğinde; sanki ABD askerlerinin Türkiye’ye gelme sebebi PKK ile mücadele etmekmiş izlenimini veriyor. İki kişiden biri, nedense askeri operasyonlarda bile komutanın ABD’ye geçtiğine inanmak istemiyor!.. İki kişiden diğeri: Biraz daha bekleyelim gerçeği çıplak gözle göreceğiz. ABD hiç bir zaman PKK’ya karşı operasyon yapmayacağı gibi, TSK’nın Kandil’e gitmesine de izin vermeyecektir!.. Zira PKK, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi için alet çantasına koyduğu bir vazgeçilmezidir. “Halep oradaysa arşın buradadır!..”(3) diyor!.. Zaten ABD’li yazar Webster Griffin Tarpley, ABD’nin aylarca Suriye’li teröristlere silah gönderdiğini, silahların da “İncirlik Üssü üzerinden” geldiğini belirtmiş…(4) Bu açıklama karşısında bizim Genelkurmay keşke susmayı tercih etseymiş!.. Dilerseniz bu hafta sözü fazla uzatmayalım. Gelin düşelim TGB’nin peşine ve Pazartesi erkenden Birinci Meclis’in önünde yerimizi alalım. Safları biraz daha sıklaştıralım… Böyle gidersek bir sefer daha kağnılarımız düşmanın kamyonlarını yenecek!.. Biz bize yakışanı yapalım!.. Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe’si ile “Bursa Nutku”nu tam ve doğru olarak anlayıp, yaşama geçiren ve her biri birer Atatürk gibi davranan TGB’li gençleri bu vesileyle bir kez daha kutluyorum!.. Umarım bizim gençlik kolları da TGB’lileri örnek alırlar ve en kısa süre içerisinde Türk ulusuna karşı görevlerini yapmak üzere harekete geçerler!.. YAŞASIN CUMHURİYET!.. YAŞASIN ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE!.. YAŞASIN TGB’NİN KAĞNILARI!.. Av. Cemil Can  http://cemilcan.gen.tr/ http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/ DİPNOTLAR:

  1. http://www.cnnturk.com/2012/guncel/10/16/ataturk.okulunun.ismi.tenzile.erdogan.oldu/680859.0/index.html
  2. http://www.aksam.com.tr/pkkya-karsi-bin-ladin-konsepti–144751h.html
  3. http://www.fikrabul.com/fikrabul/no/3223/halep-oradaysa-arsin-burada-.htm
  4. http://haber.sol.org.tr/dunyadan/turkiye-suriye-sinirinda-trafik-polisi-gibi-calisan-cia-ajanlari-var-haberi-61522

KİNDAR NESİL!  Av. Cemil Can

Kılıçdaroğlu, TSK’daki ulusalcı subayların tasfiye edilerek karşıdevrimin yapılması projesinde kendisini CHP genel başkanlığına getiren güçlerle (ABD-AB) anlaşmıştır. Muhtemelen  kendisine AKP’nin itibar kaybederek iktidardan düşmesi halinde, desteklenerek iktidara getirileceği sözü de verilmiştir. Ne yazık ki, bu “mavi boncuğa” pek çok CHP’li de inandırılmıştır… ABD’nin desteği ile iktidara gelen bir CHP, tam bağımsızlıkçı ve antiemperyalist çizgisinde kalabilir mi? Elbette ki  kalamaz. Bu durumdaki CHP’ye  Atatürk’ün ve İsmet Paşa’nın CHP’si de denemez tabi!.. Ya da Kılıçdaroğlu, son derece cahil ve yeteneksiz bir adamdır da etrafındaki işbirlikçiler tarafından  kullanılıyor!.. Her iki halde de Kılıçdaroğlu Atatürk’ün koltuğuna yakışmıyor!.. Kılıçdaroğlu Fetullah Gülen’e hayranlığını her fırsat bulduğunda dile getiren Muhammet Çakmak’ın danışmanlığından hangi konularda yararlanır, bunu çok merak ederim. Bir kez olsun kendisine övgü sözleri söylemiş değildir. Böyle densiz birini CHP’nin “akıl hocalığı” makamında tutmasının bir nedeni olmalıdır? Çakmak, CHP tabanına Fetullah Gülen’i sempatik göstermekle görevlidir!.. Başka da hiç bir işe yaramaz… CHP’nin ana ekseninden kaydırılması üzerine; hiç bir karşılık beklemeden CHP’nin iktidara gelmesi için canla başla çalışan milyonlarca partili, adeta kişilikleri ile bütünleştirdikleri partilerine, oy verip vermeme hususunda tereddüt yaşamaya başlamıştır. 10 yıldır iktidarda bulunan, halkın mutluluk ve refahı için hiç bir icraatı bulunmayan AKP iktidarı karşısında, her geçen gün erimenin nedeni, bu eksen kaymasından başka bir şeyle açıklanamaz. Y-CHP karşıdevrimi destekleyerek, kendi ayağına kurşun sıkmıştır. Şimdi 29 Ekim’de Birinci Meclis’in önünden başlayacak olan yürüyüşte Cumhuriyet’i anma törenlerine katılması bu erimeyi geriye döndüremez. TGB’nin düzenlediği böylesine anlamlı bir etkinliğe katılmak, CHP’ye hiç mi hiç yakışmıyor. Bu mitingi Türkiye çapında anamuhalefet partisi olarak, CHP’nin düzenlemesi gerekirdi!.. İşçi Partisi’nin bayrağı arkasına CHP’yi takmak “zevahiri kurtarmak” içindir. Kurtulamaz!.. O zaman adama; “Siz ayrı bir parti misiniz, yoksa İşçi Partili misiniz?”  diye sorarlar. Denebilir ki, Kılıçdaroğlu’nın, genel başkanlığa geldikten sonra yaptığı tek doğru iş TGB’nin düzenlediği bu etkinliğe katılmaktır… Y-CHP’nin karşıdevrimi desteklediği ve direnç gösterecek  dinamik güçleri “dizginlemekle” görevlendirilmiş olduğu açık seçik ortaya çıkmıştır!.. Atatürk Cumhuriyeti’nin temel taşlarını yerinden oynatan yasa ve anayasa değişikliklerinin sadece “magazin” konusu olacak yönlerini eleştiren ve işin esasına yönelik etkili bir karşı duruş yapmayan Y-CHP, bu tutumuyla aslında “görevini” yapmış ve iktidarı desteklemiştir. Belki  MHP Genel başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı kadarını yapamamıştır ama sonuçta iktidara payanda olma işlevini yerine getirmiştir. Y-CHP, Cumhuriyet rejimini koruyacak olan TSK’nin “ulusalcı” subaylarına karşı kurulan kompoyu “Orduyu darbecilerden temizleme” zırvasıyla görmezden gelmiştir!.. Belki ordu da darbe heveslilerinden kurtulmuştur ama asıl, emperyalizm önünde bir kale gibi dikilen Atatürk’ün ordusundan kurtulmuştur!.. Sonuçta TSK emperyalizme karşı bir ordu olmaktan çıkartılmış, emperyalizmin hizmetine sunulmuştur. Bu durumun birinci derecedeki sorumlusu iktidar ise, ikinci derecedeki sorumlusu da Y-CHP yönetimidir… Y-CHP’nin görevleri arasında “Silivri Hukuku”nu meşru göstermek olduğu için tutuklu bulunan CHP milletvekillerinin bile “suçları nedir?” sorusunu etkili bir şekilde kamuoyunun önüne getirip soramamıştır. Örneğin, Prof. Dr. M. Haberal’ın sorgusunda sorulan ve daha sonra  kitapçık haline getirilen 180 soru içerisinde, iddianamede suçlandığı “terör örgütü kurmak ve yönetmek” suçlaması ile ilgili bir tek soru sorulmamış olmasını halka anlatmamıştır. “Biz yargılanmasınlar demiyoruz…” cümlesi ile  başlayan, aldatıcı ve özel görevli mahkemeleri meşrulaştıran, ikinci dereceden eleştiriler, hep karşı tarafın işini kolaylaştırmıştır. Aynı tutumu M. Balbay’ın davasında da görmek mümkündür. Son olarak Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun, oğlunun ölümü nedeniyle “timsah gözyaşları”  dökülmüştür. Y-CHP’nin bu konudaki söylemi,  AKP’nin ulusal ve uluslararası hukuka aykırı olduğu için kaldırdığı bu mahkemelerin kaldırılma gerekçesinden dahi çok geride kalmıştır. Fatih Hoca’nın cenaze nedeniyle geldiği evinden gece alınıp, Sincan F Tipi Cezaevine gönderilmesine verilen tepki de parti tabanının gazını almaya dönük ve içerikten yoksundur. Bu durumu zorunlu hale getiren yasal mevzuata karşı CHP ne yapmıştır? Hiçbir şey!!!… “Tam bir vicdansızlıktır. Bu kararı veren yargıçta vicdan var mı, insan sevgisi, evlat sevgisi var mı?..” sözleri, bir işe yaramamaktadır… Şimdi şikayet edilen bu hukuksuzluğu ve vicdansızlığı meşrulaştıran Y-CHP yönetimi değil midir? 5 yıldır hak hukuk tanımayan özel yetkili savcılar ile özel görevli mahkemelerden “adalet” bekleyen Kılıçdaroğlu değil mi? Orduyu darbecilerden temizleyeceklermiş! Gerekçeye bakar mısınız? Emperyalistlerle el ele, emperyalizmi dünyada ilk defa yenen bir orduyu “darbeci”lerden temizleyeceklermiş!.. Bu dediğinize çocuklar bile inanmaz!.. Fatih Hoca soruyor: “3,5 yıldır suçumu soruyorum, yanıt vermiyorlar” diyor…  Anamuhalefet partisi olarak bu soruyu kaç kere sordunuz? Kılıçdaroğlu  CHP’nin başına hiç yakışmıyor!.. Fatih Hoca’nın oğlunun cenazesi için  geldiği evinde kalmasına izin vermeyen hükümettir. Bunun lamı cimi yok. Bu ne biçim kin ve intikam duygusudur ki, sönmek bilmiyor!.. Odatv davası sanığı Doğan Yurdakul ile Ergenekon davası sanıkları Dursun Çiçek ve Mehmet Haberal cenaze için izin istediklerinde geceyi evlerinde geçirmişlerdi!.. O tarihten sonra mevzuatta(1) bir değişiklik olmadığına göre,bu çifte standardı “kindarlık”tan başka bir kelime ile açıklamak mümkün mü?.. Av. Cemil Can DİPNOT: (1) 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’nu 116. maddesinin 4. fıkrası: “İkinci ve üçüncü fıkraya göre izin verilen tutuklunun, izin süresi içinde gece konaklaması gerektiği takdirde, bulunduğu yerde bulunan ceza infaz kurumunda, bulunmaması halinde ise kolluk tarafından güvenli görülen yerde kalır”
 
BU KIŞ ÜŞÜYEBİLİRİZ!.. Av. Cemil Can
Rusya, Ankara’ya indirilen Suriye uçağında  uluslararası sivil havacılık kurallarına aykırı bir şey olmadığını açıkladı. El konulan 12 koli içerisinde, “taşınması yasak” olan malzemeler yokmuş! Karadeniz üzerinde ikaz edilen pilot, kargosundan emin olduğu için yoluna devam etmişti. Esenboğa’ya inmesi istenince de itiraz etmedi. Buna rağmen, F-16’lar eşliğinde inişe zorlanmasının bir anlamı olmalı! İlk akla gelen, hava sahamızda egemenlik hakkımızı kullanabildiğimizdir! İhbar doğru çıkmadığına göre, Rusya’ya karşı bayağı bir zor duruma düşürüldük. Belki de istenen buydu. Uludere’de 34 sivil vatandaş ile ilgili verilen ihbar için de aynı şeyleri yaşamadık mı? İnsansız uçaklarla toplanan ve değerlendirildikten sonra bize verilen istihbarat üzerine, kendi vatandaşlarımızı bombalayıp öldürmüştük!.. İstihbaratı veren CIA, ne hükümetten  ne de ölenlerin ailelerinden özür diledi. Tam aksine ABD’li yetkililer, TSK’yı daha da zor durumda bırakacak açıklamalar yaptılar. Suriye ile aramızı iyice açmak için ellerinden geleni yapıyorlar! Şimdi de Rusya ile aramızı açıyorlar. Putin, programlanmış ziyaretini indirilen uçak olayı nedeniyle ertelemiş. Suriye de misilleme olarak, Türk sivil uçaklarına hava sahasını kapatmaya karar vermiş!..(1) Belki Rusya  daha etkili bir misilleme yapacaktır. Ham petrol ithalatımızın yüzde 13’ünü Rusya’dan yapıyoruz, yüzde 51’ini ise İran’dan. Petrol ve doğalgaz ithalatımızın yarıdan fazlasını bu iki ülkeden alıyoruz. Rusya ve İran, Çin ile aynı ittifakta yer almaktadır. Kara kışta doğalgaz vanalarını kıstıklarını bir düşünün!.. Hükümetten yapılan son açıklama da oldukça ilginç. Güya indirilen Suriye uçağında 17 Rus ajanı varmış. Diplomatik pasaport taşıdıkları için de sorgulanamamışlar. Ama Suriye’de muhaliflerin yanında çarpışan Çeçenleri tespit etmek üzere görevlendirildikleri anlaşılmış! Rus ajanlar, bunu itiraf etmediğine göre, onların bu amaçla Suriye’ye gittiğini bizimkiler nasıl anlamış?.. Resmi verilere göre, “Elektrik enerjisi üretiminde doğalgaza dayalı kurulu gücümüz 14.576 MW olup bu değer toplam kurulu gücümüzün 32,7’sini karşılamaktadır.”(2) Doğalgaz musluklarının kış aylarında kısılması halinde, elektrik ihtiyacımızı da karşılayabilecek durumda olmadığımızdan beklenmedik şekilde olumsuz yönde etkileneceğimiz kesin!.. Devletlerarası ilişkilerde “misilleme” var ve buna karşı hiç bir önlem alma şansımız kalmamış!.. Durup dururken insanın başını belaya sokması buna denir işte. İktidar, Amerika’ya yaranacak diye 75 milyon vatandaşı kış kıyamette buzların üzerine atıyor!.. Rusya’nın Akdeniz’deki tek askeri üssü Suriye’dedir. Bu üsse zaten her zaman askeri uçakları ile askeri malzemeler gönderebilir. Buna değil Türkiye, hiç bir ülkenin itirazı olamaz. Elinde bu olanak varken, Suriye’ye sivil uçakla askeri malzeme taşımak akıl karı mıdır? Rusya gibi diplomaside deneyimli bir devletin bu kadar basit bir iş için böylesine fahiş bir hata yapması beklenemez! İşe bu tarafından bakıldığı zaman, ihbara şüpheyle yaklaşmak gerekirdi. Anlaşılan Dışişlerimiz bu olayda da yine  devre dışı bırakılmıştır.  Belli ki, ABD  Suriye ile  geri dönülmesi çok zor olacak şekilde aramızı açmayı amaçlamıştır. Bu nedenle de yanlış bir istihbaratla başımıza bela açmıştır. Nitekim, bu olay üzerine Suriye de Türk sivil uçaklarına hava sahasını kapatmıştır. Amerika’nın BOP’nin hayata geçirilmesi için verdiği görevi yapmak zorunda mıyız?.. Onların yerine dolu dizgin bu anlamsız savaşa doğru koşturuluyoruz!.. Malatya Kürecik’te kurulan füze savunma sistemlerinin de İran ve Rusya’ya karşı kurulduğunu hesaba katarsak, bu iki ülkeden esaslı bir misilleme beklemek çok da sürpriz olmasa gerekir. Bir taraftan petrol ve doğalgaza zam üstüne zam yapan hükümetimiz, bir de böyle bir kısıntı ile karşılaşırsa ne yapacak çok merak ederim. Asıl zor durumda olan ise “iki kişiden biri”dir… Aşağı tükürse sakal, yukarısı bıyığıdır!.. Oslo’da PKK’ya verilen sözlerin adım adım hayata geçtiğini görüyoruz. 13 büyükşehir kurulması özerkliğin ilk adımıdır. BDP’nin bu tasarıyı düğün dernekle karşılamasından durum bellidir. Asıl ilginç olan Kılıçdaroğlu’nun da bu projeye destek vermiş olmasıdır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın ulusal hukukumuzun üstünde olduğunu anımsatması ve düzenlemenin buna göre yapılmasını istemesi anlamlıdır.   Zaten daha önce de Anayasa Komisyonu’ndaki CHP’li üyelerden yeni anayasa maddeleri yapılırken, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın ruhunu anayasaya yansıtmalarını talep etmişti. Bu şartın çekince konulan maddelerinin tümünü imzalama sözü de veren Kılıçdaroğlu’nu bu oyunda karşı tarafın adamı olarak kabul etmek lazımdır. İktidar ve muhalefetin bu konuda birlikte hareket etmesi ile BDP Kongresinde Atatürk posteri yerine Abdullah Öcalan’ın posterinin asılmasına hiç şaşırmamak gerekir!.. Av. Cemil Can   http://cemilcan.gen.tr/ DİPNOTLAR: (1) http://www.enerji.gov.tr/index.php?dil=tr&sf=webpages&b=dogalgaz&bn=221&hn=&nm=384&id=40694 (2) http://www.hurriyet.com.tr/planet/21693282.asp
 
AHMAKLAR VE HAİNLER  Av. Cemil Can
20 Temmuz 1974 sıcak bir yaz günüydü. Türk ordusu saat 6:05’ten itibaren “Ayşe tatile çıkabilir” komutu ile Kıbrıs’a havadan indirme ve denizden çıkarma yapmaya başlamıştı. Türk paraşütçüleri Lefkoşa’nın kuzeyine, Hamitköy – Gönyeli ve Pınarbaşı bölgelerine inmişti. Aralarında çocukluk arkadaşım Aydın da vardı. Vahit Amca, bir kır kahvesini işletiyor ve transistörlü radyosundan ajansı dinliyordu. İşaret parmağını dudaklarına götürüp “susun” işareti yaptı bize. Birlikte haberleri dinlemeye başladık. Harekat başarılıydı. 18’li yaşların heyecanı ile bir nara atıp, yumruğumu tavan tahtalarına geçirmişim. Yemin ederim, savaşın nedeni hakkında hiç bir fikrim yoktu ama çağırsalar güle oynaya savaşmaya giderdim!.. Doğruyu söylemek gerekirse, o sıcak yaz günlerinde, yüzümden ılık ter yerine cehalet akıyordu!.. İtiraf ediyorum!.. Şimdi aynı heyecanı yeğenlerimde ve etrafımdaki gençlerde görüyorum. Hiçbir şekilde nedenlerini sorgulamadan, savaşa gidip ölebilirler! İçişleri Bakanına göre “şehitlik” nasip işi ya, bizimkiler bu konuda kendilerini şanslı görüyorlar!.. Tavan tahtasına o yumruğu attıktan sonra, köprülerin altından çok sular aktı.  38 yılda edindiğim deneyimleri ve “analiz etme” yeteneğimi nasıl kazandığımı, yeni nesillere aktarmak istiyorum. Gençler belki de bana korkak diyecekler. Desinler anasını satayım, umurumda değil. Vaktiyle ben de önümdekilere öyle demiştim. Şimdi çok kararlıyım, son nefesime kadar bildiğim doğruları anlatmaya devam edeceğim… Sevgili Gençler; Sevgili Yeğenlerim: Size verebileceğim en son derste; somutlaştırarak anlatacağım bilgileri kulağınıza küpe edinin. Bu bilgilerle çözemeyeceğiniz hiç bir sosyal problem kalmayacak. Buna yemin edebilirim!.. Telif hakkı falan, aklınıza bile getirmeyin, istemem!.. DÜNYAMIZDAKİ KIT KAYNAKLAR Dünyanın en önemli enerji kaynağının petrol olduğunu biliyorsunuz herhalde. Doğalgaz ve petrolün elektrik enerjisini üretmek için çok gerekli bir yakıt olduğunu hatırlatmama gerek yok. Bildiğiniz gibi petrol, milyonlarca yılda oluşmuş ama onlarca yıl içerisinde tüketiliyor. Petrol ve doğalgaz kaynakları dünyamızda sınırlı olarak bulunuyor. Bir fikre göre, bu rezervler en fazla 50 yıl daha dayanabilirmiş. Yeniden petrol oluşumu, milyonlarca yıl süreceğine göre, bize bir faydası yok. Alternatif enerji kaynakları ise henüz bulunabilmiş değil. Bu nedenle süper devletler, kendi kıtalarının altındaki petrolü, alternatif enerji kaynağı bulunana dek kendileri için rezerv olarak tutuyor. Farkında mısınız bilmiyorum, dev petrol şirketleri kendi ülkelerinde değil, hep gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelerde petrol arıyorlar!.. Galaksimiz içinde başka dünya yok. Petrol ve doğalgaz gibi sınırlı maddelere ekonomide “kıt kaynaklar” deniyor!.. NİMETLER ADİL OLARAK BÖLÜŞÜLMÜYOR Şimdi gelelim hayati öneme sahip olan bu kıt kaynakların bölüşümüne. Allah’ın dünyasında biz Allah’ın biricik kulları arasında, bu kaynakları adil ve eşit bir şekilde bölüşebiliyor muyuz? Cevabınızı biliyorum: Hep bir ağızdan “Hayır” diyorsunuz.  Peki nedenini hiç düşündünüz mü?.. Bu bahse, burada şimdilik bir nokta koyalım ve size başka bir hususu anımsatayım: SAVAŞLAR EKONOMİK NEDENLERLE ÇIKIYOR İnsanlık tarihi boyunca çıkan savaşlarda; savaşan askerler ile onları savaştıran kralların, savaş sebepleri aynı mıydı? Savaşan askerler, genellikle tanrısal bir ödevin gereğini yerine getirmek için savaştıklarına inanırlar. Zaten krallar da yarı tanrı sayılırlardı. O nedenle onların emirlerinin dinsel bir yanı da vardı. Ölen askerler, kralların veya tanrıların onuru için savaşıp ölüyorlardı. Bu yaptıklarının karşılığını ise, ikinci yaşamlarında alacaklarına inanırlardı. Çok tanrılı dinlerde de ikinci yaşama inanılır. Aksi halde,  ne diye ölenin en değerli eşyalarını yanında gömsünler. Değil mi? Şimdiki askerlerin durumu da pek farklı sayılmaz. “Şehitlik” payesini almak anlaşılan öyle kolay olmuyor! İçişleri Bakanımızın deyimi ile nasıp işi imiş. Nedense “şahadet” zenginlere pek nasip olmuyor!?.. Ya savaşa karar verenler; onlar neden savaş çıkmasını istiyorlar? Bu soruya verilecek olan yanıt, askerlerin neden savaştığı sorusuna verilen yanıt ile aynı değildir. Savaş kararını alanlar, savaş sebebi olarak; yer küremizdeki kıt kaynakları yağmalamak, stratejik öneme sahip toprakları ele geçirmek, ticaret yollarını kontrol etmek gibi hususları göz önünde tutarlar. Bu gibi savaş nedenlerinin yerini, çağımızda enerji kaynakları ile onların geçiş yollarını kontrol altında tutmak almıştır… Yani bizim Mehmetçikler “şahadet” şerbetini içerken, onları savaşa sürükleyenlere dünyanın en önemli nimetlerini bırakmış olacaklardır!.. Bu gerçek, insanlık tarihi boyunca hiç değişmemiştir! Tarihte etnik veya dinsel nedenlerle savaşların çıktığı şeklindeki söylem, palavradan ibarettir!.. Bu değerler, sadece savaşacak olan askerleri motive etmek için kullanılmıştır. Ölümden sonra bir yaşam olmadığına inanan askerleri, kralların onuru için savaştırmak ve ölüme göndermek öyle kolay mı? O bakımdan, ölümden sonraki yaşam, hem çok tanrılı dinlerde hem de tek tanrılı dinlerde vardır!.. Aksi halde haçlı seferlerindeki askerleri kimse ölüme gönderemezdi!.. Buraya da bir nokta koyalım  ve son bir tespit daha yapalım: CEHENNEM’İ BU DÜNYADA YAŞAYABİLİRİZ Bu temel bilgilerden sonra, şimdi de bir gün petrolün tükendiğini düşünün. Petrol ürünleri ile çalışan; otomobiller, uçaklar, trenler, gemiler, fabrikalar, elektrik santralleri, makineler ve bunların kullanıldığı bilumum sanayi kollarının kapılarına aynı gün kilit vurulur. En basitinden, evinizdeki buzdolabındaki yiyecekler bile bozulur. Elektrikleriniz kesildiğinde, yaşamınızın ne hale geldiğini bir düşünün. Aynı anda işinizden de olursunuz. Yer küre üzerinde yaşayan insanların  büyük çoğunluğu için dünyada Cehennem yaşanmaya başlar!.. 2012 yılının ilk 8 ayında, toplam ihracatımız 90 milyar dolar iken, tek başına enerji ithalatımız, ihracatımızın yüzde 44’üne yaklaşmıştır. Yani tırmanıp 39.3 milyar dolara dayandı. Bir anda bu ithalatın sıfırlandığını düşünün!.. Yandık ki ne yandık!.. Toprakları altında bir süre  daha yetecek kadar rezervi olanlar için sorun yoktur elbette. Belki de gelecek nesillerine alternatif enerji kaynağını bulup bırakabilecekler. Diğer insanların açlıktan veya var olan nimetleri paylaşamadıkları için çıkan savaşlardan ölümleri, umurlarında bile değildir. Hatta birbirlerini bir an evvel öldürsünler de dünya nüfusu azalsın diye, onlara bedava silah bile verebilirler!.. Türkiye’nin 2011’deki ham petrol ithalatının 18.1 milyon ton olduğunu, bu miktarın; yüzde 51’inin İran’dan, yüzde 17’sinin Irak’tan, yüzde 13’ünün Rusya’dan, yüzde 11’inin Suudi Arabistan’dan, yüzde 1,5’inin Suriye’den, binde 6’sının İtalya’dan ve binde 4’ünün Azerbaycan’dan gerçekleştiğini duydunuz mu? Peki bu ülkelerle olan ilişkilerimiz akıllıca ve dostça mı yürüyor? Petrol bitmeden de bize Cehennem’i yaşatabilirler!.. Buraya kadar yapılan tespitlere hiç birinizin itirazınız yoktur sanıyorum… Yaşamakta olduğumuz çağda, çıkartılan savaşların tümü  bu anlatılanlarla uyumludur!.. KULLANILMAK KARDEŞİN KARDEŞİ ÖLDÜRMESİ İLE BAŞLAR Sonuçta söylemek istediğim şudur: Tarih boyunca güçlü olan devletler, zayıfların doğadan gelen payları ile doğuştan gelen haklarına el koymak için, akla gelmedik entrikalara başvuruyorlar. Bilim dilinde buna  “dış siyaset” diyorlar. Günümüzdeki savaşlar geçmiş yüzyıllardaki gibi tekrar etmiyor elbette. Strateji ve taktiklerde ufak tefek farklılıklar var.  Ülkeleri doğrudan işgal etmek daha az görülüyor. Buna gerek de kalmamış zaten. Ülkeleri kendi askerlerine işgal ettiriyorlar! Çünkü, Mehmetler varken, Coniler petrol için ölmek istemiyorlar. Biliyorlar ki, yöneticileri onların yerine ölecek insanları bir şekilde bulabilirler. Buluyorlar da. İyi yönetici olma kriteri buna göre değişmiş artık. Bu konuda tipik örnek: “Arap Baharı”nda yaşananlardır. Ölenler de öldürenler de gerçekte birbirinin kardeşi sayılır. Hepsi de Müslüman olarak tanınırlar. Irak’ta Afganistan’da, Libya’da yaşananlar da pek farklı değil… Sömürgeci devletlerin askeri olmaya ne de hevesliyiz! Efendilerimiz, sadece “şehit” olma sebebimizi değiştirmişler.  Bundan böyle “kralların onuru” yerine, “vatan” uğruna öleceğiz… Üstelik bizim vatanımıza karşı somut ve yaklaşan bir tehdit  yok iken… ÜLKEMİZİN BÖLÜNME PLANINDA ROL ALIYORUZ Belli ki, ABD ve AB, Rusya’nın Suriye’deki radar üssünü ve  hava savunma sistemlerini yok etmeden, Ön Asya’ya doğru ilerleyemiyor. O bakımdan asker bir milletin, karadan Suriye’ye saldırması gerekiyor. Asker millet kimmiş acaba? Ancak bir “asker millet” Esat rejimini düşürebilir. Sömürgecilerin yolları da öyle  açılabilir. Allah aşkına bu kirli savaşta ölenler “vatan için” mi ölmüş olacaklar? Aynı planın bir başka parçası; Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Doğu Anadolu Bölgesi’nin ülkemizden koparılıp, emperyalist ülkelere bağımlı, bekçi devletler oluşturulması için ayrılmış olması değil mi? Bu planın uygulanmasında en önemli iki unsur; hiç kuşku yok ki,  Barzani’nin peşmergeleri ile PKK terör örgütünün militanlarıdır. Zaten PKK, Barzani’nin kontrolündeki topraklarda konuşlanmıştır. PKK’ya karşı sınır ötesi operasyon yapmamıza ABD neden izin vermiyor? Biliyorsunuz bu özlü sözü, Genelkurmay Başkanımız söylemiştir! Barzani yıllar önce değil bir Kürt’ü, bir kediyi bile T.C.’ye vermeyeceğini söylememiş miydi?.. Başka bir şekilde anlatayım dilerseniz;  PKK, militanları ABD’nin elindeki bir kalaşnikov ise, Barzani’nin peşmergeleri uçak savar silahı gibidir… İşte biz geçen pazar günü o “büyük kongrede” bu adam için “Türkiye seninle gurur duyuyor” demişiz!.. Elindeki silahı bırakmadan, koca Türkiye Cumhuriyeti’ni, Oslo’da yarım kalan görüşmelere davet eden PKK ile bir an için hükümetimizin anlaştığını düşünelim. Askerlerimizi öldürmeyeceklerini garanti mi edecekler? O halde neden silah ellerinde? Gerçekten anaların göz yaşları duracak mı?.. Kürtlerin istediği bu kadar mıydı sadece?.. Kürtler özetle; “Doğu’yu bize verin, Batı’da kardeşçe yaşayalım” demiyorlar mı? Batı’da kardeşçe yaşayabileceğimize göre, Doğu’da buna engel olan nedir? Demek ki, işin içinde başka işler var!.. Bu sorunun doğru yanıtını, en kalın kafalı biri bile “petrol” ile ilgili anlattıklarımdan çıkartabilir!.. Bir de kullanılmayı alışkanlık haline getirenlerimiz olmasaydı!.. Büyük Ortadoğu Projesine göre, Kuzey Irak’ta kurulan “Kürdistan”, Güneydoğu’muza doğru genişleyecekmiş!.. Diyarbakır yıldız şehir olacakmış! Anlaşılan ABD’ye Ortadoğu’daki çıkarlarını korumak için bir tek İsrail yetmiyor. Bu defa petrol ve doğalgaz kaynakları ile geçiş yollarını bekleyen, ikinci bir bekçi devlete (İsrail’e) ihtiyaçları var. Kürtler, gönüllü olarak bu işe talip… Biliyorsunuz Beyaz Saray’a kadar gidip, bu büyük proje içinde rol istemişlerdi! Bugün için sömürgecilerin önünde tek engel kalmış; o da arkasına Şangay İşbirliği Örgütü’nü (Rusya, Çin, İran, Kazakistan, Kırgızistan vb) alan Suriye’dir elbette. Suriye’deki rejimi düşürüp, orada yeni bir AKP iktidarı kurmadan, bu projeyi yürütmek zor görünüyor! Hatta imkansızdır da denebilir. Tuhaflığa bakın ki, bu kirli savaşta bir oğlu ölen baba: “Bir oğlum daha var, o da “vatan” uğruna feda olsun” diyebiliyor… Çocuklarımız bu vatan için mi ölüyorlar acaba?.. DOĞRU ANALİZ YAPABİLİRİZ Şimdi size doğru analiz yapma formülünü veriyorum ve bitiriyorum:  Öncelikle dünyadaki “kıt kaynakları” hiç  aklınızdan çıkartmayın! Onların hiç bir  zaman adil olarak bölüşülmediğini de sakın unutmayın. Sömürgeci devletler, sömürdükçe daha çok güçlenirler. Güçlendikçe daha fazla sömürürler. Bu bir tarihi gerçekliktir. Sanırım, buna da bir itirazınız olamaz… Emperyalistler, “düşünce kuruluşları” ve dünya çapındaki “insan hakları, özgürlük ve  demokrasi” getirme amacıyla kurulmuş gibi gösterilen; dernek, vakıf ve diğer kuruluşları ile kendilerine yeteri kadar işbirlikçi bulabiliyorlar. Örneğin; bizdeki Açık Toplum Vakfı ve TESEV o kuruluşlardan sadece iki tanesidir. Güçlünün yanında yer alma durumunu da göz önünde tuttuğunuzda, pek çok kişinin kendiliğinden emperyalistlere müracaat etme nedenini anlarsınız. Ne yazık ki, işbirliği yapanların çoğu bu iş için gönüllüdürler!.. En kurnazlarının iktidar olmasına yardımcı olunduğunda, emperyalizmin çıkarlarını ülkelerinin çıkarlarından daha üstün tutarlar. Böyle  taahhütlerde bulundukları defalarca kanıtlanmıştır!.. Çoğu o ülkelerin vatandaşı olmak için can atıyorlar. Çifte vatandaşlık adeta sigortalarıdır!.. Örnek istersiniz, dilediğiniz kadar verebilirim!.. AHMAKLAR  ÖNDE GİDERLER Geldiğimiz noktada, savaş tamtamları çalanlar ile emperyalist ülkelere müracaat edip rol isteyenler, birbirlerinden çok farklı değillerdir!.. Birinci gruba girenler cahil ve ahmak olup,  “asker” olmaya  oldukça elverişlidirler. İkinci grupta yer alanlar ise doğrudan haindirler!.. Libya ve Irak’ta petrolün yağmasına engel olmaya kalkışan Kaddafi ve Saddam’ın başına gelenleri biliyorsunuz. Bu katiller, CIA’nın uydurduğu “Ellerinde kimyasal silahlar var; komşuları için tehdit oluşturuyorlar” yalanı ile dünya kamuoyunu aldattılar. Ve bu iki ülkeye doğrudan saldırıp, kendilerine sorun çıkartan yöneticileri, üstelik de kendi halklarına “onursuz” bir şekilde öldürttüler. Emperyalistler, bu kirli savaşlarda ellerindeki eskimiş silahların tümünü kullanıp paraya çevirdiler! Savaş tazminatı olarak, onlarca yıllığına işgal ettikleri ülkelerin petrol gelirlerine el koydular!.. Bu noktada bizim gibi “müttefiklerin” adını  “model ortak”  değiştirip, suçlarına ortak ettiler. Haksız yere katledilen milyonlarca Müslümanın kanı bizim de ellerimize bulaşmıştır. Şimdi ise, bu soysuz yanımızı gösterenlere fena halde kızıyoruz!.. Ne yazık ki, Türk halkının yarısı aldatılıp, bir şekilde  bu oyunun içine sürüklenmiştir. Sanki bizde çok varmış gibi, şimdi de Suriye’ye “demokrasi” ve “özgürlük” götürmeyi üstümüze vazife edinmişiz!.. Vicdanımızı bu sözlerle rahatlatamayız!.. Aynaya bakıp gerçek yüzümüzü görmeliyiz!.. Yaşananlardan ders çıkarmadığımıza mı yanalım? Her zaman kraldan fazla kralcıyız… Dünyada ve Türkiye’de ne olup bittiğini PETROL VE DOĞALGAZ’a göre analiz etmeyi becerebilirsek eğer, “SURİYE İLE SAVAŞA HAYIR!” diyeceğiz!.. Akçakale’ye düşen bombayı da Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokmaya mecbur eden Yavuz ve Midilli gemilerinin  Rus limanlarına attığı bombalara benzeteceğiz!.. Av. Cemil Can    http://cemilcan.gen.tr/ http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/
 
“PAŞALAR DİLEDİĞİ KADAR KONUŞSUN” Av. Cemil Can
“Balyoz Davası”nda karar açıklandı ama gerekçe hala yazılamadı. Kararı verenler ile gerekçeyi yazacak olanlar farklı olunca böyle sorunlar yaşanabiliyor. Gerekçe yürürlükteki hukuka uygun olacak. Bu nedenle, karar vermekten çok daha zordur… Özel Görevli Mahkemeler , TSK’nin 365 seçkin subayını, seçilmiş meşru hükümeti devirmek için “darbe yapmaya teşebbüs etmek”ten suçlu bulmuş !.. Hazırlıkların yapıldığı varsayılan 2003 yılında, eski Ceza Kanunumuz yürürlükteydi. 417’nci maddeye göre, bu suça teşebbüs etmenin cezası müebbet hapistir. Suç işlenirse, yargılama makamı suçu işleyenlerin koyduğu kurallara göre hareket edeceğinden, cezası yoktur demek yanlış değil. Garipliğe bakın ki, işlenirse suç olmayan eylemin, teşebbüs aşamasında kalması müebbet hapislik bir suçtur. Böyle bir tuhaflık ise bir tek bizde vardır!.. Mahkemenin kabulüne göre, sanıklar Erdoğan Hükümeti’ni düşürmek için ellerinden geleni yapmışlar, lakin ellerinde olmayan başka sebeplerle darbeyi yapamamışlar! Bu nedenle de 15 ile 20 yıl arasında değişen cezalara çarptırılmışlardır. Bu durumda ise, yasanın 61/2’nci maddesi yerine 61/1’nci maddesinin uygulanması ise ayrıca gerekçelendirmeye muhtaç kalmıştır… Bu yazıda yargılama sırasında yapılan hukuk ihlallerine değinecek değilim. “Dijital kanıtlar” denen CD’lerin sahteliği defalarca kanıtlanmış da ne olmuş? Sanıkların savunmalarının kısıtlanması ile lehlerine olan delillerin toplanmamış olmasına da bir şey demiyorum!? Çüknü bu yargılama bir karşıdevrim mahkemesinde yapılmıştır. Mahkeme kendi hukukunu yaratmıştır. Üzerinde durmak istediğim husus başkadır. Vicdanı kanının oluşmasında önemli rol oynayan zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman Paşa’nın, karardan sonraki konuşmaları dikkatimi çekti. Basından izleyebildiğim kadarıyla, bu davanın sanıkları ve sanık yakınları da bu iki paşanın yerli yersiz konuşmalarına çok içerlemişler. CNN Türk televizyonunda Enver Aysever’in Aykırı Sorular programına konuk olan Emekli Orgeneral Atilla Kıyat; “Özkök ve Yalman, mahkemeye gelip konuşmayan bu iki komutanımız lütfen beni bağışlasınlar ve bundan sonra ebediyyen sussunlar” demiştir!.. Bence bu iki komutan daha fazla konuşsunlar!.. Konuşsunlar da darbeyi nasıl önlediklerini birinci elden öğrenelim. Öyle ya, “darbeci” generallerin ellerinde olmayan ve darbe yapılmasını engelleyen hareketleri onlar yapmışlar. Bırakalım anlatsınlar da onların ne olduğunu biz de bilelim… Neler yapmışlar da darbeyi engellemişler acaba, çok merak ediyorum!.. “Ergenekon Davası”nda 3 Ağustos 2012 günü tanık olarak dinlenen Hilmi Paşa’ya, sanık avukatları “Genelkurmay Başkanlığı görevinizde bir darbe girişimine tanıklık etteniz mi, böyle bir duyum aldınız mı?” sorusunu yöneltmişlerdi. Paşa gayet açık şekilde bu soruya “hayır” yanıtını vermişti. Darbe girişimine değil tanıklık etmek , böyle bir duyum bile almadığını söyleyen Özkök, darbeyi nasıl engellemiş olabilir? Başka şekilde söylersek; Özkök Paşa, sanıkların elinde olmayan bir fiil ile suçun işlenmesini hiç bir şekilde önlemiş olamaz!.. Daha sonraki açıklamalarında ise, bütün sanıklar için “Silah arkadaşlarımın hepsi tertemizdir” ifadesini kullanmıştı. Davanın bütün kurgusu bu iki paşanın darbeyi önledikleri varsayımına dayandığına göre, konuşmalarında fayda var. Susacaklar da ne olacak? Gerekçeyi yazacak hakimler, “Adil yargılama yapılmadı diyemem” diyen Hilmi Paşa’nın “Ergenekon Terör Örgütü” için “Kasaptaki ete soğan doğrayamam, var da diyemem yok da diyemem” şeklindeki sözlerinden nasıl yararlanacaklar göreceğiz!.. Paşa “Ergenekon Davası”ndaki tanıklığı ile gerçekte “Balyoz Davası”nı çökertmişti. Sanırım bu yüzden olsa gerekir, “Balyoz Davası”nda tanıklık yapmasından özenle kaçındılar. Aksi halde Paşa’nın bir çuval inciri berbat etmesi işten bile değildi!.. Özel Görevli Mahkeme’de bol miktarda “tankları” ve “topları” bulunan zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın da dinlenmesi gerekirdi. Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ya konuşan Yalman’ın, “Darbeyi kim önledi” sorusuna verdiği, “Bilmem, Türk Ordusu tek kişi değildir. Tek Genelkurmay Başkanı da değildir. Ucuz kahramanlık kimseye yakışmaz. Türk Ordusu demek Kara Kuvvetleri Komutanlığı demektir. Hilmi Paşa’nın kaç tane tankı tüfeği vardı?” şeklindeki yanıt da başka bir gerçeği ortaya çıkartmış. Bu anlatıma göre, Kara Kuvvetleri envanterindeki silahları Genelkurmay Başkanı kendi emir ve komutası altında sayamıyor gibi. Bu duruma askeri disiplin içinde ne derler bilemiyorum ama garipsediğimi söylemeliyim. Öte yandan, Yalman Paşa’ya ikinci kez sorulan “Darbeyi siz mi önlediniz” sorusuna verdiği “Ben öyle demiyorum, iddianame öyle diyor” şeklindeki yanıtını ise, çok daha ilginç buldum. Bu nedenle mahkemede konuşmayan bu iki paşanın sürekli konuşmalarının yararına inanıyorum. Çünkü görünüşe göre, suçun işlenmesinde sanıkların elinde olmayan nedenleri yaratanlar onlardır!. O bakımdan onlara “Artık susun konuşmayın” deme yerine, “Dilediğiniz kadar konuşun” demek daha doğrudur. *** 6 Haziran tarihli WikiLeaks belgesinde; ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson’un gönderdiği “Erdoğan kendisine desteğin devamı halinde ABD’nin bir müttefiki olarak Ortadoğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir” şeklindeki bölümü okuyan Kılıçdaroğlu, “Kendi ülkesini, kendi ülkesinin çıkarlarını korumayan adama hain denir” diyerek, Erdoğan’ı hainlikle suçlaması üzerine, hakkında 100 bin liralık manevi tazminat davası açılmış. Oslo görüşmelerindeki tavrı ve Yeni Anayasa ile ilgili işbirlikçi tutumu yüzünden, parti içinde saygınlığı iyice azalan Kılıçdaroğlu’na karşı açılan bu dava Erdoğan’ın attığı can simidi gibidir!.. Ayrıca ABD de Kılıçdaroğlu’nun yapay muhalefetinden memnundur. O bakımdan kolay kolay ondan vazgeçmesi düşünülemez. Bunu bildiği içindir ki, şımarıklığa devam ediyor. Kılıçdaroğlu, 2013’te yapılacak yerel seçimlerde “ön seçim yapmayacağını” açıklaması ile göreve gelirken söylediği güzel sözlerin tümünü yalanlamıştır… “Parti içi demokrasiyi getireceği” vaadi ile CHP’lileri aldatan Kılıçdaroğlu’nun gerçek yüzü nihayet ortaya çıkmaya başlamıştır. Ön seçim yapılmamasını parti üye yapısının “sağlıksız” ve “kötü” olduğuna bağlayan Kılıçdaroğlu’na “CHP seçmeninin durumu nasıldır?” sorusunu kimse soramıyor!.. Metropoll’ün anket sonuçlarına göre, halka Gül ya da Erdoğan’dan hangisini istedikleri sorusu sorulmuş. Bu soruya CHP’liler arasında verilen yanıt şöyleymiş: yüzde 47,9 Gül, yüzde 4,6 Erdoğan ve yüzde 2 Kılıçdaroğlu. Kılıçdaroğlu, bu sonuçlara göre CHP seçmenine ne diyecek çok merak ediyorum. Bu insanlardan hangi yüzle yeniden oy istiyecek? İnsanda biraz utanma olur!.. BOP’un memuru Kemal Bey’in sözcüsü Hüseyin Aygün, şimdi de yeni bir cevher yumurtlamış: CHP kampının ikinci gününde “Ulusalcı, kafatasçılarla yürünmez” demiş. Kılıçdaroğlu ise CHP’de söylem birliği yok eleştirilerine “Her uzatılan mikrofona konuşursanız söylem birliği olmaz” diyerek daha da saçmalayıp Hüyesin Aygün’ü dahi yaya bırakmış!..Sanki konuşulmasa partide “söylem birliği” olduğu sonucuna ulaşılacaktı!.. Erdoğan’ı “hainlik”le suçlayan Kılıçdaroğlu, Oslo görüşmelerine destek vererek yurtsever olduğunu mu kanıtlıyor? Bu görüşmelerin sonunda varılacak olan yer; “özerklik” veya “federasyon” değil mi? Her ikisi de “Bağımsız Kürdistan”ın kurulması için bir aşamadır sadece. Devletsiz Uluslar ve Avrupa Ulusal Azınlıklar Derneği (Eurominority) ile Paris Kürt Enstitüsü’nün hazırladığı haritada Türkiye ikiye bölünmüş gösteriliyor. Oslo görüşmelerinin Türkiye’yi götüreceği yer bölünmüş bir Türkiye’dir. Bu süreci destekleyen Kılıçdaroğlu yurtsever oluyor da Erdoğan’ı hainlikle suçlayabiliyor!.. Hayret!.. Av. Cemil Can  http://cemilcan.gen.tr/ http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/
 
KAYBEDECEK VAKTİMİZ KALMADI!.. Av. Cemil Can
Üzerinde anlaşmaya varılan yeni Anayasanın 59 maddesini Meclis’ten geçireceksiniz de ne olacak? Kılıçdaroğlu, Başbakanın bu isteğini neden sahipleniyor? Herkes biliyor ki bu işten sonra, sıra üzerinde anlaşmaya varılmamış maddelerin “halkoyu”na sunulmasına gelecek…“Halkoylaması”ndan önce, iktidarın “evet”i mi muhalefetin “hayır”ı mı daha çok taraftar bulacak!… Yeni yapılacak halkoylamasının, 12 Eylül 2010′da yapılan halkoylamasındanne farkı olabilir? Y-CHP bu farkı hangi araçlarla nasıl yaratacaktır ki, oylamanın sonucu “hayır” çıkabilsin? Bütün bu soruların akla yatkın yanıtlarının verilmesi gerekir. Aksi halde muhalefet eliyle, AKP’nin önündeki BOP Programının anayasa aşamasına geçilmiş olur!..Y-CHP, tıpkı MHP gibi iktidarın bir koltuk değneği durumuna düşürülmüştür. CHP’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndaki üyesi Atilla Kart’ın, “ortak vatan”, “tek devlet” ve “eşit yurttaşlık” kavramlarını ortaya atarak, “Türk Milleti” kavramını sulandırmakla görevli olduğu ortaya çıkmıştır. Kılıçdaroğlu’nun bu komisyondaki gerçek sesi Rıza Türmen ile Atilla Kart’tır. Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran halka Türk Milleti denir açık tanımlamasına rağmen, “Türk” sözcüğünün bir ırkı tarif ettiği şeklindeki kasıtlı ve yanlış propagandaya inanılması için bu önerinin ortaya atıldığı tartışmasızdır. Aynı durum öğrencilerin okuduğu andın içerisinde geçen “Türk” sözcüğü nedeniyle andın kaldırılmasında da yaşanmıştır. CHP’nin “andımız”ın kaldırılmasına gerçekte bir itirazı yoktur. Öte yandan hükümetin Çin ile füze anlaşması yapılmasına herkesten önce, ABD’nin çıkarlarını korumakla görevli Erdoğan Toprak karşı çıkmaktadır. Erdoğan Toprak, Kılıçdaroğlu’nun gerçek sözcüsü durumundadır. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu da emperyalizmin çıkarlarını korumakla görevlendirilmiş bir Amerikan hayranıdır. Tıpkı MHP’nin Suriye tezkeresinde takındığı tutum gibi yapmaktadır… MHP, lafta tezkereyi eleştirip karşı çıkmış gibi yapmıştır fakat oylamada tam tersini yaparak, hükümete destek vermiştir. Demek ki, MHP görevini yapmıştır. Şimdi sıra Y-CHP’dedir ve ondan beklenen görev, yeni Anayasa’nın bir an önce halkoyuna sunulması için yoldaki taşları temizlemektir. Bu konuyu gündeme taşımak Y-CHP’ye verilmiş olan görevdir!.. Ana muhalefet tarafından iktidara en anlamlı destek, ancak bu şekilde verilebilir…Bu fikri doğrulayan en temel olgu, sözde “Demokratikleşme Paketi”nin açılmasından sonra takınılan tutumdur… Y-CHP, karşıdevrimin mimarlarından AKP milletvekili Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun, “ana dilde eğitim” ülkeyi bölünmeye götürür şeklindeki açıklamalarından sonra bile, ayaklarının üzerine kalkamamıştır!.. CHP kurumsal olarak Burhan Kuzu’dan çok geride kalmıştır. Kılıçdaroğlu bu paket için, “Bizim önerilerimizin kötü bir kopyası” diyebilmiştir. Böylece anlaşılmaktadır ki, Y-CHP yönetimi “Türk” ve “Atatürk” sözcüklerinden oldukça rahatsızdır!.. Demek ki, Y-CHP de “dar bölge sistemi” ile milletvekili seçimi yapılmasına razı gelmektedir. Bunun anlamı açıktır: AKP’nin gerekli oy desteğine sahip olmadan iktidarını sürdürmesi ve karşıdevrimini tamamlaması istenmektedir. Kabul etmek gerekir ki, Kılıçdaroğlu bu noktada oldukça gözü karadır…Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan hükümetlerine yönelttiği eleştirilerin tümü, danışıklı dövüşten farksız ve halkı yönetmek içindir. Nitekim, bu yöntemle hükümetin hiç bir icraatı engellenememiştir. Gerek parlamentoda gerekse parlamento dışında biteviye havanda su dövülmüştür… Ayrıca Y-CHP’nin, “ana dilde” eğitim yapılmasını kabul etmek suretiyle, bu topraklar üzerinde 18 ayrı dilde eğitim yapılabileceğine aklı yattığı anlaşılmaktadır… Açıktır ki, fiilen ülkeyi bölme anlamına gelen bu önerinin gerçek sahibi, Türkiye’yi bölmeyi kafasına koymuş olan ABD’dir. ABD’nin Türkiye elçisi Rıza Türmen, PKK’nın “özerklik” isteğini CHP adına kabullenmiştir… BOP’nin en önemli elemanlarının Y-CHP içerisinde olduğu defalarca kanıtlanmıştır. Emperyalizmin Türkiye’yi bölme isteği, uşakları tarafından aheste aheste Türk halkına benimsetilmek istenmektedir. Bu işi yapanların başında AKP hükümeti gelmektedir. İkinci sırada ise PKK vardır ve ardından Y-CHP ile MHP bu ihanet planında görev almış bulunmaktadır… “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” atasözü her gün yeniden bu sözde muhalif partiler tarafından doğrulanmış olmaktadır…“Dersimli” Kemal, Lüleburgaz’da Mustafa Kemal’in askeri, CHP Genel Merkezi’nde ise, Mustafa Kemal’in yurttaşı rolünü oynayarak halkı aldatmaktadır… Karşıdevrim, üst yapı kurumlarını tamamlayana kadar, Kılıçdaroğlu bukalemun gibi renk değiştirip, CHP tabanını oyalamaya devam edecektir… Genç Cumhuriyet’e ihanet eden Seyit Rıza ve Şeyh Sait’in CHP’yi ele geçiren torunları, dedelerinin intikamını almak için tıpkı onlar gibi düşmanla işbirliği içerisine girmişlerdir. Bu noktadan itibaren, CHP’nin geri alınması da oldukça zorlaşmış bulunmaktadır… Örgütsüz toplumun karşıdevrimi durdurabilmesi olanaksızdır. Bu nedenle Atatürkçü düşünceyi benimseyen Cumhuriyete bağlı gençliğin, bu yeni durumu tartışmaya başlayarak, gereğini yapmaları önlerindeki en acil görevdir… Bekleyerek, yeni gelişmelere göre tavır belirlemek asla doğru değildir. Zira bu şekilde kaybedilecek vakit, hayati öneme sahiptir ve kaybedilmekle iş işten geçmiş olabilir…Av. Cemi Can http://cemilcan.gen.tr/2013/10/kaybedecek-vaktimiz-kalmadi/
 
ESKİYE RAĞBET OLSA…Av. Cemil Can  
Yeni CHP Erdoğan’ın paketini beklemeden kendi paketini açtı. Erdoğan’ın paketinde yer alacağı kamuoyuna sızdırılan konulardan ikisini Kılıçdaroğlu sahiplendi… “Dersimli” Kemal, CHP tabanını sarsan sözleri ile gündeme gelen Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ile Sezgin Tanrıkulu’na, Kamer Genç’i de  arkadaş olarak ekledi… Bu üç milletvekili, Erdoğan’ın paketinde olacağına kesin gözüyle bakılan Tunceli ilinin adının “Dersim” olarak değiştirilmesi için yasa teklifi verdiler… Bu utanmaz arlanmaz herifler, yasanın gerekçesini; Tunceli’nin aynı zamanda 1937-38 askeri harekatının  adı olması ve bölge halkında çağrıştırdığı hatıraların negatif olmasına bağladılar…   Tekliflerinin gerekçesinde halkın  isteğinin de bu yönde olduğunu belirtmeyi ihmal etmediler!.. Halkın isteklerinin ne olduğunu nasıl da biliyor bu Y-CHP’liler!  Kaset komplosu  ile CHP’nin başına getirilen “Dersimli” Kemal,  bilgisi ve onayı ile verilen bu teklif için “ Doğrusu ben şunu arzu ederim; bölgede bir referandum yapılsın, bölge halkı istiyorsa Dersim olmasını, olsun” diyor… Bay Kemal, milletvekilleri gibi halkın ne istediğinden pek emin değil!..   Kemal Bey’e göre Erzurum, Erzincan, Malatya ve Bingöl’ü de kapsayan “Dersim”,  sanki  ayrı bir devlet gibi!.. Yerleşim yerlerinin adının ne olduğuna,  bölgede yaşayanlar karar verecekmiş.  Sanki diğer yerleşim yerlerinin adlarını oralarda yaşayanlar vermiş gibi!.. Nedense  “Dersimli” Kemal’in aklına bu tür konuları 76 milyonluk  Türk halkına sormak gelmiyor!..   Kemal Bey’e sormak lazım; madem ki,  Tunceli’nin adı “Dersim” olarak değiştirilerek, eski adlara dönülecek, neden Tunceli adının “Munzur”,  Nazimiye İlçesinin ise   “Kızıl Kilise” olarak değiştirilmesini  önermiyorsun?.. Belli ki, onun derdi  “eski” ile değil, Atatürk ve İnönü ile…   “Dersimli” Kemal’in mensup olduğu Kureyşen aşireti,  önder olarak kabul ettikleri Seyit Rıza ile birlikte, genç Cumhuriyet’e baş kaldıran asilerin önde gelenlerindendi. (1) Kemal’in kuyruk acısı biraz da bu yüzden olsa gerekir… Çocuklarını askere göndermemek ve vergi vermemek gibi imtiyazlar elde etmek için, isyan eden bu feodallere karşı,  girişilen haklı ve yerindeki askeri harekatın adı olan Tunceli, daha sonra Munzur’a isim olarak verildi… İşte Kemal Bey, Tunceli isminden bu nedenle rahatsızdır!.. Atatürk’ün koltuğuna oturduktan sonra, Cumhuriyet’ten intikamını bu şekilde almak istiyor!.. Yoksa 1948 doğumlu olan Kemal’in  yaşadığı bir şey yok ki, “negatif” bir anısı da olsun!..   CHP Sözcüsü Haluk Koç’un, Tunceli’nin adının “Dersim” olarak değiştirilmesinin tartışılmasını,  Cumhuriyet’in değerlerinin tartışıldığı anlamına gelmediğini söylemesi beyhude bir çabadır… Zaten onun beyanını da kimsenin ciddiye aldığı yok!..   Tam da bu gelişmeler yaşanırken, Başbakan CHP’yi terör örgütleri ile işbirliği yapmakla suçluyor. AKP Genel Merkezi ile Polisevi’ne roketatarlı saldırı yapan örgütle, CHP’nin Taksim’de kol kola eylem yaptığını ileri sürüyor. “Dersimli” Kemal,  en kanlı terör örgütü PKK ile işbirliği içerisinde olan Erdoğan hükümetinin olduğunu söyleyemiyor!..Çünkü  kendisine, “açılım”ı destekleme görevi verildi… Sürece zarar verir diye PKK’ya terör örgütü diyemiyor!.. Hüseyin Aygün ile Erdoğan’ın ağız dalaşı tipik bir kayıkçı kavgasıdır…   CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, ABD ziyaretinde “Türk halkının Erdoğan’dan daha iyisini hak ettiğine yönelik mesaj aldık” demiş… Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu ise, ziyaretle ilgili, “Türkiye’nin içindeki gelişmeler bağlamında da şimdilik herhalde biraz saklı tutmamız gereken değerlendirmeler oldu” diye konuşuyormuş… Bu ifadelerden, Erdoğan’dan daha “iyi” olanın Kemal Kılıçdaroğlu olduğu sonucunu çıkartmamız isteniyor. İyi de  ABD  “iyilik” ölçüsünde  Türk halkının değil, ABD’nin çıkarları önde tutulmuştur… ABD’ye göre en iyisi Kılıçdaroğlu olabilir, bize göre değil!..   ***   Çekmeköy Sanayici ve İşadamları Derneği’nin düzenlediği toplantıda konuşan Kılıçdaroğlu, 20-25 yıllık enerjimizi türban konusuna ayırdığımızı söyledikten sonra,  “Şapka Kanunu var değil mi? Uygulanıyor mu? Hayatın gerçeğinden koparıyoruz Türkiye’yi” diyerek,  peşinen AKP’nin “demokratik çözüm paketi”nde yer alması beklenen bazı devrim kanunlarının kaldırılmasına muhalefet etmeyeceğinin işaretini verdi… Altında Atatürk ve İnönü’nün imzası bulunan her konu Cumhuriyetin bir değeridir ve CHP için dokunulmaz sayılır… Asıl onlara dokunulmakla hatıralar zedelenir!.. Kılıçdaroğlu bu konuda da hükümetin önünü açmaktadır, işbirlikçidir!..   Başbakan Birlik Vakfı’ndaki konuşmasında AK gençleri “Barbarlık karşısında pısmayın” diyerek, gerektiğinde şiddete başvurmalarına icazet vermiş!.. Çarşı‘yı itibarsızlaştırmak için kurdukları “1453 Kartalları” ilk eylemlerinde deşifre oldu. Anlaşılan, toplumsal olaylara müdahale görevini AK gençlik yerine getirememiş! Bunun için ücretli yeni bir teşkilat kuracaklarmış. AKP’nin “ileri demokrasi”si böyledir işte. F tipi polise ilaveten, bir de polis yetkileri ile donatılacak imam hatipli 10 bin militan… AKP’nin SS’leri, üniversitelerde görev yapacakmış!.. Karşı devrimin palalı, sopalı bu “muhafızları”,  çağdışı yasalardan alacakları  yetkiyle çok can akıtacak!.. “İki kişiden biri” bu gelişmelere ne diyor acaba!..   Av. Cemil Can   DİPNOT:   (1)   http://www.navkurd.eu/index.php?option=com_content&task=view&id=1250&Itemid=84
 YALAN SÖYLENEN HALK HAKARETE UĞRAMIŞ SAYILIR!..Av. Cemil Can   Reyhanlı’daki saldırıda yaşamını kaybeden vatandaşlarımız için Başbakan Erdoğan’ın “53 sünni vatandaşımız şehit edildi” ifadesini kullanması bilinçli bir tercihtir. Bu durum Başbakanın Gezi Parkı direnişinden sonraki beyanları ile açık seçik ortaya çıkmıştır. Kullanılan bu bölücü dil karşısında Erdoğan’ın planını bir tek Aleviler bozabilir! Mezhepçilik üzerinden yapılan siyasetin en etkili panzehiri laikliği savunmaktır. Alevilerin ısrarla bu çizgide savunma yapmaları şarttır. Aksine Sünniliğe karşı Alevi mezhebini öne çıkarmak, hakim durumda olan Sünni mezhebiazgınlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Siyasal İslam olarak bilinen örgütlü yapı, Sünni mezhep içerisinde yuvalanmıştır. Alevilerin, “Alevicilik” yapmaları halinde, Sünnilerinlaiklik karşıtı eylemleri sıradanlaştırılır ve meşruiyet kazanır!.. Bu önemli nokta asla akıldan çıkartılmamalıdır!..   Başbakan’ın, yurttaşların en demokratik hakkı olan düşünceyi ifade etme özgürlüğünü kullanmalarını, hukuka aykırı olarak bastıran polisleri(ni) “Destan yazmakla” övmesi ve bir emniyet amirinin göstericileri Çanakkale’yi geçmeye çalışan düşman kuvvetlerine benzetmesini asla unutamayız! Polisin orantısız güç kullanmaktan, insanlık dışı muameleye doğru hızla kayması ve hükümetin hukuk dışına çıkan polisleri açıktan 24 maaş ikramiye ile ödüllendirilmesi herşeyi ortaya koymaktadır. Hedef gözeterek insanlara ateş eden polisleri görevden almak şöyle dursun, onları “meşru müdafaa” çizgisinde başbakan yardımcısının savunması ise, anlaşılabilir bir tutum değildir. Daha da kötü olan, hükümet tarafından yapılan bu savunmalara, mahkemelerin itibar ederek, şüphelileri serbest bırakmasıdır!Bağımsız olması gereken yargının ne hale geldiğini bu olay bile tek başına göstermeye yeter. Ne yazık ki, iktidar eliyle “benim polisim” yanında “benim savcım” ve “benim yargıcım” da yaratılmıştır. Bundan böyle, her türlü bölücülüğün iktidar eliyle yapılabileceği günleri yaşamaya başlayacağımız anlaşılmaktadır!..   Tayyip Erdoğan’ın taktiği, ayağa kalkan kitleler içerisinden AKP tabanını çekip alarak, kemikleştirmek olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle AKP’ye oy veren seçmenlerin çocuklarının sokak eylemlerine karışmaları ve “çapulcu” nitelemesini benimsemeleri, iktidar açısından tehlikeli bir sürpriz olacaktır. Böyle bir durumda eylemci gençliği, aileleri yoluyla kontrol altında tutmak oldukça zordur. AKP seçmeninin çocuklarının da içerisinde bulunduğu bir protesto eylemi düşünün. Hükümetin düştüğü gün o gündür işte! Böyle bir gösteriyi şiddet yolu ile bastırmayı ise hiç bir hükümet göze alamaz!.. Erdoğan ve kurmayları bunu bildiği için bölücü dil kullanarak kendi tabanlarını kontrol altında tutmayı tercih etmişlerdir…   Bu nedenle olsa gerekir, hükümetidir hiç tereddüt etmeden yalana başvurabilmektedirler. “Camide içki içilmesi, bayrağın yakılması ve türbanlı gelinin üzerine işenmesi” yalanları, hep bu amaçla üretilmektedir. Her söylenen yalanı, bir kaç gün içerisinde görüntüleriyle birlikte kanıtlanacağını söyleyen Başbakan, bu sözünü bir türlü yerine getirememektedir. Yabancılar için hazırladıkları sunumlar yüzünden, iyice rezil olmuşlardır. Buna rağmen, iç kamuoyunu aldatmak için, aynı yalanları ısrarla sürdürmektedirler. Hükümetin sahte kanıt üretme birimi ise bu kez işe yaramamıştır. Bundan böyle, toplumsal olaylarda sahte kanıt üretmek, artık öyle kolay olmayacaktır. Zira polisin kaydettiği görüntüler, aynı zamanda basın mensupları ve göstericiler tarafından da kayıt altına alınmaktadır. İktidarın yalan üretim merkezleri iftiralarını bu nedenle kanıtlayamamaktadırlar. İktidar ve yandaşları, iftira ve yalan konusunda o kadar ileri gitmişlerdir ki, Taksim’de namaz kılan Anti kapitalist Müslümanların bile, inançlarını sorgulama hak ve yetkisini kendilerinde görebilmişlerdir…   Yalanlarla asıl kandırılmak istenen AKP seçmenleridir!..   Kendi tabanını bu kadar aşağılayan ve zekasıyla alay eden bir hükümet bugüne kadar görülmemiştir!.. Anlaşılmaktadır ki, iktidarın bütün hesabı; kendini muhafazakar ve dindar olarak tanımlayan gençliği, “kindar” hale getirmek ve o çizgide tutabilmektir… Kindar insanlar akıl ve mantıkları ile değil, duyguları ile hareket edeceğinden, iktidarı protesto edenlere karşı bir tek bu yapıdaki insanlar kullanılabilirler. AKP’nin muhaliflerine karşı geliştirdiği strateji bu kadar basittir işte!.. Kabul etmek gerekir ki, bu stratejiye karşı en ağır darbeyi Gezi Parkı direnişine katılan ve Taksim’de namaz kılarak bir ilki gerçekleştiren Anti kapitalist Müslümanlar vurmuştur!.. *** Öte yandan, unutmamak gerekir ki, baş “akil adam” Ricciordane’nin, Van’dan Hakkari’ye geçerken “Açılımı yüzde yüz destekliyoruz” demesi, diplomatik teamüllere asla uymayan bir tutumdur. Ülkemizin bölünmesi anlamına gelen düşmanca bir projenin, ABD eliyle topraklarımız üzerinde uygulamaya konulması ve işin içerisine doğrudan elçilerinin sokulması, haklı olarak “devlet nerededir?” sorusunun sordurulmasına neden olmaktadır!.. İçişlerimize doğrudan müdahale anlamına gelen bu geziyi, ana muhalefet partisi CHP’nin görmezden gelmesi ise düşündürücü olduğu kadar hüzünlüdür!..   AKP’nin sayesinde İsrail’in NATO’ya üye olması ise, AKP’nin temsilciliğini yaptığı geleneksel İslamcı çizgi açısından tam bir teslimiyettir. “One minute” ve “Mavi Marmara” olayları üzerine tırmandırılan krizin, muhafazakar kesimleri aldatarak, oylarını çalmak amacı ile yapıldığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Artık İsrail’e karşı yapılan her saldırı, Türkiye’ye karşı yapılmış kabul edilecek ve buna göre karşılığını alacaktır… Bu durumun da mimarı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP hükümetidir!.. Bundan böyle, Yahudilerle aynı ittifak içerisinde yer alacak olan Türkiye, Müslüman Arap halklarına kan kusturulmasında aktif bir rol üstlenecektir!.. Erdoğan’ın yere göğe sığdıramadığı, Avrupa Birliği ve ABD tarafından terör örgütleri listesine alınan HAMAS (2) ise, artık düşman taraftadır! AKP’nin vaktiyle Suriye ile kurduğu “dostluk”, HAMAS ile tekrar edeceğe benzemektedir! “Müslümanlığı” savunduğu için muhafazakar kesimlerin desteğini alan AKP, bundan böyle savunduğu fikirlerin tam tersini yapmak zorunda kalacaktır. Müslümanlara karşı savaşmak ve Yahudileri savunmak çok kolay olmayacaktır tabi!.. Tayyip Erdoğan ile dost olmak, işte bu kadar basit, sıradan ve tehlikelidir!..   Sadece bu olay nedeniyle “iki kişiden biri”nin nasıl kullanıldığı çok net olarak görülebilmektedir…   “Sivri sinek saz” her zaman anlayanadır… “Davul ve zurna” yerine geçecek olan ise şimdilik tencere ve tavalarımız vardır!..   Av. Cemil Can   DİPNOTLAR:   (1)http://www.radikal.com.tr/politika/erdogan_reyhanlida_53_sunni_vatandasimiz_sehit_edildi-1137612   (2) http://tr.wikipedia.org/wiki/Hamas  
 
ÖYLE KOLAY MI SÖZCÜKLERİN ANLAMINI DEĞİŞTİRMEK!..Cemil Can
DÜŞÜNCEYİ İFADE ETME ÖZGÜRLÜĞÜ” KAPSAMINDA GÖSTERİ YAPAN YURTSEVERLERİ, BAŞBAKAN “ÇAPULCU” OLARAK NİTELEDİ. BAŞBAKAN “DERSİM SOYKIRIMI YALANI” İÇİN SEYİT RIZA’NIN YANDAŞLARINDAN ÖZÜR DİLEDİ AMA “ÇAPULCULAR”DAN DİLEYEMİYOR!..BU NEDENLE HER GEÇEN GÜN ARTARAK GELİŞEN TEPKİLERİ YATIŞTIRMAK İÇİN  TÜRK DİL KURUMU’NU  SAHAYA SÜRDÜLER!…   AKILLARINA İLK GELEN  “ÇAPULCU” SÖZCÜĞÜNÜN ANLAMINI DEĞİŞTİRMEKTİ. BÖYLECE BAŞBAKAN O SÖZCÜĞÜ “TALAN YAPAN” ANLAMINDA KULLANMIŞ OLMAYACAKTI!..   ÇÜNKÜ “TALAN” SÖZCÜĞÜ TARTIŞMAYA BAŞLANILIRSA, KAMU KAYNAKLARINI TALAN EDENLER DE BİR BİR DEŞİFRE EDİLEBİLİRDİ!.. UCU YİNE İKTİDARA DOKUNUR DİYE BUNU GÖZE ALAMADI HÜKÜMET!..   “ÇAPULCU” SÖZCÜĞÜ  TEHLİKELİ BİR SÖZCÜK GERÇEKTEN!..   BU SÖZCÜĞÜN TARTIŞILMASI İLE HAKSIZ YERE “RANT” ELDE EDİLEN BÜTÜN FAALİYETLER DE SORGULANABİLİRDİ!..   BU NECİP MİLLET, RANTÇILARIN KİMLER OLDUĞUNU VE KİMLERİN KORUMASI ALTINDA DEVLETİ TALAN ETTİKLERİNİ ÖĞRENİRDİ…   O BAKIMDAN, SÖZCÜĞÜN ANLAMINI DEĞİŞTİRMEK EN PRATİK ÇÖZÜM OLARAK KALDI ELLERİNDE. İKTİDARIN İŞ BİTİRİCİ BİTİRİMLERİ DE BUNU YAPTILAR!..   AŞAĞIDAKİ BİRİNCİ FOTOĞRAF, TDK‘NIN KİTAP OLARAK BASILAN SÖZLÜĞÜNÜN İLGİLİ SAYFASIDIR. İKİNCİ FOTOĞRAF  İSE, İNTERNET ORTAMINDAKİ SÖZLÜKTE YAPILAN ARAMANIN SONUCUDUR!..   FAZLA YORUMA GEREK YOK HER HALDE!..   DOĞAL OLARAK ŞİMDİ DE TDK YETKİLİLERİNİN,  “BAŞBAKANIN ÖZÜR DİLEYEREK KAPATABİLECEĞİ BU TARTIŞMAYI NEDEN BÖYLE BİR YOLA TEVESSÜL EDEREK UZATIYORSUNUZ?” SORUSUNA YANIT VERMELERİ GEREKİYOR…   VERMİYORLAR!..   KEM KÜM EDEN BİLE YOK ARALARINDA!..   BAŞBAKANIN İNADI ONLAR İÇİN BU KADAR ÖNEMLİDİR YANİ!..   ATATÜRK’ÜN KURDUĞU VE TÜRK DİLİNİN GELİŞMESİ İÇİN FAALİYET GÖSTERMESİ GEREKEN BU KURUM, AKP’NİN YÖNETİME GELMESİNE  KADAR SON DERECE  BAŞARILI ÇALIŞMALAR YAPMIŞTI…   ŞİMDİ O DA DİĞER KURUMLAR GİBİ AKP’Lİ KESİLDİ BAŞIMIZA!..   İSTER MİSİNİZ SOKAĞA İNEREK PROTESTOLARI DA YÖNETSİN!..   AKP İKTİDARI ZORA GİRMESİN DİYE DAHA NELERİ DEĞİŞTİRMEYİ GÖZE ALDILAR BİLMİYORUM. VARIN BUNLARI DA SİZ TAHMİN EDİN!…   BU SON YAPILAN ZEKA ÜRÜNÜ DEĞİL,  TÜRK HALKININ ZEKASI İLE ALAY ETMEKTİR!…   YAKIŞIR MI O YAKIŞIR!. *** CUMHURİYET GAZETESİNDEN UTKU ÇAKIRÖZER BUGÜNKÜ KÖŞE YAZISINI ŞÖYLE BİTİRDİ:   “İŞTE BU YÜZDEN ŞİMDİLERDE BAŞTA KILIÇDAROĞLU OLMAK ÜZERE TÜM CHP’LİLER, BU TARİHİ DİRENİŞİ GERÇEKLEŞTİREN GENÇLİĞİ, ERDOĞAN İLE MÜCADELEDE ARKALARINA TAKACAK ÜÇ BEŞ KELİMELİK ETKİLEYİCİ BİR SLOGAN ARAYIŞI İÇİNDE…”   CHP‘Lİ DOSTLARIM BOŞUNA UĞRAŞMASINLAR! ARADIKLARI SLOGAN:”MUSTAFA KEMAL’İN  ASKERLERİYİZ!..” OLARAK ZATEN VAR…   BU  SLOGAN KİTLELERİ KILIÇDAROĞLU’NUN PEŞİNE TAKMAK İÇİN YETERLİ!..   AMA ÖNCE ONUN TARAFINDAN BENİMSENMELİ…   SOKAKTAKİ EYLEMCİLERİN ÜÇ BEŞ KELİMELİK “ETKİLEYİCİ” SLOGANLARLA CHP’NİN PEŞİNE TAKABİLECEĞİNİZİ DÜŞÜNMEK, YURTSEVERLERİN ZEKASIYLA ALAY ETMEK ANLAMINA GELİR!..   Y-CHP YÖNETİMİ GENÇLİĞİ  HİÇ Mİ HİÇ TANIMIYOR BELLİ!..   CHP YÖNETİMİNDEN SOROSCU-TESEVCİ EKİP UZAKLAŞTIRILMADIKÇA, SLOGANLARA  VE ONLARA  KİMSE İNANMAZ!..   HALEP ORADAYSA ARŞIN BURADADIR BEYLER!..   YAŞAYIP BİRLİKTE GÖRECEĞİZ…   SOKAKTAKİ MUHALEFETİ ANLAYAMAYAN VE YÖNETEMEYEN BİR ANAMUHALEFET, İŞTE BÖYLE OLUR… SOKAĞIN PEŞİNE TAKILMAK ZORUNDA KALIR…   19 MAYIS’TA SIHHİYE’YE GELMEYİP, AYRI BAŞ ÇEKMEKLE OLMUYOR BU İŞLER… DUVARA TOSLADIĞINI BİLE ANLAYAMAYAN KAFALARI KİMSE ÖNÜNE GEÇİRMEZ!..   BÖYLE GÜNLERDE, ANA MUHALEFET CUMHURBAŞKANINA KOŞMAZ!..   SOKAĞA İNER VE KİTLELERE ÖNDERLİK EDER…   ANA MUHALEFET,  HÜKÜMETİ DÜŞÜRMEK İÇİN BİR PLANA SAHİP OLMAYINCA, DOĞAL OLARAK HALKI YATIŞTIRMAK GÖREVİNİ ÜSTLENİR…   SADECE BÖYLE İŞLERE KAFA YORAR!..   KILIÇDAROĞLU, MUHALEFETTE KALMANIN ÖTESİNDE BAŞKA BİR İDDİASI OLMAYAN ISMARLAMA BİR LİDERDİR!..   ZATEN DAHA ÖNCE DE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE CEMAATİN ADAYI OLAN ABDULLAH GÜL’E OY VEREBİLİRİZ DEMEMİŞ MİYDİ?..   HATALI ŞEYLER SÖYLÜYORSAM EĞER, BENİ YALANCI ÇIKARIN!..   BEKLİYORUZ SİZLER, ÜÇ BEŞ KELİMELİK  SLOGANLAR BULUP, DÜŞÜRÜN BU ZALİM İKTİDARI!..   SOKAĞA İNECEKSİNİZ SOKAĞA,  BEYLER!..   ÖYLE TANDIRIN BAŞINDA OTURUP, SALI GÜNLERİ FETVA VERMEKLE YÜRÜMÜYOR BU İŞLER!..   SOKAK SLOGANLA YÖNETİLEMEZ!..   BU KEZ “ATATÜRK’ÜN YURTTAŞLARI” OLMA YERİNE. “MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİ” OLMAYI DENEYECEKSİNİZ!…Çapulcu Cemil Can
 
SÖYLEYECEK ÇOK SÖZ VAR!.. Av. Cemil Can
Yalana sığınan hükümet gidicidirHükümet gerilimden medet umuyor! Şimdi de karanfillere biber gazı ve plastik mermi sıktılar. Her zamanki gibi olayların arkasında “dış bağlantı” arıyorlar. Zira olaylarda CHP’nin aktif rol aldığı iddiaları pek tutmadı. CHP’liler ise pasif davrandığı için parti yönetimine kızgın… MHP hükümetin emrinde zaten. Buna rağmen, gösteriler durmuyor. Erdoğan’ın ne kadar zor durumda olduğunu bu tablo göstermeye yeter. Kim ne derse desin, Erdoğan’ın Afrika gezisi sırasında hükümet kanadından gelen “Şiddete bulaşmayan göstericiler yurtseverdir”, “İşleri çığırından çıkartan polisin gazlı müdahalesidir” saptamaları, AKP’de ciddi bir çatlak yarattı…   Hazret gelir gelmez, işleri tersine döndürdü!… Daha önce Ergenekon tertibini protesto edenler için kullandığı “marjinal-terörist” sıfatını, şimdi Taksim Gezi Parkı Direnişi’ne katılanlar için kullanmaya başladı. Aklınca gösterilere katılanların sayısını azaltacaktı. Tam tersi oldu tabi. Halk yine alanları doldurdu. Başbakan’ın “evlerine zorla tıktığımız yüzde elli var” diyerek, iç çatışma çıkaracağı tehdidini de savurdu. O da yemedi… Göstericiler için son olarak; “Camide içki içtiler, Ankara’nın ortasında bayrağımızı yaktılar, kucağında 6 aylık çocuğu olan gelinimi tartaklayıp, üzerine işediler!?” yalanına başvurdu!? Allah’tan bu sözlerine AKP’ye destek verenler dahil kimse inanmadı!.. Anlaşılan, “iki kişiden biri” Başbakan’ı dinlemiyor artık!   Başbakan’ın, Gezi Parkı’ndakiler için “Her durum orada meşru, büyük abdestlerini de orada yapıyorlar…” sözleri üzerinde,  neyse ki, kimse fazla durmadı!..  Başbakan’ın “ durum” sözcüğü ile neyi kastettiğini çok iyi biliyorum!.. Ne de olsa bu ülkenin Başbakanı, dost var düşman var, o nedenle  onu demiyorum!..   AKP sonunda gösterilere karşı gösteri, kartını da ileri sürdü.  Erdoğan’ın, “10 bin kişiye karşı 1 milyon kişi toplayabilirim” sözlerinin palavradan ibaret olduğu; Sincan, Kazlıçeşme ve Kayseri mitingleri ile ortaya çıktı… AKP’ye oy veren türbanlı kızlar, beklendiği gibi 4 çeker ciplerinden inip, bu mitinglere iştirak etmediler. AKP’li delikanlılar da işadamıydılar; işleri başlarından aşkın olduğu için Erdoğan’ın peşine düşemediler… Çünkü, hepsinin de kaybedeceği bir şeyleri vardı!.. Kaybedecek bir şeyleri olmayanlardır Taksim’dekiler!..   Bu arada dikkatimi çekti; acaba Abdullah Gül, neden mesajlarını Rize’den, Recep Tayyip Erdoğan ise Kayseri’den veriyor?… Bayram değil, seyran değil, Abdullah Gül’ün Rize’de ne işi olabilir?  “Hiçbir devletin şiddete müsaade etmediğini” söylemek için illa da Rize’ye mi gitmek gerekiyor? Acaba Gül, bu konuşması ile “devlet”i öne çıkartıp, Gezi Parkı direnişçilerini linç etmek isteyen Rizelileri mi uyardı?..   Merak etmeyin, Başbakanın  karşı karşıya getiremediği halkı,  “Rize Dükalığı” karşı karşıya hiç getiremez!..   2.) Bu faturayı da polisler ödeyecek   Hedef göstererek, gaz fişeğini ateşleyen gecekondu kökenli polis memurlarına ne demeli? Gezi Parkı Direnişi’ne destek verenlere “orantısız güç kullanma” ile başlayan şiddeti; giderek “insanlık dışı muameleye” dönüştürdüler!.. Sonunda faturanın, kraldan fazlı kralcı kesilen ve iktidarın gözdesi olmaya çalışan bu polis memurlarına çıkacağı kesindir!.. ABD’de eğitim görmüş Emniyet İstihbarat Dairesi’nin başındaki amirleri, şimdi neredeler ve hangi görevi yapıyorlar? En gizli ve önemli görevleri yapan bu zatlar, makamlarını bile koruyamadılar. Bu kadar kör olabilir mi insan? Bu çıplak gerçeğin karşısında; binlerce işsiz lise mezunu arasında iş bulabilen ve başka hiç bir vasfı bulunmayan, arkasını dayayacağı bir dayısı da olmayan bu sıradan polis memurları, yerine getirdikleri “hukuka aykırı emirler” sonucu işlenen suçlardan nasıl korunacaklar? Yaşadığımız deneyimler gösterdi ki, siyasilerin isteklerini yerine getirirken, yasaları çiğneyenler, eninde sonunda yalnız kalmaya ve hesap vermeye mahkumdurlar!.. Çünkü bu emirleri veren siyasiler, kendilerini kurtarmak için öncelikle onları suçlayacaklardır!..   Halka hizmet yerine, siyasete hizmet edenler, belki geçici bir süre içerisinde avantajlı bir konum elde edebilirler. Ne var ki, kısa süre içerisinde kullanılıp atılan mendil durumuna düşecekleri tartışmasızdır. Zira hiç bir iktidar sonsuz değildir. En güçlü iktidarlar bile, günü geldiğinde çekip gitmek zorundadır!.. Kalıp hesapları verecek olanlar sıradan memurlar olacaktır. O halde sığınılacak yer, siyasi iktidarlar değil, daima hukuk olmalıdır… Bu nedenle de TOMA’lı ve akrepli polisler, hukuku hukuk olmaktan çıkartmamalıdır!..   Çok şükür, devlet gibi vatandaş da teknolojiden yararlanmaya başlamış. Artık, hedef gözeterek gençlere ateş eden gaz tüfekli polislerin görüntüleri, basın mensupları gibi göstericiler tarafından da kayıt altına alınıyor! İktidarın zora düştüğü an, polis memurlarını feda ederek kendini koruma altına alacağı sır değil… Kanıtlar herkesin elinde var artık. Eskiden olduğu gibi, deliller kayboldu veya görüntüler bozuldu mazeretleri ile kurtarmak olanaksızdır…   3.) Kendini aşağılatan tuhaf bir milletiz   AKP destekçisi bir gazeteci; “Başbakan aşağılanmış bir kesimi temsil ediyor” demiş…  Zaman zaman benzer sözleri Başbakan da etmiş. “İmam-Hatipli olduğumuz için bizi aşağıladılar” sözlerini defalarca söylemiştir… Bütün bu söylemin hedef kitlesi, hiç kuşku yok ki, kendilerini “aşağılanmış” hisseden kesimlerdir… Bunların sayısal tutarı, kayda değer olmalı ki, Başbakan en kritik anlarında bile, bu kesime mesajlar göndererek, onları çantada keklik durumuna getirmek istiyor!.. Şimdi size esaslı bir soru: Ülkemizde nerdeyse 60 yıldır kesintisiz olarak iktidar olan sağ görüşteki siyasi partiler olduğuna göre, kendilerini aşağılanmış kabul eden kesimleri, kim aşağılamış olabilir ki!..  Asıl aşağılık davranış; dayandığı kesimi aşağılayıp, sonra da bu durumdan “mağduriyet” çıkartarak istismar etmektir!..   4.) Bağımsız Türkiye 60 yılda ne hallere gelmiş   Hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik, “Bunlar ABD senaryosudur. Apolitik gençlik politize edilmiştir” demiş… Pardon ama, AKP kimin senaryosuydu acaba? Ergenekon tertibini kimler planlamıştı?..   Başbakan, Kayseri’de düzenlenen “Milli İradeye Saygı” mitinginde yine saygısızlık yapmış! Yardımcısı Arınç’ın, yurtsever olarak nitelediği, Taksim Gezi Parkı Direnişi’ni destekleyenlere “kukla” ve piyon” demiş… Gören Allah için desin, AKP’nin MYK toplantısı sırasında, ABD elçisinin genel merkez binasına  gelerek, talimatlar vermesini içine sindirenler ve  iç işlerime karışıyorsunuz sitemine karşılık, “Bu içişlerine müdahale değildir, aynı klubün üyesiyiz,  uyarılarımızı yapmak hakkımızdır” sözlerine karşılık sesini yükseltemeyenler, kukla veya piyon değil de direnişçiler mi piyon oluyor?…   5.) “Bağımsız Kürdistan” ve Y-CHP   Apo’nun direktifi ile AKP’nin himayesinde Diyarbakır’da gerçekleştirilen “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm” adlı konferansın sonuç bildirgesinde: “Kürdistan halklarının kendi tercihleri ile statülerini (özerklik, federasyon, bağımsızlık olarak) belirleme hakkına sahip olduğu, Kürdistan halklarının kendi kaderini tayin hakkının sadece Kürdistan halkının kararına ve onayına bırakılması üzerine ortaklaşılan bir ilke olduğunun kabul edilmesi ve Kürdistan’ın bir statüsü olmadan Kürt sorununun nihai olarak çözülemeyeceğini karar altına almıştır” denmektedir…   Bu sözleri ilk defa duyuyor değiliz. PKK’nın izlediği siyaset; ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne endekslidir ve nihai hedefleri, topraklarımız üzerinde “Bağımsız”            bir kukla devlet kurmaktır. Bu nedenle de Kürtlerin, ABD’nin talimatlarına göre hareket etmesini kanıksadık. “CHP’nin bu proje içerisinde yeri neresidir?” sorusunun yanıtı parti programında yazılıdır. Programa göre, CHP üniter devletten yanadır. Parti yönetimi, BDP’liler tarafından ele geçirildikten sonra, ne parti programını değiştirmişler ne de programa uygun söylem geliştirmişlerdir!.. Yukarıda özetlenen “karara” karşı, Y-CHP’nin söylediği bir tek  sözcük yoktur…  Y-CHP, sanki böyle bir konferans yapılmamış ve bu karar alınmamış gibi davranarak kimi aldatmaya çalışıyor?..   Gündem böylesine önemli konular ile dolu iken, MYK’da Taksim Gezi Parkı eylemlerine katılan gençlerle “diyalog” kurma yollarını belirlemek için bir “Gençlik Çalıştayı” düzenlenmesi  tartışılıyor!.. Gençleri kazanmak için ciddi bir girişim yok tabi… Varsa yoksa kasaba politikacığı ve  oy avcılığı!.. Akıllarınca “çalıştay” ile direnişçi gençleri, CHP’ye monte edebilecekler… CHP Gençlik Kolları, Gezi Parkı Direnişi’nin neresinde yer aldı da şimdi o gençler, CHP Gençlik Kolları’nın peşine düşecekler?.. Anlaşılan Bay Kemal, orantısız zeka ile  hiç karşılaşmamıştır!..   CHP’nin Gezi Parkı eylemlerine kurumsal anlamda bir katkısı olmamasına rağmen, Başbakan “Ama ana muhalefet de bunun hesabını verecek. Yeri gelince onun da hesabını soracağız”  diyerek, “duran adam” eylemleri ile bile CHP’yi ilişkilendiriyor… Bu kadar harika bir fırsatı Y-CHP’nin korkak, pısırık ve çapsız yönetimi maalasef değerlendiremedi… CHP bu eylemleri, -suç teşkil eden münferit olaylar hariç- ana ekseni itibariyle iktidara karşı bir başkaldırı olarak kabul edip, sahiplenmelidir!.. Varsın bu nedenle iktidar ana muhalefeti suçlayıversin… Ancak o zaman, CHP kitlelere güven verebilir ve iktidar alternatifi olduğuna halkı inandırabilir…    6.) Bağımsız yargı sizlere ömür   Başbakan, “Yargıdan da üzerine düşeni yapmasını bekliyorum” diyerek, habire yargıya talimat yağdırıyor!.. Bu arada Gezi Parkı Direnişi ile ilgili “yürütmenin durdurulması kararı”nı veren İstanbul İdare Mahkemesini de fırçaladı hazret!..   Ne yalan söyleyeyim; yıllardır içerisine girmek için olmadık tavizler verdiği Avrupa Parlamentosu‘nun  “kararını tanımıyorum”   demesi, bayağı bir hoşuma gitti!..  Aynı resti ABD‘ye de çekse, bu sefer oyumu ona verebilirim!..   7.) Demokrasi sadece “sandık” değildir   Demokrasiyi “sandık” sananlar; Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da sandıkların gelmesini beklemeden meşruiyetini yitiren iktidarları devirdiler! AKP’liler de bu eylemlere var güçleri ile destek olmuşlardı. Hatta Başbakan, Tahrir Meydanı’nda Araplara “Laiklikten korkmayın” öğüdünü de vermişti! “ Demek ki, iktidar sadece “sandık” demek değilmiş!. “Meşru” da olmak gerekiyor!..   İktidarlar, vazgeçilemeyecek bazı temel hak ve özgürlüklere dokunmakla meşruiyetlerini kaybedebilirler… Kendileri gibi düşünmeyenleri cezalandırmaya kalkışmaları halinde de durum aynıdır!..  Bunları birinin Başbakana anlatması gerekir!..   8.) Öncelikle CHP’yi Kılıçların Efendisi’nden kurtarmak gerek   Yaklaşık bir aydır saha dışında duran Kılıçdaroğlu, ne işe yarayacaksa Abdullah Gül’den “liderler zirvesini” toplamasını rica etmiş!.. Gül, Kılıçların efendisini bu defa da ciddiye almayıp reddetmiş. Yapay zirvelerle kendini “lider” olarak kabul ettirmek isteyen Kemal Bey’in, bu süreçte karizması fena halde çizilmiştir!.. CHP’de lider olarak kalabilmek için böyle günlerde  sokağa inmek gerekir. Ancak o zaman ana muhalefet, sokaktaki muhalefete söz dinletilebilir ve kontrolü ele alabilir!.. “Hükümet istifa” sloganının önüne geçip yürümek, Abdullah Gül’e yalvarmak kadar kolay değildir. Yürek ve inanç ister!.. Yeni evlenen çiftlerden yeni “çapulcular” beklemek siyaset üretmek değildir!..   Bu dönemde CHP’nin delegasyonu kurbağa kazanında hareketsiz kalınca, ana muhalefet liderinin istifasını istemek Erdoğan’a kalmış!.. Hükümet ise, halkın “istifa” çığlığını duymuyor artık. İş sokakta tencere, tava çalınmaya kadar dayanmış! Anlayacağınız her kesim birilerinin istifasını istiyor. Bir tek Kılıçdaroğlu istifalar olsun istemiyor. Başbakanın üslubunu yumuşatması, onun için yeterli. Anlaşılan hükümetin istifasından sonra oluşacak yeni yapıda, kendine bir yer göremiyor!..   Taksim Gezi Parkı eylemlerini bastırın talimatını verenin Abdullah Gül olduğunu, birinin Kemal Bey’e hatırlatması gerekiyor. Biliyorsunuz Kılıçların Efendisi, bu gerçeğe rağmen, Gül’ün açıklamalarını “sağ duyunun sesi” olarak göstermişti!.. Taksim’e ana muhalefet partisinin lideri sıfatıyla çıkamayan ana muhalefetin lideri, yurttaş olarak çıkmak zorunda kalmıştı. 11 milyon seçmenin oyunu alan bir partinin genel başkanı, her gün eylem yapılan sokaklarda Tuncelili “yurttaş” Kemal olarak dolaşamamalı!.. Böyle kritik günlerde, CHP’nin Genel Başkanı olmanın bir sorumluluğu vardır: Genel Başkan, kendi yüreğinin kabuğunda, eşinin kocası ve çocuklarının babası olarak yaşayamaz!.. Önder, adını aldığı yerde yürüyerek kendini kanıtlar!.    Y-CHP, MYK toplantısında aldığı kararla; siyasi partilerin miting yapmamasını ve tansiyonun düşürülmesini tavsiye ediyor ama AKP lideri Erdoğan, devletin ve yerel yönetimlerin tüm olanaklarını kullanarak  miting üzerine miting yapma kararı alıyor!..   Sanki, ana muhalefetin elinde, halka  gerçekleri söylemek için miting yapmaktan başka olanak kalmıştır!.. Kılıçların Efendisi, iktidarın zayıflamasını, hatta düşmesini istemiyor galiba!.. Yoksa CHP iktidara gelmiş de bizim mi haberimiz olmamış?…   9.) Referandum bir aldatmacadır   Gezi Parkı için hükümetin “referandum” ya da “plebisit” önermesi, Türk halkına çantada keklik muamelesi yapmaktan başka bir şey değildir!.. Zira temel hak ve özgürlükler üzerinde “referandum” yapılamaz! Aksi halde, “iki kişiden biri”nin oyu ile çoğunluk sağlanabilir ve vazgeçilmesi dahi olanaksız bulunan temel hak ve özgürlükler, bu hataya kurban edilebilirler!..   Demokrasinin temel kuralı; azınlıktaki görüşlerin kendini ifade edebilmesi ve bir gün çoğunluk görüşü olarak iktidara gelebilmelerinin önündeki bütün fiili ve hukuki engellerin ortadan kaldırılmasıdır. 2010 Anayasa Referandumu ile Türk halkının başına gelenler, bugün yaşadıklarımızdır. Sırası geldiğinde, hükümeti denetleyecek olan yargı, hükümetin emrine girmiştir. Aynı şekilde, hükümet,  yasamayı da kontrolü altına almıştır… Doğal olarak demokrasiden uzaklaştırmıştır…   Ne yazık ki, Türk halkı, 2010’da Anayasa Referandumu’na verdiği “evet” oyu ile  böyle bir sonucun ortaya çıkmasına sebebiyet verdi. Halk, bugün yaşadıklarımızı o gün öngörebilseydi, hiç o anayasa değişikliklerine “evet” der miydi?..   Satın alınmış bir medya ile yapılan tek yanlı propaganda sonucunda halk kolaylıkla aldatılabilir. İşin içerisine bir de duygu sömürüsü girdi mi, istismar daha da kolaylaşır. Nitekim, cahil bırakılan halkımız her zaman aldatılmıştır ve önünü göremediği için de “hayır” diyeceği hususlara “evet” demek zorunda bırakılmıştır!..   Av. Cemil Can      
HÜKÜMET VAR MI NEREDEDİR? Av. Cemil Can  
Patriotların Türkiye’ye yerleştirilmesine karşı çıkanların haklı olduğu bir kaç hafta geçmeden kanıtlanmış oldu. Patriotların yerleştirilip çalışmaya başlamaları ile İsrail’in Suriye’yi bombalaması bir oldu… İsrail ile AKP el ele Müslümanları katletmeye başladılar!.. Müslümanlardan ses yok!  Patriotların savunma amaçlı değil, saldırı amaçlı ve İsrail’i korumak için getirildikleri ortaya çıkmıştı! Tık yok!…   İsrail’in Filistinlilere karşı yaptığı saldırıları protesto etmek için Cuma çıkışlarında İsrail bayrağı yakan Müslümanlar yine arazi oldular!.. Kim derdi ki,  Amerikan ve emperyalizmin düşmanı gibi gözüken bu geniş yığınlar,  bir kaç yıl içerisinde ABD’nin en ateşli savunucuları haline gelecekler!.. Ülkede hukuk kalmadığının son kanıtı Başbakan’ın tutuklu subaylarla ilgili olan açıklaması… Yargıçlara “Bu işi halledin” demekle, aynı zamanda  yargının tarafsız ve bağımsız olmadığını da itiraf etti. Başbakanın sözü ile hakimler karar veriyor veya karar değiştiriyorsa, ne hale geldiğimiz buradanbelli… Anlaşılan Donanma Komutanı Oramiral Nusret Güner’in istifasından sonra, yerine getirilmesi düşünülen Koramiral Bülent Bostanoğlu’nun da istifa sinyali vermesi, Başbakan’ı iyice tedirgin etti.  Başbakan 3. Yargı Paketi’nin haksız yere tutuklanan subayların tahliyesi için yeterli olduğunu söyleyerek, hakimlere alışık olmadıkları bir talimat verdi. Bu hareket, Ergenekon ve Balyoz davalarının siyasi olduğunu göstermeye yeter de artar bile. Yargının bağımsız ve tarafsız olmadığının en somut kanıtı; Başbakan’ın bu açıklamasıdır. Erdoğan, bazen savcı cübbesini giyip tutuklamaya, bazen hakim cübbesini giyip tahliye kararı veriyor!..  Nitekim, tutuklu asker sayısının 400’ü bulduğunu belirten Başbakan, bu yönde yeni planlar yapıldığına işaret ederek, “Yargı bir an önce yeni adımlar atmalı” demiştir…   Yargıya doğrudan talimat vermek anlamında olan bu sözler üzerinde nedense yeterince durulmadı… “İki kişiden biri”nin 12 Eylül Referandumu’nda verdiği  “evet” oyunun sonuçlarıdır bunlar!..   Başbakan’ın birden bire iyilik meleği olmasını doğru okumak gerekiyor. Savaş kapımıza dayanmıştır!   NATO’nun acil olarak TSK’ne ihtiyacı var. Ama ordunun komuta kademesi hapistedir. Özellikle de donanma savaşamaz hale getirilmiştir. Bu konudaki yakınma, Başbakan’dan önce,  eski ABD Savunma Bakanlığı Müsteşarı ve eski Ankara Büyükelçisi  Eric Edelman’dan gelmiştir. Edelman TSK’ya karşı davaların “NATO ittifakı içinde önemli yere sahip olan Türk ordusunun gücünü zayıflattığını”, “İlker Başbuğ ile Ergin Saygun gibi isimlerin bir terör örgütü ile irtibatlandırılmasını inanılmaz  bulduğunu” söylemiştir!.. Edelman, Erdoğan için “Kendisinin bir dönem bu davlardan yararlanmış, asker ile hükümet arasındaki sorunların çözümü için bunları kullanmış olabilir. Ama şimdi çok ileri gidildiğini düşünüyor ve kendisi de aynı güçler hakkında kaygı duyuyor olabilir”  diyerek, “Ergenekon Hukuku”nun adalet arayışı peşinde olmadığını, özel görevli mahkemelerin tamamen siyasi amaçlarla kurulduğunu ve TSK’nın komuta kademesinin bu davalar ile tasfiye edilerek ele geçirildiğini itiraf etmiştir!..   Demek ki, şimdi bazı komutanlara ihtiyaç duyulmaktadır. Conilerin yerine Mehmetçiği savaştırmak ancak bu şekilde mümkün olabilecektir!..  Erdoğan’ın Ergun Paşa’yı hastanedeki ziyaretini de bu kapsamda değerlendirmek gerekir!..   Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, görevden alınması ile ilgili soruya verdiği yanıt da ilginçti. Şahin, görevden alınmasını ”Birilerinin oyununu bozduğu”na bağlayarak yanıtlamıştır. Oyunun ne olduğunu ve kimin oyunu olduğunu  söylemedi. Burada iki husus öne çıkmaktadır: Birincisi; demek ki, Şahin’in oyununu bozduğu kişi, her kimse bir bakanı görevden aldırtacak kadar Başbakan üzerinde etkilidir. İkincisi, Başbakan İçişleri Bakanlığı’na atadığı birini, başka birilerinin isteği üzerine görevden alacak kadar bir yerlere bağımlıdır!..   Erdoğan’ın Kasımpaşa  kabadayılığı, bir tek Şubat döneminde atanmak isteyen öğretmen adayına söküyor!.. Bu gelişmeler üzerine, bizim “iki kişiden biri”ne; 12 Eylül 2010 Halkoylaması’nda yargı ile ilgili anayasa değişikliklerine,  ortaya böyle bir  sonuç çıksın diye mi “evet” demiştiniz sorusunu sormadan geçemeyiz!..   Gel gör ki, kullanılmış olmanın dayanılmaz hafifliği “iki kişiden biri”nden çok, Y-CHP üzerinde etkisini göstermektedir…   Başbakan Erdoğan, uzlaşma olmazsa, BDP ile yola devam edeceklerini ve kendi anayasa önerilerini referanduma götüreceklerini söylemesi, Y-CHP’nin (ve MHP’nin)  moralini fena halde bozmuştur!.. Bu rest karşısında, Anayasa Uzlaşma Komisyonu masasında çakılı kalan Y-CHP ve MHP’nin yöneticileri apışıp kalmışlardır. Biz  bunun böyle olacağını biliyorduk zaten, komisyona katılmakla “zaman kazandık” ve halka gerçekleri anlattık çerçevesinde savunma yapmaya başlamaları durumlarını kurtarmaya yetmeyecektir.  Tam aksine, muhalefet halka zaman kaybettirmiştir. Kaldı ki, Milli Anayasa Formu’nu, onlar kurmadıkları gibi, çalışmalarına da hiç bir zaman destek vermediler. AKP’nin “Bölünme Anayasası” yaparak “Başkanlık Sistemi”ne geçme amacında olduğunu, bir kez olsun ağızlarına bile almadılar!.. Kullanılmak ve bir köşeye fırlatılmak böyle oluyor işte!.. (Affınıza sığınarak, yukarıdaki fotoğraf ile aşağıdaki karikatür bu aldatılmış olma  duygusunu anlatmak için konulmuştur!?..) *** Hükümet “ekonomimiz çok iyi” yollu açıklamaları yaparken, kredi kartları üzerinden tefecilik de yapılmaya başlandı. KDV’si sıfır olan külçe altın alınmış gibi,  kredi kartından ödeme yapan vatandaşlar, ödemiş gibi göründükleri parayı, tefeciye komisyon ödeyerek geri alıyorlar!.. Kuyumcu da bir iki gün içerisinde müşterisine vermiş olduğu parayı bankadan geri alıyor ve bu kadarlık bir süre için yüzde 7-8 oranında faiz kazanmış oluyor!.. Bankerlik, dövizcilik derken yeni bir iş kolu ortaya çıktı!.. Bankalar Birliği’nden yapılan açıklamaya göre, borcunu ödeyemeyen bireysel müşteri sayısı 773 bin kişiyi aştı… Ticari kredilerde ise bu rakam 512 bini buluyor… Nasıl oluyorsa, ekonomimiz yine de tıkırındaymış!.. Vatandaşın parası yok!..   Yaklaşık 420 bin kişiyi ilgilendiren bedelli askerlik için 69 bin 320 yükümlü başvurunca, hükümet beklediği parayı toplayamadı tabi. Bugüne kadar, ancak 2 milyar 4 milyon 780 bin lira gelir elde edilmiş. Bu yama bütçe açığını kapatmaya yetmiyor. 2B arazilerinden de beklenen para gelmemiş. Başvurular yüzde 90 tamamlanmış ama başvuru ücretleri yatırılamıyor. Hükümet ödeme güçlüğü içerisindeki köylüler için yeni bir düzenlemeye gidiyor. Rayiç bedelin yüzde 70’i  üzerinden hesaplanan satış bedeli, rayiç bedelin yüzde 50’sine kadar  indirildi… Kredi kartı üzerinden tefecilerin tuzağına düşen vatandaşın, satın alacağı 2B arazilerini sonunda  tefecilere kaptırmasından korkuluyor!.. Serbest rekabet ortamında böyle şeyler olurmuş!.. Ekonomimiz iyiye gidiyor ya, hadi hayırlısı!.. Av. Cemil Can  
 
“UMUMİ MÜFETTİŞ” RİCCİARDONA!..Av. Cemil Can  
PKK Cizre’de “Savunma Birlikleri”ni fiilen hayata geçirmiş. Dudak uçuklatan görüntüler internette dolaşıyor.(*) İlk uygulama, “Asayiş” ekibinin “diploma töreni” ile kamuoyuna duyuruldu… Törenden sonra ilçenin çeşitli noktalarında kimlik kontrolleri de yapıldı… Güvenlik kuvvetlerimiz, kör, sağır ve dilsiz; olup bitenden haberdar değiller! Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu’da bu rezilliğe paralel bir gelişme daha yaşanıyor… ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone, adeta umumi müfettiş gibi, BDP’li belediyeleri ziyaret ediyor…   Kürt belediye başkanları, hükümetten isteyip anlamsız buldukları bazı hususları Ricciardona’den talep ediyor. KCK tutuklularının serbest bırakılması için ABD Büyükelçisinden ricada bulundular…Egemenlik haklarımız tartışmalı hale getiriliyor!. Diğer taraftan, bu talepler, tutuklamaların arkasında kimlerin olduğunu da gösteriyor…   Cumhuriyet tarihimizde ilk kez bir yabancı diplomat, resmi makamlardan izin alma ihtiyacı duymadan, kendi ülkesinin bir projesini (Büyük Ortadoğu Projesi) tanıtmak üzere, mahalli idarelerimizi ziyaret ediyor ve doğrudan halkla konuşabiliyor!.. Büyükelçi, gezdiği yerlerde hükümetin “açılım” politikasını yüzde yüz desteklediğini de söylemiş!..   Bu alışılmışın dışındaki ziyaret öncesinde de MYK toplantısı yapılmakta olan AKP Genel Merkezi’ni ziyaret etmişti. AKP’lilere neler söylediği tam olarak basına yansımasa da bu ziyaret de alışılmışın dışında ve ilginçti!..   Gezi Parkı olaylarında hükümeti uyaran ABD yönetimine, “iç işlerimize karışmayın” manasında sözler söylendiğini biliyoruz. Eski ABD elçisi bu tavıra sert çıktı ve “Bizimle aynı klubün üyesisiniz, kurallar bellidir ve bu nedenle de iç işlerimize karışamazsınız diyemezsiniz” dediğini anımsıyoruz… Obama yönetimi, sanki bu konuşmaya inat, elçiliğini harekete geçirmiş!.. Adeta Türkiye Cumhuriyeti’nin direncini ölçüyor!..   Anlaşılan “Akil adamlar“dan beklenen verimi alamayan emperyalistler, halkı “ikna” etmek için doğrudan devreye girmek zorunda kalmış!   Gelişmeler bu şekilde yaşanırken, hükümetimiz Taksim Gezi Parkı Direnişi ile başlayan ve sonunda hükümetin istifası talebine dayanan protestoları bastırmakla meşgul!..   Başbakan, hukuk dışına çıkmak suretiyle halk ayaklanmasını bastırması için polise vize vermiş!.. Gösterilerde ateşli silah kullanarak, ölüme neden olan bir polisin savunmasını da bizzat Yardımcısı Bülent Arınç üstlenmiş!.. Devletin televizyonları bile bu iş için kullanıldılar!… Etkisi de hemen görüldü tabi. Mahkeme bu “esaslı” savunmaya “itibar” ederek, şüpheli polisin tutuksuz yargılanmasına karar vermiş!.. “Bağımsız yargı” böyle işliyor işte!.. Yetmiyormuş gibi, bir de Başbakan grup toplantısında, halka kötü muameleden, insan dışı muameleye doğru hızla sürüklenen güvenlik kuvvetlerini “kahraman” olarak ilan etti… Tayyip’in polisleri “destan” yazmışlar!.. Utanmazlığın resmi bu kadar güzel çekilir!..   Bakalım şimdi Cizre’de yaşananları nasıl açıklayacaklar!…   Av. Cemil Can   (*)http://www.odatv.com/vid_video.php?id=8BHDG    
 
BİR İKTİDAR KİME KARŞI MİTİNG YAPAR?..  
Muhalefetin icraatı olmaz, ayrıca iktidarın yardımcısı da değil. Bu nedenle muhalefete karşı miting yapılmaz!..   İcraat yerine miting yapmaya başlayan bir iktidar, ayaklarının altından toprağın kaçmakta olduğunu anlamış demektir…   İktidarın son mitinglerini böyle anlamak gerekir…   Odatv’de bir yorum okudum. Başlığı şöyleydi: ABD, Rusya ve Çin “Teyyip gidici”!.. (1)   Anlayacağınız, “Erdoğan’ı kimseye yedirmeyiz” mesajının muhatabI bellidir, bize söylenmiş değildir!..   Hükümet, bundan böyle dişe dokunur bir icraat yapamayacağını bildiği için, mecburen mitinglere sığınmıştır. Anlaşılan taraftarlarının heyecanınıyükseltip, hayali düşmanlar da yaratarak, seçmen tabanını bir arada tutmayı deneyecektir. Erdoğan için başka da bir sermaye kalmamıştır!..   Böylece onu “deliğe süpürme” kararı alan dış güçlere, bende daha iş var mesajını vermek istemektedir…   Bu arada bazı yurttaşların da burnu kanayacaktır elbette!.. Demokrasi, yerleştiği her ülkeye bir bedel ödeterek gelmiştir…   Aldatılmak için ağzı açık bekleyen iki kişiden biri bu gerçeği görmelidir artık!.. Asıl acı olan ise, bizim gibi ülkelerde, geniş yığınların aynı konularda, benzer yalanlarla aldatılarak sömürülmeleri için el altında tutulmuş olmalarıdır!..   Türk halkının en haklı ve insanca olan bu son direnişi, adi bir yalan kampanyası ile gölgelenmeye çalışılmaktadır… Erdoğan’ın iddiasına göre, bütün bu işlerin arkasında “Faiz lobisi” vardır!.. Başına buyruk Suriye politikasınedeniyle, emperyalistler tarafından gözden çıkarıldığını aklına getiremiyor nedense…   Güya Erdoğan, “ Faiz lobisi” nin halkın daha fazla sömürülmesine engel olmak istediği için bu “lobi”ye karşı bir şey yapmış gibi, -işte onun da ne olduğunu kimse bilmiyor- bunun üzerine “faiz lobisi” de hükümete karşı bu ayaklanmayı başlatmışmış!…   Erdoğan’ın “Faiz lobisi” olarak tanımladığı, menkul değerleri alıp satanlardır kuşkusuz. Halktan bir tek kişi bile bunların arasında bulunmamaktadır. Tümü iktidarındesteklediği, teşvik ve kredilerle beslediği yandaş yeni milyarderlerdir…   Ne yazık ki, hükümetin izlediği ekonomik politika, günü kurtarmaya ve bir avuç olan bu rantiyecileri zengin etmeye yöneliktir…   Rakamlar ortadadır; 2002 yılı sonunda Türkiye’nin dış borcu 129 milyar dolar iken, AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte bu rakam337 milyar dolara çıkmıştır!..   Acaba hükümet yabancı finans kuruluşlarından borç olarak aldığı paraları nasıl kullanmıştır? İşsizliği azaltacak, istihdam alanları yaratmamıştır. Halkın refah düzeyini artıracak, bizim bilmediğimiz başka bir icraatı da yoktur. Çalışanların ücretlerinde kayda değer bir artış olmamıştır. Emeklilerin aylıklarına zam yapılmamış, sağlık hizmetleri ucuzlatılmamış, aksine zam yapılmıştır. Eğitim parasız hale getirilmemiş, can ve mal güvenliğimiz tam olarak sağlanamamıştır. Sınırlarımız yol geçen hanına çevrilmiştir. Çiftçi derseniz; hepsinin hali perişandır. Hayvanlar bile açlık tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı için saman ithal edilmek zorunda kalınmıştır. Tarım desteklenmediği için tarlalar ekip biçilememektedir…   Bunun yanında; iktidardakiler, çocuklarının gemiciklerini çiftleştirmişlerdir… Kendi uçak filolarını ise yenilemişlerdir. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bile, ABD’ye Başbakanın İsviçre bankalarındaki, 8 ayrı hesapta 800 milyon doları olduğunu ihbar etmek zorunda kalmıştır!.. Diğer suç ortaklarının hesapları ise, henüz ifşa edilmiş değildir!..   Özetle söylemek gerekirse; iktidar sahipleri ve yandaşları, ülkeyi borçlandırarak aldıkları paraları, kendileri için kullanıp zenginleşmişlerdir. Takunyalı yeni bir zenginler sınıfı türemiştir!.. Bu sınıftakiler, komşuları aç yatarken, bir vakitler dini değerleri sömürmek üzere, sokağa saldıkları türbanlı kızlarını 4 çeker ciplere bindirerek tatile göndermektedirler!..   Parayı takip ederek suçluları yakalayabiliriz!.. Hükümet, toprak satın alıp topraklarımıza katmamıştır!.. Fabrikalar da açmamıştır… Borçlanarak, önceki borçları ödemek için çaba sar fetmiş, bir de önceki borçlarının faizlerini ödemeye çalışmıştır… İktidarın bütün yaptığı iş, faiz ödemekten ibarettir!..   Diğer taraftan, yandaşlarına da düşük faizlikrediler vermiştir… Bu hususta haklarını yememek gerekir. Özelleştirdikleri kamu iktisadi kurumlarının ihalelerine, yandaşların girebilmesi için yoğun çaba harcadıklarını da belirtelim. Rekabeti sağlamadan, özelleştirdikleri bu teşekkülleri yok pahasına yandaşlar arasında bölüşülmüştür. O anda bile havadan milyarları kazanmışlardır… Bu yapılanların adı; ceza kanunlarımıza göre yağmadır. Demek k, gerçek çapulcular iktidardadır!.. Gel gör ki, bu yavuz hırsızlar, çapulcu sıfatlarını da halkın çocuklarına verdiler!..   Şimdi de utanmadan, ekonomiyi düze çıkarmakla övünüyorlar. Onların düzlüğe çıkarttığı; yandaşlarının ve yabancı işbirlikçilerinin ekonomisidir. Türk halkı, hala fakirdir ve açlık sınırının bir bu yanında, bir öte yanında sürünmektedir!..   2002 yılında Türkiye’nin borcu 218 milyar dolar kadardı. Bugün bu borcumuz 714 milyar dolara ulaşmıştır. İç borçlarımız bu dönemde üç katına çıkmıştır. Devleti borçlandırmak; gerçekte 76 milyon Türk halkını borçlandırmak demektir…   Sonuçta; devletin borçlarını Türk halkı ödeyecektir!.. Bu dönem hükümet, borç almak için IMF yerine, diğer uluslar arası finans kuruluşları seçmiştir. IMF’ye olan borçlar, onlardan alınan borç ile kapatılmış ve bu durum sanki övünülecek bir icraatmış gibi utanmadan halka anlatılmıştır!..   Cari açık konusu hükümetin karnesidir: En basit anlatımıyla cari açık; bir ülkenin ürettiğinden daha fazla tüketmesiyle ortayla çıkan farkı anlatmaktadır. AKP iktidarı ile birlikte, Türkiye yabancı ülkeler için adeta bir “tüketim cenneti” haline getirilmiştir. 1923’ten 2002’ye kadar Türkiye’nin verdiği cari açık 45 milyar dolar iken, son on yılda bu miktar 334 milyar dolara çıkartılmıştır!..   “Hazıra dağlar dayanmaz” demiş atalarımız. Neredeyse ürettiğimizin 8 katını tüketmekteyiz. Bu “tüketim çılgınlığı” böyle nereye kadar gidebilir!?..   Şimdi de gelelim başımıza bela olan “faiz lobisi”ne: Erdoğan’ın faiz lobisi olarak tanıtmak istediği, üretim ve yatırım yapmadan, sadece para ile para kazananlardır!.. Önce şu gerçeği bilmek gerekir ki, rantiyeci ve faizci olan bu kesimi besleyip büyüten, Erdoğan’ın “sıcak para” ekonomisidir!..   Hükümet, sıcak para akışının devam etmesi için, kaynağı belli olmayan kara paraların bile ülkeye gelmesi için elinden geleni yapmıştır. “Varlık barışı” olarak bilinen yasayı bu hükümet çıkartmıştır. Bu şekilde, PKK’nın “off-shore” paraları ile uyuşturucu ve silah kaçakçılığından elde ettiği kara paralar bile aklanmıştır!..   İktidarın “faiz lobisi” dediği, Borsa’da faaliyet gösteren yerli ve yabancı şirketler ile iç borçlanma senetlerini satın alan zenginlerdir! Bu avantacı takım, Taksim’de direnenlerin arasında olmadığı gibi, arkalarında da hiç bir zaman olmamıştır. Halkın haklı direnişini uzun süre görmezden gelen ve “yat borusu” haline getirdikleri televizyonların sahipleri de aynı adamlardır!..   AKP hükümetlerinin bu rantiyecilere ödediği faizlerin toplamı: 1923-2001 yılları arasında ödenmiş olan faizlerin neredeyse 16 katına ulaşmıştır… 2003-2013 yılları arasında 136.2 milyar dolar sıcak para girişi yaşandı. Bu para için yılda 3-3,5 milyar dolar olmak üzere, 10 yılda toplam 36.6 milyar dolarımızı alıp götürdüler!..   Bu tercihler AKP iktidarlarınındır. Hükümetlerimizin kafasına hiç bir zaman kimse silah dayatarak bu kararları aldırmış değildir!..   AKP’nin ekonomi politikaları böyledir işte!..     Bu gerçeklere rağmen, yandaş televizyonlara çıkıp, AKP iktidarının icraatlarını ve özellikle de ekonomi politikalarını övenler; açıkça halkı aldatmaya çalışan yalancılardır. “Faiz lobisi” olarak nitelenenler, halka hiç bir faydalı iş yapmayan bu iktidarın devam etmesinde, kişisel yararı olan kan emici sülüklerdir…   Bu hainler şimdi de diyorlar ki: “ Taksim Gezi Parkı Direnişi’nin arkasında George SOROS vardır!..”   Sorus kimdir? Soros, dünya çapında faaliyet gösteren arsa ve para spekülatörü olan bir adam… Söylenene bakılırsa, İngiliz ve Hollanda kraliyet ailelerinin bile, menkul değerlerini o yönetirmiş. Soros, “Turuncu Devrimleri” parası ile desteklemiş, ABD’nin küresel çıkarlarını korumakla görevli yetenekli bir CIA görevlisidir. Dünya çapındaki faaliyetlerini yönetmek üzere bir de vakıf kurmuştur. Vakfın Türkiye’deki işbirlikçisi ise TESEV’dir. TESEV’in başkanı Can Paker, hükümetin Kürt sorununun çözümünde görevlendirmiş olduğu en akil adımıdır!..   Taksim Gezi Parkı Dayanışması’nı yürütenler ise, orta sınıfın çocuklarıdır. Destekçileri anne ve babalarıdır, yoksul Türk halkıdır… Bunların SOROS ve TESEV ile ne ilgisi olabilir ki?..   Söyler misiniz George Soros, AKP iktidarına karşı, Türk halkını ayağa kaldırabilmek için ne yapabilir ki? Sanki Soros’un hükümetten bir şikayeti varmış. Böyle bir şeyi neden yapsın ki?..   Bu masalların tamamı, halkın gerçekleri görmesini engellemek içindir!.. Türk halkının içinden gelen, en haklı tepkilerin bir yerine illa da “yabancı bir unsur” yerleştirmek, çok eski bir taktiktir… Polis kafası ile bakılırsa, direniş için böyle yanlış bir algının yaratılması halinde, desteğin azalacağı ve direnişin kolayca kontrol altına alınacağı düşünülür… Direnişçiler, marjinal bir grup olarak gösterilebilir ve onlara yapılan insanlık dışı muameleler gözden kaçırılabilir sanılır… Aynı zamanda halka karşı kullanılanorantısız güç de “düşmana karşı” bir hamle gibi sunulabilir!… Oynanan oyun bu kadar basittir işte!..   Hükümet, “faiz lobisi” dediği kan emicilerin canını acıtacak hangi yasal düzenlemeleri yapmıştır da bunlar hükümetin düşmesi için sokaklara inmişlerdir? Bu iddianın sahiplerinin öncelikle bu sorunun cevabını vermesi gerekir… Veremezler! Çünkü öyle bir düzenleme hiçbir zaman yapılmamıştır!..   İşte böyle yalanlarla, Türk halkını yenidenteslim alabileceklerini sanıyorlar. Oysa düşman diye tarif ettikleri, kendi işbirlikçileridir. “Faiz lobisi”nin tüm isteklerini yerine getiren, bizzat hükümetin kendisidir. Bu lobinin en gözde üyeleri ise, AKP iktidarının yandaşlarından yarattığı yeni zenginler sınıfıdır!..   Onlar da hiç bir zaman halkın arasına girmemişlerdir!.. Bugün direniş cephesinde yoksul Türk halkının çocukları vardır… Bu nedenle de Taksim Gezi Parkı Direnişi ile başlayan ve Türkiye geneline yayılan direniş, baştan aşağıyamillidir!..   Ne yapacağını iyice şaşıran Başbakan, bu milli direnişe destek verenleri; “Mesele sadece Gezi değil diye ‘tweet’ atanlardan hesap soracağız” diyerek tehdit etmektedir!..         Tehdit edilenlerden aklıma gelenlerin bir kısmının listesini aşağıya çıkarttım:   Öcalan’lı açılıma, bölünme anayasasına, Ergenekon ve Balyoz tertiplerine, bu tertipler üzerine uydurulan “Ergenekon Örgütü” yalanına, hükümetin barışçı olmayan Suriye ve Ortadoğu politikalarına, milli bayramların unutturulmak istenmesine, milli kahramanlarımıza ayyaş denmesine, özelleştirmelere, ihale yolsuzluklarına, Deniz Feneri davasındaki iğrenç ilişkilere, HES’ler ve taş ocakları ile doğanın katledilmesine, Cumhuriyet değerlerinin birer birer içinin boşaltılmasına, Osmanlıcılık özlemlerine, yargının ele geçirilerek adaletin yok edilmesine, halkın yarısının ötekileştirilmesine, dinin en kötü şekilde siyasete alet edilmesine, din ve dince kutsal sayılan değerlerin istismarına, eğitim öğretim birliğinin bozulmasına, ha bire imam hatip okulu ve kuran kursu açılmasına, sağlık hizmetlerinin giderek ticarete dönüşmesine, milli değerlerle alay edilmesine, ülkenin varlıklarının talan edilmesine, Atatürk anıtlarına çelenk konulmasının yasaklanmasına, Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızın itibarsızlaştırılıp unutturulmak istenmesine, Atatürk Orman Çiftliği’nin ABD’ye satılmasına, Anıt Kabir’i yıkacağız diyenlere ses çıkartılmamasına, Türk askerinin başına çuval geçirenlere dua edilmesine, yabancı askerlerin kaymakamlarımızı tokatlamasına, Seyit Rıza, Şeyh Sait gibi Cumhuriyet düşmanı hainlerin heykelinin dikilmesine göz yumulmasına, hainlerin torunlarından özür dilenmesine, Türk düşmanlarının baş tacı edilmesine, toprak bütünlüğümüzü tehdit eden Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde görev alınmasına, emperyalistlerle 2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşmalar imzalanmasına, seçilmiş milletvekillerinin özel görevli mahkemelerce tahliye edilmeyerek milli iradeye saygısızlık yapılmasına, halkın muhalif kesimlerinin ötekileştirilip, düşman ve “terörist” gibi gösterilmesine, muhaliflere sürekli hakaret edilmesine, hak arayanların azarlanmasına, KPSS sınavlarında soruların yandaşlara verilmesine, bu tür olaylara katılanlar hakkında göstermelik soruşturmalar yapılmasına, İmam-Hatipliler devlet dairelerine doldurulurken normal liselerden mezun olanlara kapıların kapatılmasına, kadınların kaç çocuk doğuracağına ve nasıl doğum yapacaklarına karışılmasına, gelecek nesillerin dindar ve kindar olarak yetiştirilmek istenmesine, halka kabadayılık yapılmasına, özel yaşama müdahale edilmesine, hava alanından Ankara’ya kadar miting yeri olmayan 4 ayrı yerde yasa dışı mitingler yaparak AKP’ye imtiyazlı davranılmasına, telefonların yasa dışı dinlenmesine muhaliflerin özel yaşamına ilişkin video kayıtlarının internet ortamında dağıtılmasının engellenmemesine, ilgililer hakkında gerekli yasal işlemlerin titizlikle yürütülmemesine, halkın en temel haklarından olan düşünceyi ifade etme özgürlüğünün kullanılması kapsamında yapılan gösterilerin biber gazı ile bastırılmasına, halkın zeka düzeyi ile alay edilmesine, sürekli “bizi aşağıladılar” yalanını tekrar ederek mağdur rolü oynanmasına, halkın acıma duygularının istismar edilmesine, TRT’nin iktidarın borazanı haline getirilmesine, yazılı ve görsel medyanın ele geçirilmesine, devletin terör örgütü PKK ile aynı masaya oturtulmasına, pırıl pırıl çocuklarımıza çapulcu denmesine ve hepsinden daha da önemlisi yöneticilerimizin sürekli yalan söylemesine hayır diyenler bu ülkenin vatandaşlarıdır ve ben de onlardan biriyim!.. Tayyip Erdoğan böyle düşündüğümüz için varsın hesabını sorsun bize… Bunu hak ettik galiba!..   Adalet yerini bulacaksa eğer, benden sorulacak hesaba, yukarıdakiler de dahil edilsin!.. Halkın gösterdiği haklı tepki; yaşanan bu olumsuzluklardan oluşan toplam öfkenin patlamasıdır. Aynı zamanda bu yoğun tepki, ana muhalefet partisi CHP ile MHP’yedir de…   Zira bu kritik dönemde, onlar da görevlerini yapmayıp, iktidarın dümen suyunda yüzdüler!.. İktidarın kendilerine verdiği gündemle yetindiler, gündemi belirleyemediler… Temsil ettikleri kitlelerin, taleplerine kulaklarını tıkadılar. Haftanın altı gününü, Salı günleri kendilerini alkışlatmak için malzeme toplamakla geçirdiler. Buna ilaveten, birikimli ve yürekli muhaliflere parti yönetimlerinde yer vermediler. Söz dinletenleri değil, söz dinleyenleri yanlarına alarak yollarına devam ettiler… Kısaca halkın istediği gibi değil, iktidarın istediği gibi “çakma” muhalefet yaptılar!..   Görüldüğü gibi “mesele” sadece kesilmek istenen ağaçlarla ilgili değildir!.. Geldiğimiz bu noktada, ne iktidar ne de muhalefet; sokağın dilini anlayabilmiştir. Gençleri kontrol edemiyorlar bir türlü. Hükümet, ülkeyi gaz bombaları ile yönetmeye çalışıyor!… Her gün biber gazları, copları ve tazyikli suları ile gençlerin üzerine yürüyorlar. Ölenler, kör olanlar, ağır yaralananlar var; gençler buna rağmen direnişi bırakmıyor. Zeka ve mizah ile baskıcı bir iktidarın TOMA’larını mağlup ettiler. Anneler ve babalar da ne yapacaklarını şaşırdılar!.. Sonunda onlar da etten zincir yapıp, çocuklarının etrafında duvar oldular…   Hükümet ve muhalefetin farklı cümlelerle “evinize dönün” diye yalvarmasına da aldanmamak gerekir… Zira sine-i millete dönmesi gereken artık kendileridir!..       Türk halkı, yeni bir iktidar ve yeni bir muhalefet yaratacak kadar yetenek, zeka ve birikime sahiptir. Göreceksiniz onları da en kısa süre içerisinde gerçekleştirecektir!…   Av. Cemil Can DİPNOT   (1)http://www.odatv.com/n.php?n=abd-cin-ve-rusya-anlasti-teyyip-gidici-1206131200#.UbzqIU3ki2E.facebook
 
MİZAH İLE BAŞ EDEMEZLER!..Av. Cemil Can
TOMA ve akreplerin en acımasız saldırılarını,  zeka ve mizahla karşılayan direnişçilerin amacını kendilerinden daha iyi kimse dile getiremez… “Atatürk’te birleştik” ve “Hükümet istifa”  sloganları ile espri yapılmaya çalışıldığını düşünenler, muhalif saflarda gözükleseler de gerçekte AKP iktidarının düşmesini istemeyenlerdir!.. Ya da zekalarında bir sıkıntı aramak gerekir!..Son yılların en etkili halk hareketini, sıradan bir çevre hareketi gibi göstermek için kolları sıvayanlar çok tanıdıktır!..  Yandaş televizyon kanallarının, direnişin en heyecanlı anlarında,  penguenlerle ilgili belgesel göstermelerini anlamak mümkündür. Mecbur kalıp, direnişle ilgili haberler yaptıktan sonra arka arkaya koydukları programlarla, bu haklı hareketin ivmesini düşürmek için ellerinden geleni yapmalarını da garipsememek gerekir! Beslemeler, ilk günlerde demokratik olan bu gösterileri, “darbeye zemin hazırlamak” olarak bile göstermek istemişlerdir. Böyle şeyler yapabilirler; çünkü onlar yandaş, yalaka ve iktidarın kiralık kalemleridirler!.. İktidarlardan beslenenler, tam olarak görevlerini yaptılar mı bilmem… Bu nedenle de onlara fazla kızmayın derim!..   Yandaşların durumu öyle de acaba  Y-CHP’ye neler oluyor?.   CHP’lilerin önemli bir kesimi, polisin Taksim’deki biber gazlı,  orantısız güç kullanmasını protesto edenler arasında yerlerini almışlardı. Yakışan da buydu zaten. İlk günün şaşkınlığı içerisinde yönetim de ne yapacağını bilemedi… Haklı beklenti; CHP’nin kurumsal olarak alanlara inmesi ve kendiliğinden gelişen bu muhalif hareketi, doğru yola kanalize ederek önderlik yapmasıydı!.. Pek çok kişi gibi ben de Kadıköy’deki mitingin iptal edilerek, CHP milletvekillerinin Taksim’e çıkmasını bu şekilde değerlendirmiştim…   Bir gün sonra CHP yönetiminin,  sokak eylemlerini yöneten gençleri anlamadığını söyleyerek, öz eleştiri yapmasını da gayet güzel anlayabildik. İktidarın, CHP’yi olayların “kışkırtıcısı” olarak ilan etmesi üzerine, CHP’nin kurumsal olarak bu olaylarla bir ilgisinin bulunmadığını söylemesine bir itirazımız olamaz!..   Takip eden günlerde Kılıçdaroğlu’nun, Cemaat’in kanalı Samanyolu TV’ye koşarak; direnişe destek verenler için; “Bu insanların hükümeti istemiyoruz diye bir talebi yok” demesi şaşkınlık yaratmıştır. Kılıçdaroğlu’nun kişisel fikrini partiye mal etmesini anlayabilmiş değilim!..  Demek ki, her akşam, ışıklarını 5 dakika yakıp söndürdükten sonra, tencere ve tavalar ile sokağa inip,  “Hükümet istifa” sloganını atan milyonlar, bu hükümeti istiyorlar!.. Bay Kemal, bu sözleri ile mizah mı yaptığını sanıyor? Yoksa protestocu milyonları salak mı sanıyor?.. Görünüşe bakılırsa, Y-CHP’ye göre, gaz bombalarına göğsünü siper eden halkın talepleri arasında, hükümetin gitmesi yokmuş!..   Türk halkının zekasıyla bu şekilde alay edilemez!..   Bay Kemal’in, 24 saat kesintisiz yayın yapan Ulusal Kanal’ı izlemediği belli. SOROS’u dinleyip, Fetullah’ın kanallarını dolaşacak yerde, arada bir Halk TV’yi izlese halkın ne dediğini anlayabilirdi!.. Bay Kemal’in CHP Genel Başkanı sıfatıyla kendini komik duruma düşürmeye  hakkı yok… Bir türlü anlayamadığın bu gençlik, öyle bir gırgıra sarar ki seni,  feleğini şaşırırsın!..   Artık aklını başına devşir!..   Kısa sürede ülkeyi saran bu ulusal direnişi bir yeşiller hareketi olarak göstermek, hükümet için bir taktiktir. Direnişçileri,  çevreye sahip çıkan duyarlı vatandaşlar olarak sahiplenmek, direnişin büyüyüp yayılmasını önlemek için yapılmış ayrı  bir  kurnazlıktır. Hükümetten böyle davranışlar beklenir ama ana muhalefet aynı ağızla konuşamaz!.. Hükümet, direnişçilerin bir kesimini “çevreci yurtseverler” olarak sahiplenirken, kalanını “faiz lobisi” ile ilişkilendirmiştir. “Provakatörler” dedi yine tutturamadı. ABD elçiliğini basanlarla aynı çizgide gösterdi olmadı. Saçmaladıkça saçmaladı… Başbakan Erdoğan’ın, direnişçileri birkaç “çapulcu” olarak  nitelendirip küçümsemesi ise, bir işe yaramadığı gibi bumerang etkisi yapıp direnişi büyüttü!.. Sonunda göstericileri kamu malına zarar veren “vandallar” olarak suçlamaya kadar getirdiler…  Burada sormak gerekir, kamu malına zarar verenler kimlerdir ve polisin orantısız güç kullanmasından önce böyle şeylere teşebbüs edilmiş midir?   7 gazete aynı günde Erdoğan’ın söylediği “Demokratik talebe canımız feda” manşeti ile çıktılar… Yine de inandırıcı olamadılar!.. Çünkü niyetleri, halkı anlamak değildi!..   Bu nedenle halk da “artık yeter” demişti!.. Erdoğan  gösteriler için  “ideolojiktir” demiş…   Doğrudur elbette. Hükümete karşı olan her eylem, hükümetin ideolojisinin karşısındadır ve başlı başına bir ideolojik duruştur!.. Hükümet kendi ideolojisini halka dayatmayı, kendine hak görebiliyor ama karşı gelenleri suçmuş gibi  eleştirebiliyor!.. Kendi ideolojisine dokunulmazlık, farklı görüşlerin ise, yasa dışı kabul edilmesini istiyor!..   Neyse ki, Atatürk’ün askerleri, Y-CHP’nin “açılım süreci”nde hükümete verdiği krediyi,  meydanlarda geri aldılar!..   Zaten “Gandi” Kemal’in de yeni anayasanın yapım sürecinde; demokrasiyi “şeriat” amacına ulaşmak için bir araç olarak gören AKP hükümeti ile masaya oturmaktaki ısrarı ile kredisi iyice azalmıştı!..  Bu yüzden olsa gerek, Kılıçdaroğlu en ciddi siyasi rakipleri olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın açıklamaları için “Sağ duyunun sesi” demiştir!.. Bu kadarla kalsa iyiydi tabi.  Kılıçdaroğlu şaşkın ördek misali; “Demokrasi uzlaşma rejimidir” kalıbının  ardına sığınarak, iyice köşeye sıkışan baş rakibi Erdoğan’a, uzlaşma da teklif etti!.. Gençliği de dikkatli olmaya davet etti!..   Sanki kavganın bir tarafında kendisi vardı, sanki sokakta direnen insanları o yönetiyordu veya onların yasal temsilcisiydi!..   Kılıçdaroğlu da Erdoğan gibi sokak hareketleri karşısında saçmalamaya başladı!..   Çünkü o böyle günler için seçilmiş bir lider değildi!.. Onun görevi Erdoğan hükümetini ayakta tutmak ve karşıdevrimi AKP’ye yaptırmaktı!.. Beklenmeyen bu son gelişmeler karşısında, eğer Erdoğan iktidardan düşerse, Bay Kemal de ana muhalefet liderliğine veda etmek zorunda kalacaktı!..  Korktuğu buydu!..   Söz sırası gelmişken, delikanlı Devlet’e de bir kaç söz söylemek gerekir: Devlet Bey, “Kürt intifadası” diyerek bu haklı direnişe katılımı engelliyor!..  Kürtlerin intifadaya ya da provaya ihtiyaçları yok!.   Onlarla birlikte oturduğunuz Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda, sayenizde temel taleplerini meşrulaştırdılar. Şimdi de AKP ile kol kola girmişler, Diyarbakır’ı “yıldız” yapmaya doğru emin adımlarla yürüyorlar. Kürtler, bir bakıma iktidar ortağı sayılırlar!.. Bildiğiniz gibi Gezi Yolu Direnişi ile başlayan halk hareketinin içerisinde olmadıklarını da açıkladılar! Zaten bu açıklama üzerine Öcalan, alanların ulusalcılara ve “Ergenekonculara” bırakılmamasını istemiştir… Öcalan da Türk halkının zekasıyla alay ediyor.  Ergenekon savcıları bile “Ergenekon Örgütü” iddiasını geri alıp, yerine “darbeye teşebbüs” suçlamasını koydular fakat PKK lideri hala bu suçlamadan vazgeçmiş değil!..   Her neyse daha fazla uzatmayalım… Devlet Bey, siz halkın en haklı direnişine katılacak olan ülkücüleri, partiden atmakla tehdit ediyorsunuz. Doğru mu?.. Ve hala ülkücü olduğunuzu söylüyorsunuz!.   Her zora girdiğinde AKP hükümetine destek vermek, bir muhalefet partisinden beklenen davranış olabilir mi? MHP seçmeni size bunun için mi oy vermiştir? Bir siyasi hareketin lideri, eğer rakibinin yıpranmasını önlerse, onu iktidardan nasıl uzaklaştırabilir ki? Seçmen, başarılı bir hükümeti neden yerinden edip, başka bir lideri başa getirsin?..   Bu sorulara yanıt verin lütfen!.. Türk halkının zekası ile  alay etmeyin!..   Belli ki, CHP ile MHP’ye,  rejimi değiştirmek üzere iktidara getirilen AKP’ye destek olmak görevi verilmiştir!..   Bu nasıl bir görevdir ki, görevi alanlar  istifa bile edemiyorlar!? Bu liderleri, hangi güçler ne şekilde tehdit etmektedir?.. Tehdit altında olan ve tehditlere boyun eğen liderlerden, bu ülkeye bir fayda gelebilir mi?   Çünkü tehditle bir yerlerde tutulanlar, bir kere tehdide boyun eğmekle, sürekli tehdit edenin adamı olmayı kabul etmişlerdir!.. ***İkinci senaryoyu bilmediğimi sanmayın sakın…   Onu bir türlü anlatmaya dilim varmıyor. Çünkü, tam bir rezalettir. Yüz karası da denebilir… Söylenenlere bakılırsa, ABD ve AB iyice yıpranan Erdoğan’ı, deliğe süpürmeye karar vermiştir! Bundan sonraki yollarına, Cemaat ve  Kılıçdaroğlu’nun Y-CHP’si ile devam edeceklermiş!.. Vaktiyle Ecevit’in Cemaat desteği ile iktidara getirilmesinde olduğu gibi… MHP ise, her zamanki gibi yedek lastik olarak tutulacak…   Sırası gelmişken hatırlatalım; Cemaat’in devlet kademelerine yerleşmesinin ve “meşru” bir sivil toplum hareketi olarak kabul edilmesinin baş sorumlusu Ecevit’tir… Aynı film,  Kılıçdaroğlu ile ikinci kez gösterime sunulacakmış!..   Olabilir tabi, akla yatkın bir olasılıktır!..   Sorosçu Kemal’in, CHP’ye Fetullahçıları doldurması ve aralarındaki samimi ilişkiler ile son beyanları birlikte değerlendirildiğinde; bu seçenek üzerinde gizli bir anlaşma yapılmış olabilir!..   Zaten emperyalizmin hiç bir zaman bir tek (A) planı olmamıştır!..   tabii ki, böyle bir durum gerçekleştiğinde, Y-CHP’nin Atatürkçü kesimle bir ilişkisi de kalamaz!.. Kalmamalıdır da!..   Ecevit’in Cemaat ile yaptığı işbirliği sonucu görüldü ki, ittifaktan güçlenerek çıkan Cemaat olmuştur. Düğmeye basılınca da Ecevit bir kaç hafta içerisinde taraftarları ile birlikte silinip gitmiştir tabi!.. Devletin en önemli kademelerine sızan Cemaat üyeleri ise,  hala yerlerindedir…   Bir gün böyle bir işbirliği gerçekleşirse, Kılıçdaroğlu’nun sonu da çok farklı olmayacaktır!..   İkinci olasılık gerçekleştiğinde; Cemaat ilk seçimlerde tek başına iktidara gelir. Büyük olasılıkla, Y-CHP’nin akıbeti de DSP’ninkine benzeyecektir!.. Birkaç yıllığına iktidar olma uğruna, Kılıçdaroğlu böyle bir maceraya CHP’yi sürükleyebilir! Mevcut delege yapısı da zaten buna müsaittir. CHP içerisinde ne pahasına olursa olsun, iktidara gelmek ve önemli bir mevkide “hizmet” vermek için can atan ne kadar da “hizmetkarlar”  varmış!..   İnternette dolaşan ve günümüze de ışık tutan bir öğütle bitirelim:   ”Olay şiddet kullanımına dönüşmeye başladığı zaman, sistemin oyununa geliyorsunuz demektir. Yerleşik düzen sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakalınızı çekecek, yüzünüze fiske atacaktır. Çünkü, siz bir kere şiddete başvurduktan sonra sizinle nasıl baş edeceklerini bil

19. OLAĞANÜSTÜ KURULTAY!..‏Av. Cemil Can Habertürk’ten Balçiçek İlter’e konuşan Kılıçdaroğlu; “Gösteriş için ibadet olmaz. Ben umreye de gittim ama çıkıp söylemedim, ayıp bir şey bu” demiş… Gerçekten de kimseye bir şey söylememiş! Dolayısıyla umreye gittiğini hala kimse öğrenememiş!.. Peki, bunu söylemek ayıpsa bu ayıbı sen neden yapıyorsun? Galiba “Dersimli Kemal” 76 milyonu kendi belirlediği kurultay delegeleri gibi sanıyor…

Kemal Bey, Alevi ile Alevi, Sunni ile Sunni, dinci ile dinci, dinsiz ile dinsiz!… Böylelerine “inançsız” demek daha isabetlidir…

ABD’nin IŞİD’e karşı başlatacağı operasyondan önce de yolu temizleyen oydu. Yetkili kurullarda görüşmeden, CHP’lilerin görüşünü öğrenmeden, peşin peşin, yapılacak uluslararası bir operasyonda Türkiye’nin yer almasına CHP olarak karşı çıkılmayacağını açıklamıştı. Gelen tepkiler üzerine bu görüşünün gerekçesini; ”Madem ki terörden en çok zararı biz gördük, o halde her türlü terörle mücadele etmek zorundayız” şeklinde açıklamış. Eskilerimiz “Zırva tevil götürmez” derlerdi. “Dersimli Kemal” de o hesap, zırvaladıkça zırvalıyor. 40 bin yurttaşımızın ölümünden sorumlu, bebekleri bile öldürmekten çekinmeyen en tehlikeli ve acımasız terör örgütü PKK ile müzakereye evet diyeceksin, IŞİD ile ise mücadeleyi önereceksin!.. Yemezler Kemal Bey! Şaşkın ördek misali suya tersten dalıyorsun!..

CHP Grup Başkanvekili Akif Hamza Çebi’yi de kaybettik! Beyefendi “Torba Yasa” ile yapılan düzenlemeye göre, “F Tipi” polislerin görevden alındıktan sonra, mahkeme kararı ile eski görevlerine dönebilmelerinin iki yılı bulacak olmasını kendisine bayağı dert edinmiş. Bu duruma sebebiyet verecek olan yasa maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuş. Ergenekon ve Balyoz davalarına bağlı olarak görevden alınanlar için kılını kıpırdatmayan, ülkenin bölünmesinin önünü açacak olan “Açılım Yasası” için destek veren CHP’nin, açıktan Cemaat’in avukatlığına soyunması ne kadar acı, değil mi?.

Kemal Kılıçdaroğlu, Cemaat’in bankasını kurtarmak için Başbakana tehdit vari bir mektup yazmış… Yeni CHP’nin bu dönem tek işi Cemaat’e kol kanat germek!..

Eski CHP Milletvekili Mehmet Sevigen’in Sebahattin Önkibar’a açıklaması ise CHP’nin teslim alınmışlığının itirafı gibidir. Deniz Baykal, kendisine ait olan Halk TV‘nin Cemaat’in sesi haline getirilmesi karşısında: Halk TV’nin sahibi evet Deniz Baykal’dır ama yönetimini CHP liderliğine devretti ve hiçbir şeyine karışmıyor. Dolayısı ile yayın ile atamalarda Baykal’ın zerri dahli yoktur demiş… Eski genel başkanın içerisinde bulunduğu durum, ona en yakın arkadaşı tarafından bu şekilde açıklanmıştır. Hiçbir şeye karışmayan Baykal’ın da “yeni”lendiği anlaşılıyor!.. “Yeni Baykal” kendine ait televizyona bile sahip çıkacak durumda değil ne değil, Cemaat’in ve “İkinci Cumhuriyetçiler”in sesi olmasına da karşı gelemiyor!..

Cumhuriyet gazetesi okurları (CUMOK), gazetenin ikinci cumhuriyetçiler tarafından ele geçirilmiş olması karşısında ha bire tepkilerini dile getiriyorlar. Halk TV’den sonra Cumhuriyet gazetesi de Kılıçdaroğlu’nun, dolayısıyla Cemaat’in borazanı haline getirilmiştir!.. Dolayısıyla Aydınlık‘tan başka okunacak gazete ve Ulusal Kanal‘dan başka izlenecek kanal kalmamıştır!..

Görüldüğü gibi Yeni CHP’nin 18. Olağanüstü Kurultayından umut verici bir parti meclisi çıkmamıştır. Atatürk’e “Kefere Kemal” diyen gerici Mehmet Bekaroğlu’nu hileli yollardan Parti Meclisine seçtiren Kılıçdaroğlu, gerçek halk partililerin tasfiyesi ile sonuçlanan olağanüstü kurultayda, üstü çizilerek onay verilmeyen Cemaatçi Erdoğan Toprak ile açılımcı Murat Özçelik’i de başdanışmanlık makamına getirerek, delegelerin konu mankeninden farksız olduğunu kanıtlamıştır. En yetkili organ olan Parti Meclisi’nin iradesine saygısızlığı eden “Dersimli Kemal”, yaklaşan genel seçimlerdeki hedefini “anlamlı oy kaybına uğramamak” olarak belirlediğine ve partiyi de fiilen böldüğüne göre, yeni arayışlara girmek şart olmuştur. Bu gidişle Kılıçdaroğlu liderliğindeki Y-CHP’nin barajı bile geçeceği şüpheli hale gelmiştir. Yeni CHP’nin Bekaroğlu ve Özçelik benzeri adaylarına oy verecek seçmeni nereden bulabileceğini, yaşayıp göreceğiz!..

TSK’ya bile kumpas kurulduktan sonra CHP’nin başına buyruk bırakılmayacağı belliydi… CHP’nin ele geçirilmiş olmasını yeni fark edenlerin istifa ederek görevlerinden ayrılması, işgalcilerin işini daha da kolaylaştıracaktır. İstifa edenlerin yerine, kendilerine benzeyenler atanacak ve parti tamamen ele geçirilecektir… Bunu anlamamak için aptal olmak lazımdır… O bakımdan, yeni bir seçenek ortaya çıkana kadar meydanı işgalcilere bırakmamak gerekir…

CHP’lilerin genel seçimlerden önce , 19. Olağanüstü Kurultay‘ı toplayarak parti yönetiminin geri alınmasından başka çıkış yolu kalmamıştır. Ya da yeni bir parti kurarak Cumhuriyet’e sahip çıkılacaktır… Aksi halde Y-CHP’ye dönüştürülen Atatürk’ün partisi, Cumhuriyet düşmanlarının silahı haline getirilerek halka karşı kullanılacaktır…

Türk Silahlı Kuvvetleri internet sitesinde, PKK’nın Ağrı’da mahkeme kurup yargılama yaptığı açıklamasını (1) gördükten sonra, CHP’nin bu mücadelede ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım…

Av. Cemil Can

DİPNOTLAR:

(1) http://www.tsk.tr/11_haberler_olaylar/11_8_onemli_yurtici_olaylar/onemli_yurtici_olaylar_2014.html

“TÜRKİYE ILIMLI İSLAM DEVLETİ”!..‏ Av. Cemil Can
Kabul etmek gerekir ki, 1 Mart Tezkeresi’nde AKP hükümetini kurtaran CHP’ydi. Davutoğlu’nun şanssızlığı, Kılıçdaroğlu’nun henüz detaylar ortaya çıkmamış olan, IŞİD’e karşı kurulacak koalisyonda “Türkiye’nin yer almasına karşı çıkmayız” diyerek, Obama’nın peşine takılması ve Davutoğlu hükümetini zor durumda bırakmış olmasıdır… Rusya, Çin, İran ve Suriye’nin ortak tatbikat yaptığı sırada hava savunma sistemini test etmek için gönderilen Türk jetinin Suriye Ordusu tarafından avlanmasından sonra, ABD “Arap Baharı” adıyla yutturmaya çalıştığı bölgeyi yağmalama planını gözden geçirme ihtiyacını duymuştur. Anlaşıldığına göre, bu defa diplomatların “Çayın taşı ile çayın kuşunu vurmak” şeklinde ifade ettiği “İti ite kırdırma” politikasını uygulayacaklar!.. El-Kaide’nin içerisinden çıkartılan El-Nusra’dan üretilmiş IŞİD, bu defaki planın en önemli aktörü olarak rol alacak. Bir taraftan “Sünni Irak” olarak isimlendirilen bölgenin temizliğini IŞID’e yaptırıyorlar, diğer taraftan vahşiliğini bahane edip, Suriye’ye saldırının sebebi olarak gösterecekler!.. Obama’nın “Ülkemizi tehdit eden teröristleri nerede olsa vuracağız” sözlerinin açılımı bu olsa gerek… Emperyalizm, Müslümanları en kirli işlerinde taşeron olarak daha ne kadar kullanacak, yaşayıp göreceğiz?.. IŞİD’ı kuran, destekleyen, Suriye’ye ve Irak’a sokan Türkiye’ye, ABD’nin verdiği “olur”u utanmadan yok sayıyorlar! Üstelik Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce, Kılıçdaroğlu ile bir otel odasında 2,5 saat başbaşa görüşen ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin ziyaretinden önce, Türkiye’yi teröristlere destek vermekle suçlayıp şantaj da yapmış! Ricciardone, “Atlantic Council” adlı düşünce kuruluşunda verdiği konferansta; Ankara’nın El-Kaide’nin kolu olan El Nusra Cephesi’ne yardım ettiğini söylemiş!.. Benzer şekilde ABD Kongresi Dışişleri Altkomitesi’nde yapılan oturumda da, Kongre üyeleri Türkiye’yi Katar ile birlikte “terör destekçisi” olarak suçlamışlardır… (1) Balyoz ve Ergenekon davaları ile iyice hırpalanan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, “açılım”dan haberdar olmadığını ve IŞİD’e karşı operasyonda yer almayacağını Genelkurmay Başkanının ağzından açıklamasından sonra, ABD yönetimi iyice edepsizleşti… Bu yüzden olsa gerekir, Özel’in 2012 yılında yaptığı “KCK’nın yargı önüne çıkarılmasının hayati öneme haiz olduğunu düşünüyorum” şeklindeki açıklaması yüzünden, hakkında soruşturmabaşlatılacağı iddiaları gündeme getirildi. Genelkurmay Başkanı Org. Özel’e verilen bu gözdağının zamanlaması oldukça anlamlıdır!.. IŞİD’ın savunduğu “radikal İslam”ı, sapkın ideoloji olarak gösteren Obama, “Ortadoğu’ya ve Ortadoğu’dan dışarıya yabancı savaşcı akınını durduracağız” derken, bütün dünyayı terörle tehditetmekten geri durmadı. Büyük olasılıkla ABD’li gazetecinin kafasını kesen IŞİD militanın, İngiliz olduğu iddiaları (2) da bu fikri desteklemek için dünya kamuoyu ile paylaşıldı… İlginçtir, gelişmeler bölge ülkelerinin yüzde yüz aleyhinde ilerlerken, 49 diplomatı IŞİD’ın elinde rehin bulunan Türkiye, sınırayığılmaların önlenmesi için Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurulmasını istemektedir. Zaten ABD’nin Kuzey Irak’tan Akdeniz’e güvenli şekilde petrol akıtması için baştan beri düşündüğü bir projeydi bu isteğimiz. Çaresizlik içerisine sürüklenmiş ülkemizin, bu talebi dile getirmiş olmasını iyi anlamak gerekir. Bu durumumuz ayı ile yatağa girmenin bir sonucudur elbette. Kim ne derse desin, ABD’nin İncirlik üssünü “insani” amaçlı kullanmayacağı da bir gerçektir. Bunu bildiğimiz halde; operasyon öncesinde, İncirlik üssünün “insani” amaçla kullanılabileceği “iznini” vermemiz traji komik olmakla birlikte, kafamıza dayatılan soğuk namlu nedeniyledir!.. ABD’nin IŞİD’e karşı oluşturduğu koalisyon ortakları:Kuzey Irak’ın peşmerge ordusu, PKK, PYD, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Suriye’deki diğer terörist muhalif örgütlerdir. ABD, Türkiye’yi PKK ile birlikte IŞİD’e karşı mücadele için ikna etmeye çalışıyor. Bir taşla iki kuş vuracak kefere. Bu şekilde, PKK’yı terör örgütü olmaktan çıkartacaklar. ABD’nin IŞİD’e karşı aldığı kararların ardından, bölgeye gönderilecek silah ve insani yardım desteğinin, PKK’nın envanterine girmemesini kim nasıl garanti edecek? Bu soruya yanıt aranırken; Selahattin Demirtaş lafı dolandırmadan Türkiye’nin PKK’ye silah yardımı yapmasını istemesi (3) şok etkisi yarattı!.. Obama, “Sünni aşırılık” olarak değerlendirdiği IŞİD’e karşı müdahale edecek “ılımlı Sünni devletler” arasında Türkiye’yi de saydı. Bu açıklama, Türkiye için öngörülen rejimin “Ilımlı İslam” olduğunun ilanı gibidir… *** Kurultay delegeleri, bu defa yenilenlerin yerine, yenilecek olanları Parti Meclisi’ne seçtiler!.. Parti Meclisi toplanmadan, MYK oluşturulmadan, grupta konuşulmadan, yetkili hiç bir makamın görüşü sorulmadan, Genel Başkan Kılıçdaroğlu, IŞİD’e karşı kurulacak koalisyonda Türkiye’nin yer almasına CHP’nin karşı olmadığını söyledi!.. Yeni CHP parti mi yoksa Kemal Bey’in babadan miras şirketi mi? Bu sözlerle CHP’ye oy veren 11 milyon 270 bin kişinin iradesine ipotek koymak, hakaretten de öte bir şey değil mi? Seçmene böyle bir saygısızlık nasıl yapılabilir, anlayabilmiş değilim! TSK, toprak bütünlüğümüzü tehdit eden IŞİD operasyonunda “muharip güç olmayız” derken, o Türk gençlerini emperyalizmin çıkarlarını korumak amacıyla, piyon gibi ateşe sürebiliyor… Bu kadar “görev adamı” yani… Demek ki, Y-CHP’nin AKP’yi iktidarda tutmaktan daha önemli görevi buymuş! “Dersimli Kemal”, iktidarın yolu üzerindeki taşları temizleme işine ilaveten, Mehmetçiği de emperyalizmin emrine vermek için üzerine düşeni yapıyor… Peki, CHP’nin genel başkanlığına aday olan Muharrem İnce’nin bu konulardaki fikrini bilen var mı?.. Kemal Efendi, sonunda Hahamların ve Alevilerin çocuklarını da imam hatipli yapmayı başarmış!.. “Dersimli Kemal’im ben” diyerek, Alevileri bir kez daha kandırdı. Meğer adam “Ilımlı İslam”a razıymış. Aksine tek söz söylediği yok!.. Davutoğlu hükümetinin önünde giden Yeni CHP, kurultaydan sonra frensiz kamyon gibi kontrolsüz gidiyor. Delege CHP’yi adeta tecavüzcüsü ile evlendirmiş!.. En ağır tokat “açılım”ın mimarı Murat Özçelik ile Fetullahcı Erdoğan Toprak’ın adını çizendelegelere indirilmiş. Kemal Bey, inadına her ikisini de genel başkan baş danışmanlıklarına getirmiş!.. Doğrusu kılıçların efendisi kibar adam. Önderliğinde “Ilımlı İslam Devleti” ağır ağır kuruluyor. Delegelere ve partililere, ana avrat sövüp, galiz küfürler de savurmuş değil… Ona da şükretmek gerekir… Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1) http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/117481/ABD_Kongresi_Turkiye_ye_zehir_zemberek.html (2) http://www.hurriyet.com.tr/dunya/27036758.asp

(3) http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/50349-demirtastan-skandal-aciklama-turkiye-pkkya-silah-yardimi-yapmali.html

HANCI TAVUKLARI!..‏ Av. Cemil Can
Kılıçdaroğlu’nun “2015 seçimlerinde anlamlı bir oy kaybı olması halinde bırakırım” şeklindeki sözleri, üzerindeki korkunç baskının acıklı bir itirafıdır!.. Kemal Bey, ancak CHP’nin alacağı oyların birkaç puan düşmesi halinde istifa edebileceğini söylemektedir. Demek ki, görevleri arasında en az bir dönem daha AKP’yi iktidarda tutmak da vardır!.. Açık söylüyorum: PKK ile pazarlık sürecini, “barış” adı altında halka yutturmaya çalışan bildiriye destek veren CHP milletvekilleri: Alaattin Yüksel, Aykan Erdemir, Ayşe Danışoğlu, Binnaz Toprak, Erdoğan Toprak, Hülya Güven, Hüseyin Aygün, İlhan Cihaner, Kadir Gökmen Öğüt, Melda Onur, Mustafa Moroğlu, Nurettin Demir, Rıza Türmen, Sena Kaleli, Sezgin Tanrıkulu, Veli Ağbaba ve bunların benzerleri 2015 genel seçimlerinde aday gösterilirlerse, Y-CHP’ye kesinlikle oy vermeyeceğim… Kurultay öncesinde bu açıklamayıulusal bir görev kabul ediyorum!.. Emperyalist “küresel güçlerin”, Y-CHP’den beklediği görev: AKP’yi iktidarda tutmak için muhalif olanları oyalayarak dizginlemek olduğu açık seçik ortaya çıkmıştır… Türkiye’deki karşıdevrimin başarıya ulaşması, ancak bu şekilde mümkün olabilirdi. Küresel güçlerin Ortadoğu’daki rejimleri yıkma ve laik Cumhuriyet rejimini tasfiyeetmekle görevlendirdiği iki “başarılı” önemli aktörterfi almıştır. Ellerinde oyuncağa dönen Türk halkını kolaylıkla yönlendirerek, Erdoğan’ı Cumhurbaşkanlığına, Davutoğlu’nu da Başbakanlığa çıkartmayı “başarmışlardır”… Emperyalistler,TSK‘nın etkisizleştirilmesi ve CHP’nin ele geçirilmesinden sonra, adım adım hedeflerine yaklaşmaktadır. “Gezi Direnişi” gibi, toplumsal muhalefeti arkasından sürükleyecek bir ayaklanma olmadıkça, emperyalizmin önünde ciddi bir engel kalmamıştır… CHP’nin başından Kılıçdaroğlu ayrılınca, AKP’nin bir dönem daha iktidar olma olanağını yitireceği ve buna bağlı olarak karşıdevrimin tehlikeye gireceği gün gibi ortadadır. Satılacakların neredeyse tükenme noktasına gelmesi, yıllar içerisinde ekonomik varlıkların talanı, yaklaşan ekonomik krizin nasıl atlatılacağı konusunu gündemin birinci sırasına taşımıştır. Bu durumu en iyi bilen kişi olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın icranın başından ayrılıp, Cumhurbaşkanlığını tercih etmesini, yaklaşan fırtınadan kaçış olarak değerlendirmek hiç de yanlış değildir… Bu ateş çemberi içerisinde en önemli görev, doğal olarak halkı yatıştırmak veuyutmakla görevli muhalefete düşmektedir… Aksi halde, küresel güçlerin Ortadoğu’da kazandığı bütün mevzileri tehlikeye düşebilir!.. Olup biteni ve yakında olacakları bu fotoğraf içerisinde değerlendirmek gerekir… Böyle aciz bir duruma düşülmesine emperyalistler asla izin veremezler!.. Zaten (B) ve (C) planları da bu nedenle vardır!.. Haziran 2011 seçimlerinden önce “Artışı sağlayamazsam bırakırım” diyen Kılıçdaroğlu, 2015 milletvekili seçimlerinde, oy oranını bir kaç puan artırabilse, yerinde kalıp görevine devam edecek. Acaba neden? Sıkı sıkıya koltuğa yapışması; onursuz bir adam veya koltuk heveslisi olmasından değil, “görev” bilincinden kaynaklanmaktadır!.. Bu gerçeği artık görmemiz gerekir… Laik, demokratik Cumhuriyet tasfiye edildikten sonra, Kılıçdaroğlu’nun oy oranını artırması ne işe yarar? Oy oranını azaltırsa, bu defa koltuğunu Sezgin Tanrıkulu veya Rıza Türmen gibi PKK’nın onay verdiği bir isime teslim edebilir!.. Acı ama gerçektir: PKK lideri Abdullah Öcalan’ın “Kemal’e selam söyleyin” cümlesi, Kılıçların efendisinin görevini ve hiyerarşideki yerini ayan beyan göstermektedir!.. “6 okun yorumu çağdaş ve evrensel anlayışa göre yeniden yapılacak” sözlerini söyleyen Kılıçların efendisi, 6 oku hiçbir zaman anlamadığını veya içine sindiremediğini göstermiştir. Her iki halde de durum kötüdür. Gerçek kişiliğini ve kimliğini gizleyerek Atatürk’ün koltuğunu kalkan olarak kullanan Kılıçdaroğlu, CHP tabanını aldatarak, küresel güçlerin verdiği görevi yapmayı kabul etmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri ile bire bir örtüşen “6 ok”un “çağdaş” anlayışa göre yorumunu yapmaya kalkışmak, CHP Programı’nın da iskeletini oluşturan bu ilkeleri çağdışı bulmaktan başka bir anlama gelmez!.. Büyük olasılıkla programa aykırı eylem ve söylemlerinin kaynağını da bu anlayış oluşturmaktadır. “6 ok”u çağdışı gören anlayışın, vakit geçirilmeksizin -hem de tekme, tokat- kapı dışarı edilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir!.. Fazilet Partisi Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun:” CHP’ye gelme konusunda bende sıkıntı oluşturabilecek CHP’nin geçmişine ilişkin bagajları olduğunu ilettim. Hatta ben demokrasi ve özgürlüklere ilişkin savunduğum tüm görüşleri savunup bu konudaki düşüncelerimi iletince, onubenden daha radikal gördüm” şeklindeki sözleri ise acı ve düşündürücüdür. Yukarıdaki tespitlerimizi doğrulayan bu açıklamadan anlaşılmaktadır ki, Abdullah Öcalan’ın Kemal’i, Bekaroğlu’ndan daha iyi Fazilet Partilidir… O zaman neden başka bir partide değil de Atatürk’ün partisi CHP’nin başında oturur?!.. Cumhuriyetçilerin elinde siyasi bir parti olmadan, ne karşı devrimi tersine çevirmeleri ne de iktidara gelmeleri olanaklıdır. Ne yazık ki, Alevi kesimin içerisinden seçilen işbirlikçi Kemal, karşıdevrimin gerçekleşmesi için iktidarın yolundaki tüm taşları temizlemiştir. Rejim süratle “Suni İslam Devleti”ne doğru yol almaktadır. Kamuoyunda 4+4+4 yasası olarak bilinen ve eğitim-öğretim birliğini bozan yasaya, “elbette çocuklar dinini öğrenecek” diyerek muhalefet etmeyen Kılıçdaroğlu, şimdi çocukları zorla imam-hatipli yapılan Alevi ailelere nasıl hesap verecek, çok merak ediyorum!.. Özetliyorum: 4,5 yıllık Kılıçdaroğlu yönetimi ile geldiğimiz nokta; “devrimcilik” ilkesini karakteristik temel özelliği kabul eden Atatürk’ün partisi CHP, karşı devrimcilerin eline geçmiştir!.. Bu el değiştirme ile birlikte; Cemaatçiler, Kürtçüler, Liberaller ve 2. Cumhuriyetçiler parti yönetimine taşınmış, gerçek CHP’liler ise sokağa atılmıştır. Bu süre içerisinde yapılan il ve ilçe kongrelerine genel merkez ağırlığını koymuş, kurultay delegelerini önemli ölçüde değiştirmiştir. Bu arada CHP’nin Program’ı da edepsizce çiğnenmiştir. Bütün bunların adına “yenileşme” ve “çok çalışma” denmiştir!.. Yerel ve genel seçimlerde dinci ve gericiler öne çıkartılmış, çoğu aday gösterilerek ödüllendirilmiştir. Bununla birlikte, cumhuriyet karşıtlığı, “düşünce özgürlüğü” adı altında utanmadan savunulmuştur… CHP’liler, “6 ok”u benimsemeyen, başka bir ifade ile Atatürkçülüğü ve Cumhuriyetin niteliklerini özümsemeyen, cumhuriyet karşıtlarına oy vermeye mecbur bırakılmışlardır… Sağ görüşlüler CHP’ye yerleştirildikten sonra, aday gösterilmişler ve bu kişilere “tıpış tıpış” oy vermemiz istenmiştir… Bu gidişle bizden sağ görüşü benimsememiz de istenirse, şaşırmamak gerekir. Çünkü gidişat o yöndedir!.. Ülkeyi yönetmek için halka sağ görüşlü olmak dayatılıyorsa, bu konuda zaten yeterince deneyimli sağ partiler var!.. Sonradan dönmelere kim, neden itibar etsin!.. Kaldı ki, “Yeni” CHP’nin “görev”i vardı, bu yüzden dişe dokunur bir programı bile olmadı… İktidar partisinin iç çelişkileri nedeniyle parçalanacağı düşünü kurmak ve bu düş üzerine ulufe dağıtmaya kalkışmak; katır pisliğinden beslenen hancı tavuğunun yaşam biçimini benimsemekle eş anlamlıdır!.. Yani içerisinde bulunduğumuz ahval ve şerait bu kadar vahimdir. O bakımdan tek kurtuluş yolumuz kaldı. O da CHP’yi işgalden kurtarıp, yeniden halkın partisi haline getirmektir… Bu mümkün olmazsa,yeni parti kurarak yola devam etmek kaçınılmazdır!.. 18. Olağanüstü Kurultay’ın önemi de bu noktadadır!.. Av. Cemil Can

TEBRİKLER “KEFERE KEMAL”!..Av. Cemil Can
Yeni CHP 18. Olağanüstü Kurultay’ının oy birliği ile seçilen divan başkanı Engin Altay, kurultayın 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarına bağlı olarak; “darbe yapmaya teşebbüs” ve “casusluk” suçlamaları ile görevlerinden alınan “F Tipi” polis ve yargı mensupları için “güven kurultayı” olduğunu ilan edip, (*) kurultayı Cemaat’e armağan etti!.. Bu nedenle olsa gerekir,bazı yazarlar Y-CHP yerineF-CHP’yi kullanmaya başladılar… Delegeler uyanmadılar bile… Kemal Efendi, vaktiyle “F Tipi”nin TSK mensuplarına karşı başlattığı Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları için “Ordu darbecilerden temizlenmeli” manasına gelen sözler ediyordu. O zaman TSK’ya armağan edilecek bir kurultay yapamadı… Dikkatinizden kaçmamıştır sanırım. “Dersimli Kemal”; bu yer küre üzerinde hırsıza “hırsız” dediği için inandırıcılığını ve itibarını kaybedentek siyasetçidir… Zira halk, Kemal’in suçladığı kabinenin başınısahiplenmiş ve Cumhurbaşkanlığı ile ödüllendirmiştir. Denilebilir ki, “Dersimli Kemal”, güven vermez kişiliği ile aynı zamanda hırsızlarıaklama işlevini üstlenmiştir. İlginçtir bu süreçte kendine olan destek de “anlamlı” bir şekilde azalmıştır. O kadar güvenilmez bir adamdır yani… Kılıçdaroğlu 4 yılda kurultay delegelerini ayarladıktan sonra “dürüstlük maskesini” de indirmiştir… Abdullah Öcalan’ın verdiği talimatları harfiyen yerine getireceğini kurultayda taahhüt edecek kadar ileri gidebilmiştir… Toprak bütünlüğümüzü tehlikeye atacak olan “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nın çekince konulan bütün maddelerini imzalayacağını söylemekten hiç çekinmemiştir!… Böylece daha önce “açık çek” vererek desteklediği “açılım”ın önündeki son taşı da kendi elleriyle temizlemiştir!.. Bundan böyle, Y-CHP’de toprak bütünlüğünü savunmak yasaktır ama ülkenin parçalanmasının kilometre taşı olan “ana dilde eğitim”i savunmak mecburidir!.. Ulusal birliği sağlayarak “ulus devlet”i kuran CHP’de, artık ulusculuğu savunmak da suç sayılacaktır!.. CHP’nin kurultay delegesi bu konularla ilgilenmedi bile.. “Dersimli Kemal”den, ABD Elçisi ile birlikte bir otel odasında baş başa ne konuştuğunu açıklaması bekleniyordu. Büyükelçi acaba o konuşmada kulağına ne fısıldamıştı? Bu en çok merak edilen soruydu. “Çatı adayı” diye ilan ettiği AKP’nin eski adayı Ekmeleddin Bey’i kendisine kim önermişti? Belki onu açıklar diye çok bekledik. Onu da ötekini de demedi… Demek ki, “Yeni CHP”’nin asıl görevi, AKP’nin “Yeni Türkiye”sine uygun muhalefet yapmaktır… Arka arkaya yaşanan 4 seçim yenilgisinden sonra, beşinci seçimde CHP oylarında “anlamlı bir azalma” olmazsa çekilmeyeceğini söyleyen Kılıçdaroğlu’nun, anlaşılıyor ki, PKK’yı meşrulaştırmasından daha önemli başka görevleri de vardır!.. “Dersimli Kemal” aslında başarılıdır! Atatürk’e “Kefere Kemal” diyen birini CHP’nin Bilim Kuruluna seçtirmek ve bu kadar kısa süre içerisinde her dediğine gözü kapalı “evet” diyecek kurultay delegelerini yaratmak öyle kolay değildir!.. Hakkını yemeyelim. Tebrikler… Av. Cemil Can (*) http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/chpli-altaydan-dikkat-ceken-sozler-h36144.html

DELEGEYE SON ÇAĞRIDIR!..‏ Av. Cemil Can
Siz, Yeni CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve “görevli” yakın mesai arkadaşlarına Nevşehir’in Gülşehir ilçesinden bildiri imzalayarak “destek açıklaması” yapan il başkanları!.. Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvayi Milliyeci arkadaşlarının kurup Türk gençliğine emanet ettiği CHP’nin işgal altında, 78 il başkanlığının ise üstünde “ipotek” olduğunu dünya aleme ilan etmeye mecbur muydunuz?.. Genel merkezin önünde kapıkulları olduğunuzu ortaya koyan o aşağılık bildiriye imza atmakla: *Padişah Vahdettin başkanlığında toplanan Meclis-i Ali’de; Sevr Anlaşması‘nı imzalayan dönemin hükümetine, anlaşmanın kabulü yönünde destek veren; *Milli bilinci yok etmek suretiyle, halkın düşman işgaline karşı isyan etmesinin önüne geçmek amacıyla kurulduğu aşikar olan ve başkanlığını İngiliz Rahip Frew‘un yaptığı İngiliz Muhipleri Cemiyeti‘nin kurulmasına öncülük eden; *Kurucusu olduğu İslam Teali Cemiyeti‘nin 25 Eylül 1919’da yayınladığı bildiride, Kuvayi Milliyecilere “kudurmuş haydutlar” şeklinde hitap eden; *İşgalci devletlerin baskısı ile Boğazlıyan Kaymakamı “Milli Şehit” Kemal Bey’in, Ermeni Tehciri sırasında ihmali bulunduğu gerekçesi ile verilen idam cezasını onaylamayan Vahdettin’e, fetva vererek idam edilmesini sağlayan; *”Padişahın aksi emrine rağmen, istilacılara karşı direnişe geçen milliyetçilerinöldürülmeleri caiz olmakla kalmayıp, hatta her Müslüman’ın dini görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, kalanlar gazi sayılır” fetvasını yazarak, Dürrizade Abdullah Efendi’ye imzalatan; *Kurtuluş Savaşı başarıldıktan sonra, İngilizlerin temin ettiği yük gemisi ile Mısır’a kaçan; *Oradan da Yunanistan’a sığınıp, “Yarın” ve Peyam-ı İslam” gazetelerini çıkaran ve paçavralarda yayınladığı bildirilerde; *Ankara Hükümetinin Musul üzerinde hak iddia etmesini “gülünç” bulan; *Türkler için “Müslüman barbarlar” diyen, *Daha sonra da Mısır’a gidip, “Çatı Aday”ımız Mustafa Sabri Efendi’nin yardımcısı Şeyh İhsanoğlu’nun oğlu Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da mezun olmakla iftihar ettiği El-Ezher Üniversitesi‘nde din dersleri veren; Son Şeyhülislam MUSTAFA SABRİ Efendi’den farkınızı görmek istiyoruz!.. Mustafa Sabri ile kader birliği yapan samimi arkadaşı Şeyh İhsanoğlu‘nun (1) oğlu Ekmeleddin Bey’i, Atatürkçülerin önüne cumhurbaşkanı adayı olarak süren Kemal Kılıçdaroğlu’nu “başarılı” buldunuz ve yola onunla devam etme kararı aldınız. Öyle mi? Bence de başarılıdır başarılı!?.. (2) Dersimli Kemal, milletvekillerine baskın kurultay sonuna kadar “konuşma yasağı” koyarak, başlarına birer çuval geçirmiştir! İl başkanlarına ise “destek açıklaması” yaptırarak, tümünü tek bir çuvalın içerisine yerleştirmiştir!.. (3) Başarılıdır tabi başarılı!.. Siz CHP’nin son kurultay delegeleri!.. Bu size Türk halkının yapacağımız son çağrıdır: CHP’deki işgal kırıldıktan sonra, ülkemizdeki işgalin de kırılacağından en ufak bir kuşkunuz olmasın!.. Kurultay, 6 oka sahip çıkma (4) ya da bölünmeye evet deme noktasında hayati öneme sahiptir!.. Bu acı gerçekliğe göre karar vereceksiniz… Kafanıza geçirilmiş çuvalı çıkartın artık ve son sözünüzü söyleyin!.. MUSTAFA KEMALLER olarak mı tarihe geçeceksiniz yoksa MUSTAFA SABRİLER olarak mı?.. Bilelim… Çünkü Ankara’da 5-6 Eylül günlerinde, 1216 delege, CHP’nin en önemli sayfasını yazacak!.. Umarız risk alıp bedel ödemesi gerekenler, Gülşehir’den verdiğiniz “destekle”, yurtsever CHP’lilere bedel ödetmeye kalkışmazlar ve sizler de “Mustafa Sabriler” olarak tarihe geçmezsiniz!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR; (1)http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/43575-ekmeleddin-ihsanoglu-kimdir-biliyor-musunuz-bir-de-bizden-dinleyin.html (2)http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/2014/08/b-a-s-a-r-d-i-k/ (3) Genel Başkanlığa adaylığını açıklayan Yalova Milletvekili Muharrem İnce, bu bilginin gerçeği yansıtmadığınıaçıkladı: Gülşehir’deki toplantıya 78 değil, 60 il başkanı katılmış. Destek açıklamasına imza atan il başkanlarının 38’i zaten delege değilmiş. Geriye kalıyor 22 delege il başkanı. Deste bu kadar yeni. Kemal Bey, ancak 22 il başkanını kendine benzetebilmiş… Çok da başarılı değil yani. Bu gerçeğe rağmen, yalan söyleyerek kendini şişirmek Kemal Bey’e pek yakıştı… Bu durumu kendi ifadesi ile söylersek; “Yalan söyleyenden başbakan olmaz”, ama Yeni CHP’ye genel başkan olur!.. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/108807/ince__O_gunku_Kemal_agabey_gitti….html (4) Bir BOP projesi olan “ulusalcılıkla hesaplaşma” 18 Ekim 2005 tarihinde Fethullah Gülen Aktüel Dergisi’ne verdiği yazılı mülakatta dile getirdi: “Şimdi önümüzde daha geniş, kapsamlı ve kompleks bir süreç var. Dolayısıyla direnç noktaları daha fazla sancı oluşturabilir. AB sürecinde son günlerde yaşanan kavga ve tartışmalara bir bakıverin. Ölseler bir araya gelmeyecek kimseler ulusal cephe adı altında suni bir kitlesel dalga oluşturmaya çalışıyor. Kimlikleri, söylemleri, hassasiyet ve dünya görüşleri bu derece farklı, üstelik birbirleriyle hiçbir diyalog geliştirme niyet ve isteği olmayan insanlar muvakkaten bir araya geliyor. Gerçekten her söz ve hareketleri suni ve iğreti duruyor. Ulusal cephe adı altında oluşturulmaya çalışılan dalganın sınırları belli değil. Hedefi, niyeti ve çağrı yaptığı hassasiyetleri farklıdır. Kemiksiz, kimliksiz ve hedefsiz bir dalga. Her açıdan manipülatif bir organizasyon olduğu belli. Ama sancılar olacaktır. Bunlar aşılacaktır.” demiştir… http://www.odatv.com/n.php?n=fethullah-gulen-yasananlari-nerede-haber-verdi-2802101200 Ardından AKP’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 17 Eylül 2012 tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan ropörtajında:”19. yy ideolojisi olan ulusculuk Avrupa’da feodalite ile bölünmüş yapıları bir araya getirip ulus devletleri doğurdu. Bizde ise tarihten gelmiş organik yapıları dağıtarak geçici ve suni karşıtlıklar ve kimliklerortaya çıkardı. Hepimizin bu ayrıştırıcı kültürle hesaplaşma zamanı geldi” diyerek, hükümetin ulusalcılık konusundaki görüşünü anlaşılır bir şekilde dile getirmiştir. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21483551.asp Davutoğlu’nun bu görüşü 17 Şubat 2013 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan‘ın “Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız” açıklaması ile hükümetin resmi görüşü haline getirilmiştir. http://sozcu.com.tr/2013/gundem/milliyetciligi-ayak-altina-aldik-227165/ Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olan ve ulusalcılığı düşman ilan eden bu yeni ideolojik tespit, Yeni CHP tarafından da aynen kabul edilmiştir. Kılıçdaroğlu’nun akıl hocalarından (Seyit) Rıza Türmen, “Hem ulusalcı hem solcuolunmaz” diyerek, olağanüstü kurultay öncesinde; 6 okun biri “milliyetçilik” ilkesine saldırıyı başlatmıştır. http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/hem-ulusalci-hem-solcu-olunmaz-h34971.html Y-CHP’liler, “sol”un özünü teşkil eden; tam bağımsızlık, antiemperyalist tavır, emekten ve evrensel değerlerden yana olmak yerine, üzerinde anlaşmaya varılamamış bir siyasi kavram olan; “sol” sözcüğünün içerisinde kendilerini tarif etme acizliği içerisine girmişlerdir… http://tr.wikipedia.org/wiki/Solculuk Türmen’i Binnaz Toprak takip etmiştir: “Ulusalcı çizginin solda yeri yok” diyerek, Y-CHP’nin çizgisinin BDP’den ve Cemaat’ten farklı olamayacağına vurgu yapmıştır. http://t24.com.tr/haber/chpli-binnaz-toprak-ulusalci-cizginin-solda-yeri-yok,268342 Y-CHP‘nin başına kaset komplosu ile getirilen “Dersimli” Kemal:”6 okun yorumuçağdaş ve evrensel anlayışa göre yeniden yapılacak” diyerek, CHP’nin temel ilkelerini özetleyen 6 oku, “çağdışı” gördüğünü açıkça ifade etmiştir… Bu sözler yürürlükteki CHP Programına açıkca aykırılık teşkil edip, Tüzük hükümleri gereğince partiden ihraç nedenidir. Dolayısıyla olağanüstü kurultayın bir anlamda CHP’nin “temel ilkelerine sahip çıkma” ya da “programından ayrılma” kurultayı olarak gerçekleşecektir!.. Geldiğimiz noktada; BOP’un sadık bir görevlisi olduğunu gizlemeye dahi gerek görmeyen Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde; bölünmenin kaçınılmaz olacağı ortadadır!… http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/49207-kilicdaroglu-6-ok-yeniden-yorumlanacak.html

irler. Nasıl baş edeceklerini bilmedikleri tek şey, şiddet dışı eylemler ve mizahtır.”(John Lennon)   Av. Cemil Can