DEVLETİN “ÖZEL”İ OLMAZ!..Av. Cemil Can
Emniyet içerisindeki “F Tipi” örgüte yönelik operasyonda gözaltına alınan 39 kişiden 20‘si tutuklandı. Tutuklananlar Balyoz ve Ergenekon soruşturmalarını yürüten polis şefleri. Operasyonun Adana ayağında ise, 6 polis meslekten ihraç edilmiş… Cumhuriyet rejimi ve onu kollamakla görevli Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı, yabancı güçlerle işbirliği yaparak “tertip” içerisine giren Cemaat’i savunmak Halk TV’nin son günlerdeki tek işi oldu!.. Aynı şekilde muhalefet partileri Yeni CHP ile Yeni MHP de Gülen Örgütü’ne kol kanat gererek kalkan olmuşlar. Böylesi belki de çok daha iyi olmuştur. Bu şekilde Y-CHP ve Y-MHP yöneticilerinin gerçek yüzleri görülmüş, Ergenekon ve Balyoz davalarında tutuklanan (Balbay, Haberal ve Alan) milletvekillerinin arkasından döktükleri göz yaşlarının yapay olduğu ortaya çıkmıştır… Hükümetin sulh ceza mahkemelerini kapatıp, sulh ceza hakimliklerini oluşturması, daha önce yaptığı gibi ağır ceza mahkemeleri yanında “özel yetkili” savcılık ve “özel görevli” ağır ceza mahkemesi kurmaktan farksızdır. Her ikisi de çağdaş hukuka ve temel hukuk prensiplerine aykırıdır… Hiç kuşku yok ki, “özel yetkili emniyet”i de “özel yetkili savcılık”lar doğurmuştur… Öyle ki, döneminin en güçlü özel yetkili savcısı Zekeriya Öz bile, sanıklara sorulacak sorular için çoğu kez emniyeti beklemek zorunda kalmıştır!.. Denebilir ki, başında “özel” sözcüğü yer alan bütün devlet kurumları keyfiliğe ve siyasi iktidarın müdahalelerine açıktır… 12 yıllık AKP iktidarları boyunca “özel” olan tüm makamlara Fetullah Gülen Cemaati‘nin mensuplarının doldurulduğu herkesin bildiği bir olgudur… Söz buraya kadar gelmişken, “yararlı-yararsız cemaat” ayırımını yaparak, Gülen Cemaati’ne ayrıcalıklar tanıyan ve devlet içerisinde yuvalanmalarına göz yuman AKP’den önceki (Çiller, Yılmaz ve Ecevit) hükümetlerini de “saygı” ile anmak gerekir… Dolayısıyla bugün koalisyon ortaklarından birinin diğerine karşı yürüttüğü operasyonda, “adalet” aramak boşuna bir yakarış olur. Zira soruşturulan sanıklar, “adalet” dağıtacak kurumlarda en etkin görevlerdedir!.. Sanıkların kendileri hakkındaki soruşturmayı “adaletli” bir şekilde yürütmelerini beklemek hayal dünyasında gezinmek gibi olur… Başka bir söyleyişle, ne şekilde olursa olsun Cemaat’i, Yargı ve Emniyet’ten söküp çıkartmadan, “adalet” dağıtılacağına inanmak, piyango bileti almadan ikramiyeyi beklemek kadar akıl dışıdır!.. Başbakan Erdoğan’ın “Ne istediler de vermedik” sözleri ile itiraf ettiği gibi, her istediğini alan Gülen Cemaat’i, devletin en kritik noktaları olan Yargı ve Emniyet’i tamamen kontrolleri altına almıştı… Bu noktadan itibaren, -bir devrim olmadıkça- devlet örgütü içerisinde yuvalanmış bu örgüt mensuplarının, kendilerine çalışmayan kamu görevlilerini, üretilmiş deliller ve yapay davalarla tasfiye etmelerinin önüne geçmek imkansızdır… Nitekim yakın geçmişte de öyle olmuştur… En yetkin ve yasalara saygılı üst düzey emniyet yetkilileri başta olmak üzere, pek çok kamu görevlisi, uydurma suçlarla yargı önüne çıkartılmış ve haksız bir şekilde görevlerinden alınmıştı!.. Devletin en kritik makamlarını bu şekilde ele geçiren “F Tipi” örgüt üyelerini ise, bu noktadan itibaren soruşturmak, haklarında dava açmak fiilen olanaksız hale gelmişti. Zira onları engelleyebilecek olan devlet gücü, kendilerinin eline geçmiştir!.. Ne yazık ki, Türkiye bu süreci yaşamış ve muhalefet partileri Y-CHP ile Y-MHP de bu çirkin oyunun içerisinde; “Darbeciler yargılansın, ordu darbecilerden temizlensin, yargı gereğini yapar, yargı kararlarını beklemek gerekir” gibi sözlerle üstlendiği görevi yerine getirmiştir… Ne yazık ki, Ergenekon ve Balyoz davlarının TSK’yı etkisizleştirme ve komutansız bırakma operasyonu olduğu infaz koruma memurlarınca bile anlaşılmış ama Kılıçdaroğlu ile Bahçeli nedense bunu bir türlü anlamak istememişlerdir… Bu nedenle zamanı geldiğinde onların da sanık sandalyesine oturtulmaları gerekir!.. “Tarafsız ve bağımsız” yargı olmadan “F Tipi” örgütten kurtulmak olanaksızdır. Bu gerçeği kabul etmek gerekir. Ne var ki, iktidar ortakları arasında yaşanan çelişkiler ve birinin diğerinitasfiye etme yoluna gitmeye yönelmesi ile ortaya çıkan durum, “F Tipi “ örgütün ele geçirdiği devlet kurumlarından sökülüp atılması olanağı da ortaya çıkmış bulunmaktadır… Bu fırsat tepilemez ve en iyi şekilde değerlendirilmesi gerekir!.. Bu noktada hükümete destek vermek gerekirken, tam aksini yapıp, “F Tipi” örgüte kol kanat germek, aklın alacağı bir şey değildir!.. Bu şekilde başlayan bir hesaplaşmanın iktidarın kirli çamaşırlarını da ortaya dökeceği ve iki tarafı da yıpratacağı açıktır. Bu sürecin sonunda itibar kaybedeceği kesin olarak gözüken iktidara, bu aşamada karşı durmak veya Cemaat’e destek vermek uzun vadede hükümete destek vermek sonucunu doğuracaktır. Hal böyle iken, Y-CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun olayı, “17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonları”nın “intikamı” gibi göstererek küçümsemesi anlaşılır gibi değildir!.. Y-CHP‘nin Gülen Örgütü ile bugüne kadar gizli olarak yürüttüğü işbirliği artık alenileşmiştir. Y-CHP Milletvekilleri; Mahmut Tanal, Sezgin Tanrıkulu ile bağımsız Milletvekili İdris Bal’ın, bavulcu gazeteci Mehmet Baransu ile kol kola girip, Çağlayan Adliyesi’nde basın açıklaması yaparak, gözaltına alınan polis şeflerine destek vermeleri Cemaat-Muhalefet ortaklığını göstermektedir. Polis yakınlarının adliye önünde “Polis dışarı, hırsızlar içeri” şeklinde slogan atmaları ise bir Türkiye klasiğidir!. Bu operasyonun bir yararı da “kumpas” sonucu haksızlığa uğratılmış kahramanların, yıllardır hatırlatmaya çalıştığı ve fakat bir türlü hükümete duyuramadığı, çağdaş ceza yargılamalarının olmazsa olmazı “Masumiyet ilkesi”nin önemini bir kez daha öne çıkarmış olmasıdır… Bu temel ilkeyi çiğneyenlerin, şimdi aynı ilkeye sığınmaya çalışması, son derece önemlidir. “F Tipi” örgütün bu çığlığını “tarafsız-bağımsız yargı” yolunda atılmış önemli bir adım olarak değerlendirmek gerekir!.. Sahte kanıt üreten bir emniyet teşkilatı ve bu kanıtlara itibar ederek mahkumiyet kararları veren yargının olduğu bir ülkede, zaten “hukuk güvenliği”nden söz etmek mümkün değildir!.. Hukuk güvenliğinin olmadığı bir yerde, devlet de yok kabul edilmelidir… Dolayısıyla “F Tipi Örgüt” devletin temeli olan “adaleti” yok ederek, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temellerini tahrip etmiştir… İnsanlığın en önemli kazanımlarından olan “çağdaş hukuk prensipleri”ni her zeminde savunmak, ilericiliğin ve devrimciliğin ertelenemez bir görevidir… Hükümetin son operasyonunu, Y-CHP ve Y-CHP’nin aksine bu bağlamda desteklemek gerekir!.. Av. Cemil Can www.cemilcan.gen.tr
Bu hazırlıklar biter bitmez, büyük olasılıkla HAMAS’ın kaçırıp öldürdüğü üç gencibahane eden İsrail, Filistin’e bombaları yağdırmış… Filistin Sağlık Bakanlığı’nın açıklamasına göre, bombardımanın hemen arkasından başlatılan kara harekatı ile ölü sayısı 271’e ulaşmış…
TANRIKULU’NUN KULLARI!..
CHP Parti Meclisi’nde Mayıs 2013 tarihinde:”PKK Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı her türlü terör eyleminden vazgeçtiğini ve silahlarını teslim edeceğini beyan etmediği sürece, herhangi bir çözüm arayışının içinde olunmayacağı; çözüm arayışının Öcalan ve Kandil tarafından yönetilmesine izin verilmeyeceği” kararı alınmıştır…(1) Bu karar kamuoyundan ve parti üyelerindengizlenmektedir. CHP’nin resmi sitesine (http://www.chp.org.tr/) girip, arama motoruna “Parti Meclisi kararları” yazdığınızda, karşınıza 141 içerik gelmektedir fakat aralarında nedense bu karar bulunmamaktadır… (2)
- http://www.cnnturk.com/2012/guncel/10/16/ataturk.okulunun.ismi.tenzile.erdogan.oldu/680859.0/index.html
- http://www.aksam.com.tr/pkkya-karsi-bin-ladin-konsepti–144751h.html
- http://www.fikrabul.com/fikrabul/no/3223/halep-oradaysa-arsin-burada-.htm
- http://haber.sol.org.tr/dunyadan/turkiye-suriye-sinirinda-trafik-polisi-gibi-calisan-cia-ajanlari-var-haberi-61522
KİNDAR NESİL! Av. Cemil Can
Kılıçdaroğlu, TSK’daki ulusalcı subayların tasfiye edilerek karşıdevrimin yapılması projesinde kendisini CHP genel başkanlığına getiren güçlerle (ABD-AB) anlaşmıştır. Muhtemelen kendisine AKP’nin itibar kaybederek iktidardan düşmesi halinde, desteklenerek iktidara getirileceği sözü de verilmiştir. Ne yazık ki, bu “mavi boncuğa” pek çok CHP’li de inandırılmıştır… ABD’nin desteği ile iktidara gelen bir CHP, tam bağımsızlıkçı ve antiemperyalist çizgisinde kalabilir mi? Elbette ki kalamaz. Bu durumdaki CHP’ye Atatürk’ün ve İsmet Paşa’nın CHP’si de denemez tabi!.. Ya da Kılıçdaroğlu, son derece cahil ve yeteneksiz bir adamdır da etrafındaki işbirlikçiler tarafından kullanılıyor!.. Her iki halde de Kılıçdaroğlu Atatürk’ün koltuğuna yakışmıyor!.. Kılıçdaroğlu Fetullah Gülen’e hayranlığını her fırsat bulduğunda dile getiren Muhammet Çakmak’ın danışmanlığından hangi konularda yararlanır, bunu çok merak ederim. Bir kez olsun kendisine övgü sözleri söylemiş değildir. Böyle densiz birini CHP’nin “akıl hocalığı” makamında tutmasının bir nedeni olmalıdır? Çakmak, CHP tabanına Fetullah Gülen’i sempatik göstermekle görevlidir!.. Başka da hiç bir işe yaramaz… CHP’nin ana ekseninden kaydırılması üzerine; hiç bir karşılık beklemeden CHP’nin iktidara gelmesi için canla başla çalışan milyonlarca partili, adeta kişilikleri ile bütünleştirdikleri partilerine, oy verip vermeme hususunda tereddüt yaşamaya başlamıştır. 10 yıldır iktidarda bulunan, halkın mutluluk ve refahı için hiç bir icraatı bulunmayan AKP iktidarı karşısında, her geçen gün erimenin nedeni, bu eksen kaymasından başka bir şeyle açıklanamaz. Y-CHP karşıdevrimi destekleyerek, kendi ayağına kurşun sıkmıştır. Şimdi 29 Ekim’de Birinci Meclis’in önünden başlayacak olan yürüyüşte Cumhuriyet’i anma törenlerine katılması bu erimeyi geriye döndüremez. TGB’nin düzenlediği böylesine anlamlı bir etkinliğe katılmak, CHP’ye hiç mi hiç yakışmıyor. Bu mitingi Türkiye çapında anamuhalefet partisi olarak, CHP’nin düzenlemesi gerekirdi!.. İşçi Partisi’nin bayrağı arkasına CHP’yi takmak “zevahiri kurtarmak” içindir. Kurtulamaz!.. O zaman adama; “Siz ayrı bir parti misiniz, yoksa İşçi Partili misiniz?” diye sorarlar. Denebilir ki, Kılıçdaroğlu’nın, genel başkanlığa geldikten sonra yaptığı tek doğru iş TGB’nin düzenlediği bu etkinliğe katılmaktır… Y-CHP’nin karşıdevrimi desteklediği ve direnç gösterecek dinamik güçleri “dizginlemekle” görevlendirilmiş olduğu açık seçik ortaya çıkmıştır!.. Atatürk Cumhuriyeti’nin temel taşlarını yerinden oynatan yasa ve anayasa değişikliklerinin sadece “magazin” konusu olacak yönlerini eleştiren ve işin esasına yönelik etkili bir karşı duruş yapmayan Y-CHP, bu tutumuyla aslında “görevini” yapmış ve iktidarı desteklemiştir. Belki MHP Genel başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı kadarını yapamamıştır ama sonuçta iktidara payanda olma işlevini yerine getirmiştir. Y-CHP, Cumhuriyet rejimini koruyacak olan TSK’nin “ulusalcı” subaylarına karşı kurulan kompoyu “Orduyu darbecilerden temizleme” zırvasıyla görmezden gelmiştir!.. Belki ordu da darbe heveslilerinden kurtulmuştur ama asıl, emperyalizm önünde bir kale gibi dikilen Atatürk’ün ordusundan kurtulmuştur!.. Sonuçta TSK emperyalizme karşı bir ordu olmaktan çıkartılmış, emperyalizmin hizmetine sunulmuştur. Bu durumun birinci derecedeki sorumlusu iktidar ise, ikinci derecedeki sorumlusu da Y-CHP yönetimidir… Y-CHP’nin görevleri arasında “Silivri Hukuku”nu meşru göstermek olduğu için tutuklu bulunan CHP milletvekillerinin bile “suçları nedir?” sorusunu etkili bir şekilde kamuoyunun önüne getirip soramamıştır. Örneğin, Prof. Dr. M. Haberal’ın sorgusunda sorulan ve daha sonra kitapçık haline getirilen 180 soru içerisinde, iddianamede suçlandığı “terör örgütü kurmak ve yönetmek” suçlaması ile ilgili bir tek soru sorulmamış olmasını halka anlatmamıştır. “Biz yargılanmasınlar demiyoruz…” cümlesi ile başlayan, aldatıcı ve özel görevli mahkemeleri meşrulaştıran, ikinci dereceden eleştiriler, hep karşı tarafın işini kolaylaştırmıştır. Aynı tutumu M. Balbay’ın davasında da görmek mümkündür. Son olarak Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun, oğlunun ölümü nedeniyle “timsah gözyaşları” dökülmüştür. Y-CHP’nin bu konudaki söylemi, AKP’nin ulusal ve uluslararası hukuka aykırı olduğu için kaldırdığı bu mahkemelerin kaldırılma gerekçesinden dahi çok geride kalmıştır. Fatih Hoca’nın cenaze nedeniyle geldiği evinden gece alınıp, Sincan F Tipi Cezaevine gönderilmesine verilen tepki de parti tabanının gazını almaya dönük ve içerikten yoksundur. Bu durumu zorunlu hale getiren yasal mevzuata karşı CHP ne yapmıştır? Hiçbir şey!!!… “Tam bir vicdansızlıktır. Bu kararı veren yargıçta vicdan var mı, insan sevgisi, evlat sevgisi var mı?..” sözleri, bir işe yaramamaktadır… Şimdi şikayet edilen bu hukuksuzluğu ve vicdansızlığı meşrulaştıran Y-CHP yönetimi değil midir? 5 yıldır hak hukuk tanımayan özel yetkili savcılar ile özel görevli mahkemelerden “adalet” bekleyen Kılıçdaroğlu değil mi? Orduyu darbecilerden temizleyeceklermiş! Gerekçeye bakar mısınız? Emperyalistlerle el ele, emperyalizmi dünyada ilk defa yenen bir orduyu “darbeci”lerden temizleyeceklermiş!.. Bu dediğinize çocuklar bile inanmaz!.. Fatih Hoca soruyor: “3,5 yıldır suçumu soruyorum, yanıt vermiyorlar” diyor… Anamuhalefet partisi olarak bu soruyu kaç kere sordunuz? Kılıçdaroğlu CHP’nin başına hiç yakışmıyor!.. Fatih Hoca’nın oğlunun cenazesi için geldiği evinde kalmasına izin vermeyen hükümettir. Bunun lamı cimi yok. Bu ne biçim kin ve intikam duygusudur ki, sönmek bilmiyor!.. Odatv davası sanığı Doğan Yurdakul ile Ergenekon davası sanıkları Dursun Çiçek ve Mehmet Haberal cenaze için izin istediklerinde geceyi evlerinde geçirmişlerdi!.. O tarihten sonra mevzuatta(1) bir değişiklik olmadığına göre,bu çifte standardı “kindarlık”tan başka bir kelime ile açıklamak mümkün mü?.. Av. Cemil Can DİPNOT: (1) 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’nu 116. maddesinin 4. fıkrası: “İkinci ve üçüncü fıkraya göre izin verilen tutuklunun, izin süresi içinde gece konaklaması gerektiği takdirde, bulunduğu yerde bulunan ceza infaz kurumunda, bulunmaması halinde ise kolluk tarafından güvenli görülen yerde kalır” BU KIŞ ÜŞÜYEBİLİRİZ!.. Av. Cemil Can Rusya, Ankara’ya indirilen Suriye uçağında uluslararası sivil havacılık kurallarına aykırı bir şey olmadığını açıkladı. El konulan 12 koli içerisinde, “taşınması yasak” olan malzemeler yokmuş! Karadeniz üzerinde ikaz edilen pilot, kargosundan emin olduğu için yoluna devam etmişti. Esenboğa’ya inmesi istenince de itiraz etmedi. Buna rağmen, F-16’lar eşliğinde inişe zorlanmasının bir anlamı olmalı! İlk akla gelen, hava sahamızda egemenlik hakkımızı kullanabildiğimizdir! İhbar doğru çıkmadığına göre, Rusya’ya karşı bayağı bir zor duruma düşürüldük. Belki de istenen buydu. Uludere’de 34 sivil vatandaş ile ilgili verilen ihbar için de aynı şeyleri yaşamadık mı? İnsansız uçaklarla toplanan ve değerlendirildikten sonra bize verilen istihbarat üzerine, kendi vatandaşlarımızı bombalayıp öldürmüştük!.. İstihbaratı veren CIA, ne hükümetten ne de ölenlerin ailelerinden özür diledi. Tam aksine ABD’li yetkililer, TSK’yı daha da zor durumda bırakacak açıklamalar yaptılar. Suriye ile aramızı iyice açmak için ellerinden geleni yapıyorlar! Şimdi de Rusya ile aramızı açıyorlar. Putin, programlanmış ziyaretini indirilen uçak olayı nedeniyle ertelemiş. Suriye de misilleme olarak, Türk sivil uçaklarına hava sahasını kapatmaya karar vermiş!..(1) Belki Rusya daha etkili bir misilleme yapacaktır. Ham petrol ithalatımızın yüzde 13’ünü Rusya’dan yapıyoruz, yüzde 51’ini ise İran’dan. Petrol ve doğalgaz ithalatımızın yarıdan fazlasını bu iki ülkeden alıyoruz. Rusya ve İran, Çin ile aynı ittifakta yer almaktadır. Kara kışta doğalgaz vanalarını kıstıklarını bir düşünün!.. Hükümetten yapılan son açıklama da oldukça ilginç. Güya indirilen Suriye uçağında 17 Rus ajanı varmış. Diplomatik pasaport taşıdıkları için de sorgulanamamışlar. Ama Suriye’de muhaliflerin yanında çarpışan Çeçenleri tespit etmek üzere görevlendirildikleri anlaşılmış! Rus ajanlar, bunu itiraf etmediğine göre, onların bu amaçla Suriye’ye gittiğini bizimkiler nasıl anlamış?.. Resmi verilere göre, “Elektrik enerjisi üretiminde doğalgaza dayalı kurulu gücümüz 14.576 MW olup bu değer toplam kurulu gücümüzün 32,7’sini karşılamaktadır.”(2) Doğalgaz musluklarının kış aylarında kısılması halinde, elektrik ihtiyacımızı da karşılayabilecek durumda olmadığımızdan beklenmedik şekilde olumsuz yönde etkileneceğimiz kesin!.. Devletlerarası ilişkilerde “misilleme” var ve buna karşı hiç bir önlem alma şansımız kalmamış!.. Durup dururken insanın başını belaya sokması buna denir işte. İktidar, Amerika’ya yaranacak diye 75 milyon vatandaşı kış kıyamette buzların üzerine atıyor!.. Rusya’nın Akdeniz’deki tek askeri üssü Suriye’dedir. Bu üsse zaten her zaman askeri uçakları ile askeri malzemeler gönderebilir. Buna değil Türkiye, hiç bir ülkenin itirazı olamaz. Elinde bu olanak varken, Suriye’ye sivil uçakla askeri malzeme taşımak akıl karı mıdır? Rusya gibi diplomaside deneyimli bir devletin bu kadar basit bir iş için böylesine fahiş bir hata yapması beklenemez! İşe bu tarafından bakıldığı zaman, ihbara şüpheyle yaklaşmak gerekirdi. Anlaşılan Dışişlerimiz bu olayda da yine devre dışı bırakılmıştır. Belli ki, ABD Suriye ile geri dönülmesi çok zor olacak şekilde aramızı açmayı amaçlamıştır. Bu nedenle de yanlış bir istihbaratla başımıza bela açmıştır. Nitekim, bu olay üzerine Suriye de Türk sivil uçaklarına hava sahasını kapatmıştır. Amerika’nın BOP’nin hayata geçirilmesi için verdiği görevi yapmak zorunda mıyız?.. Onların yerine dolu dizgin bu anlamsız savaşa doğru koşturuluyoruz!.. Malatya Kürecik’te kurulan füze savunma sistemlerinin de İran ve Rusya’ya karşı kurulduğunu hesaba katarsak, bu iki ülkeden esaslı bir misilleme beklemek çok da sürpriz olmasa gerekir. Bir taraftan petrol ve doğalgaza zam üstüne zam yapan hükümetimiz, bir de böyle bir kısıntı ile karşılaşırsa ne yapacak çok merak ederim. Asıl zor durumda olan ise “iki kişiden biri”dir… Aşağı tükürse sakal, yukarısı bıyığıdır!.. Oslo’da PKK’ya verilen sözlerin adım adım hayata geçtiğini görüyoruz. 13 büyükşehir kurulması özerkliğin ilk adımıdır. BDP’nin bu tasarıyı düğün dernekle karşılamasından durum bellidir. Asıl ilginç olan Kılıçdaroğlu’nun da bu projeye destek vermiş olmasıdır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın ulusal hukukumuzun üstünde olduğunu anımsatması ve düzenlemenin buna göre yapılmasını istemesi anlamlıdır. Zaten daha önce de Anayasa Komisyonu’ndaki CHP’li üyelerden yeni anayasa maddeleri yapılırken, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın ruhunu anayasaya yansıtmalarını talep etmişti. Bu şartın çekince konulan maddelerinin tümünü imzalama sözü de veren Kılıçdaroğlu’nu bu oyunda karşı tarafın adamı olarak kabul etmek lazımdır. İktidar ve muhalefetin bu konuda birlikte hareket etmesi ile BDP Kongresinde Atatürk posteri yerine Abdullah Öcalan’ın posterinin asılmasına hiç şaşırmamak gerekir!.. Av. Cemil Can http://cemilcan.gen.tr/ DİPNOTLAR: (1) http://www.enerji.gov.tr/index.php?dil=tr&sf=webpages&b=dogalgaz&bn=221&hn=&nm=384&id=40694 (2) http://www.hurriyet.com.tr/planet/21693282.asp AHMAKLAR VE HAİNLER Av. Cemil Can 20 Temmuz 1974 sıcak bir yaz günüydü. Türk ordusu saat 6:05’ten itibaren “Ayşe tatile çıkabilir” komutu ile Kıbrıs’a havadan indirme ve denizden çıkarma yapmaya başlamıştı. Türk paraşütçüleri Lefkoşa’nın kuzeyine, Hamitköy – Gönyeli ve Pınarbaşı bölgelerine inmişti. Aralarında çocukluk arkadaşım Aydın da vardı. Vahit Amca, bir kır kahvesini işletiyor ve transistörlü radyosundan ajansı dinliyordu. İşaret parmağını dudaklarına götürüp “susun” işareti yaptı bize. Birlikte haberleri dinlemeye başladık. Harekat başarılıydı. 18’li yaşların heyecanı ile bir nara atıp, yumruğumu tavan tahtalarına geçirmişim. Yemin ederim, savaşın nedeni hakkında hiç bir fikrim yoktu ama çağırsalar güle oynaya savaşmaya giderdim!.. Doğruyu söylemek gerekirse, o sıcak yaz günlerinde, yüzümden ılık ter yerine cehalet akıyordu!.. İtiraf ediyorum!.. Şimdi aynı heyecanı yeğenlerimde ve etrafımdaki gençlerde görüyorum. Hiçbir şekilde nedenlerini sorgulamadan, savaşa gidip ölebilirler! İçişleri Bakanına göre “şehitlik” nasip işi ya, bizimkiler bu konuda kendilerini şanslı görüyorlar!.. Tavan tahtasına o yumruğu attıktan sonra, köprülerin altından çok sular aktı. 38 yılda edindiğim deneyimleri ve “analiz etme” yeteneğimi nasıl kazandığımı, yeni nesillere aktarmak istiyorum. Gençler belki de bana korkak diyecekler. Desinler anasını satayım, umurumda değil. Vaktiyle ben de önümdekilere öyle demiştim. Şimdi çok kararlıyım, son nefesime kadar bildiğim doğruları anlatmaya devam edeceğim… Sevgili Gençler; Sevgili Yeğenlerim: Size verebileceğim en son derste; somutlaştırarak anlatacağım bilgileri kulağınıza küpe edinin. Bu bilgilerle çözemeyeceğiniz hiç bir sosyal problem kalmayacak. Buna yemin edebilirim!.. Telif hakkı falan, aklınıza bile getirmeyin, istemem!.. DÜNYAMIZDAKİ KIT KAYNAKLAR Dünyanın en önemli enerji kaynağının petrol olduğunu biliyorsunuz herhalde. Doğalgaz ve petrolün elektrik enerjisini üretmek için çok gerekli bir yakıt olduğunu hatırlatmama gerek yok. Bildiğiniz gibi petrol, milyonlarca yılda oluşmuş ama onlarca yıl içerisinde tüketiliyor. Petrol ve doğalgaz kaynakları dünyamızda sınırlı olarak bulunuyor. Bir fikre göre, bu rezervler en fazla 50 yıl daha dayanabilirmiş. Yeniden petrol oluşumu, milyonlarca yıl süreceğine göre, bize bir faydası yok. Alternatif enerji kaynakları ise henüz bulunabilmiş değil. Bu nedenle süper devletler, kendi kıtalarının altındaki petrolü, alternatif enerji kaynağı bulunana dek kendileri için rezerv olarak tutuyor. Farkında mısınız bilmiyorum, dev petrol şirketleri kendi ülkelerinde değil, hep gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelerde petrol arıyorlar!.. Galaksimiz içinde başka dünya yok. Petrol ve doğalgaz gibi sınırlı maddelere ekonomide “kıt kaynaklar” deniyor!.. NİMETLER ADİL OLARAK BÖLÜŞÜLMÜYOR Şimdi gelelim hayati öneme sahip olan bu kıt kaynakların bölüşümüne. Allah’ın dünyasında biz Allah’ın biricik kulları arasında, bu kaynakları adil ve eşit bir şekilde bölüşebiliyor muyuz? Cevabınızı biliyorum: Hep bir ağızdan “Hayır” diyorsunuz. Peki nedenini hiç düşündünüz mü?.. Bu bahse, burada şimdilik bir nokta koyalım ve size başka bir hususu anımsatayım: SAVAŞLAR EKONOMİK NEDENLERLE ÇIKIYOR İnsanlık tarihi boyunca çıkan savaşlarda; savaşan askerler ile onları savaştıran kralların, savaş sebepleri aynı mıydı? Savaşan askerler, genellikle tanrısal bir ödevin gereğini yerine getirmek için savaştıklarına inanırlar. Zaten krallar da yarı tanrı sayılırlardı. O nedenle onların emirlerinin dinsel bir yanı da vardı. Ölen askerler, kralların veya tanrıların onuru için savaşıp ölüyorlardı. Bu yaptıklarının karşılığını ise, ikinci yaşamlarında alacaklarına inanırlardı. Çok tanrılı dinlerde de ikinci yaşama inanılır. Aksi halde, ne diye ölenin en değerli eşyalarını yanında gömsünler. Değil mi? Şimdiki askerlerin durumu da pek farklı sayılmaz. “Şehitlik” payesini almak anlaşılan öyle kolay olmuyor! İçişleri Bakanımızın deyimi ile nasıp işi imiş. Nedense “şahadet” zenginlere pek nasip olmuyor!?.. Ya savaşa karar verenler; onlar neden savaş çıkmasını istiyorlar? Bu soruya verilecek olan yanıt, askerlerin neden savaştığı sorusuna verilen yanıt ile aynı değildir. Savaş kararını alanlar, savaş sebebi olarak; yer küremizdeki kıt kaynakları yağmalamak, stratejik öneme sahip toprakları ele geçirmek, ticaret yollarını kontrol etmek gibi hususları göz önünde tutarlar. Bu gibi savaş nedenlerinin yerini, çağımızda enerji kaynakları ile onların geçiş yollarını kontrol altında tutmak almıştır… Yani bizim Mehmetçikler “şahadet” şerbetini içerken, onları savaşa sürükleyenlere dünyanın en önemli nimetlerini bırakmış olacaklardır!.. Bu gerçek, insanlık tarihi boyunca hiç değişmemiştir! Tarihte etnik veya dinsel nedenlerle savaşların çıktığı şeklindeki söylem, palavradan ibarettir!.. Bu değerler, sadece savaşacak olan askerleri motive etmek için kullanılmıştır. Ölümden sonra bir yaşam olmadığına inanan askerleri, kralların onuru için savaştırmak ve ölüme göndermek öyle kolay mı? O bakımdan, ölümden sonraki yaşam, hem çok tanrılı dinlerde hem de tek tanrılı dinlerde vardır!.. Aksi halde haçlı seferlerindeki askerleri kimse ölüme gönderemezdi!.. Buraya da bir nokta koyalım ve son bir tespit daha yapalım: CEHENNEM’İ BU DÜNYADA YAŞAYABİLİRİZ Bu temel bilgilerden sonra, şimdi de bir gün petrolün tükendiğini düşünün. Petrol ürünleri ile çalışan; otomobiller, uçaklar, trenler, gemiler, fabrikalar, elektrik santralleri, makineler ve bunların kullanıldığı bilumum sanayi kollarının kapılarına aynı gün kilit vurulur. En basitinden, evinizdeki buzdolabındaki yiyecekler bile bozulur. Elektrikleriniz kesildiğinde, yaşamınızın ne hale geldiğini bir düşünün. Aynı anda işinizden de olursunuz. Yer küre üzerinde yaşayan insanların büyük çoğunluğu için dünyada Cehennem yaşanmaya başlar!.. 2012 yılının ilk 8 ayında, toplam ihracatımız 90 milyar dolar iken, tek başına enerji ithalatımız, ihracatımızın yüzde 44’üne yaklaşmıştır. Yani tırmanıp 39.3 milyar dolara dayandı. Bir anda bu ithalatın sıfırlandığını düşünün!.. Yandık ki ne yandık!.. Toprakları altında bir süre daha yetecek kadar rezervi olanlar için sorun yoktur elbette. Belki de gelecek nesillerine alternatif enerji kaynağını bulup bırakabilecekler. Diğer insanların açlıktan veya var olan nimetleri paylaşamadıkları için çıkan savaşlardan ölümleri, umurlarında bile değildir. Hatta birbirlerini bir an evvel öldürsünler de dünya nüfusu azalsın diye, onlara bedava silah bile verebilirler!.. Türkiye’nin 2011’deki ham petrol ithalatının 18.1 milyon ton olduğunu, bu miktarın; yüzde 51’inin İran’dan, yüzde 17’sinin Irak’tan, yüzde 13’ünün Rusya’dan, yüzde 11’inin Suudi Arabistan’dan, yüzde 1,5’inin Suriye’den, binde 6’sının İtalya’dan ve binde 4’ünün Azerbaycan’dan gerçekleştiğini duydunuz mu? Peki bu ülkelerle olan ilişkilerimiz akıllıca ve dostça mı yürüyor? Petrol bitmeden de bize Cehennem’i yaşatabilirler!.. Buraya kadar yapılan tespitlere hiç birinizin itirazınız yoktur sanıyorum… Yaşamakta olduğumuz çağda, çıkartılan savaşların tümü bu anlatılanlarla uyumludur!.. KULLANILMAK KARDEŞİN KARDEŞİ ÖLDÜRMESİ İLE BAŞLAR Sonuçta söylemek istediğim şudur: Tarih boyunca güçlü olan devletler, zayıfların doğadan gelen payları ile doğuştan gelen haklarına el koymak için, akla gelmedik entrikalara başvuruyorlar. Bilim dilinde buna “dış siyaset” diyorlar. Günümüzdeki savaşlar geçmiş yüzyıllardaki gibi tekrar etmiyor elbette. Strateji ve taktiklerde ufak tefek farklılıklar var. Ülkeleri doğrudan işgal etmek daha az görülüyor. Buna gerek de kalmamış zaten. Ülkeleri kendi askerlerine işgal ettiriyorlar! Çünkü, Mehmetler varken, Coniler petrol için ölmek istemiyorlar. Biliyorlar ki, yöneticileri onların yerine ölecek insanları bir şekilde bulabilirler. Buluyorlar da. İyi yönetici olma kriteri buna göre değişmiş artık. Bu konuda tipik örnek: “Arap Baharı”nda yaşananlardır. Ölenler de öldürenler de gerçekte birbirinin kardeşi sayılır. Hepsi de Müslüman olarak tanınırlar. Irak’ta Afganistan’da, Libya’da yaşananlar da pek farklı değil… Sömürgeci devletlerin askeri olmaya ne de hevesliyiz! Efendilerimiz, sadece “şehit” olma sebebimizi değiştirmişler. Bundan böyle “kralların onuru” yerine, “vatan” uğruna öleceğiz… Üstelik bizim vatanımıza karşı somut ve yaklaşan bir tehdit yok iken… ÜLKEMİZİN BÖLÜNME PLANINDA ROL ALIYORUZ Belli ki, ABD ve AB, Rusya’nın Suriye’deki radar üssünü ve hava savunma sistemlerini yok etmeden, Ön Asya’ya doğru ilerleyemiyor. O bakımdan asker bir milletin, karadan Suriye’ye saldırması gerekiyor. Asker millet kimmiş acaba? Ancak bir “asker millet” Esat rejimini düşürebilir. Sömürgecilerin yolları da öyle açılabilir. Allah aşkına bu kirli savaşta ölenler “vatan için” mi ölmüş olacaklar? Aynı planın bir başka parçası; Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Doğu Anadolu Bölgesi’nin ülkemizden koparılıp, emperyalist ülkelere bağımlı, bekçi devletler oluşturulması için ayrılmış olması değil mi? Bu planın uygulanmasında en önemli iki unsur; hiç kuşku yok ki, Barzani’nin peşmergeleri ile PKK terör örgütünün militanlarıdır. Zaten PKK, Barzani’nin kontrolündeki topraklarda konuşlanmıştır. PKK’ya karşı sınır ötesi operasyon yapmamıza ABD neden izin vermiyor? Biliyorsunuz bu özlü sözü, Genelkurmay Başkanımız söylemiştir! Barzani yıllar önce değil bir Kürt’ü, bir kediyi bile T.C.’ye vermeyeceğini söylememiş miydi?.. Başka bir şekilde anlatayım dilerseniz; PKK, militanları ABD’nin elindeki bir kalaşnikov ise, Barzani’nin peşmergeleri uçak savar silahı gibidir… İşte biz geçen pazar günü o “büyük kongrede” bu adam için “Türkiye seninle gurur duyuyor” demişiz!.. Elindeki silahı bırakmadan, koca Türkiye Cumhuriyeti’ni, Oslo’da yarım kalan görüşmelere davet eden PKK ile bir an için hükümetimizin anlaştığını düşünelim. Askerlerimizi öldürmeyeceklerini garanti mi edecekler? O halde neden silah ellerinde? Gerçekten anaların göz yaşları duracak mı?.. Kürtlerin istediği bu kadar mıydı sadece?.. Kürtler özetle; “Doğu’yu bize verin, Batı’da kardeşçe yaşayalım” demiyorlar mı? Batı’da kardeşçe yaşayabileceğimize göre, Doğu’da buna engel olan nedir? Demek ki, işin içinde başka işler var!.. Bu sorunun doğru yanıtını, en kalın kafalı biri bile “petrol” ile ilgili anlattıklarımdan çıkartabilir!.. Bir de kullanılmayı alışkanlık haline getirenlerimiz olmasaydı!.. Büyük Ortadoğu Projesine göre, Kuzey Irak’ta kurulan “Kürdistan”, Güneydoğu’muza doğru genişleyecekmiş!.. Diyarbakır yıldız şehir olacakmış! Anlaşılan ABD’ye Ortadoğu’daki çıkarlarını korumak için bir tek İsrail yetmiyor. Bu defa petrol ve doğalgaz kaynakları ile geçiş yollarını bekleyen, ikinci bir bekçi devlete (İsrail’e) ihtiyaçları var. Kürtler, gönüllü olarak bu işe talip… Biliyorsunuz Beyaz Saray’a kadar gidip, bu büyük proje içinde rol istemişlerdi! Bugün için sömürgecilerin önünde tek engel kalmış; o da arkasına Şangay İşbirliği Örgütü’nü (Rusya, Çin, İran, Kazakistan, Kırgızistan vb) alan Suriye’dir elbette. Suriye’deki rejimi düşürüp, orada yeni bir AKP iktidarı kurmadan, bu projeyi yürütmek zor görünüyor! Hatta imkansızdır da denebilir. Tuhaflığa bakın ki, bu kirli savaşta bir oğlu ölen baba: “Bir oğlum daha var, o da “vatan” uğruna feda olsun” diyebiliyor… Çocuklarımız bu vatan için mi ölüyorlar acaba?.. DOĞRU ANALİZ YAPABİLİRİZ Şimdi size doğru analiz yapma formülünü veriyorum ve bitiriyorum: Öncelikle dünyadaki “kıt kaynakları” hiç aklınızdan çıkartmayın! Onların hiç bir zaman adil olarak bölüşülmediğini de sakın unutmayın. Sömürgeci devletler, sömürdükçe daha çok güçlenirler. Güçlendikçe daha fazla sömürürler. Bu bir tarihi gerçekliktir. Sanırım, buna da bir itirazınız olamaz… Emperyalistler, “düşünce kuruluşları” ve dünya çapındaki “insan hakları, özgürlük ve demokrasi” getirme amacıyla kurulmuş gibi gösterilen; dernek, vakıf ve diğer kuruluşları ile kendilerine yeteri kadar işbirlikçi bulabiliyorlar. Örneğin; bizdeki Açık Toplum Vakfı ve TESEV o kuruluşlardan sadece iki tanesidir. Güçlünün yanında yer alma durumunu da göz önünde tuttuğunuzda, pek çok kişinin kendiliğinden emperyalistlere müracaat etme nedenini anlarsınız. Ne yazık ki, işbirliği yapanların çoğu bu iş için gönüllüdürler!.. En kurnazlarının iktidar olmasına yardımcı olunduğunda, emperyalizmin çıkarlarını ülkelerinin çıkarlarından daha üstün tutarlar. Böyle taahhütlerde bulundukları defalarca kanıtlanmıştır!.. Çoğu o ülkelerin vatandaşı olmak için can atıyorlar. Çifte vatandaşlık adeta sigortalarıdır!.. Örnek istersiniz, dilediğiniz kadar verebilirim!.. AHMAKLAR ÖNDE GİDERLER Geldiğimiz noktada, savaş tamtamları çalanlar ile emperyalist ülkelere müracaat edip rol isteyenler, birbirlerinden çok farklı değillerdir!.. Birinci gruba girenler cahil ve ahmak olup, “asker” olmaya oldukça elverişlidirler. İkinci grupta yer alanlar ise doğrudan haindirler!.. Libya ve Irak’ta petrolün yağmasına engel olmaya kalkışan Kaddafi ve Saddam’ın başına gelenleri biliyorsunuz. Bu katiller, CIA’nın uydurduğu “Ellerinde kimyasal silahlar var; komşuları için tehdit oluşturuyorlar” yalanı ile dünya kamuoyunu aldattılar. Ve bu iki ülkeye doğrudan saldırıp, kendilerine sorun çıkartan yöneticileri, üstelik de kendi halklarına “onursuz” bir şekilde öldürttüler. Emperyalistler, bu kirli savaşlarda ellerindeki eskimiş silahların tümünü kullanıp paraya çevirdiler! Savaş tazminatı olarak, onlarca yıllığına işgal ettikleri ülkelerin petrol gelirlerine el koydular!.. Bu noktada bizim gibi “müttefiklerin” adını “model ortak” değiştirip, suçlarına ortak ettiler. Haksız yere katledilen milyonlarca Müslümanın kanı bizim de ellerimize bulaşmıştır. Şimdi ise, bu soysuz yanımızı gösterenlere fena halde kızıyoruz!.. Ne yazık ki, Türk halkının yarısı aldatılıp, bir şekilde bu oyunun içine sürüklenmiştir. Sanki bizde çok varmış gibi, şimdi de Suriye’ye “demokrasi” ve “özgürlük” götürmeyi üstümüze vazife edinmişiz!.. Vicdanımızı bu sözlerle rahatlatamayız!.. Aynaya bakıp gerçek yüzümüzü görmeliyiz!.. Yaşananlardan ders çıkarmadığımıza mı yanalım? Her zaman kraldan fazla kralcıyız… Dünyada ve Türkiye’de ne olup bittiğini PETROL VE DOĞALGAZ’a göre analiz etmeyi becerebilirsek eğer, “SURİYE İLE SAVAŞA HAYIR!” diyeceğiz!.. Akçakale’ye düşen bombayı da Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokmaya mecbur eden Yavuz ve Midilli gemilerinin Rus limanlarına attığı bombalara benzeteceğiz!.. Av. Cemil Can http://cemilcan.gen.tr/ http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/ “PAŞALAR DİLEDİĞİ KADAR KONUŞSUN” Av. Cemil Can “Balyoz Davası”nda karar açıklandı ama gerekçe hala yazılamadı. Kararı verenler ile gerekçeyi yazacak olanlar farklı olunca böyle sorunlar yaşanabiliyor. Gerekçe yürürlükteki hukuka uygun olacak. Bu nedenle, karar vermekten çok daha zordur… Özel Görevli Mahkemeler , TSK’nin 365 seçkin subayını, seçilmiş meşru hükümeti devirmek için “darbe yapmaya teşebbüs etmek”ten suçlu bulmuş !.. Hazırlıkların yapıldığı varsayılan 2003 yılında, eski Ceza Kanunumuz yürürlükteydi. 417’nci maddeye göre, bu suça teşebbüs etmenin cezası müebbet hapistir. Suç işlenirse, yargılama makamı suçu işleyenlerin koyduğu kurallara göre hareket edeceğinden, cezası yoktur demek yanlış değil. Garipliğe bakın ki, işlenirse suç olmayan eylemin, teşebbüs aşamasında kalması müebbet hapislik bir suçtur. Böyle bir tuhaflık ise bir tek bizde vardır!.. Mahkemenin kabulüne göre, sanıklar Erdoğan Hükümeti’ni düşürmek için ellerinden geleni yapmışlar, lakin ellerinde olmayan başka sebeplerle darbeyi yapamamışlar! Bu nedenle de 15 ile 20 yıl arasında değişen cezalara çarptırılmışlardır. Bu durumda ise, yasanın 61/2’nci maddesi yerine 61/1’nci maddesinin uygulanması ise ayrıca gerekçelendirmeye muhtaç kalmıştır… Bu yazıda yargılama sırasında yapılan hukuk ihlallerine değinecek değilim. “Dijital kanıtlar” denen CD’lerin sahteliği defalarca kanıtlanmış da ne olmuş? Sanıkların savunmalarının kısıtlanması ile lehlerine olan delillerin toplanmamış olmasına da bir şey demiyorum!? Çüknü bu yargılama bir karşıdevrim mahkemesinde yapılmıştır. Mahkeme kendi hukukunu yaratmıştır. Üzerinde durmak istediğim husus başkadır. Vicdanı kanının oluşmasında önemli rol oynayan zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman Paşa’nın, karardan sonraki konuşmaları dikkatimi çekti. Basından izleyebildiğim kadarıyla, bu davanın sanıkları ve sanık yakınları da bu iki paşanın yerli yersiz konuşmalarına çok içerlemişler. CNN Türk televizyonunda Enver Aysever’in Aykırı Sorular programına konuk olan Emekli Orgeneral Atilla Kıyat; “Özkök ve Yalman, mahkemeye gelip konuşmayan bu iki komutanımız lütfen beni bağışlasınlar ve bundan sonra ebediyyen sussunlar” demiştir!.. Bence bu iki komutan daha fazla konuşsunlar!.. Konuşsunlar da darbeyi nasıl önlediklerini birinci elden öğrenelim. Öyle ya, “darbeci” generallerin ellerinde olmayan ve darbe yapılmasını engelleyen hareketleri onlar yapmışlar. Bırakalım anlatsınlar da onların ne olduğunu biz de bilelim… Neler yapmışlar da darbeyi engellemişler acaba, çok merak ediyorum!.. “Ergenekon Davası”nda 3 Ağustos 2012 günü tanık olarak dinlenen Hilmi Paşa’ya, sanık avukatları “Genelkurmay Başkanlığı görevinizde bir darbe girişimine tanıklık etteniz mi, böyle bir duyum aldınız mı?” sorusunu yöneltmişlerdi. Paşa gayet açık şekilde bu soruya “hayır” yanıtını vermişti. Darbe girişimine değil tanıklık etmek , böyle bir duyum bile almadığını söyleyen Özkök, darbeyi nasıl engellemiş olabilir? Başka şekilde söylersek; Özkök Paşa, sanıkların elinde olmayan bir fiil ile suçun işlenmesini hiç bir şekilde önlemiş olamaz!.. Daha sonraki açıklamalarında ise, bütün sanıklar için “Silah arkadaşlarımın hepsi tertemizdir” ifadesini kullanmıştı. Davanın bütün kurgusu bu iki paşanın darbeyi önledikleri varsayımına dayandığına göre, konuşmalarında fayda var. Susacaklar da ne olacak? Gerekçeyi yazacak hakimler, “Adil yargılama yapılmadı diyemem” diyen Hilmi Paşa’nın “Ergenekon Terör Örgütü” için “Kasaptaki ete soğan doğrayamam, var da diyemem yok da diyemem” şeklindeki sözlerinden nasıl yararlanacaklar göreceğiz!.. Paşa “Ergenekon Davası”ndaki tanıklığı ile gerçekte “Balyoz Davası”nı çökertmişti. Sanırım bu yüzden olsa gerekir, “Balyoz Davası”nda tanıklık yapmasından özenle kaçındılar. Aksi halde Paşa’nın bir çuval inciri berbat etmesi işten bile değildi!.. Özel Görevli Mahkeme’de bol miktarda “tankları” ve “topları” bulunan zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın da dinlenmesi gerekirdi. Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ya konuşan Yalman’ın, “Darbeyi kim önledi” sorusuna verdiği, “Bilmem, Türk Ordusu tek kişi değildir. Tek Genelkurmay Başkanı da değildir. Ucuz kahramanlık kimseye yakışmaz. Türk Ordusu demek Kara Kuvvetleri Komutanlığı demektir. Hilmi Paşa’nın kaç tane tankı tüfeği vardı?” şeklindeki yanıt da başka bir gerçeği ortaya çıkartmış. Bu anlatıma göre, Kara Kuvvetleri envanterindeki silahları Genelkurmay Başkanı kendi emir ve komutası altında sayamıyor gibi. Bu duruma askeri disiplin içinde ne derler bilemiyorum ama garipsediğimi söylemeliyim. Öte yandan, Yalman Paşa’ya ikinci kez sorulan “Darbeyi siz mi önlediniz” sorusuna verdiği “Ben öyle demiyorum, iddianame öyle diyor” şeklindeki yanıtını ise, çok daha ilginç buldum. Bu nedenle mahkemede konuşmayan bu iki paşanın sürekli konuşmalarının yararına inanıyorum. Çünkü görünüşe göre, suçun işlenmesinde sanıkların elinde olmayan nedenleri yaratanlar onlardır!. O bakımdan onlara “Artık susun konuşmayın” deme yerine, “Dilediğiniz kadar konuşun” demek daha doğrudur. *** 6 Haziran tarihli WikiLeaks belgesinde; ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson’un gönderdiği “Erdoğan kendisine desteğin devamı halinde ABD’nin bir müttefiki olarak Ortadoğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir” şeklindeki bölümü okuyan Kılıçdaroğlu, “Kendi ülkesini, kendi ülkesinin çıkarlarını korumayan adama hain denir” diyerek, Erdoğan’ı hainlikle suçlaması üzerine, hakkında 100 bin liralık manevi tazminat davası açılmış. Oslo görüşmelerindeki tavrı ve Yeni Anayasa ile ilgili işbirlikçi tutumu yüzünden, parti içinde saygınlığı iyice azalan Kılıçdaroğlu’na karşı açılan bu dava Erdoğan’ın attığı can simidi gibidir!.. Ayrıca ABD de Kılıçdaroğlu’nun yapay muhalefetinden memnundur. O bakımdan kolay kolay ondan vazgeçmesi düşünülemez. Bunu bildiği içindir ki, şımarıklığa devam ediyor. Kılıçdaroğlu, 2013’te yapılacak yerel seçimlerde “ön seçim yapmayacağını” açıklaması ile göreve gelirken söylediği güzel sözlerin tümünü yalanlamıştır… “Parti içi demokrasiyi getireceği” vaadi ile CHP’lileri aldatan Kılıçdaroğlu’nun gerçek yüzü nihayet ortaya çıkmaya başlamıştır. Ön seçim yapılmamasını parti üye yapısının “sağlıksız” ve “kötü” olduğuna bağlayan Kılıçdaroğlu’na “CHP seçmeninin durumu nasıldır?” sorusunu kimse soramıyor!.. Metropoll’ün anket sonuçlarına göre, halka Gül ya da Erdoğan’dan hangisini istedikleri sorusu sorulmuş. Bu soruya CHP’liler arasında verilen yanıt şöyleymiş: yüzde 47,9 Gül, yüzde 4,6 Erdoğan ve yüzde 2 Kılıçdaroğlu. Kılıçdaroğlu, bu sonuçlara göre CHP seçmenine ne diyecek çok merak ediyorum. Bu insanlardan hangi yüzle yeniden oy istiyecek? İnsanda biraz utanma olur!.. BOP’un memuru Kemal Bey’in sözcüsü Hüseyin Aygün, şimdi de yeni bir cevher yumurtlamış: CHP kampının ikinci gününde “Ulusalcı, kafatasçılarla yürünmez” demiş. Kılıçdaroğlu ise CHP’de söylem birliği yok eleştirilerine “Her uzatılan mikrofona konuşursanız söylem birliği olmaz” diyerek daha da saçmalayıp Hüyesin Aygün’ü dahi yaya bırakmış!..Sanki konuşulmasa partide “söylem birliği” olduğu sonucuna ulaşılacaktı!.. Erdoğan’ı “hainlik”le suçlayan Kılıçdaroğlu, Oslo görüşmelerine destek vererek yurtsever olduğunu mu kanıtlıyor? Bu görüşmelerin sonunda varılacak olan yer; “özerklik” veya “federasyon” değil mi? Her ikisi de “Bağımsız Kürdistan”ın kurulması için bir aşamadır sadece. Devletsiz Uluslar ve Avrupa Ulusal Azınlıklar Derneği (Eurominority) ile Paris Kürt Enstitüsü’nün hazırladığı haritada Türkiye ikiye bölünmüş gösteriliyor. Oslo görüşmelerinin Türkiye’yi götüreceği yer bölünmüş bir Türkiye’dir. Bu süreci destekleyen Kılıçdaroğlu yurtsever oluyor da Erdoğan’ı hainlikle suçlayabiliyor!.. Hayret!.. Av. Cemil Can http://cemilcan.gen.tr/ http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/ KAYBEDECEK VAKTİMİZ KALMADI!.. Av. Cemil Can Üzerinde anlaşmaya varılan yeni Anayasanın 59 maddesini Meclis’ten geçireceksiniz de ne olacak? Kılıçdaroğlu, Başbakanın bu isteğini neden sahipleniyor? Herkes biliyor ki bu işten sonra, sıra üzerinde anlaşmaya varılmamış maddelerin “halkoyu”na sunulmasına gelecek…“Halkoylaması”ndan önce, iktidarın “evet”i mi muhalefetin “hayır”ı mı daha çok taraftar bulacak!… Yeni yapılacak halkoylamasının, 12 Eylül 2010′da yapılan halkoylamasındanne farkı olabilir? Y-CHP bu farkı hangi araçlarla nasıl yaratacaktır ki, oylamanın sonucu “hayır” çıkabilsin? Bütün bu soruların akla yatkın yanıtlarının verilmesi gerekir. Aksi halde muhalefet eliyle, AKP’nin önündeki BOP Programının anayasa aşamasına geçilmiş olur!..Y-CHP, tıpkı MHP gibi iktidarın bir koltuk değneği durumuna düşürülmüştür. CHP’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndaki üyesi Atilla Kart’ın, “ortak vatan”, “tek devlet” ve “eşit yurttaşlık” kavramlarını ortaya atarak, “Türk Milleti” kavramını sulandırmakla görevli olduğu ortaya çıkmıştır. Kılıçdaroğlu’nun bu komisyondaki gerçek sesi Rıza Türmen ile Atilla Kart’tır. Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran halka Türk Milleti denir açık tanımlamasına rağmen, “Türk” sözcüğünün bir ırkı tarif ettiği şeklindeki kasıtlı ve yanlış propagandaya inanılması için bu önerinin ortaya atıldığı tartışmasızdır. Aynı durum öğrencilerin okuduğu andın içerisinde geçen “Türk” sözcüğü nedeniyle andın kaldırılmasında da yaşanmıştır. CHP’nin “andımız”ın kaldırılmasına gerçekte bir itirazı yoktur. Öte yandan hükümetin Çin ile füze anlaşması yapılmasına herkesten önce, ABD’nin çıkarlarını korumakla görevli Erdoğan Toprak karşı çıkmaktadır. Erdoğan Toprak, Kılıçdaroğlu’nun gerçek sözcüsü durumundadır. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu da emperyalizmin çıkarlarını korumakla görevlendirilmiş bir Amerikan hayranıdır. Tıpkı MHP’nin Suriye tezkeresinde takındığı tutum gibi yapmaktadır… MHP, lafta tezkereyi eleştirip karşı çıkmış gibi yapmıştır fakat oylamada tam tersini yaparak, hükümete destek vermiştir. Demek ki, MHP görevini yapmıştır. Şimdi sıra Y-CHP’dedir ve ondan beklenen görev, yeni Anayasa’nın bir an önce halkoyuna sunulması için yoldaki taşları temizlemektir. Bu konuyu gündeme taşımak Y-CHP’ye verilmiş olan görevdir!.. Ana muhalefet tarafından iktidara en anlamlı destek, ancak bu şekilde verilebilir…Bu fikri doğrulayan en temel olgu, sözde “Demokratikleşme Paketi”nin açılmasından sonra takınılan tutumdur… Y-CHP, karşıdevrimin mimarlarından AKP milletvekili Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun, “ana dilde eğitim” ülkeyi bölünmeye götürür şeklindeki açıklamalarından sonra bile, ayaklarının üzerine kalkamamıştır!.. CHP kurumsal olarak Burhan Kuzu’dan çok geride kalmıştır. Kılıçdaroğlu bu paket için, “Bizim önerilerimizin kötü bir kopyası” diyebilmiştir. Böylece anlaşılmaktadır ki, Y-CHP yönetimi “Türk” ve “Atatürk” sözcüklerinden oldukça rahatsızdır!.. Demek ki, Y-CHP de “dar bölge sistemi” ile milletvekili seçimi yapılmasına razı gelmektedir. Bunun anlamı açıktır: AKP’nin gerekli oy desteğine sahip olmadan iktidarını sürdürmesi ve karşıdevrimini tamamlaması istenmektedir. Kabul etmek gerekir ki, Kılıçdaroğlu bu noktada oldukça gözü karadır…Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan hükümetlerine yönelttiği eleştirilerin tümü, danışıklı dövüşten farksız ve halkı yönetmek içindir. Nitekim, bu yöntemle hükümetin hiç bir icraatı engellenememiştir. Gerek parlamentoda gerekse parlamento dışında biteviye havanda su dövülmüştür… Ayrıca Y-CHP’nin, “ana dilde” eğitim yapılmasını kabul etmek suretiyle, bu topraklar üzerinde 18 ayrı dilde eğitim yapılabileceğine aklı yattığı anlaşılmaktadır… Açıktır ki, fiilen ülkeyi bölme anlamına gelen bu önerinin gerçek sahibi, Türkiye’yi bölmeyi kafasına koymuş olan ABD’dir. ABD’nin Türkiye elçisi Rıza Türmen, PKK’nın “özerklik” isteğini CHP adına kabullenmiştir… BOP’nin en önemli elemanlarının Y-CHP içerisinde olduğu defalarca kanıtlanmıştır. Emperyalizmin Türkiye’yi bölme isteği, uşakları tarafından aheste aheste Türk halkına benimsetilmek istenmektedir. Bu işi yapanların başında AKP hükümeti gelmektedir. İkinci sırada ise PKK vardır ve ardından Y-CHP ile MHP bu ihanet planında görev almış bulunmaktadır… “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” atasözü her gün yeniden bu sözde muhalif partiler tarafından doğrulanmış olmaktadır…“Dersimli” Kemal, Lüleburgaz’da Mustafa Kemal’in askeri, CHP Genel Merkezi’nde ise, Mustafa Kemal’in yurttaşı rolünü oynayarak halkı aldatmaktadır… Karşıdevrim, üst yapı kurumlarını tamamlayana kadar, Kılıçdaroğlu bukalemun gibi renk değiştirip, CHP tabanını oyalamaya devam edecektir… Genç Cumhuriyet’e ihanet eden Seyit Rıza ve Şeyh Sait’in CHP’yi ele geçiren torunları, dedelerinin intikamını almak için tıpkı onlar gibi düşmanla işbirliği içerisine girmişlerdir. Bu noktadan itibaren, CHP’nin geri alınması da oldukça zorlaşmış bulunmaktadır… Örgütsüz toplumun karşıdevrimi durdurabilmesi olanaksızdır. Bu nedenle Atatürkçü düşünceyi benimseyen Cumhuriyete bağlı gençliğin, bu yeni durumu tartışmaya başlayarak, gereğini yapmaları önlerindeki en acil görevdir… Bekleyerek, yeni gelişmelere göre tavır belirlemek asla doğru değildir. Zira bu şekilde kaybedilecek vakit, hayati öneme sahiptir ve kaybedilmekle iş işten geçmiş olabilir…Av. Cemi Can http://cemilcan.gen.tr/2013/10/kaybedecek-vaktimiz-kalmadi/ ESKİYE RAĞBET OLSA…Av. Cemil Can Yeni CHP Erdoğan’ın paketini beklemeden kendi paketini açtı. Erdoğan’ın paketinde yer alacağı kamuoyuna sızdırılan konulardan ikisini Kılıçdaroğlu sahiplendi… “Dersimli” Kemal, CHP tabanını sarsan sözleri ile gündeme gelen Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ile Sezgin Tanrıkulu’na, Kamer Genç’i de arkadaş olarak ekledi… Bu üç milletvekili, Erdoğan’ın paketinde olacağına kesin gözüyle bakılan Tunceli ilinin adının “Dersim” olarak değiştirilmesi için yasa teklifi verdiler… Bu utanmaz arlanmaz herifler, yasanın gerekçesini; Tunceli’nin aynı zamanda 1937-38 askeri harekatının adı olması ve bölge halkında çağrıştırdığı hatıraların negatif olmasına bağladılar… Tekliflerinin gerekçesinde halkın isteğinin de bu yönde olduğunu belirtmeyi ihmal etmediler!.. Halkın isteklerinin ne olduğunu nasıl da biliyor bu Y-CHP’liler! Kaset komplosu ile CHP’nin başına getirilen “Dersimli” Kemal, bilgisi ve onayı ile verilen bu teklif için “ Doğrusu ben şunu arzu ederim; bölgede bir referandum yapılsın, bölge halkı istiyorsa Dersim olmasını, olsun” diyor… Bay Kemal, milletvekilleri gibi halkın ne istediğinden pek emin değil!.. Kemal Bey’e göre Erzurum, Erzincan, Malatya ve Bingöl’ü de kapsayan “Dersim”, sanki ayrı bir devlet gibi!.. Yerleşim yerlerinin adının ne olduğuna, bölgede yaşayanlar karar verecekmiş. Sanki diğer yerleşim yerlerinin adlarını oralarda yaşayanlar vermiş gibi!.. Nedense “Dersimli” Kemal’in aklına bu tür konuları 76 milyonluk Türk halkına sormak gelmiyor!.. Kemal Bey’e sormak lazım; madem ki, Tunceli’nin adı “Dersim” olarak değiştirilerek, eski adlara dönülecek, neden Tunceli adının “Munzur”, Nazimiye İlçesinin ise “Kızıl Kilise” olarak değiştirilmesini önermiyorsun?.. Belli ki, onun derdi “eski” ile değil, Atatürk ve İnönü ile… “Dersimli” Kemal’in mensup olduğu Kureyşen aşireti, önder olarak kabul ettikleri Seyit Rıza ile birlikte, genç Cumhuriyet’e baş kaldıran asilerin önde gelenlerindendi. (1) Kemal’in kuyruk acısı biraz da bu yüzden olsa gerekir… Çocuklarını askere göndermemek ve vergi vermemek gibi imtiyazlar elde etmek için, isyan eden bu feodallere karşı, girişilen haklı ve yerindeki askeri harekatın adı olan Tunceli, daha sonra Munzur’a isim olarak verildi… İşte Kemal Bey, Tunceli isminden bu nedenle rahatsızdır!.. Atatürk’ün koltuğuna oturduktan sonra, Cumhuriyet’ten intikamını bu şekilde almak istiyor!.. Yoksa 1948 doğumlu olan Kemal’in yaşadığı bir şey yok ki, “negatif” bir anısı da olsun!.. CHP Sözcüsü Haluk Koç’un, Tunceli’nin adının “Dersim” olarak değiştirilmesinin tartışılmasını, Cumhuriyet’in değerlerinin tartışıldığı anlamına gelmediğini söylemesi beyhude bir çabadır… Zaten onun beyanını da kimsenin ciddiye aldığı yok!.. Tam da bu gelişmeler yaşanırken, Başbakan CHP’yi terör örgütleri ile işbirliği yapmakla suçluyor. AKP Genel Merkezi ile Polisevi’ne roketatarlı saldırı yapan örgütle, CHP’nin Taksim’de kol kola eylem yaptığını ileri sürüyor. “Dersimli” Kemal, en kanlı terör örgütü PKK ile işbirliği içerisinde olan Erdoğan hükümetinin olduğunu söyleyemiyor!..Çünkü kendisine, “açılım”ı destekleme görevi verildi… Sürece zarar verir diye PKK’ya terör örgütü diyemiyor!.. Hüseyin Aygün ile Erdoğan’ın ağız dalaşı tipik bir kayıkçı kavgasıdır… CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, ABD ziyaretinde “Türk halkının Erdoğan’dan daha iyisini hak ettiğine yönelik mesaj aldık” demiş… Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu ise, ziyaretle ilgili, “Türkiye’nin içindeki gelişmeler bağlamında da şimdilik herhalde biraz saklı tutmamız gereken değerlendirmeler oldu” diye konuşuyormuş… Bu ifadelerden, Erdoğan’dan daha “iyi” olanın Kemal Kılıçdaroğlu olduğu sonucunu çıkartmamız isteniyor. İyi de ABD “iyilik” ölçüsünde Türk halkının değil, ABD’nin çıkarları önde tutulmuştur… ABD’ye göre en iyisi Kılıçdaroğlu olabilir, bize göre değil!.. *** Çekmeköy Sanayici ve İşadamları Derneği’nin düzenlediği toplantıda konuşan Kılıçdaroğlu, 20-25 yıllık enerjimizi türban konusuna ayırdığımızı söyledikten sonra, “Şapka Kanunu var değil mi? Uygulanıyor mu? Hayatın gerçeğinden koparıyoruz Türkiye’yi” diyerek, peşinen AKP’nin “demokratik çözüm paketi”nde yer alması beklenen bazı devrim kanunlarının kaldırılmasına muhalefet etmeyeceğinin işaretini verdi… Altında Atatürk ve İnönü’nün imzası bulunan her konu Cumhuriyetin bir değeridir ve CHP için dokunulmaz sayılır… Asıl onlara dokunulmakla hatıralar zedelenir!.. Kılıçdaroğlu bu konuda da hükümetin önünü açmaktadır, işbirlikçidir!.. Başbakan Birlik Vakfı’ndaki konuşmasında AK gençleri “Barbarlık karşısında pısmayın” diyerek, gerektiğinde şiddete başvurmalarına icazet vermiş!.. Çarşı‘yı itibarsızlaştırmak için kurdukları “1453 Kartalları” ilk eylemlerinde deşifre oldu. Anlaşılan, toplumsal olaylara müdahale görevini AK gençlik yerine getirememiş! Bunun için ücretli yeni bir teşkilat kuracaklarmış. AKP’nin “ileri demokrasi”si böyledir işte. F tipi polise ilaveten, bir de polis yetkileri ile donatılacak imam hatipli 10 bin militan… AKP’nin SS’leri, üniversitelerde görev yapacakmış!.. Karşı devrimin palalı, sopalı bu “muhafızları”, çağdışı yasalardan alacakları yetkiyle çok can akıtacak!.. “İki kişiden biri” bu gelişmelere ne diyor acaba!.. Av. Cemil Can DİPNOT: (1) http://www.navkurd.eu/index.php?option=com_content&task=view&id=1250&Itemid=84 YALAN SÖYLENEN HALK HAKARETE UĞRAMIŞ SAYILIR!..Av. Cemil Can Reyhanlı’daki saldırıda yaşamını kaybeden vatandaşlarımız için Başbakan Erdoğan’ın “53 sünni vatandaşımız şehit edildi” ifadesini kullanması bilinçli bir tercihtir. Bu durum Başbakanın Gezi Parkı direnişinden sonraki beyanları ile açık seçik ortaya çıkmıştır. Kullanılan bu bölücü dil karşısında Erdoğan’ın planını bir tek Aleviler bozabilir! Mezhepçilik üzerinden yapılan siyasetin en etkili panzehiri laikliği savunmaktır. Alevilerin ısrarla bu çizgide savunma yapmaları şarttır. Aksine Sünniliğe karşı Alevi mezhebini öne çıkarmak, hakim durumda olan Sünni mezhebiazgınlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Siyasal İslam olarak bilinen örgütlü yapı, Sünni mezhep içerisinde yuvalanmıştır. Alevilerin, “Alevicilik” yapmaları halinde, Sünnilerinlaiklik karşıtı eylemleri sıradanlaştırılır ve meşruiyet kazanır!.. Bu önemli nokta asla akıldan çıkartılmamalıdır!.. Başbakan’ın, yurttaşların en demokratik hakkı olan düşünceyi ifade etme özgürlüğünü kullanmalarını, hukuka aykırı olarak bastıran polisleri(ni) “Destan yazmakla” övmesi ve bir emniyet amirinin göstericileri Çanakkale’yi geçmeye çalışan düşman kuvvetlerine benzetmesini asla unutamayız! Polisin orantısız güç kullanmaktan, insanlık dışı muameleye doğru hızla kayması ve hükümetin hukuk dışına çıkan polisleri açıktan 24 maaş ikramiye ile ödüllendirilmesi herşeyi ortaya koymaktadır. Hedef gözeterek insanlara ateş eden polisleri görevden almak şöyle dursun, onları “meşru müdafaa” çizgisinde başbakan yardımcısının savunması ise, anlaşılabilir bir tutum değildir. Daha da kötü olan, hükümet tarafından yapılan bu savunmalara, mahkemelerin itibar ederek, şüphelileri serbest bırakmasıdır!Bağımsız olması gereken yargının ne hale geldiğini bu olay bile tek başına göstermeye yeter. Ne yazık ki, iktidar eliyle “benim polisim” yanında “benim savcım” ve “benim yargıcım” da yaratılmıştır. Bundan böyle, her türlü bölücülüğün iktidar eliyle yapılabileceği günleri yaşamaya başlayacağımız anlaşılmaktadır!.. Tayyip Erdoğan’ın taktiği, ayağa kalkan kitleler içerisinden AKP tabanını çekip alarak, kemikleştirmek olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle AKP’ye oy veren seçmenlerin çocuklarının sokak eylemlerine karışmaları ve “çapulcu” nitelemesini benimsemeleri, iktidar açısından tehlikeli bir sürpriz olacaktır. Böyle bir durumda eylemci gençliği, aileleri yoluyla kontrol altında tutmak oldukça zordur. AKP seçmeninin çocuklarının da içerisinde bulunduğu bir protesto eylemi düşünün. Hükümetin düştüğü gün o gündür işte! Böyle bir gösteriyi şiddet yolu ile bastırmayı ise hiç bir hükümet göze alamaz!.. Erdoğan ve kurmayları bunu bildiği için bölücü dil kullanarak kendi tabanlarını kontrol altında tutmayı tercih etmişlerdir… Bu nedenle olsa gerekir, hükümetidir hiç tereddüt etmeden yalana başvurabilmektedirler. “Camide içki içilmesi, bayrağın yakılması ve türbanlı gelinin üzerine işenmesi” yalanları, hep bu amaçla üretilmektedir. Her söylenen yalanı, bir kaç gün içerisinde görüntüleriyle birlikte kanıtlanacağını söyleyen Başbakan, bu sözünü bir türlü yerine getirememektedir. Yabancılar için hazırladıkları sunumlar yüzünden, iyice rezil olmuşlardır. Buna rağmen, iç kamuoyunu aldatmak için, aynı yalanları ısrarla sürdürmektedirler. Hükümetin sahte kanıt üretme birimi ise bu kez işe yaramamıştır. Bundan böyle, toplumsal olaylarda sahte kanıt üretmek, artık öyle kolay olmayacaktır. Zira polisin kaydettiği görüntüler, aynı zamanda basın mensupları ve göstericiler tarafından da kayıt altına alınmaktadır. İktidarın yalan üretim merkezleri iftiralarını bu nedenle kanıtlayamamaktadırlar. İktidar ve yandaşları, iftira ve yalan konusunda o kadar ileri gitmişlerdir ki, Taksim’de namaz kılan Anti kapitalist Müslümanların bile, inançlarını sorgulama hak ve yetkisini kendilerinde görebilmişlerdir… Yalanlarla asıl kandırılmak istenen AKP seçmenleridir!.. Kendi tabanını bu kadar aşağılayan ve zekasıyla alay eden bir hükümet bugüne kadar görülmemiştir!.. Anlaşılmaktadır ki, iktidarın bütün hesabı; kendini muhafazakar ve dindar olarak tanımlayan gençliği, “kindar” hale getirmek ve o çizgide tutabilmektir… Kindar insanlar akıl ve mantıkları ile değil, duyguları ile hareket edeceğinden, iktidarı protesto edenlere karşı bir tek bu yapıdaki insanlar kullanılabilirler. AKP’nin muhaliflerine karşı geliştirdiği strateji bu kadar basittir işte!.. Kabul etmek gerekir ki, bu stratejiye karşı en ağır darbeyi Gezi Parkı direnişine katılan ve Taksim’de namaz kılarak bir ilki gerçekleştiren Anti kapitalist Müslümanlar vurmuştur!.. *** Öte yandan, unutmamak gerekir ki, baş “akil adam” Ricciordane’nin, Van’dan Hakkari’ye geçerken “Açılımı yüzde yüz destekliyoruz” demesi, diplomatik teamüllere asla uymayan bir tutumdur. Ülkemizin bölünmesi anlamına gelen düşmanca bir projenin, ABD eliyle topraklarımız üzerinde uygulamaya konulması ve işin içerisine doğrudan elçilerinin sokulması, haklı olarak “devlet nerededir?” sorusunun sordurulmasına neden olmaktadır!.. İçişlerimize doğrudan müdahale anlamına gelen bu geziyi, ana muhalefet partisi CHP’nin görmezden gelmesi ise düşündürücü olduğu kadar hüzünlüdür!.. AKP’nin sayesinde İsrail’in NATO’ya üye olması ise, AKP’nin temsilciliğini yaptığı geleneksel İslamcı çizgi açısından tam bir teslimiyettir. “One minute” ve “Mavi Marmara” olayları üzerine tırmandırılan krizin, muhafazakar kesimleri aldatarak, oylarını çalmak amacı ile yapıldığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Artık İsrail’e karşı yapılan her saldırı, Türkiye’ye karşı yapılmış kabul edilecek ve buna göre karşılığını alacaktır… Bu durumun da mimarı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP hükümetidir!.. Bundan böyle, Yahudilerle aynı ittifak içerisinde yer alacak olan Türkiye, Müslüman Arap halklarına kan kusturulmasında aktif bir rol üstlenecektir!.. Erdoğan’ın yere göğe sığdıramadığı, Avrupa Birliği ve ABD tarafından terör örgütleri listesine alınan HAMAS (2) ise, artık düşman taraftadır! AKP’nin vaktiyle Suriye ile kurduğu “dostluk”, HAMAS ile tekrar edeceğe benzemektedir! “Müslümanlığı” savunduğu için muhafazakar kesimlerin desteğini alan AKP, bundan böyle savunduğu fikirlerin tam tersini yapmak zorunda kalacaktır. Müslümanlara karşı savaşmak ve Yahudileri savunmak çok kolay olmayacaktır tabi!.. Tayyip Erdoğan ile dost olmak, işte bu kadar basit, sıradan ve tehlikelidir!.. Sadece bu olay nedeniyle “iki kişiden biri”nin nasıl kullanıldığı çok net olarak görülebilmektedir… “Sivri sinek saz” her zaman anlayanadır… “Davul ve zurna” yerine geçecek olan ise şimdilik tencere ve tavalarımız vardır!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1)http://www.radikal.com.tr/politika/erdogan_reyhanlida_53_sunni_vatandasimiz_sehit_edildi-1137612 (2) http://tr.wikipedia.org/wiki/Hamas ÖYLE KOLAY MI SÖZCÜKLERİN ANLAMINI DEĞİŞTİRMEK!..Cemil Can“ DÜŞÜNCEYİ İFADE ETME ÖZGÜRLÜĞÜ” KAPSAMINDA GÖSTERİ YAPAN YURTSEVERLERİ, BAŞBAKAN “ÇAPULCU” OLARAK NİTELEDİ. BAŞBAKAN “DERSİM SOYKIRIMI YALANI” İÇİN SEYİT RIZA’NIN YANDAŞLARINDAN ÖZÜR DİLEDİ AMA “ÇAPULCULAR”DAN DİLEYEMİYOR!..BU NEDENLE HER GEÇEN GÜN ARTARAK GELİŞEN TEPKİLERİ YATIŞTIRMAK İÇİN TÜRK DİL KURUMU’NU SAHAYA SÜRDÜLER!… AKILLARINA İLK GELEN “ÇAPULCU” SÖZCÜĞÜNÜN ANLAMINI DEĞİŞTİRMEKTİ. BÖYLECE BAŞBAKAN O SÖZCÜĞÜ “TALAN YAPAN” ANLAMINDA KULLANMIŞ OLMAYACAKTI!.. ÇÜNKÜ “TALAN” SÖZCÜĞÜ TARTIŞMAYA BAŞLANILIRSA, KAMU KAYNAKLARINI TALAN EDENLER DE BİR BİR DEŞİFRE EDİLEBİLİRDİ!.. UCU YİNE İKTİDARA DOKUNUR DİYE BUNU GÖZE ALAMADI HÜKÜMET!.. “ÇAPULCU” SÖZCÜĞÜ TEHLİKELİ BİR SÖZCÜK GERÇEKTEN!.. BU SÖZCÜĞÜN TARTIŞILMASI İLE HAKSIZ YERE “RANT” ELDE EDİLEN BÜTÜN FAALİYETLER DE SORGULANABİLİRDİ!.. BU NECİP MİLLET, RANTÇILARIN KİMLER OLDUĞUNU VE KİMLERİN KORUMASI ALTINDA DEVLETİ TALAN ETTİKLERİNİ ÖĞRENİRDİ… O BAKIMDAN, SÖZCÜĞÜN ANLAMINI DEĞİŞTİRMEK EN PRATİK ÇÖZÜM OLARAK KALDI ELLERİNDE. İKTİDARIN İŞ BİTİRİCİ BİTİRİMLERİ DE BUNU YAPTILAR!.. AŞAĞIDAKİ BİRİNCİ FOTOĞRAF, TDK‘NIN KİTAP OLARAK BASILAN SÖZLÜĞÜNÜN İLGİLİ SAYFASIDIR. İKİNCİ FOTOĞRAF İSE, İNTERNET ORTAMINDAKİ SÖZLÜKTE YAPILAN ARAMANIN SONUCUDUR!.. FAZLA YORUMA GEREK YOK HER HALDE!.. DOĞAL OLARAK ŞİMDİ DE TDK YETKİLİLERİNİN, “BAŞBAKANIN ÖZÜR DİLEYEREK KAPATABİLECEĞİ BU TARTIŞMAYI NEDEN BÖYLE BİR YOLA TEVESSÜL EDEREK UZATIYORSUNUZ?” SORUSUNA YANIT VERMELERİ GEREKİYOR… VERMİYORLAR!.. KEM KÜM EDEN BİLE YOK ARALARINDA!.. BAŞBAKANIN İNADI ONLAR İÇİN BU KADAR ÖNEMLİDİR YANİ!.. ATATÜRK’ÜN KURDUĞU VE TÜRK DİLİNİN GELİŞMESİ İÇİN FAALİYET GÖSTERMESİ GEREKEN BU KURUM, AKP’NİN YÖNETİME GELMESİNE KADAR SON DERECE BAŞARILI ÇALIŞMALAR YAPMIŞTI… ŞİMDİ O DA DİĞER KURUMLAR GİBİ AKP’Lİ KESİLDİ BAŞIMIZA!.. İSTER MİSİNİZ SOKAĞA İNEREK PROTESTOLARI DA YÖNETSİN!.. AKP İKTİDARI ZORA GİRMESİN DİYE DAHA NELERİ DEĞİŞTİRMEYİ GÖZE ALDILAR BİLMİYORUM. VARIN BUNLARI DA SİZ TAHMİN EDİN!… BU SON YAPILAN ZEKA ÜRÜNÜ DEĞİL, TÜRK HALKININ ZEKASI İLE ALAY ETMEKTİR!… YAKIŞIR MI O YAKIŞIR!. *** CUMHURİYET GAZETESİNDEN UTKU ÇAKIRÖZER BUGÜNKÜ KÖŞE YAZISINI ŞÖYLE BİTİRDİ: “İŞTE BU YÜZDEN ŞİMDİLERDE BAŞTA KILIÇDAROĞLU OLMAK ÜZERE TÜM CHP’LİLER, BU TARİHİ DİRENİŞİ GERÇEKLEŞTİREN GENÇLİĞİ, ERDOĞAN İLE MÜCADELEDE ARKALARINA TAKACAK ÜÇ BEŞ KELİMELİK ETKİLEYİCİ BİR SLOGAN ARAYIŞI İÇİNDE…” CHP‘Lİ DOSTLARIM BOŞUNA UĞRAŞMASINLAR! ARADIKLARI SLOGAN:”MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ!..” OLARAK ZATEN VAR… BU SLOGAN KİTLELERİ KILIÇDAROĞLU’NUN PEŞİNE TAKMAK İÇİN YETERLİ!.. AMA ÖNCE ONUN TARAFINDAN BENİMSENMELİ… SOKAKTAKİ EYLEMCİLERİN ÜÇ BEŞ KELİMELİK “ETKİLEYİCİ” SLOGANLARLA CHP’NİN PEŞİNE TAKABİLECEĞİNİZİ DÜŞÜNMEK, YURTSEVERLERİN ZEKASIYLA ALAY ETMEK ANLAMINA GELİR!.. Y-CHP YÖNETİMİ GENÇLİĞİ HİÇ Mİ HİÇ TANIMIYOR BELLİ!.. CHP YÖNETİMİNDEN SOROSCU-TESEVCİ EKİP UZAKLAŞTIRILMADIKÇA, SLOGANLARA VE ONLARA KİMSE İNANMAZ!.. HALEP ORADAYSA ARŞIN BURADADIR BEYLER!.. YAŞAYIP BİRLİKTE GÖRECEĞİZ… SOKAKTAKİ MUHALEFETİ ANLAYAMAYAN VE YÖNETEMEYEN BİR ANAMUHALEFET, İŞTE BÖYLE OLUR… SOKAĞIN PEŞİNE TAKILMAK ZORUNDA KALIR… 19 MAYIS’TA SIHHİYE’YE GELMEYİP, AYRI BAŞ ÇEKMEKLE OLMUYOR BU İŞLER… DUVARA TOSLADIĞINI BİLE ANLAYAMAYAN KAFALARI KİMSE ÖNÜNE GEÇİRMEZ!.. BÖYLE GÜNLERDE, ANA MUHALEFET CUMHURBAŞKANINA KOŞMAZ!.. SOKAĞA İNER VE KİTLELERE ÖNDERLİK EDER… ANA MUHALEFET, HÜKÜMETİ DÜŞÜRMEK İÇİN BİR PLANA SAHİP OLMAYINCA, DOĞAL OLARAK HALKI YATIŞTIRMAK GÖREVİNİ ÜSTLENİR… SADECE BÖYLE İŞLERE KAFA YORAR!.. KILIÇDAROĞLU, MUHALEFETTE KALMANIN ÖTESİNDE BAŞKA BİR İDDİASI OLMAYAN ISMARLAMA BİR LİDERDİR!.. ZATEN DAHA ÖNCE DE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE CEMAATİN ADAYI OLAN ABDULLAH GÜL’E OY VEREBİLİRİZ DEMEMİŞ MİYDİ?.. HATALI ŞEYLER SÖYLÜYORSAM EĞER, BENİ YALANCI ÇIKARIN!.. BEKLİYORUZ SİZLER, ÜÇ BEŞ KELİMELİK SLOGANLAR BULUP, DÜŞÜRÜN BU ZALİM İKTİDARI!.. SOKAĞA İNECEKSİNİZ SOKAĞA, BEYLER!.. ÖYLE TANDIRIN BAŞINDA OTURUP, SALI GÜNLERİ FETVA VERMEKLE YÜRÜMÜYOR BU İŞLER!.. SOKAK SLOGANLA YÖNETİLEMEZ!.. BU KEZ “ATATÜRK’ÜN YURTTAŞLARI” OLMA YERİNE. “MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİ” OLMAYI DENEYECEKSİNİZ!…Çapulcu Cemil Can SÖYLEYECEK ÇOK SÖZ VAR!.. Av. Cemil Can Yalana sığınan hükümet gidicidirHükümet gerilimden medet umuyor! Şimdi de karanfillere biber gazı ve plastik mermi sıktılar. Her zamanki gibi olayların arkasında “dış bağlantı” arıyorlar. Zira olaylarda CHP’nin aktif rol aldığı iddiaları pek tutmadı. CHP’liler ise pasif davrandığı için parti yönetimine kızgın… MHP hükümetin emrinde zaten. Buna rağmen, gösteriler durmuyor. Erdoğan’ın ne kadar zor durumda olduğunu bu tablo göstermeye yeter. Kim ne derse desin, Erdoğan’ın Afrika gezisi sırasında hükümet kanadından gelen “Şiddete bulaşmayan göstericiler yurtseverdir”, “İşleri çığırından çıkartan polisin gazlı müdahalesidir” saptamaları, AKP’de ciddi bir çatlak yarattı… Hazret gelir gelmez, işleri tersine döndürdü!… Daha önce Ergenekon tertibini protesto edenler için kullandığı “marjinal-terörist” sıfatını, şimdi Taksim Gezi Parkı Direnişi’ne katılanlar için kullanmaya başladı. Aklınca gösterilere katılanların sayısını azaltacaktı. Tam tersi oldu tabi. Halk yine alanları doldurdu. Başbakan’ın “evlerine zorla tıktığımız yüzde elli var” diyerek, iç çatışma çıkaracağı tehdidini de savurdu. O da yemedi… Göstericiler için son olarak; “Camide içki içtiler, Ankara’nın ortasında bayrağımızı yaktılar, kucağında 6 aylık çocuğu olan gelinimi tartaklayıp, üzerine işediler!?” yalanına başvurdu!? Allah’tan bu sözlerine AKP’ye destek verenler dahil kimse inanmadı!.. Anlaşılan, “iki kişiden biri” Başbakan’ı dinlemiyor artık! Başbakan’ın, Gezi Parkı’ndakiler için “Her durum orada meşru, büyük abdestlerini de orada yapıyorlar…” sözleri üzerinde, neyse ki, kimse fazla durmadı!.. Başbakan’ın “ durum” sözcüğü ile neyi kastettiğini çok iyi biliyorum!.. Ne de olsa bu ülkenin Başbakanı, dost var düşman var, o nedenle onu demiyorum!.. AKP sonunda gösterilere karşı gösteri, kartını da ileri sürdü. Erdoğan’ın, “10 bin kişiye karşı 1 milyon kişi toplayabilirim” sözlerinin palavradan ibaret olduğu; Sincan, Kazlıçeşme ve Kayseri mitingleri ile ortaya çıktı… AKP’ye oy veren türbanlı kızlar, beklendiği gibi 4 çeker ciplerinden inip, bu mitinglere iştirak etmediler. AKP’li delikanlılar da işadamıydılar; işleri başlarından aşkın olduğu için Erdoğan’ın peşine düşemediler… Çünkü, hepsinin de kaybedeceği bir şeyleri vardı!.. Kaybedecek bir şeyleri olmayanlardır Taksim’dekiler!.. Bu arada dikkatimi çekti; acaba Abdullah Gül, neden mesajlarını Rize’den, Recep Tayyip Erdoğan ise Kayseri’den veriyor?… Bayram değil, seyran değil, Abdullah Gül’ün Rize’de ne işi olabilir? “Hiçbir devletin şiddete müsaade etmediğini” söylemek için illa da Rize’ye mi gitmek gerekiyor? Acaba Gül, bu konuşması ile “devlet”i öne çıkartıp, Gezi Parkı direnişçilerini linç etmek isteyen Rizelileri mi uyardı?.. Merak etmeyin, Başbakanın karşı karşıya getiremediği halkı, “Rize Dükalığı” karşı karşıya hiç getiremez!.. 2.) Bu faturayı da polisler ödeyecek Hedef göstererek, gaz fişeğini ateşleyen gecekondu kökenli polis memurlarına ne demeli? Gezi Parkı Direnişi’ne destek verenlere “orantısız güç kullanma” ile başlayan şiddeti; giderek “insanlık dışı muameleye” dönüştürdüler!.. Sonunda faturanın, kraldan fazlı kralcı kesilen ve iktidarın gözdesi olmaya çalışan bu polis memurlarına çıkacağı kesindir!.. ABD’de eğitim görmüş Emniyet İstihbarat Dairesi’nin başındaki amirleri, şimdi neredeler ve hangi görevi yapıyorlar? En gizli ve önemli görevleri yapan bu zatlar, makamlarını bile koruyamadılar. Bu kadar kör olabilir mi insan? Bu çıplak gerçeğin karşısında; binlerce işsiz lise mezunu arasında iş bulabilen ve başka hiç bir vasfı bulunmayan, arkasını dayayacağı bir dayısı da olmayan bu sıradan polis memurları, yerine getirdikleri “hukuka aykırı emirler” sonucu işlenen suçlardan nasıl korunacaklar? Yaşadığımız deneyimler gösterdi ki, siyasilerin isteklerini yerine getirirken, yasaları çiğneyenler, eninde sonunda yalnız kalmaya ve hesap vermeye mahkumdurlar!.. Çünkü bu emirleri veren siyasiler, kendilerini kurtarmak için öncelikle onları suçlayacaklardır!.. Halka hizmet yerine, siyasete hizmet edenler, belki geçici bir süre içerisinde avantajlı bir konum elde edebilirler. Ne var ki, kısa süre içerisinde kullanılıp atılan mendil durumuna düşecekleri tartışmasızdır. Zira hiç bir iktidar sonsuz değildir. En güçlü iktidarlar bile, günü geldiğinde çekip gitmek zorundadır!.. Kalıp hesapları verecek olanlar sıradan memurlar olacaktır. O halde sığınılacak yer, siyasi iktidarlar değil, daima hukuk olmalıdır… Bu nedenle de TOMA’lı ve akrepli polisler, hukuku hukuk olmaktan çıkartmamalıdır!.. Çok şükür, devlet gibi vatandaş da teknolojiden yararlanmaya başlamış. Artık, hedef gözeterek gençlere ateş eden gaz tüfekli polislerin görüntüleri, basın mensupları gibi göstericiler tarafından da kayıt altına alınıyor! İktidarın zora düştüğü an, polis memurlarını feda ederek kendini koruma altına alacağı sır değil… Kanıtlar herkesin elinde var artık. Eskiden olduğu gibi, deliller kayboldu veya görüntüler bozuldu mazeretleri ile kurtarmak olanaksızdır… 3.) Kendini aşağılatan tuhaf bir milletiz AKP destekçisi bir gazeteci; “Başbakan aşağılanmış bir kesimi temsil ediyor” demiş… Zaman zaman benzer sözleri Başbakan da etmiş. “İmam-Hatipli olduğumuz için bizi aşağıladılar” sözlerini defalarca söylemiştir… Bütün bu söylemin hedef kitlesi, hiç kuşku yok ki, kendilerini “aşağılanmış” hisseden kesimlerdir… Bunların sayısal tutarı, kayda değer olmalı ki, Başbakan en kritik anlarında bile, bu kesime mesajlar göndererek, onları çantada keklik durumuna getirmek istiyor!.. Şimdi size esaslı bir soru: Ülkemizde nerdeyse 60 yıldır kesintisiz olarak iktidar olan sağ görüşteki siyasi partiler olduğuna göre, kendilerini aşağılanmış kabul eden kesimleri, kim aşağılamış olabilir ki!.. Asıl aşağılık davranış; dayandığı kesimi aşağılayıp, sonra da bu durumdan “mağduriyet” çıkartarak istismar etmektir!.. 4.) Bağımsız Türkiye 60 yılda ne hallere gelmiş Hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik, “Bunlar ABD senaryosudur. Apolitik gençlik politize edilmiştir” demiş… Pardon ama, AKP kimin senaryosuydu acaba? Ergenekon tertibini kimler planlamıştı?.. Başbakan, Kayseri’de düzenlenen “Milli İradeye Saygı” mitinginde yine saygısızlık yapmış! Yardımcısı Arınç’ın, yurtsever olarak nitelediği, Taksim Gezi Parkı Direnişi’ni destekleyenlere “kukla” ve piyon” demiş… Gören Allah için desin, AKP’nin MYK toplantısı sırasında, ABD elçisinin genel merkez binasına gelerek, talimatlar vermesini içine sindirenler ve iç işlerime karışıyorsunuz sitemine karşılık, “Bu içişlerine müdahale değildir, aynı klubün üyesiyiz, uyarılarımızı yapmak hakkımızdır” sözlerine karşılık sesini yükseltemeyenler, kukla veya piyon değil de direnişçiler mi piyon oluyor?… 5.) “Bağımsız Kürdistan” ve Y-CHP Apo’nun direktifi ile AKP’nin himayesinde Diyarbakır’da gerçekleştirilen “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm” adlı konferansın sonuç bildirgesinde: “Kürdistan halklarının kendi tercihleri ile statülerini (özerklik, federasyon, bağımsızlık olarak) belirleme hakkına sahip olduğu, Kürdistan halklarının kendi kaderini tayin hakkının sadece Kürdistan halkının kararına ve onayına bırakılması üzerine ortaklaşılan bir ilke olduğunun kabul edilmesi ve Kürdistan’ın bir statüsü olmadan Kürt sorununun nihai olarak çözülemeyeceğini karar altına almıştır” denmektedir… Bu sözleri ilk defa duyuyor değiliz. PKK’nın izlediği siyaset; ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne endekslidir ve nihai hedefleri, topraklarımız üzerinde “Bağımsız” bir kukla devlet kurmaktır. Bu nedenle de Kürtlerin, ABD’nin talimatlarına göre hareket etmesini kanıksadık. “CHP’nin bu proje içerisinde yeri neresidir?” sorusunun yanıtı parti programında yazılıdır. Programa göre, CHP üniter devletten yanadır. Parti yönetimi, BDP’liler tarafından ele geçirildikten sonra, ne parti programını değiştirmişler ne de programa uygun söylem geliştirmişlerdir!.. Yukarıda özetlenen “karara” karşı, Y-CHP’nin söylediği bir tek sözcük yoktur… Y-CHP, sanki böyle bir konferans yapılmamış ve bu karar alınmamış gibi davranarak kimi aldatmaya çalışıyor?.. Gündem böylesine önemli konular ile dolu iken, MYK’da Taksim Gezi Parkı eylemlerine katılan gençlerle “diyalog” kurma yollarını belirlemek için bir “Gençlik Çalıştayı” düzenlenmesi tartışılıyor!.. Gençleri kazanmak için ciddi bir girişim yok tabi… Varsa yoksa kasaba politikacığı ve oy avcılığı!.. Akıllarınca “çalıştay” ile direnişçi gençleri, CHP’ye monte edebilecekler… CHP Gençlik Kolları, Gezi Parkı Direnişi’nin neresinde yer aldı da şimdi o gençler, CHP Gençlik Kolları’nın peşine düşecekler?.. Anlaşılan Bay Kemal, orantısız zeka ile hiç karşılaşmamıştır!.. CHP’nin Gezi Parkı eylemlerine kurumsal anlamda bir katkısı olmamasına rağmen, Başbakan “Ama ana muhalefet de bunun hesabını verecek. Yeri gelince onun da hesabını soracağız” diyerek, “duran adam” eylemleri ile bile CHP’yi ilişkilendiriyor… Bu kadar harika bir fırsatı Y-CHP’nin korkak, pısırık ve çapsız yönetimi maalasef değerlendiremedi… CHP bu eylemleri, -suç teşkil eden münferit olaylar hariç- ana ekseni itibariyle iktidara karşı bir başkaldırı olarak kabul edip, sahiplenmelidir!.. Varsın bu nedenle iktidar ana muhalefeti suçlayıversin… Ancak o zaman, CHP kitlelere güven verebilir ve iktidar alternatifi olduğuna halkı inandırabilir… 6.) Bağımsız yargı sizlere ömür Başbakan, “Yargıdan da üzerine düşeni yapmasını bekliyorum” diyerek, habire yargıya talimat yağdırıyor!.. Bu arada Gezi Parkı Direnişi ile ilgili “yürütmenin durdurulması kararı”nı veren İstanbul İdare Mahkemesini de fırçaladı hazret!.. Ne yalan söyleyeyim; yıllardır içerisine girmek için olmadık tavizler verdiği Avrupa Parlamentosu‘nun “kararını tanımıyorum” demesi, bayağı bir hoşuma gitti!.. Aynı resti ABD‘ye de çekse, bu sefer oyumu ona verebilirim!.. 7.) Demokrasi sadece “sandık” değildir Demokrasiyi “sandık” sananlar; Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da sandıkların gelmesini beklemeden meşruiyetini yitiren iktidarları devirdiler! AKP’liler de bu eylemlere var güçleri ile destek olmuşlardı. Hatta Başbakan, Tahrir Meydanı’nda Araplara “Laiklikten korkmayın” öğüdünü de vermişti! “ Demek ki, iktidar sadece “sandık” demek değilmiş!. “Meşru” da olmak gerekiyor!.. İktidarlar, vazgeçilemeyecek bazı temel hak ve özgürlüklere dokunmakla meşruiyetlerini kaybedebilirler… Kendileri gibi düşünmeyenleri cezalandırmaya kalkışmaları halinde de durum aynıdır!.. Bunları birinin Başbakana anlatması gerekir!.. 8.) Öncelikle CHP’yi Kılıçların Efendisi’nden kurtarmak gerek Yaklaşık bir aydır saha dışında duran Kılıçdaroğlu, ne işe yarayacaksa Abdullah Gül’den “liderler zirvesini” toplamasını rica etmiş!.. Gül, Kılıçların efendisini bu defa da ciddiye almayıp reddetmiş. Yapay zirvelerle kendini “lider” olarak kabul ettirmek isteyen Kemal Bey’in, bu süreçte karizması fena halde çizilmiştir!.. CHP’de lider olarak kalabilmek için böyle günlerde sokağa inmek gerekir. Ancak o zaman ana muhalefet, sokaktaki muhalefete söz dinletilebilir ve kontrolü ele alabilir!.. “Hükümet istifa” sloganının önüne geçip yürümek, Abdullah Gül’e yalvarmak kadar kolay değildir. Yürek ve inanç ister!.. Yeni evlenen çiftlerden yeni “çapulcular” beklemek siyaset üretmek değildir!.. Bu dönemde CHP’nin delegasyonu kurbağa kazanında hareketsiz kalınca, ana muhalefet liderinin istifasını istemek Erdoğan’a kalmış!.. Hükümet ise, halkın “istifa” çığlığını duymuyor artık. İş sokakta tencere, tava çalınmaya kadar dayanmış! Anlayacağınız her kesim birilerinin istifasını istiyor. Bir tek Kılıçdaroğlu istifalar olsun istemiyor. Başbakanın üslubunu yumuşatması, onun için yeterli. Anlaşılan hükümetin istifasından sonra oluşacak yeni yapıda, kendine bir yer göremiyor!.. Taksim Gezi Parkı eylemlerini bastırın talimatını verenin Abdullah Gül olduğunu, birinin Kemal Bey’e hatırlatması gerekiyor. Biliyorsunuz Kılıçların Efendisi, bu gerçeğe rağmen, Gül’ün açıklamalarını “sağ duyunun sesi” olarak göstermişti!.. Taksim’e ana muhalefet partisinin lideri sıfatıyla çıkamayan ana muhalefetin lideri, yurttaş olarak çıkmak zorunda kalmıştı. 11 milyon seçmenin oyunu alan bir partinin genel başkanı, her gün eylem yapılan sokaklarda Tuncelili “yurttaş” Kemal olarak dolaşamamalı!.. Böyle kritik günlerde, CHP’nin Genel Başkanı olmanın bir sorumluluğu vardır: Genel Başkan, kendi yüreğinin kabuğunda, eşinin kocası ve çocuklarının babası olarak yaşayamaz!.. Önder, adını aldığı yerde yürüyerek kendini kanıtlar!. Y-CHP, MYK toplantısında aldığı kararla; siyasi partilerin miting yapmamasını ve tansiyonun düşürülmesini tavsiye ediyor ama AKP lideri Erdoğan, devletin ve yerel yönetimlerin tüm olanaklarını kullanarak miting üzerine miting yapma kararı alıyor!.. Sanki, ana muhalefetin elinde, halka gerçekleri söylemek için miting yapmaktan başka olanak kalmıştır!.. Kılıçların Efendisi, iktidarın zayıflamasını, hatta düşmesini istemiyor galiba!.. Yoksa CHP iktidara gelmiş de bizim mi haberimiz olmamış?… 9.) Referandum bir aldatmacadır Gezi Parkı için hükümetin “referandum” ya da “plebisit” önermesi, Türk halkına çantada keklik muamelesi yapmaktan başka bir şey değildir!.. Zira temel hak ve özgürlükler üzerinde “referandum” yapılamaz! Aksi halde, “iki kişiden biri”nin oyu ile çoğunluk sağlanabilir ve vazgeçilmesi dahi olanaksız bulunan temel hak ve özgürlükler, bu hataya kurban edilebilirler!.. Demokrasinin temel kuralı; azınlıktaki görüşlerin kendini ifade edebilmesi ve bir gün çoğunluk görüşü olarak iktidara gelebilmelerinin önündeki bütün fiili ve hukuki engellerin ortadan kaldırılmasıdır. 2010 Anayasa Referandumu ile Türk halkının başına gelenler, bugün yaşadıklarımızdır. Sırası geldiğinde, hükümeti denetleyecek olan yargı, hükümetin emrine girmiştir. Aynı şekilde, hükümet, yasamayı da kontrolü altına almıştır… Doğal olarak demokrasiden uzaklaştırmıştır… Ne yazık ki, Türk halkı, 2010’da Anayasa Referandumu’na verdiği “evet” oyu ile böyle bir sonucun ortaya çıkmasına sebebiyet verdi. Halk, bugün yaşadıklarımızı o gün öngörebilseydi, hiç o anayasa değişikliklerine “evet” der miydi?.. Satın alınmış bir medya ile yapılan tek yanlı propaganda sonucunda halk kolaylıkla aldatılabilir. İşin içerisine bir de duygu sömürüsü girdi mi, istismar daha da kolaylaşır. Nitekim, cahil bırakılan halkımız her zaman aldatılmıştır ve önünü göremediği için de “hayır” diyeceği hususlara “evet” demek zorunda bırakılmıştır!.. Av. Cemil Can HÜKÜMET VAR MI NEREDEDİR? Av. Cemil Can Patriotların Türkiye’ye yerleştirilmesine karşı çıkanların haklı olduğu bir kaç hafta geçmeden kanıtlanmış oldu. Patriotların yerleştirilip çalışmaya başlamaları ile İsrail’in Suriye’yi bombalaması bir oldu… İsrail ile AKP el ele Müslümanları katletmeye başladılar!.. Müslümanlardan ses yok! Patriotların savunma amaçlı değil, saldırı amaçlı ve İsrail’i korumak için getirildikleri ortaya çıkmıştı! Tık yok!… İsrail’in Filistinlilere karşı yaptığı saldırıları protesto etmek için Cuma çıkışlarında İsrail bayrağı yakan Müslümanlar yine arazi oldular!.. Kim derdi ki, Amerikan ve emperyalizmin düşmanı gibi gözüken bu geniş yığınlar, bir kaç yıl içerisinde ABD’nin en ateşli savunucuları haline gelecekler!.. Ülkede hukuk kalmadığının son kanıtı Başbakan’ın tutuklu subaylarla ilgili olan açıklaması… Yargıçlara “Bu işi halledin” demekle, aynı zamanda yargının tarafsız ve bağımsız olmadığını da itiraf etti. Başbakanın sözü ile hakimler karar veriyor veya karar değiştiriyorsa, ne hale geldiğimiz buradanbelli… Anlaşılan Donanma Komutanı Oramiral Nusret Güner’in istifasından sonra, yerine getirilmesi düşünülen Koramiral Bülent Bostanoğlu’nun da istifa sinyali vermesi, Başbakan’ı iyice tedirgin etti. Başbakan 3. Yargı Paketi’nin haksız yere tutuklanan subayların tahliyesi için yeterli olduğunu söyleyerek, hakimlere alışık olmadıkları bir talimat verdi. Bu hareket, Ergenekon ve Balyoz davalarının siyasi olduğunu göstermeye yeter de artar bile. Yargının bağımsız ve tarafsız olmadığının en somut kanıtı; Başbakan’ın bu açıklamasıdır. Erdoğan, bazen savcı cübbesini giyip tutuklamaya, bazen hakim cübbesini giyip tahliye kararı veriyor!.. Nitekim, tutuklu asker sayısının 400’ü bulduğunu belirten Başbakan, bu yönde yeni planlar yapıldığına işaret ederek, “Yargı bir an önce yeni adımlar atmalı” demiştir… Yargıya doğrudan talimat vermek anlamında olan bu sözler üzerinde nedense yeterince durulmadı… “İki kişiden biri”nin 12 Eylül Referandumu’nda verdiği “evet” oyunun sonuçlarıdır bunlar!.. Başbakan’ın birden bire iyilik meleği olmasını doğru okumak gerekiyor. Savaş kapımıza dayanmıştır! NATO’nun acil olarak TSK’ne ihtiyacı var. Ama ordunun komuta kademesi hapistedir. Özellikle de donanma savaşamaz hale getirilmiştir. Bu konudaki yakınma, Başbakan’dan önce, eski ABD Savunma Bakanlığı Müsteşarı ve eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’dan gelmiştir. Edelman TSK’ya karşı davaların “NATO ittifakı içinde önemli yere sahip olan Türk ordusunun gücünü zayıflattığını”, “İlker Başbuğ ile Ergin Saygun gibi isimlerin bir terör örgütü ile irtibatlandırılmasını inanılmaz bulduğunu” söylemiştir!.. Edelman, Erdoğan için “Kendisinin bir dönem bu davlardan yararlanmış, asker ile hükümet arasındaki sorunların çözümü için bunları kullanmış olabilir. Ama şimdi çok ileri gidildiğini düşünüyor ve kendisi de aynı güçler hakkında kaygı duyuyor olabilir” diyerek, “Ergenekon Hukuku”nun adalet arayışı peşinde olmadığını, özel görevli mahkemelerin tamamen siyasi amaçlarla kurulduğunu ve TSK’nın komuta kademesinin bu davalar ile tasfiye edilerek ele geçirildiğini itiraf etmiştir!.. Demek ki, şimdi bazı komutanlara ihtiyaç duyulmaktadır. Conilerin yerine Mehmetçiği savaştırmak ancak bu şekilde mümkün olabilecektir!.. Erdoğan’ın Ergun Paşa’yı hastanedeki ziyaretini de bu kapsamda değerlendirmek gerekir!.. Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, görevden alınması ile ilgili soruya verdiği yanıt da ilginçti. Şahin, görevden alınmasını ”Birilerinin oyununu bozduğu”na bağlayarak yanıtlamıştır. Oyunun ne olduğunu ve kimin oyunu olduğunu söylemedi. Burada iki husus öne çıkmaktadır: Birincisi; demek ki, Şahin’in oyununu bozduğu kişi, her kimse bir bakanı görevden aldırtacak kadar Başbakan üzerinde etkilidir. İkincisi, Başbakan İçişleri Bakanlığı’na atadığı birini, başka birilerinin isteği üzerine görevden alacak kadar bir yerlere bağımlıdır!.. Erdoğan’ın Kasımpaşa kabadayılığı, bir tek Şubat döneminde atanmak isteyen öğretmen adayına söküyor!.. Bu gelişmeler üzerine, bizim “iki kişiden biri”ne; 12 Eylül 2010 Halkoylaması’nda yargı ile ilgili anayasa değişikliklerine, ortaya böyle bir sonuç çıksın diye mi “evet” demiştiniz sorusunu sormadan geçemeyiz!.. Gel gör ki, kullanılmış olmanın dayanılmaz hafifliği “iki kişiden biri”nden çok, Y-CHP üzerinde etkisini göstermektedir… Başbakan Erdoğan, uzlaşma olmazsa, BDP ile yola devam edeceklerini ve kendi anayasa önerilerini referanduma götüreceklerini söylemesi, Y-CHP’nin (ve MHP’nin) moralini fena halde bozmuştur!.. Bu rest karşısında, Anayasa Uzlaşma Komisyonu masasında çakılı kalan Y-CHP ve MHP’nin yöneticileri apışıp kalmışlardır. Biz bunun böyle olacağını biliyorduk zaten, komisyona katılmakla “zaman kazandık” ve halka gerçekleri anlattık çerçevesinde savunma yapmaya başlamaları durumlarını kurtarmaya yetmeyecektir. Tam aksine, muhalefet halka zaman kaybettirmiştir. Kaldı ki, Milli Anayasa Formu’nu, onlar kurmadıkları gibi, çalışmalarına da hiç bir zaman destek vermediler. AKP’nin “Bölünme Anayasası” yaparak “Başkanlık Sistemi”ne geçme amacında olduğunu, bir kez olsun ağızlarına bile almadılar!.. Kullanılmak ve bir köşeye fırlatılmak böyle oluyor işte!.. (Affınıza sığınarak, yukarıdaki fotoğraf ile aşağıdaki karikatür bu aldatılmış olma duygusunu anlatmak için konulmuştur!?..) *** Hükümet “ekonomimiz çok iyi” yollu açıklamaları yaparken, kredi kartları üzerinden tefecilik de yapılmaya başlandı. KDV’si sıfır olan külçe altın alınmış gibi, kredi kartından ödeme yapan vatandaşlar, ödemiş gibi göründükleri parayı, tefeciye komisyon ödeyerek geri alıyorlar!.. Kuyumcu da bir iki gün içerisinde müşterisine vermiş olduğu parayı bankadan geri alıyor ve bu kadarlık bir süre için yüzde 7-8 oranında faiz kazanmış oluyor!.. Bankerlik, dövizcilik derken yeni bir iş kolu ortaya çıktı!.. Bankalar Birliği’nden yapılan açıklamaya göre, borcunu ödeyemeyen bireysel müşteri sayısı 773 bin kişiyi aştı… Ticari kredilerde ise bu rakam 512 bini buluyor… Nasıl oluyorsa, ekonomimiz yine de tıkırındaymış!.. Vatandaşın parası yok!.. Yaklaşık 420 bin kişiyi ilgilendiren bedelli askerlik için 69 bin 320 yükümlü başvurunca, hükümet beklediği parayı toplayamadı tabi. Bugüne kadar, ancak 2 milyar 4 milyon 780 bin lira gelir elde edilmiş. Bu yama bütçe açığını kapatmaya yetmiyor. 2B arazilerinden de beklenen para gelmemiş. Başvurular yüzde 90 tamamlanmış ama başvuru ücretleri yatırılamıyor. Hükümet ödeme güçlüğü içerisindeki köylüler için yeni bir düzenlemeye gidiyor. Rayiç bedelin yüzde 70’i üzerinden hesaplanan satış bedeli, rayiç bedelin yüzde 50’sine kadar indirildi… Kredi kartı üzerinden tefecilerin tuzağına düşen vatandaşın, satın alacağı 2B arazilerini sonunda tefecilere kaptırmasından korkuluyor!.. Serbest rekabet ortamında böyle şeyler olurmuş!.. Ekonomimiz iyiye gidiyor ya, hadi hayırlısı!.. Av. Cemil Can “UMUMİ MÜFETTİŞ” RİCCİARDONA!..Av. Cemil Can PKK Cizre’de “Savunma Birlikleri”ni fiilen hayata geçirmiş. Dudak uçuklatan görüntüler internette dolaşıyor.(*) İlk uygulama, “Asayiş” ekibinin “diploma töreni” ile kamuoyuna duyuruldu… Törenden sonra ilçenin çeşitli noktalarında kimlik kontrolleri de yapıldı… Güvenlik kuvvetlerimiz, kör, sağır ve dilsiz; olup bitenden haberdar değiller! Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu’da bu rezilliğe paralel bir gelişme daha yaşanıyor… ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone, adeta umumi müfettiş gibi, BDP’li belediyeleri ziyaret ediyor… Kürt belediye başkanları, hükümetten isteyip anlamsız buldukları bazı hususları Ricciardona’den talep ediyor. KCK tutuklularının serbest bırakılması için ABD Büyükelçisinden ricada bulundular…Egemenlik haklarımız tartışmalı hale getiriliyor!. Diğer taraftan, bu talepler, tutuklamaların arkasında kimlerin olduğunu da gösteriyor… Cumhuriyet tarihimizde ilk kez bir yabancı diplomat, resmi makamlardan izin alma ihtiyacı duymadan, kendi ülkesinin bir projesini (Büyük Ortadoğu Projesi) tanıtmak üzere, mahalli idarelerimizi ziyaret ediyor ve doğrudan halkla konuşabiliyor!.. Büyükelçi, gezdiği yerlerde hükümetin “açılım” politikasını yüzde yüz desteklediğini de söylemiş!.. Bu alışılmışın dışındaki ziyaret öncesinde de MYK toplantısı yapılmakta olan AKP Genel Merkezi’ni ziyaret etmişti. AKP’lilere neler söylediği tam olarak basına yansımasa da bu ziyaret de alışılmışın dışında ve ilginçti!.. Gezi Parkı olaylarında hükümeti uyaran ABD yönetimine, “iç işlerimize karışmayın” manasında sözler söylendiğini biliyoruz. Eski ABD elçisi bu tavıra sert çıktı ve “Bizimle aynı klubün üyesisiniz, kurallar bellidir ve bu nedenle de iç işlerimize karışamazsınız diyemezsiniz” dediğini anımsıyoruz… Obama yönetimi, sanki bu konuşmaya inat, elçiliğini harekete geçirmiş!.. Adeta Türkiye Cumhuriyeti’nin direncini ölçüyor!.. Anlaşılan “Akil adamlar“dan beklenen verimi alamayan emperyalistler, halkı “ikna” etmek için doğrudan devreye girmek zorunda kalmış! Gelişmeler bu şekilde yaşanırken, hükümetimiz Taksim Gezi Parkı Direnişi ile başlayan ve sonunda hükümetin istifası talebine dayanan protestoları bastırmakla meşgul!.. Başbakan, hukuk dışına çıkmak suretiyle halk ayaklanmasını bastırması için polise vize vermiş!.. Gösterilerde ateşli silah kullanarak, ölüme neden olan bir polisin savunmasını da bizzat Yardımcısı Bülent Arınç üstlenmiş!.. Devletin televizyonları bile bu iş için kullanıldılar!… Etkisi de hemen görüldü tabi. Mahkeme bu “esaslı” savunmaya “itibar” ederek, şüpheli polisin tutuksuz yargılanmasına karar vermiş!.. “Bağımsız yargı” böyle işliyor işte!.. Yetmiyormuş gibi, bir de Başbakan grup toplantısında, halka kötü muameleden, insan dışı muameleye doğru hızla sürüklenen güvenlik kuvvetlerini “kahraman” olarak ilan etti… Tayyip’in polisleri “destan” yazmışlar!.. Utanmazlığın resmi bu kadar güzel çekilir!.. Bakalım şimdi Cizre’de yaşananları nasıl açıklayacaklar!… Av. Cemil Can (*)http://www.odatv.com/vid_video.php?id=8BHDG BİR İKTİDAR KİME KARŞI MİTİNG YAPAR?.. Muhalefetin icraatı olmaz, ayrıca iktidarın yardımcısı da değil. Bu nedenle muhalefete karşı miting yapılmaz!.. İcraat yerine miting yapmaya başlayan bir iktidar, ayaklarının altından toprağın kaçmakta olduğunu anlamış demektir… İktidarın son mitinglerini böyle anlamak gerekir… Odatv’de bir yorum okudum. Başlığı şöyleydi: ABD, Rusya ve Çin “Teyyip gidici”!.. (1) Anlayacağınız, “Erdoğan’ı kimseye yedirmeyiz” mesajının muhatabI bellidir, bize söylenmiş değildir!.. Hükümet, bundan böyle dişe dokunur bir icraat yapamayacağını bildiği için, mecburen mitinglere sığınmıştır. Anlaşılan taraftarlarının heyecanınıyükseltip, hayali düşmanlar da yaratarak, seçmen tabanını bir arada tutmayı deneyecektir. Erdoğan için başka da bir sermaye kalmamıştır!.. Böylece onu “deliğe süpürme” kararı alan dış güçlere, bende daha iş var mesajını vermek istemektedir… Bu arada bazı yurttaşların da burnu kanayacaktır elbette!.. Demokrasi, yerleştiği her ülkeye bir bedel ödeterek gelmiştir… Aldatılmak için ağzı açık bekleyen iki kişiden biri bu gerçeği görmelidir artık!.. Asıl acı olan ise, bizim gibi ülkelerde, geniş yığınların aynı konularda, benzer yalanlarla aldatılarak sömürülmeleri için el altında tutulmuş olmalarıdır!.. Türk halkının en haklı ve insanca olan bu son direnişi, adi bir yalan kampanyası ile gölgelenmeye çalışılmaktadır… Erdoğan’ın iddiasına göre, bütün bu işlerin arkasında “Faiz lobisi” vardır!.. Başına buyruk Suriye politikasınedeniyle, emperyalistler tarafından gözden çıkarıldığını aklına getiremiyor nedense… Güya Erdoğan, “ Faiz lobisi” nin halkın daha fazla sömürülmesine engel olmak istediği için bu “lobi”ye karşı bir şey yapmış gibi, -işte onun da ne olduğunu kimse bilmiyor- bunun üzerine “faiz lobisi” de hükümete karşı bu ayaklanmayı başlatmışmış!… Erdoğan’ın “Faiz lobisi” olarak tanımladığı, menkul değerleri alıp satanlardır kuşkusuz. Halktan bir tek kişi bile bunların arasında bulunmamaktadır. Tümü iktidarındesteklediği, teşvik ve kredilerle beslediği yandaş yeni milyarderlerdir… Ne yazık ki, hükümetin izlediği ekonomik politika, günü kurtarmaya ve bir avuç olan bu rantiyecileri zengin etmeye yöneliktir… Rakamlar ortadadır; 2002 yılı sonunda Türkiye’nin dış borcu 129 milyar dolar iken, AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte bu rakam337 milyar dolara çıkmıştır!.. Acaba hükümet yabancı finans kuruluşlarından borç olarak aldığı paraları nasıl kullanmıştır? İşsizliği azaltacak, istihdam alanları yaratmamıştır. Halkın refah düzeyini artıracak, bizim bilmediğimiz başka bir icraatı da yoktur. Çalışanların ücretlerinde kayda değer bir artış olmamıştır. Emeklilerin aylıklarına zam yapılmamış, sağlık hizmetleri ucuzlatılmamış, aksine zam yapılmıştır. Eğitim parasız hale getirilmemiş, can ve mal güvenliğimiz tam olarak sağlanamamıştır. Sınırlarımız yol geçen hanına çevrilmiştir. Çiftçi derseniz; hepsinin hali perişandır. Hayvanlar bile açlık tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı için saman ithal edilmek zorunda kalınmıştır. Tarım desteklenmediği için tarlalar ekip biçilememektedir… Bunun yanında; iktidardakiler, çocuklarının gemiciklerini çiftleştirmişlerdir… Kendi uçak filolarını ise yenilemişlerdir. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bile, ABD’ye Başbakanın İsviçre bankalarındaki, 8 ayrı hesapta 800 milyon doları olduğunu ihbar etmek zorunda kalmıştır!.. Diğer suç ortaklarının hesapları ise, henüz ifşa edilmiş değildir!.. Özetle söylemek gerekirse; iktidar sahipleri ve yandaşları, ülkeyi borçlandırarak aldıkları paraları, kendileri için kullanıp zenginleşmişlerdir. Takunyalı yeni bir zenginler sınıfı türemiştir!.. Bu sınıftakiler, komşuları aç yatarken, bir vakitler dini değerleri sömürmek üzere, sokağa saldıkları türbanlı kızlarını 4 çeker ciplere bindirerek tatile göndermektedirler!.. Parayı takip ederek suçluları yakalayabiliriz!.. Hükümet, toprak satın alıp topraklarımıza katmamıştır!.. Fabrikalar da açmamıştır… Borçlanarak, önceki borçları ödemek için çaba sar fetmiş, bir de önceki borçlarının faizlerini ödemeye çalışmıştır… İktidarın bütün yaptığı iş, faiz ödemekten ibarettir!.. Diğer taraftan, yandaşlarına da düşük faizlikrediler vermiştir… Bu hususta haklarını yememek gerekir. Özelleştirdikleri kamu iktisadi kurumlarının ihalelerine, yandaşların girebilmesi için yoğun çaba harcadıklarını da belirtelim. Rekabeti sağlamadan, özelleştirdikleri bu teşekkülleri yok pahasına yandaşlar arasında bölüşülmüştür. O anda bile havadan milyarları kazanmışlardır… Bu yapılanların adı; ceza kanunlarımıza göre yağmadır. Demek k, gerçek çapulcular iktidardadır!.. Gel gör ki, bu yavuz hırsızlar, çapulcu sıfatlarını da halkın çocuklarına verdiler!.. Şimdi de utanmadan, ekonomiyi düze çıkarmakla övünüyorlar. Onların düzlüğe çıkarttığı; yandaşlarının ve yabancı işbirlikçilerinin ekonomisidir. Türk halkı, hala fakirdir ve açlık sınırının bir bu yanında, bir öte yanında sürünmektedir!.. 2002 yılında Türkiye’nin borcu 218 milyar dolar kadardı. Bugün bu borcumuz 714 milyar dolara ulaşmıştır. İç borçlarımız bu dönemde üç katına çıkmıştır. Devleti borçlandırmak; gerçekte 76 milyon Türk halkını borçlandırmak demektir… Sonuçta; devletin borçlarını Türk halkı ödeyecektir!.. Bu dönem hükümet, borç almak için IMF yerine, diğer uluslar arası finans kuruluşları seçmiştir. IMF’ye olan borçlar, onlardan alınan borç ile kapatılmış ve bu durum sanki övünülecek bir icraatmış gibi utanmadan halka anlatılmıştır!.. Cari açık konusu hükümetin karnesidir: En basit anlatımıyla cari açık; bir ülkenin ürettiğinden daha fazla tüketmesiyle ortayla çıkan farkı anlatmaktadır. AKP iktidarı ile birlikte, Türkiye yabancı ülkeler için adeta bir “tüketim cenneti” haline getirilmiştir. 1923’ten 2002’ye kadar Türkiye’nin verdiği cari açık 45 milyar dolar iken, son on yılda bu miktar 334 milyar dolara çıkartılmıştır!.. “Hazıra dağlar dayanmaz” demiş atalarımız. Neredeyse ürettiğimizin 8 katını tüketmekteyiz. Bu “tüketim çılgınlığı” böyle nereye kadar gidebilir!?.. Şimdi de gelelim başımıza bela olan “faiz lobisi”ne: Erdoğan’ın faiz lobisi olarak tanıtmak istediği, üretim ve yatırım yapmadan, sadece para ile para kazananlardır!.. Önce şu gerçeği bilmek gerekir ki, rantiyeci ve faizci olan bu kesimi besleyip büyüten, Erdoğan’ın “sıcak para” ekonomisidir!.. Hükümet, sıcak para akışının devam etmesi için, kaynağı belli olmayan kara paraların bile ülkeye gelmesi için elinden geleni yapmıştır. “Varlık barışı” olarak bilinen yasayı bu hükümet çıkartmıştır. Bu şekilde, PKK’nın “off-shore” paraları ile uyuşturucu ve silah kaçakçılığından elde ettiği kara paralar bile aklanmıştır!.. İktidarın “faiz lobisi” dediği, Borsa’da faaliyet gösteren yerli ve yabancı şirketler ile iç borçlanma senetlerini satın alan zenginlerdir! Bu avantacı takım, Taksim’de direnenlerin arasında olmadığı gibi, arkalarında da hiç bir zaman olmamıştır. Halkın haklı direnişini uzun süre görmezden gelen ve “yat borusu” haline getirdikleri televizyonların sahipleri de aynı adamlardır!.. AKP hükümetlerinin bu rantiyecilere ödediği faizlerin toplamı: 1923-2001 yılları arasında ödenmiş olan faizlerin neredeyse 16 katına ulaşmıştır… 2003-2013 yılları arasında 136.2 milyar dolar sıcak para girişi yaşandı. Bu para için yılda 3-3,5 milyar dolar olmak üzere, 10 yılda toplam 36.6 milyar dolarımızı alıp götürdüler!.. Bu tercihler AKP iktidarlarınındır. Hükümetlerimizin kafasına hiç bir zaman kimse silah dayatarak bu kararları aldırmış değildir!.. AKP’nin ekonomi politikaları böyledir işte!.. Bu gerçeklere rağmen, yandaş televizyonlara çıkıp, AKP iktidarının icraatlarını ve özellikle de ekonomi politikalarını övenler; açıkça halkı aldatmaya çalışan yalancılardır. “Faiz lobisi” olarak nitelenenler, halka hiç bir faydalı iş yapmayan bu iktidarın devam etmesinde, kişisel yararı olan kan emici sülüklerdir… Bu hainler şimdi de diyorlar ki: “ Taksim Gezi Parkı Direnişi’nin arkasında George SOROS vardır!..” Sorus kimdir? Soros, dünya çapında faaliyet gösteren arsa ve para spekülatörü olan bir adam… Söylenene bakılırsa, İngiliz ve Hollanda kraliyet ailelerinin bile, menkul değerlerini o yönetirmiş. Soros, “Turuncu Devrimleri” parası ile desteklemiş, ABD’nin küresel çıkarlarını korumakla görevli yetenekli bir CIA görevlisidir. Dünya çapındaki faaliyetlerini yönetmek üzere bir de vakıf kurmuştur. Vakfın Türkiye’deki işbirlikçisi ise TESEV’dir. TESEV’in başkanı Can Paker, hükümetin Kürt sorununun çözümünde görevlendirmiş olduğu en akil adımıdır!.. Taksim Gezi Parkı Dayanışması’nı yürütenler ise, orta sınıfın çocuklarıdır. Destekçileri anne ve babalarıdır, yoksul Türk halkıdır… Bunların SOROS ve TESEV ile ne ilgisi olabilir ki?.. Söyler misiniz George Soros, AKP iktidarına karşı, Türk halkını ayağa kaldırabilmek için ne yapabilir ki? Sanki Soros’un hükümetten bir şikayeti varmış. Böyle bir şeyi neden yapsın ki?.. Bu masalların tamamı, halkın gerçekleri görmesini engellemek içindir!.. Türk halkının içinden gelen, en haklı tepkilerin bir yerine illa da “yabancı bir unsur” yerleştirmek, çok eski bir taktiktir… Polis kafası ile bakılırsa, direniş için böyle yanlış bir algının yaratılması halinde, desteğin azalacağı ve direnişin kolayca kontrol altına alınacağı düşünülür… Direnişçiler, marjinal bir grup olarak gösterilebilir ve onlara yapılan insanlık dışı muameleler gözden kaçırılabilir sanılır… Aynı zamanda halka karşı kullanılanorantısız güç de “düşmana karşı” bir hamle gibi sunulabilir!… Oynanan oyun bu kadar basittir işte!.. Hükümet, “faiz lobisi” dediği kan emicilerin canını acıtacak hangi yasal düzenlemeleri yapmıştır da bunlar hükümetin düşmesi için sokaklara inmişlerdir? Bu iddianın sahiplerinin öncelikle bu sorunun cevabını vermesi gerekir… Veremezler! Çünkü öyle bir düzenleme hiçbir zaman yapılmamıştır!.. İşte böyle yalanlarla, Türk halkını yenidenteslim alabileceklerini sanıyorlar. Oysa düşman diye tarif ettikleri, kendi işbirlikçileridir. “Faiz lobisi”nin tüm isteklerini yerine getiren, bizzat hükümetin kendisidir. Bu lobinin en gözde üyeleri ise, AKP iktidarının yandaşlarından yarattığı yeni zenginler sınıfıdır!.. Onlar da hiç bir zaman halkın arasına girmemişlerdir!.. Bugün direniş cephesinde yoksul Türk halkının çocukları vardır… Bu nedenle de Taksim Gezi Parkı Direnişi ile başlayan ve Türkiye geneline yayılan direniş, baştan aşağıyamillidir!.. Ne yapacağını iyice şaşıran Başbakan, bu milli direnişe destek verenleri; “Mesele sadece Gezi değil diye ‘tweet’ atanlardan hesap soracağız” diyerek tehdit etmektedir!.. Tehdit edilenlerden aklıma gelenlerin bir kısmının listesini aşağıya çıkarttım: Öcalan’lı açılıma, bölünme anayasasına, Ergenekon ve Balyoz tertiplerine, bu tertipler üzerine uydurulan “Ergenekon Örgütü” yalanına, hükümetin barışçı olmayan Suriye ve Ortadoğu politikalarına, milli bayramların unutturulmak istenmesine, milli kahramanlarımıza ayyaş denmesine, özelleştirmelere, ihale yolsuzluklarına, Deniz Feneri davasındaki iğrenç ilişkilere, HES’ler ve taş ocakları ile doğanın katledilmesine, Cumhuriyet değerlerinin birer birer içinin boşaltılmasına, Osmanlıcılık özlemlerine, yargının ele geçirilerek adaletin yok edilmesine, halkın yarısının ötekileştirilmesine, dinin en kötü şekilde siyasete alet edilmesine, din ve dince kutsal sayılan değerlerin istismarına, eğitim öğretim birliğinin bozulmasına, ha bire imam hatip okulu ve kuran kursu açılmasına, sağlık hizmetlerinin giderek ticarete dönüşmesine, milli değerlerle alay edilmesine, ülkenin varlıklarının talan edilmesine, Atatürk anıtlarına çelenk konulmasının yasaklanmasına, Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızın itibarsızlaştırılıp unutturulmak istenmesine, Atatürk Orman Çiftliği’nin ABD’ye satılmasına, Anıt Kabir’i yıkacağız diyenlere ses çıkartılmamasına, Türk askerinin başına çuval geçirenlere dua edilmesine, yabancı askerlerin kaymakamlarımızı tokatlamasına, Seyit Rıza, Şeyh Sait gibi Cumhuriyet düşmanı hainlerin heykelinin dikilmesine göz yumulmasına, hainlerin torunlarından özür dilenmesine, Türk düşmanlarının baş tacı edilmesine, toprak bütünlüğümüzü tehdit eden Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde görev alınmasına, emperyalistlerle 2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşmalar imzalanmasına, seçilmiş milletvekillerinin özel görevli mahkemelerce tahliye edilmeyerek milli iradeye saygısızlık yapılmasına, halkın muhalif kesimlerinin ötekileştirilip, düşman ve “terörist” gibi gösterilmesine, muhaliflere sürekli hakaret edilmesine, hak arayanların azarlanmasına, KPSS sınavlarında soruların yandaşlara verilmesine, bu tür olaylara katılanlar hakkında göstermelik soruşturmalar yapılmasına, İmam-Hatipliler devlet dairelerine doldurulurken normal liselerden mezun olanlara kapıların kapatılmasına, kadınların kaç çocuk doğuracağına ve nasıl doğum yapacaklarına karışılmasına, gelecek nesillerin dindar ve kindar olarak yetiştirilmek istenmesine, halka kabadayılık yapılmasına, özel yaşama müdahale edilmesine, hava alanından Ankara’ya kadar miting yeri olmayan 4 ayrı yerde yasa dışı mitingler yaparak AKP’ye imtiyazlı davranılmasına, telefonların yasa dışı dinlenmesine muhaliflerin özel yaşamına ilişkin video kayıtlarının internet ortamında dağıtılmasının engellenmemesine, ilgililer hakkında gerekli yasal işlemlerin titizlikle yürütülmemesine, halkın en temel haklarından olan düşünceyi ifade etme özgürlüğünün kullanılması kapsamında yapılan gösterilerin biber gazı ile bastırılmasına, halkın zeka düzeyi ile alay edilmesine, sürekli “bizi aşağıladılar” yalanını tekrar ederek mağdur rolü oynanmasına, halkın acıma duygularının istismar edilmesine, TRT’nin iktidarın borazanı haline getirilmesine, yazılı ve görsel medyanın ele geçirilmesine, devletin terör örgütü PKK ile aynı masaya oturtulmasına, pırıl pırıl çocuklarımıza çapulcu denmesine ve hepsinden daha da önemlisi yöneticilerimizin sürekli yalan söylemesine hayır diyenler bu ülkenin vatandaşlarıdır ve ben de onlardan biriyim!.. Tayyip Erdoğan böyle düşündüğümüz için varsın hesabını sorsun bize… Bunu hak ettik galiba!.. Adalet yerini bulacaksa eğer, benden sorulacak hesaba, yukarıdakiler de dahil edilsin!.. Halkın gösterdiği haklı tepki; yaşanan bu olumsuzluklardan oluşan toplam öfkenin patlamasıdır. Aynı zamanda bu yoğun tepki, ana muhalefet partisi CHP ile MHP’yedir de… Zira bu kritik dönemde, onlar da görevlerini yapmayıp, iktidarın dümen suyunda yüzdüler!.. İktidarın kendilerine verdiği gündemle yetindiler, gündemi belirleyemediler… Temsil ettikleri kitlelerin, taleplerine kulaklarını tıkadılar. Haftanın altı gününü, Salı günleri kendilerini alkışlatmak için malzeme toplamakla geçirdiler. Buna ilaveten, birikimli ve yürekli muhaliflere parti yönetimlerinde yer vermediler. Söz dinletenleri değil, söz dinleyenleri yanlarına alarak yollarına devam ettiler… Kısaca halkın istediği gibi değil, iktidarın istediği gibi “çakma” muhalefet yaptılar!.. Görüldüğü gibi “mesele” sadece kesilmek istenen ağaçlarla ilgili değildir!.. Geldiğimiz bu noktada, ne iktidar ne de muhalefet; sokağın dilini anlayabilmiştir. Gençleri kontrol edemiyorlar bir türlü. Hükümet, ülkeyi gaz bombaları ile yönetmeye çalışıyor!… Her gün biber gazları, copları ve tazyikli suları ile gençlerin üzerine yürüyorlar. Ölenler, kör olanlar, ağır yaralananlar var; gençler buna rağmen direnişi bırakmıyor. Zeka ve mizah ile baskıcı bir iktidarın TOMA’larını mağlup ettiler. Anneler ve babalar da ne yapacaklarını şaşırdılar!.. Sonunda onlar da etten zincir yapıp, çocuklarının etrafında duvar oldular… Hükümet ve muhalefetin farklı cümlelerle “evinize dönün” diye yalvarmasına da aldanmamak gerekir… Zira sine-i millete dönmesi gereken artık kendileridir!.. Türk halkı, yeni bir iktidar ve yeni bir muhalefet yaratacak kadar yetenek, zeka ve birikime sahiptir. Göreceksiniz onları da en kısa süre içerisinde gerçekleştirecektir!… Av. Cemil Can DİPNOT (1)http://www.odatv.com/n.php?n=abd-cin-ve-rusya-anlasti-teyyip-gidici-1206131200#.UbzqIU3ki2E.facebook MİZAH İLE BAŞ EDEMEZLER!..Av. Cemil Can TOMA ve akreplerin en acımasız saldırılarını, zeka ve mizahla karşılayan direnişçilerin amacını kendilerinden daha iyi kimse dile getiremez… “Atatürk’te birleştik” ve “Hükümet istifa” sloganları ile espri yapılmaya çalışıldığını düşünenler, muhalif saflarda gözükleseler de gerçekte AKP iktidarının düşmesini istemeyenlerdir!.. Ya da zekalarında bir sıkıntı aramak gerekir!..Son yılların en etkili halk hareketini, sıradan bir çevre hareketi gibi göstermek için kolları sıvayanlar çok tanıdıktır!.. Yandaş televizyon kanallarının, direnişin en heyecanlı anlarında, penguenlerle ilgili belgesel göstermelerini anlamak mümkündür. Mecbur kalıp, direnişle ilgili haberler yaptıktan sonra arka arkaya koydukları programlarla, bu haklı hareketin ivmesini düşürmek için ellerinden geleni yapmalarını da garipsememek gerekir! Beslemeler, ilk günlerde demokratik olan bu gösterileri, “darbeye zemin hazırlamak” olarak bile göstermek istemişlerdir. Böyle şeyler yapabilirler; çünkü onlar yandaş, yalaka ve iktidarın kiralık kalemleridirler!.. İktidarlardan beslenenler, tam olarak görevlerini yaptılar mı bilmem… Bu nedenle de onlara fazla kızmayın derim!.. Yandaşların durumu öyle de acaba Y-CHP’ye neler oluyor?. CHP’lilerin önemli bir kesimi, polisin Taksim’deki biber gazlı, orantısız güç kullanmasını protesto edenler arasında yerlerini almışlardı. Yakışan da buydu zaten. İlk günün şaşkınlığı içerisinde yönetim de ne yapacağını bilemedi… Haklı beklenti; CHP’nin kurumsal olarak alanlara inmesi ve kendiliğinden gelişen bu muhalif hareketi, doğru yola kanalize ederek önderlik yapmasıydı!.. Pek çok kişi gibi ben de Kadıköy’deki mitingin iptal edilerek, CHP milletvekillerinin Taksim’e çıkmasını bu şekilde değerlendirmiştim… Bir gün sonra CHP yönetiminin, sokak eylemlerini yöneten gençleri anlamadığını söyleyerek, öz eleştiri yapmasını da gayet güzel anlayabildik. İktidarın, CHP’yi olayların “kışkırtıcısı” olarak ilan etmesi üzerine, CHP’nin kurumsal olarak bu olaylarla bir ilgisinin bulunmadığını söylemesine bir itirazımız olamaz!.. Takip eden günlerde Kılıçdaroğlu’nun, Cemaat’in kanalı Samanyolu TV’ye koşarak; direnişe destek verenler için; “Bu insanların hükümeti istemiyoruz diye bir talebi yok” demesi şaşkınlık yaratmıştır. Kılıçdaroğlu’nun kişisel fikrini partiye mal etmesini anlayabilmiş değilim!.. Demek ki, her akşam, ışıklarını 5 dakika yakıp söndürdükten sonra, tencere ve tavalar ile sokağa inip, “Hükümet istifa” sloganını atan milyonlar, bu hükümeti istiyorlar!.. Bay Kemal, bu sözleri ile mizah mı yaptığını sanıyor? Yoksa protestocu milyonları salak mı sanıyor?.. Görünüşe bakılırsa, Y-CHP’ye göre, gaz bombalarına göğsünü siper eden halkın talepleri arasında, hükümetin gitmesi yokmuş!.. Türk halkının zekasıyla bu şekilde alay edilemez!.. Bay Kemal’in, 24 saat kesintisiz yayın yapan Ulusal Kanal’ı izlemediği belli. SOROS’u dinleyip, Fetullah’ın kanallarını dolaşacak yerde, arada bir Halk TV’yi izlese halkın ne dediğini anlayabilirdi!.. Bay Kemal’in CHP Genel Başkanı sıfatıyla kendini komik duruma düşürmeye hakkı yok… Bir türlü anlayamadığın bu gençlik, öyle bir gırgıra sarar ki seni, feleğini şaşırırsın!.. Artık aklını başına devşir!.. Kısa sürede ülkeyi saran bu ulusal direnişi bir yeşiller hareketi olarak göstermek, hükümet için bir taktiktir. Direnişçileri, çevreye sahip çıkan duyarlı vatandaşlar olarak sahiplenmek, direnişin büyüyüp yayılmasını önlemek için yapılmış ayrı bir kurnazlıktır. Hükümetten böyle davranışlar beklenir ama ana muhalefet aynı ağızla konuşamaz!.. Hükümet, direnişçilerin bir kesimini “çevreci yurtseverler” olarak sahiplenirken, kalanını “faiz lobisi” ile ilişkilendirmiştir. “Provakatörler” dedi yine tutturamadı. ABD elçiliğini basanlarla aynı çizgide gösterdi olmadı. Saçmaladıkça saçmaladı… Başbakan Erdoğan’ın, direnişçileri birkaç “çapulcu” olarak nitelendirip küçümsemesi ise, bir işe yaramadığı gibi bumerang etkisi yapıp direnişi büyüttü!.. Sonunda göstericileri kamu malına zarar veren “vandallar” olarak suçlamaya kadar getirdiler… Burada sormak gerekir, kamu malına zarar verenler kimlerdir ve polisin orantısız güç kullanmasından önce böyle şeylere teşebbüs edilmiş midir? 7 gazete aynı günde Erdoğan’ın söylediği “Demokratik talebe canımız feda” manşeti ile çıktılar… Yine de inandırıcı olamadılar!.. Çünkü niyetleri, halkı anlamak değildi!.. Bu nedenle halk da “artık yeter” demişti!.. Erdoğan gösteriler için “ideolojiktir” demiş… Doğrudur elbette. Hükümete karşı olan her eylem, hükümetin ideolojisinin karşısındadır ve başlı başına bir ideolojik duruştur!.. Hükümet kendi ideolojisini halka dayatmayı, kendine hak görebiliyor ama karşı gelenleri suçmuş gibi eleştirebiliyor!.. Kendi ideolojisine dokunulmazlık, farklı görüşlerin ise, yasa dışı kabul edilmesini istiyor!.. Neyse ki, Atatürk’ün askerleri, Y-CHP’nin “açılım süreci”nde hükümete verdiği krediyi, meydanlarda geri aldılar!.. Zaten “Gandi” Kemal’in de yeni anayasanın yapım sürecinde; demokrasiyi “şeriat” amacına ulaşmak için bir araç olarak gören AKP hükümeti ile masaya oturmaktaki ısrarı ile kredisi iyice azalmıştı!.. Bu yüzden olsa gerek, Kılıçdaroğlu en ciddi siyasi rakipleri olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın açıklamaları için “Sağ duyunun sesi” demiştir!.. Bu kadarla kalsa iyiydi tabi. Kılıçdaroğlu şaşkın ördek misali; “Demokrasi uzlaşma rejimidir” kalıbının ardına sığınarak, iyice köşeye sıkışan baş rakibi Erdoğan’a, uzlaşma da teklif etti!.. Gençliği de dikkatli olmaya davet etti!.. Sanki kavganın bir tarafında kendisi vardı, sanki sokakta direnen insanları o yönetiyordu veya onların yasal temsilcisiydi!.. Kılıçdaroğlu da Erdoğan gibi sokak hareketleri karşısında saçmalamaya başladı!.. Çünkü o böyle günler için seçilmiş bir lider değildi!.. Onun görevi Erdoğan hükümetini ayakta tutmak ve karşıdevrimi AKP’ye yaptırmaktı!.. Beklenmeyen bu son gelişmeler karşısında, eğer Erdoğan iktidardan düşerse, Bay Kemal de ana muhalefet liderliğine veda etmek zorunda kalacaktı!.. Korktuğu buydu!.. Söz sırası gelmişken, delikanlı Devlet’e de bir kaç söz söylemek gerekir: Devlet Bey, “Kürt intifadası” diyerek bu haklı direnişe katılımı engelliyor!.. Kürtlerin intifadaya ya da provaya ihtiyaçları yok!. Onlarla birlikte oturduğunuz Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda, sayenizde temel taleplerini meşrulaştırdılar. Şimdi de AKP ile kol kola girmişler, Diyarbakır’ı “yıldız” yapmaya doğru emin adımlarla yürüyorlar. Kürtler, bir bakıma iktidar ortağı sayılırlar!.. Bildiğiniz gibi Gezi Yolu Direnişi ile başlayan halk hareketinin içerisinde olmadıklarını da açıkladılar! Zaten bu açıklama üzerine Öcalan, alanların ulusalcılara ve “Ergenekonculara” bırakılmamasını istemiştir… Öcalan da Türk halkının zekasıyla alay ediyor. Ergenekon savcıları bile “Ergenekon Örgütü” iddiasını geri alıp, yerine “darbeye teşebbüs” suçlamasını koydular fakat PKK lideri hala bu suçlamadan vazgeçmiş değil!.. Her neyse daha fazla uzatmayalım… Devlet Bey, siz halkın en haklı direnişine katılacak olan ülkücüleri, partiden atmakla tehdit ediyorsunuz. Doğru mu?.. Ve hala ülkücü olduğunuzu söylüyorsunuz!. Her zora girdiğinde AKP hükümetine destek vermek, bir muhalefet partisinden beklenen davranış olabilir mi? MHP seçmeni size bunun için mi oy vermiştir? Bir siyasi hareketin lideri, eğer rakibinin yıpranmasını önlerse, onu iktidardan nasıl uzaklaştırabilir ki? Seçmen, başarılı bir hükümeti neden yerinden edip, başka bir lideri başa getirsin?.. Bu sorulara yanıt verin lütfen!.. Türk halkının zekası ile alay etmeyin!.. Belli ki, CHP ile MHP’ye, rejimi değiştirmek üzere iktidara getirilen AKP’ye destek olmak görevi verilmiştir!.. Bu nasıl bir görevdir ki, görevi alanlar istifa bile edemiyorlar!? Bu liderleri, hangi güçler ne şekilde tehdit etmektedir?.. Tehdit altında olan ve tehditlere boyun eğen liderlerden, bu ülkeye bir fayda gelebilir mi? Çünkü tehditle bir yerlerde tutulanlar, bir kere tehdide boyun eğmekle, sürekli tehdit edenin adamı olmayı kabul etmişlerdir!.. ***İkinci senaryoyu bilmediğimi sanmayın sakın… Onu bir türlü anlatmaya dilim varmıyor. Çünkü, tam bir rezalettir. Yüz karası da denebilir… Söylenenlere bakılırsa, ABD ve AB iyice yıpranan Erdoğan’ı, deliğe süpürmeye karar vermiştir! Bundan sonraki yollarına, Cemaat ve Kılıçdaroğlu’nun Y-CHP’si ile devam edeceklermiş!.. Vaktiyle Ecevit’in Cemaat desteği ile iktidara getirilmesinde olduğu gibi… MHP ise, her zamanki gibi yedek lastik olarak tutulacak… Sırası gelmişken hatırlatalım; Cemaat’in devlet kademelerine yerleşmesinin ve “meşru” bir sivil toplum hareketi olarak kabul edilmesinin baş sorumlusu Ecevit’tir… Aynı film, Kılıçdaroğlu ile ikinci kez gösterime sunulacakmış!.. Olabilir tabi, akla yatkın bir olasılıktır!.. Sorosçu Kemal’in, CHP’ye Fetullahçıları doldurması ve aralarındaki samimi ilişkiler ile son beyanları birlikte değerlendirildiğinde; bu seçenek üzerinde gizli bir anlaşma yapılmış olabilir!.. Zaten emperyalizmin hiç bir zaman bir tek (A) planı olmamıştır!.. tabii ki, böyle bir durum gerçekleştiğinde, Y-CHP’nin Atatürkçü kesimle bir ilişkisi de kalamaz!.. Kalmamalıdır da!.. Ecevit’in Cemaat ile yaptığı işbirliği sonucu görüldü ki, ittifaktan güçlenerek çıkan Cemaat olmuştur. Düğmeye basılınca da Ecevit bir kaç hafta içerisinde taraftarları ile birlikte silinip gitmiştir tabi!.. Devletin en önemli kademelerine sızan Cemaat üyeleri ise, hala yerlerindedir… Bir gün böyle bir işbirliği gerçekleşirse, Kılıçdaroğlu’nun sonu da çok farklı olmayacaktır!.. İkinci olasılık gerçekleştiğinde; Cemaat ilk seçimlerde tek başına iktidara gelir. Büyük olasılıkla, Y-CHP’nin akıbeti de DSP’ninkine benzeyecektir!.. Birkaç yıllığına iktidar olma uğruna, Kılıçdaroğlu böyle bir maceraya CHP’yi sürükleyebilir! Mevcut delege yapısı da zaten buna müsaittir. CHP içerisinde ne pahasına olursa olsun, iktidara gelmek ve önemli bir mevkide “hizmet” vermek için can atan ne kadar da “hizmetkarlar” varmış!.. İnternette dolaşan ve günümüze de ışık tutan bir öğütle bitirelim: ”Olay şiddet kullanımına dönüşmeye başladığı zaman, sistemin oyununa geliyorsunuz demektir. Yerleşik düzen sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakalınızı çekecek, yüzünüze fiske atacaktır. Çünkü, siz bir kere şiddete başvurduktan sonra sizinle nasıl baş edeceklerini bilKemal Bey, Alevi ile Alevi, Sunni ile Sunni, dinci ile dinci, dinsiz ile dinsiz!… Böylelerine “inançsız” demek daha isabetlidir…
ABD’nin IŞİD’e karşı başlatacağı operasyondan önce de yolu temizleyen oydu. Yetkili kurullarda görüşmeden, CHP’lilerin görüşünü öğrenmeden, peşin peşin, yapılacak uluslararası bir operasyonda Türkiye’nin yer almasına CHP olarak karşı çıkılmayacağını açıklamıştı. Gelen tepkiler üzerine bu görüşünün gerekçesini; ”Madem ki terörden en çok zararı biz gördük, o halde her türlü terörle mücadele etmek zorundayız” şeklinde açıklamış. Eskilerimiz “Zırva tevil götürmez” derlerdi. “Dersimli Kemal” de o hesap, zırvaladıkça zırvalıyor. 40 bin yurttaşımızın ölümünden sorumlu, bebekleri bile öldürmekten çekinmeyen en tehlikeli ve acımasız terör örgütü PKK ile müzakereye evet diyeceksin, IŞİD ile ise mücadeleyi önereceksin!.. Yemezler Kemal Bey! Şaşkın ördek misali suya tersten dalıyorsun!..
CHP Grup Başkanvekili Akif Hamza Çebi’yi de kaybettik! Beyefendi “Torba Yasa” ile yapılan düzenlemeye göre, “F Tipi” polislerin görevden alındıktan sonra, mahkeme kararı ile eski görevlerine dönebilmelerinin iki yılı bulacak olmasını kendisine bayağı dert edinmiş. Bu duruma sebebiyet verecek olan yasa maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuş. Ergenekon ve Balyoz davalarına bağlı olarak görevden alınanlar için kılını kıpırdatmayan, ülkenin bölünmesinin önünü açacak olan “Açılım Yasası” için destek veren CHP’nin, açıktan Cemaat’in avukatlığına soyunması ne kadar acı, değil mi?.
Kemal Kılıçdaroğlu, Cemaat’in bankasını kurtarmak için Başbakana tehdit vari bir mektup yazmış… Yeni CHP’nin bu dönem tek işi Cemaat’e kol kanat germek!..
Eski CHP Milletvekili Mehmet Sevigen’in Sebahattin Önkibar’a açıklaması ise CHP’nin teslim alınmışlığının itirafı gibidir. Deniz Baykal, kendisine ait olan Halk TV‘nin Cemaat’in sesi haline getirilmesi karşısında: Halk TV’nin sahibi evet Deniz Baykal’dır ama yönetimini CHP liderliğine devretti ve hiçbir şeyine karışmıyor. Dolayısı ile yayın ile atamalarda Baykal’ın zerri dahli yoktur demiş… Eski genel başkanın içerisinde bulunduğu durum, ona en yakın arkadaşı tarafından bu şekilde açıklanmıştır. Hiçbir şeye karışmayan Baykal’ın da “yeni”lendiği anlaşılıyor!.. “Yeni Baykal” kendine ait televizyona bile sahip çıkacak durumda değil ne değil, Cemaat’in ve “İkinci Cumhuriyetçiler”in sesi olmasına da karşı gelemiyor!..
Cumhuriyet gazetesi okurları (CUMOK), gazetenin ikinci cumhuriyetçiler tarafından ele geçirilmiş olması karşısında ha bire tepkilerini dile getiriyorlar. Halk TV’den sonra Cumhuriyet gazetesi de Kılıçdaroğlu’nun, dolayısıyla Cemaat’in borazanı haline getirilmiştir!.. Dolayısıyla Aydınlık‘tan başka okunacak gazete ve Ulusal Kanal‘dan başka izlenecek kanal kalmamıştır!..
Görüldüğü gibi Yeni CHP’nin 18. Olağanüstü Kurultayından umut verici bir parti meclisi çıkmamıştır. Atatürk’e “Kefere Kemal” diyen gerici Mehmet Bekaroğlu’nu hileli yollardan Parti Meclisine seçtiren Kılıçdaroğlu, gerçek halk partililerin tasfiyesi ile sonuçlanan olağanüstü kurultayda, üstü çizilerek onay verilmeyen Cemaatçi Erdoğan Toprak ile açılımcı Murat Özçelik’i de başdanışmanlık makamına getirerek, delegelerin konu mankeninden farksız olduğunu kanıtlamıştır. En yetkili organ olan Parti Meclisi’nin iradesine saygısızlığı eden “Dersimli Kemal”, yaklaşan genel seçimlerdeki hedefini “anlamlı oy kaybına uğramamak” olarak belirlediğine ve partiyi de fiilen böldüğüne göre, yeni arayışlara girmek şart olmuştur. Bu gidişle Kılıçdaroğlu liderliğindeki Y-CHP’nin barajı bile geçeceği şüpheli hale gelmiştir. Yeni CHP’nin Bekaroğlu ve Özçelik benzeri adaylarına oy verecek seçmeni nereden bulabileceğini, yaşayıp göreceğiz!..
TSK’ya bile kumpas kurulduktan sonra CHP’nin başına buyruk bırakılmayacağı belliydi… CHP’nin ele geçirilmiş olmasını yeni fark edenlerin istifa ederek görevlerinden ayrılması, işgalcilerin işini daha da kolaylaştıracaktır. İstifa edenlerin yerine, kendilerine benzeyenler atanacak ve parti tamamen ele geçirilecektir… Bunu anlamamak için aptal olmak lazımdır… O bakımdan, yeni bir seçenek ortaya çıkana kadar meydanı işgalcilere bırakmamak gerekir…
CHP’lilerin genel seçimlerden önce , 19. Olağanüstü Kurultay‘ı toplayarak parti yönetiminin geri alınmasından başka çıkış yolu kalmamıştır. Ya da yeni bir parti kurarak Cumhuriyet’e sahip çıkılacaktır… Aksi halde Y-CHP’ye dönüştürülen Atatürk’ün partisi, Cumhuriyet düşmanlarının silahı haline getirilerek halka karşı kullanılacaktır…
Türk Silahlı Kuvvetleri internet sitesinde, PKK’nın Ağrı’da mahkeme kurup yargılama yaptığı açıklamasını (1) gördükten sonra, CHP’nin bu mücadelede ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım…
Av. Cemil Can
DİPNOTLAR:
(1) http://www.tsk.tr/11_haberler_olaylar/11_8_onemli_yurtici_olaylar/onemli_yurtici_olaylar_2014.html
Kabul etmek gerekir ki, 1 Mart Tezkeresi’nde AKP hükümetini kurtaran CHP’ydi. Davutoğlu’nun şanssızlığı, Kılıçdaroğlu’nun henüz detaylar ortaya çıkmamış olan, IŞİD’e karşı kurulacak koalisyonda “Türkiye’nin yer almasına karşı çıkmayız” diyerek, Obama’nın peşine takılması ve Davutoğlu hükümetini zor durumda bırakmış olmasıdır… Rusya, Çin, İran ve Suriye’nin ortak tatbikat yaptığı sırada hava savunma sistemini test etmek için gönderilen Türk jetinin Suriye Ordusu tarafından avlanmasından sonra, ABD “Arap Baharı” adıyla yutturmaya çalıştığı bölgeyi yağmalama planını gözden geçirme ihtiyacını duymuştur. Anlaşıldığına göre, bu defa diplomatların “Çayın taşı ile çayın kuşunu vurmak” şeklinde ifade ettiği “İti ite kırdırma” politikasını uygulayacaklar!.. El-Kaide’nin içerisinden çıkartılan El-Nusra’dan üretilmiş IŞİD, bu defaki planın en önemli aktörü olarak rol alacak. Bir taraftan “Sünni Irak” olarak isimlendirilen bölgenin temizliğini IŞID’e yaptırıyorlar, diğer taraftan vahşiliğini bahane edip, Suriye’ye saldırının sebebi olarak gösterecekler!.. Obama’nın “Ülkemizi tehdit eden teröristleri nerede olsa vuracağız” sözlerinin açılımı bu olsa gerek… Emperyalizm, Müslümanları en kirli işlerinde taşeron olarak daha ne kadar kullanacak, yaşayıp göreceğiz?.. IŞİD’ı kuran, destekleyen, Suriye’ye ve Irak’a sokan Türkiye’ye, ABD’nin verdiği “olur”u utanmadan yok sayıyorlar! Üstelik Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce, Kılıçdaroğlu ile bir otel odasında 2,5 saat başbaşa görüşen ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin ziyaretinden önce, Türkiye’yi teröristlere destek vermekle suçlayıp şantaj da yapmış! Ricciardone, “Atlantic Council” adlı düşünce kuruluşunda verdiği konferansta; Ankara’nın El-Kaide’nin kolu olan El Nusra Cephesi’ne yardım ettiğini söylemiş!.. Benzer şekilde ABD Kongresi Dışişleri Altkomitesi’nde yapılan oturumda da, Kongre üyeleri Türkiye’yi Katar ile birlikte “terör destekçisi” olarak suçlamışlardır… (1) Balyoz ve Ergenekon davaları ile iyice hırpalanan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, “açılım”dan haberdar olmadığını ve IŞİD’e karşı operasyonda yer almayacağını Genelkurmay Başkanının ağzından açıklamasından sonra, ABD yönetimi iyice edepsizleşti… Bu yüzden olsa gerekir, Özel’in 2012 yılında yaptığı “KCK’nın yargı önüne çıkarılmasının hayati öneme haiz olduğunu düşünüyorum” şeklindeki açıklaması yüzünden, hakkında soruşturmabaşlatılacağı iddiaları gündeme getirildi. Genelkurmay Başkanı Org. Özel’e verilen bu gözdağının zamanlaması oldukça anlamlıdır!.. IŞİD’ın savunduğu “radikal İslam”ı, sapkın ideoloji olarak gösteren Obama, “Ortadoğu’ya ve Ortadoğu’dan dışarıya yabancı savaşcı akınını durduracağız” derken, bütün dünyayı terörle tehditetmekten geri durmadı. Büyük olasılıkla ABD’li gazetecinin kafasını kesen IŞİD militanın, İngiliz olduğu iddiaları (2) da bu fikri desteklemek için dünya kamuoyu ile paylaşıldı… İlginçtir, gelişmeler bölge ülkelerinin yüzde yüz aleyhinde ilerlerken, 49 diplomatı IŞİD’ın elinde rehin bulunan Türkiye, sınırayığılmaların önlenmesi için Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurulmasını istemektedir. Zaten ABD’nin Kuzey Irak’tan Akdeniz’e güvenli şekilde petrol akıtması için baştan beri düşündüğü bir projeydi bu isteğimiz. Çaresizlik içerisine sürüklenmiş ülkemizin, bu talebi dile getirmiş olmasını iyi anlamak gerekir. Bu durumumuz ayı ile yatağa girmenin bir sonucudur elbette. Kim ne derse desin, ABD’nin İncirlik üssünü “insani” amaçlı kullanmayacağı da bir gerçektir. Bunu bildiğimiz halde; operasyon öncesinde, İncirlik üssünün “insani” amaçla kullanılabileceği “iznini” vermemiz traji komik olmakla birlikte, kafamıza dayatılan soğuk namlu nedeniyledir!.. ABD’nin IŞİD’e karşı oluşturduğu koalisyon ortakları:Kuzey Irak’ın peşmerge ordusu, PKK, PYD, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Suriye’deki diğer terörist muhalif örgütlerdir. ABD, Türkiye’yi PKK ile birlikte IŞİD’e karşı mücadele için ikna etmeye çalışıyor. Bir taşla iki kuş vuracak kefere. Bu şekilde, PKK’yı terör örgütü olmaktan çıkartacaklar. ABD’nin IŞİD’e karşı aldığı kararların ardından, bölgeye gönderilecek silah ve insani yardım desteğinin, PKK’nın envanterine girmemesini kim nasıl garanti edecek? Bu soruya yanıt aranırken; Selahattin Demirtaş lafı dolandırmadan Türkiye’nin PKK’ye silah yardımı yapmasını istemesi (3) şok etkisi yarattı!.. Obama, “Sünni aşırılık” olarak değerlendirdiği IŞİD’e karşı müdahale edecek “ılımlı Sünni devletler” arasında Türkiye’yi de saydı. Bu açıklama, Türkiye için öngörülen rejimin “Ilımlı İslam” olduğunun ilanı gibidir… *** Kurultay delegeleri, bu defa yenilenlerin yerine, yenilecek olanları Parti Meclisi’ne seçtiler!.. Parti Meclisi toplanmadan, MYK oluşturulmadan, grupta konuşulmadan, yetkili hiç bir makamın görüşü sorulmadan, Genel Başkan Kılıçdaroğlu, IŞİD’e karşı kurulacak koalisyonda Türkiye’nin yer almasına CHP’nin karşı olmadığını söyledi!.. Yeni CHP parti mi yoksa Kemal Bey’in babadan miras şirketi mi? Bu sözlerle CHP’ye oy veren 11 milyon 270 bin kişinin iradesine ipotek koymak, hakaretten de öte bir şey değil mi? Seçmene böyle bir saygısızlık nasıl yapılabilir, anlayabilmiş değilim! TSK, toprak bütünlüğümüzü tehdit eden IŞİD operasyonunda “muharip güç olmayız” derken, o Türk gençlerini emperyalizmin çıkarlarını korumak amacıyla, piyon gibi ateşe sürebiliyor… Bu kadar “görev adamı” yani… Demek ki, Y-CHP’nin AKP’yi iktidarda tutmaktan daha önemli görevi buymuş! “Dersimli Kemal”, iktidarın yolu üzerindeki taşları temizleme işine ilaveten, Mehmetçiği de emperyalizmin emrine vermek için üzerine düşeni yapıyor… Peki, CHP’nin genel başkanlığına aday olan Muharrem İnce’nin bu konulardaki fikrini bilen var mı?.. Kemal Efendi, sonunda Hahamların ve Alevilerin çocuklarını da imam hatipli yapmayı başarmış!.. “Dersimli Kemal’im ben” diyerek, Alevileri bir kez daha kandırdı. Meğer adam “Ilımlı İslam”a razıymış. Aksine tek söz söylediği yok!.. Davutoğlu hükümetinin önünde giden Yeni CHP, kurultaydan sonra frensiz kamyon gibi kontrolsüz gidiyor. Delege CHP’yi adeta tecavüzcüsü ile evlendirmiş!.. En ağır tokat “açılım”ın mimarı Murat Özçelik ile Fetullahcı Erdoğan Toprak’ın adını çizendelegelere indirilmiş. Kemal Bey, inadına her ikisini de genel başkan baş danışmanlıklarına getirmiş!.. Doğrusu kılıçların efendisi kibar adam. Önderliğinde “Ilımlı İslam Devleti” ağır ağır kuruluyor. Delegelere ve partililere, ana avrat sövüp, galiz küfürler de savurmuş değil… Ona da şükretmek gerekir… Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1) http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/117481/ABD_Kongresi_Turkiye_ye_zehir_zemberek.html (2) http://www.hurriyet.com.tr/dunya/27036758.asp
(3) http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/50349-demirtastan-skandal-aciklama-turkiye-pkkya-silah-yardimi-yapmali.html
HANCI TAVUKLARI!.. Av. Cemil Can
Kılıçdaroğlu’nun “2015 seçimlerinde anlamlı bir oy kaybı olması halinde bırakırım” şeklindeki sözleri, üzerindeki korkunç baskının acıklı bir itirafıdır!.. Kemal Bey, ancak CHP’nin alacağı oyların birkaç puan düşmesi halinde istifa edebileceğini söylemektedir. Demek ki, görevleri arasında en az bir dönem daha AKP’yi iktidarda tutmak da vardır!.. Açık söylüyorum: PKK ile pazarlık sürecini, “barış” adı altında halka yutturmaya çalışan bildiriye destek veren CHP milletvekilleri: Alaattin Yüksel, Aykan Erdemir, Ayşe Danışoğlu, Binnaz Toprak, Erdoğan Toprak, Hülya Güven, Hüseyin Aygün, İlhan Cihaner, Kadir Gökmen Öğüt, Melda Onur, Mustafa Moroğlu, Nurettin Demir, Rıza Türmen, Sena Kaleli, Sezgin Tanrıkulu, Veli Ağbaba ve bunların benzerleri 2015 genel seçimlerinde aday gösterilirlerse, Y-CHP’ye kesinlikle oy vermeyeceğim… Kurultay öncesinde bu açıklamayıulusal bir görev kabul ediyorum!.. Emperyalist “küresel güçlerin”, Y-CHP’den beklediği görev: AKP’yi iktidarda tutmak için muhalif olanları oyalayarak dizginlemek olduğu açık seçik ortaya çıkmıştır… Türkiye’deki karşıdevrimin başarıya ulaşması, ancak bu şekilde mümkün olabilirdi. Küresel güçlerin Ortadoğu’daki rejimleri yıkma ve laik Cumhuriyet rejimini tasfiyeetmekle görevlendirdiği iki “başarılı” önemli aktörterfi almıştır. Ellerinde oyuncağa dönen Türk halkını kolaylıkla yönlendirerek, Erdoğan’ı Cumhurbaşkanlığına, Davutoğlu’nu da Başbakanlığa çıkartmayı “başarmışlardır”… Emperyalistler,TSK‘nın etkisizleştirilmesi ve CHP’nin ele geçirilmesinden sonra, adım adım hedeflerine yaklaşmaktadır. “Gezi Direnişi” gibi, toplumsal muhalefeti arkasından sürükleyecek bir ayaklanma olmadıkça, emperyalizmin önünde ciddi bir engel kalmamıştır… CHP’nin başından Kılıçdaroğlu ayrılınca, AKP’nin bir dönem daha iktidar olma olanağını yitireceği ve buna bağlı olarak karşıdevrimin tehlikeye gireceği gün gibi ortadadır. Satılacakların neredeyse tükenme noktasına gelmesi, yıllar içerisinde ekonomik varlıkların talanı, yaklaşan ekonomik krizin nasıl atlatılacağı konusunu gündemin birinci sırasına taşımıştır. Bu durumu en iyi bilen kişi olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın icranın başından ayrılıp, Cumhurbaşkanlığını tercih etmesini, yaklaşan fırtınadan kaçış olarak değerlendirmek hiç de yanlış değildir… Bu ateş çemberi içerisinde en önemli görev, doğal olarak halkı yatıştırmak veuyutmakla görevli muhalefete düşmektedir… Aksi halde, küresel güçlerin Ortadoğu’da kazandığı bütün mevzileri tehlikeye düşebilir!.. Olup biteni ve yakında olacakları bu fotoğraf içerisinde değerlendirmek gerekir… Böyle aciz bir duruma düşülmesine emperyalistler asla izin veremezler!.. Zaten (B) ve (C) planları da bu nedenle vardır!.. Haziran 2011 seçimlerinden önce “Artışı sağlayamazsam bırakırım” diyen Kılıçdaroğlu, 2015 milletvekili seçimlerinde, oy oranını bir kaç puan artırabilse, yerinde kalıp görevine devam edecek. Acaba neden? Sıkı sıkıya koltuğa yapışması; onursuz bir adam veya koltuk heveslisi olmasından değil, “görev” bilincinden kaynaklanmaktadır!.. Bu gerçeği artık görmemiz gerekir… Laik, demokratik Cumhuriyet tasfiye edildikten sonra, Kılıçdaroğlu’nun oy oranını artırması ne işe yarar? Oy oranını azaltırsa, bu defa koltuğunu Sezgin Tanrıkulu veya Rıza Türmen gibi PKK’nın onay verdiği bir isime teslim edebilir!.. Acı ama gerçektir: PKK lideri Abdullah Öcalan’ın “Kemal’e selam söyleyin” cümlesi, Kılıçların efendisinin görevini ve hiyerarşideki yerini ayan beyan göstermektedir!.. “6 okun yorumu çağdaş ve evrensel anlayışa göre yeniden yapılacak” sözlerini söyleyen Kılıçların efendisi, 6 oku hiçbir zaman anlamadığını veya içine sindiremediğini göstermiştir. Her iki halde de durum kötüdür. Gerçek kişiliğini ve kimliğini gizleyerek Atatürk’ün koltuğunu kalkan olarak kullanan Kılıçdaroğlu, CHP tabanını aldatarak, küresel güçlerin verdiği görevi yapmayı kabul etmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri ile bire bir örtüşen “6 ok”un “çağdaş” anlayışa göre yorumunu yapmaya kalkışmak, CHP Programı’nın da iskeletini oluşturan bu ilkeleri çağdışı bulmaktan başka bir anlama gelmez!.. Büyük olasılıkla programa aykırı eylem ve söylemlerinin kaynağını da bu anlayış oluşturmaktadır. “6 ok”u çağdışı gören anlayışın, vakit geçirilmeksizin -hem de tekme, tokat- kapı dışarı edilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir!.. Fazilet Partisi Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun:” CHP’ye gelme konusunda bende sıkıntı oluşturabilecek CHP’nin geçmişine ilişkin bagajları olduğunu ilettim. Hatta ben demokrasi ve özgürlüklere ilişkin savunduğum tüm görüşleri savunup bu konudaki düşüncelerimi iletince, onubenden daha radikal gördüm” şeklindeki sözleri ise acı ve düşündürücüdür. Yukarıdaki tespitlerimizi doğrulayan bu açıklamadan anlaşılmaktadır ki, Abdullah Öcalan’ın Kemal’i, Bekaroğlu’ndan daha iyi Fazilet Partilidir… O zaman neden başka bir partide değil de Atatürk’ün partisi CHP’nin başında oturur?!.. Cumhuriyetçilerin elinde siyasi bir parti olmadan, ne karşı devrimi tersine çevirmeleri ne de iktidara gelmeleri olanaklıdır. Ne yazık ki, Alevi kesimin içerisinden seçilen işbirlikçi Kemal, karşıdevrimin gerçekleşmesi için iktidarın yolundaki tüm taşları temizlemiştir. Rejim süratle “Suni İslam Devleti”ne doğru yol almaktadır. Kamuoyunda 4+4+4 yasası olarak bilinen ve eğitim-öğretim birliğini bozan yasaya, “elbette çocuklar dinini öğrenecek” diyerek muhalefet etmeyen Kılıçdaroğlu, şimdi çocukları zorla imam-hatipli yapılan Alevi ailelere nasıl hesap verecek, çok merak ediyorum!.. Özetliyorum: 4,5 yıllık Kılıçdaroğlu yönetimi ile geldiğimiz nokta; “devrimcilik” ilkesini karakteristik temel özelliği kabul eden Atatürk’ün partisi CHP, karşı devrimcilerin eline geçmiştir!.. Bu el değiştirme ile birlikte; Cemaatçiler, Kürtçüler, Liberaller ve 2. Cumhuriyetçiler parti yönetimine taşınmış, gerçek CHP’liler ise sokağa atılmıştır. Bu süre içerisinde yapılan il ve ilçe kongrelerine genel merkez ağırlığını koymuş, kurultay delegelerini önemli ölçüde değiştirmiştir. Bu arada CHP’nin Program’ı da edepsizce çiğnenmiştir. Bütün bunların adına “yenileşme” ve “çok çalışma” denmiştir!.. Yerel ve genel seçimlerde dinci ve gericiler öne çıkartılmış, çoğu aday gösterilerek ödüllendirilmiştir. Bununla birlikte, cumhuriyet karşıtlığı, “düşünce özgürlüğü” adı altında utanmadan savunulmuştur… CHP’liler, “6 ok”u benimsemeyen, başka bir ifade ile Atatürkçülüğü ve Cumhuriyetin niteliklerini özümsemeyen, cumhuriyet karşıtlarına oy vermeye mecbur bırakılmışlardır… Sağ görüşlüler CHP’ye yerleştirildikten sonra, aday gösterilmişler ve bu kişilere “tıpış tıpış” oy vermemiz istenmiştir… Bu gidişle bizden sağ görüşü benimsememiz de istenirse, şaşırmamak gerekir. Çünkü gidişat o yöndedir!.. Ülkeyi yönetmek için halka sağ görüşlü olmak dayatılıyorsa, bu konuda zaten yeterince deneyimli sağ partiler var!.. Sonradan dönmelere kim, neden itibar etsin!.. Kaldı ki, “Yeni” CHP’nin “görev”i vardı, bu yüzden dişe dokunur bir programı bile olmadı… İktidar partisinin iç çelişkileri nedeniyle parçalanacağı düşünü kurmak ve bu düş üzerine ulufe dağıtmaya kalkışmak; katır pisliğinden beslenen hancı tavuğunun yaşam biçimini benimsemekle eş anlamlıdır!.. Yani içerisinde bulunduğumuz ahval ve şerait bu kadar vahimdir. O bakımdan tek kurtuluş yolumuz kaldı. O da CHP’yi işgalden kurtarıp, yeniden halkın partisi haline getirmektir… Bu mümkün olmazsa,yeni parti kurarak yola devam etmek kaçınılmazdır!.. 18. Olağanüstü Kurultay’ın önemi de bu noktadadır!.. Av. Cemil Can
TEBRİKLER “KEFERE KEMAL”!..Av. Cemil Can
Yeni CHP 18. Olağanüstü Kurultay’ının oy birliği ile seçilen divan başkanı Engin Altay, kurultayın 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarına bağlı olarak; “darbe yapmaya teşebbüs” ve “casusluk” suçlamaları ile görevlerinden alınan “F Tipi” polis ve yargı mensupları için “güven kurultayı” olduğunu ilan edip, (*) kurultayı Cemaat’e armağan etti!.. Bu nedenle olsa gerekir,bazı yazarlar Y-CHP yerineF-CHP’yi kullanmaya başladılar… Delegeler uyanmadılar bile… Kemal Efendi, vaktiyle “F Tipi”nin TSK mensuplarına karşı başlattığı Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları için “Ordu darbecilerden temizlenmeli” manasına gelen sözler ediyordu. O zaman TSK’ya armağan edilecek bir kurultay yapamadı… Dikkatinizden kaçmamıştır sanırım. “Dersimli Kemal”; bu yer küre üzerinde hırsıza “hırsız” dediği için inandırıcılığını ve itibarını kaybedentek siyasetçidir… Zira halk, Kemal’in suçladığı kabinenin başınısahiplenmiş ve Cumhurbaşkanlığı ile ödüllendirmiştir. Denilebilir ki, “Dersimli Kemal”, güven vermez kişiliği ile aynı zamanda hırsızlarıaklama işlevini üstlenmiştir. İlginçtir bu süreçte kendine olan destek de “anlamlı” bir şekilde azalmıştır. O kadar güvenilmez bir adamdır yani… Kılıçdaroğlu 4 yılda kurultay delegelerini ayarladıktan sonra “dürüstlük maskesini” de indirmiştir… Abdullah Öcalan’ın verdiği talimatları harfiyen yerine getireceğini kurultayda taahhüt edecek kadar ileri gidebilmiştir… Toprak bütünlüğümüzü tehlikeye atacak olan “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nın çekince konulan bütün maddelerini imzalayacağını söylemekten hiç çekinmemiştir!… Böylece daha önce “açık çek” vererek desteklediği “açılım”ın önündeki son taşı da kendi elleriyle temizlemiştir!.. Bundan böyle, Y-CHP’de toprak bütünlüğünü savunmak yasaktır ama ülkenin parçalanmasının kilometre taşı olan “ana dilde eğitim”i savunmak mecburidir!.. Ulusal birliği sağlayarak “ulus devlet”i kuran CHP’de, artık ulusculuğu savunmak da suç sayılacaktır!.. CHP’nin kurultay delegesi bu konularla ilgilenmedi bile.. “Dersimli Kemal”den, ABD Elçisi ile birlikte bir otel odasında baş başa ne konuştuğunu açıklaması bekleniyordu. Büyükelçi acaba o konuşmada kulağına ne fısıldamıştı? Bu en çok merak edilen soruydu. “Çatı adayı” diye ilan ettiği AKP’nin eski adayı Ekmeleddin Bey’i kendisine kim önermişti? Belki onu açıklar diye çok bekledik. Onu da ötekini de demedi… Demek ki, “Yeni CHP”’nin asıl görevi, AKP’nin “Yeni Türkiye”sine uygun muhalefet yapmaktır… Arka arkaya yaşanan 4 seçim yenilgisinden sonra, beşinci seçimde CHP oylarında “anlamlı bir azalma” olmazsa çekilmeyeceğini söyleyen Kılıçdaroğlu’nun, anlaşılıyor ki, PKK’yı meşrulaştırmasından daha önemli başka görevleri de vardır!.. “Dersimli Kemal” aslında başarılıdır! Atatürk’e “Kefere Kemal” diyen birini CHP’nin Bilim Kuruluna seçtirmek ve bu kadar kısa süre içerisinde her dediğine gözü kapalı “evet” diyecek kurultay delegelerini yaratmak öyle kolay değildir!.. Hakkını yemeyelim. Tebrikler… Av. Cemil Can (*) http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/chpli-altaydan-dikkat-ceken-sozler-h36144.html
DELEGEYE SON ÇAĞRIDIR!.. Av. Cemil Can
Siz, Yeni CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve “görevli” yakın mesai arkadaşlarına Nevşehir’in Gülşehir ilçesinden bildiri imzalayarak “destek açıklaması” yapan il başkanları!.. Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvayi Milliyeci arkadaşlarının kurup Türk gençliğine emanet ettiği CHP’nin işgal altında, 78 il başkanlığının ise üstünde “ipotek” olduğunu dünya aleme ilan etmeye mecbur muydunuz?.. Genel merkezin önünde kapıkulları olduğunuzu ortaya koyan o aşağılık bildiriye imza atmakla: *Padişah Vahdettin başkanlığında toplanan Meclis-i Ali’de; Sevr Anlaşması‘nı imzalayan dönemin hükümetine, anlaşmanın kabulü yönünde destek veren; *Milli bilinci yok etmek suretiyle, halkın düşman işgaline karşı isyan etmesinin önüne geçmek amacıyla kurulduğu aşikar olan ve başkanlığını İngiliz Rahip Frew‘un yaptığı İngiliz Muhipleri Cemiyeti‘nin kurulmasına öncülük eden; *Kurucusu olduğu İslam Teali Cemiyeti‘nin 25 Eylül 1919’da yayınladığı bildiride, Kuvayi Milliyecilere “kudurmuş haydutlar” şeklinde hitap eden; *İşgalci devletlerin baskısı ile Boğazlıyan Kaymakamı “Milli Şehit” Kemal Bey’in, Ermeni Tehciri sırasında ihmali bulunduğu gerekçesi ile verilen idam cezasını onaylamayan Vahdettin’e, fetva vererek idam edilmesini sağlayan; *”Padişahın aksi emrine rağmen, istilacılara karşı direnişe geçen milliyetçilerinöldürülmeleri caiz olmakla kalmayıp, hatta her Müslüman’ın dini görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, kalanlar gazi sayılır” fetvasını yazarak, Dürrizade Abdullah Efendi’ye imzalatan; *Kurtuluş Savaşı başarıldıktan sonra, İngilizlerin temin ettiği yük gemisi ile Mısır’a kaçan; *Oradan da Yunanistan’a sığınıp, “Yarın” ve Peyam-ı İslam” gazetelerini çıkaran ve paçavralarda yayınladığı bildirilerde; *Ankara Hükümetinin Musul üzerinde hak iddia etmesini “gülünç” bulan; *Türkler için “Müslüman barbarlar” diyen, *Daha sonra da Mısır’a gidip, “Çatı Aday”ımız Mustafa Sabri Efendi’nin yardımcısı Şeyh İhsanoğlu’nun oğlu Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da mezun olmakla iftihar ettiği El-Ezher Üniversitesi‘nde din dersleri veren; Son Şeyhülislam MUSTAFA SABRİ Efendi’den farkınızı görmek istiyoruz!.. Mustafa Sabri ile kader birliği yapan samimi arkadaşı Şeyh İhsanoğlu‘nun (1) oğlu Ekmeleddin Bey’i, Atatürkçülerin önüne cumhurbaşkanı adayı olarak süren Kemal Kılıçdaroğlu’nu “başarılı” buldunuz ve yola onunla devam etme kararı aldınız. Öyle mi? Bence de başarılıdır başarılı!?.. (2) Dersimli Kemal, milletvekillerine baskın kurultay sonuna kadar “konuşma yasağı” koyarak, başlarına birer çuval geçirmiştir! İl başkanlarına ise “destek açıklaması” yaptırarak, tümünü tek bir çuvalın içerisine yerleştirmiştir!.. (3) Başarılıdır tabi başarılı!.. Siz CHP’nin son kurultay delegeleri!.. Bu size Türk halkının yapacağımız son çağrıdır: CHP’deki işgal kırıldıktan sonra, ülkemizdeki işgalin de kırılacağından en ufak bir kuşkunuz olmasın!.. Kurultay, 6 oka sahip çıkma (4) ya da bölünmeye evet deme noktasında hayati öneme sahiptir!.. Bu acı gerçekliğe göre karar vereceksiniz… Kafanıza geçirilmiş çuvalı çıkartın artık ve son sözünüzü söyleyin!.. MUSTAFA KEMALLER olarak mı tarihe geçeceksiniz yoksa MUSTAFA SABRİLER olarak mı?.. Bilelim… Çünkü Ankara’da 5-6 Eylül günlerinde, 1216 delege, CHP’nin en önemli sayfasını yazacak!.. Umarız risk alıp bedel ödemesi gerekenler, Gülşehir’den verdiğiniz “destekle”, yurtsever CHP’lilere bedel ödetmeye kalkışmazlar ve sizler de “Mustafa Sabriler” olarak tarihe geçmezsiniz!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR; (1)http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/43575-ekmeleddin-ihsanoglu-kimdir-biliyor-musunuz-bir-de-bizden-dinleyin.html (2)http://chp-muhalefethareketi.biz.tr/2014/08/b-a-s-a-r-d-i-k/ (3) Genel Başkanlığa adaylığını açıklayan Yalova Milletvekili Muharrem İnce, bu bilginin gerçeği yansıtmadığınıaçıkladı: Gülşehir’deki toplantıya 78 değil, 60 il başkanı katılmış. Destek açıklamasına imza atan il başkanlarının 38’i zaten delege değilmiş. Geriye kalıyor 22 delege il başkanı. Deste bu kadar yeni. Kemal Bey, ancak 22 il başkanını kendine benzetebilmiş… Çok da başarılı değil yani. Bu gerçeğe rağmen, yalan söyleyerek kendini şişirmek Kemal Bey’e pek yakıştı… Bu durumu kendi ifadesi ile söylersek; “Yalan söyleyenden başbakan olmaz”, ama Yeni CHP’ye genel başkan olur!.. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/108807/ince__O_gunku_Kemal_agabey_gitti….html (4) Bir BOP projesi olan “ulusalcılıkla hesaplaşma” 18 Ekim 2005 tarihinde Fethullah Gülen Aktüel Dergisi’ne verdiği yazılı mülakatta dile getirdi: “Şimdi önümüzde daha geniş, kapsamlı ve kompleks bir süreç var. Dolayısıyla direnç noktaları daha fazla sancı oluşturabilir. AB sürecinde son günlerde yaşanan kavga ve tartışmalara bir bakıverin. Ölseler bir araya gelmeyecek kimseler ulusal cephe adı altında suni bir kitlesel dalga oluşturmaya çalışıyor. Kimlikleri, söylemleri, hassasiyet ve dünya görüşleri bu derece farklı, üstelik birbirleriyle hiçbir diyalog geliştirme niyet ve isteği olmayan insanlar muvakkaten bir araya geliyor. Gerçekten her söz ve hareketleri suni ve iğreti duruyor. Ulusal cephe adı altında oluşturulmaya çalışılan dalganın sınırları belli değil. Hedefi, niyeti ve çağrı yaptığı hassasiyetleri farklıdır. Kemiksiz, kimliksiz ve hedefsiz bir dalga. Her açıdan manipülatif bir organizasyon olduğu belli. Ama sancılar olacaktır. Bunlar aşılacaktır.” demiştir… http://www.odatv.com/n.php?n=fethullah-gulen-yasananlari-nerede-haber-verdi-2802101200 Ardından AKP’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 17 Eylül 2012 tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan ropörtajında:”19. yy ideolojisi olan ulusculuk Avrupa’da feodalite ile bölünmüş yapıları bir araya getirip ulus devletleri doğurdu. Bizde ise tarihten gelmiş organik yapıları dağıtarak geçici ve suni karşıtlıklar ve kimliklerortaya çıkardı. Hepimizin bu ayrıştırıcı kültürle hesaplaşma zamanı geldi” diyerek, hükümetin ulusalcılık konusundaki görüşünü anlaşılır bir şekilde dile getirmiştir. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21483551.asp Davutoğlu’nun bu görüşü 17 Şubat 2013 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan‘ın “Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız” açıklaması ile hükümetin resmi görüşü haline getirilmiştir. http://sozcu.com.tr/2013/gundem/milliyetciligi-ayak-altina-aldik-227165/ Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olan ve ulusalcılığı düşman ilan eden bu yeni ideolojik tespit, Yeni CHP tarafından da aynen kabul edilmiştir. Kılıçdaroğlu’nun akıl hocalarından (Seyit) Rıza Türmen, “Hem ulusalcı hem solcuolunmaz” diyerek, olağanüstü kurultay öncesinde; 6 okun biri “milliyetçilik” ilkesine saldırıyı başlatmıştır. http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/hem-ulusalci-hem-solcu-olunmaz-h34971.html Y-CHP’liler, “sol”un özünü teşkil eden; tam bağımsızlık, antiemperyalist tavır, emekten ve evrensel değerlerden yana olmak yerine, üzerinde anlaşmaya varılamamış bir siyasi kavram olan; “sol” sözcüğünün içerisinde kendilerini tarif etme acizliği içerisine girmişlerdir… http://tr.wikipedia.org/wiki/Solculuk Türmen’i Binnaz Toprak takip etmiştir: “Ulusalcı çizginin solda yeri yok” diyerek, Y-CHP’nin çizgisinin BDP’den ve Cemaat’ten farklı olamayacağına vurgu yapmıştır. http://t24.com.tr/haber/chpli-binnaz-toprak-ulusalci-cizginin-solda-yeri-yok,268342 Y-CHP‘nin başına kaset komplosu ile getirilen “Dersimli” Kemal:”6 okun yorumuçağdaş ve evrensel anlayışa göre yeniden yapılacak” diyerek, CHP’nin temel ilkelerini özetleyen 6 oku, “çağdışı” gördüğünü açıkça ifade etmiştir… Bu sözler yürürlükteki CHP Programına açıkca aykırılık teşkil edip, Tüzük hükümleri gereğince partiden ihraç nedenidir. Dolayısıyla olağanüstü kurultayın bir anlamda CHP’nin “temel ilkelerine sahip çıkma” ya da “programından ayrılma” kurultayı olarak gerçekleşecektir!.. Geldiğimiz noktada; BOP’un sadık bir görevlisi olduğunu gizlemeye dahi gerek görmeyen Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde; bölünmenin kaçınılmaz olacağı ortadadır!… http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/49207-kilicdaroglu-6-ok-yeniden-yorumlanacak.html
irler. Nasıl baş edeceklerini bilmedikleri tek şey, şiddet dışı eylemler ve mizahtır.”(John Lennon) Av. Cemil Can