KAFASI KIYAK BİR HÜKÜMET VE UYANAN ASİL MİLLET!..Av. Cemil Can“Red-Hack”ın Jandarma İstihbarat raporlarını yayınlaması ile AKP iktidarının meşruiyeti de tartışılmaya başlandı… Patlamalardan önce “sürece karşı olanlar”ı, daha sonra da Suriye İstihbarat örgütü El Muhaberatı sorumlu tutan Başbakan’ın, bu olaydan siyasi rant elde etmek ve toplumu yönetmek üzere, yalan söylediği ortaya çıktı!..Hükümet, şimdi de bu sıcak gündemi değiştirmek için arka arkaya hamleler yapıyor!.. Başbakan Erdoğan, alkol yasağı yasasını çıkartmakla kalmayıp, 22 Mart 1926’da yasağı (1) kaldıran ulu önderlerimiz için “ayyaş” ifadesini kullanarak, tartışmayı başka bir noktada sürdürmek istedi… Türk halkını bu tuzağa çekemedi!.. Tam aksine, Atatürk ile İnönü’ye karşı yapılan bu haksız saldırı, halkı fena halde kızdırdı… Taksim Gezi Parkı’nda AVM yapılmak üzere ağaçların sökülmesi ile bardak taştı… Halk, silkinip ayağa kalktı… Meydanlara yürüyenler militanlar değildi artık!. Bu kutsal yürüyüş, ABD işbirlikçisi olan AKP iktidarının hızla düşüşünün bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. İktidarın siyasi yükselişinin sonu ve geriye dönüşün başlangıcıdır bir bakıma!.. Hükümet, bir kaç gazete ve bir iki televizyon kanalı dışında, tüm medyayı ele geçirmesine rağmen, gündemi değiştirmeyi başaramadı… Sosyal medya üzerinden bile halk örgütlenebiliyor!.. Yabancı basının, bu diriliş için “Türk Baharı” benzetmesi, dönen tekere çomak sokmak gibiydi. İşe yaramadı tabi… Akıllarınca, bu haklı direnişi “Arap Baharı” ile ilişkilendirerek, antiemperyalist kesimlerin eylemlere katılmasını engelleyeceklerdi…Başaramadılar, başaramayacaklar… Eninde sonunda bu kavgayı haklı olan Türk halkı kazanacaktır!.. AKP iktidarı, 11 yılda Türkiye’yi Mehmet Aliler ve Mustafa Kemaller olarak ikiye ayırdı ayırmasına da, Mehmet Alilerin “Darbe yapılması için ortam hazırlanıyor” yalanına itibar eden çok şükür olmadı… Mustafa Kemal’in askerleri bu gidişe “Artık yeter!” dediler… Cumartesi günü on binlerle birlikte ben de Kızılay’daydım. Eylemcilerin arasında gururla dolaşıp durdum. Meydanı dolduranlar, sanıldığı gibi sadece üniversite gençlerinden ibaret değillerdi!.. Bu kez sokağa inenler, hükümetin gaz bombası ve tazyikli sularından zerre kadar korkmayan sade vatandaşlardı! Türk halkı, eşiği geçmiş her noktada korkuyu yenmişti… Korku imparatorluğunun temelleri Kızılay’da çatırdıyordu. Biber gazı bombardımanı altında, “Hükümet İstifa” sloganları ile TOMA’ların üzerine üzerine yürüyenlerin, girdikleri bu yoldan bir daha geri dönmeyecekleri bellidir!.. Sonuç alacakları da kesindir!.. Türkiye’nin en zeki, en başarılı gençlerinden olan ODTÜ’lüler bile, Kızılay Meydanı’na ancak 16.00’dan sonra gelebildiler… Her biri tepeden tırnağa yürek, her biri yerinde zıplayan ateş parçaları gibiydiler… Pırıl pırıl olan bu aydınlık düşünceli gençler, TOMA’lar üzerlerine gelince biraz geri çekiliyor, ardından o pis demir yığınlarının üzerlerine atlıyorlardı!.. Gencecik çocuklar, saatlerce TOMA’ları tekmelediler!.. Biber gazı ile tazyikli suyu tükenen hükümet, geri çekilmek zorunda kaldı!.. 18.00’e doğru Kızılay Meydanı gerçek sahiplerinin eline geçmişti!. Elbette ki, iktidar da gerçek sahiplerince ele geçirilene kadar bu eylemler devam edecektir!.. Taksim’deki Gezi Parkı’nı “kurtarmak” için başlayan eylemden sonra, çok önemli bir gerçek ortaya çıkmıştır. Artık bu gerçeği kimse görmezden gelemez. Perşembe günü gazeteler şu haberi geçtiler:”Adana’da Suriyeli El Kaide bağlantılı El Nusra örgütüne karşı yapılan operasyonda 2 kgöldürücü sarin gazı ele geçirildi. Operasyonda çok sayıda silah ve mermiye de el konulmuş!..” (2) Biliyorsunuz ki, El- Nusra, silahlı, terörist radikal bir İslamcı örgüttür. Bizim hükümetin de yol arkadaşı sayılır! Birlikte, meşru Suriye yönetimini düşürmek için mücadele ediyorlar. Hükümetin bu ortaklığı yasalarımıza göre çok ağır bir suçtur.(3) Reyhanlı’da patlayan bombalar işte bu örgütün işiydi! “Red-Hack”ın yayınladığı istihbarat raporlarından anlaşıldığına göre, güya hükümetimiz önceden alınmış bu istihbarata rağmen, patlamaları önleyememişti!.. AKP hükümeti, Öcalan’la başladığı pazarlıkla, Türkiye Cumhuriyeti’ne önemli ölçüde irtifa kaybettirdi. Dış politikada ise, İslamcı terör örgütleri ile iş tutmaya başlayarak meşruiyetini de yitirdi!.. Bu yüzden iktidarın gerçek sahibi olan Türk Milleti, genel seçimleri bekleyemeden, işe el atmak zorunda kalmıştır!.. Başbakanımız, BM Bağımsız Uluslararası Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Carla Del Ponte‘nin, “Muhaliflerin sarin gazı kullandığına ilişkin kuvvetli delillerin tespit edildiği” açıklamasını yalanlayacak şekilde, Suriye’de kullanılan sarin gazının, Suriye Ordusu tarafından, muhaliflere atıldığını söylemesi ve Esat’ı “bebek katili” olarak ilan etmesi bir işe yaramadığı gibi, kendisini ve ülkemizi zor duruma düşürmüştür!.. İçki yasağı, Atatürk ve İnönü’ye “iki ayyaş” denilerek yapılan terbiyesizlik, Üçüncü Boğaz Köprüsü’ne Alevileri katleden Padişah Yavuz Selim’in adının verilmesi, Atatürk Orman Çiftliğinin talan edilmesi ve bir bölümünün Amerikalılara verilmesi, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, “kırmızı çizgili önerilerin süreci yavaşlattığı”ndan yakınarak, görevi ile ilgili olmayan siyasi mesajlar vermesi dahi, bu yalın gerçekleri ikinci plana düşürmeye yetmemiştir!.. Bir diğer önemli konu; Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan 2 başkan yardımcısı ile 12 şube müdürünün aynı anda görevden alınmasıdır. Bu olay bile başlı başına TSK’ya yapılan alçak tertibin bir itirafı gibidir… Balyoz ve Ergenekon Davaları’nın soruşturmasını yapan ve kanıtlarını hazırlayan bu ekip, acaba neden görevden uzaklaştırılmıştır? İstihbaratçılar, hükümetin “Milli Görüş” kanadına karşı, özel bir tertibin içerisine mi girdiler? Hukuka aykırı işler yaptıkları kesindir! Yoksa ne diye görevden alınsınlar? Hükümet, bu görevden almalar ile, aynı zamanda istihbaratı yönetenlerin, daha önce yaptıkları bütün işleri de şaibeli hale getirmiştir!.. Aslında bu durum bir itiraf kabul edilmelidir. Gerçi onların Balyoz ve Ergenekon davaları için hazırladığı kanıtların sahte ve düzmece oldukları defalarca kanıtlanmıştır!.. Türk halkının adalet duygusunun ağır yaralanmasına, Amerika’da eğitilen bu Cemaatçi polisler sebebiyet vermiştir. Devletin temeli olarak bilinen adaleti, adım adım yine bunlar yok etmişlerdir!.. Dolayısıyla, özel görevli mahkemelerde yapılan yargılamaların, TSK‘yı teslim almak için kurgulanmış bir tertip olduğu da bir kez daha ortaya çıkmıştır!.. Bu suçun ortakları ise Başsavcı Recep Tayyip Erdoğan ve dava arkadaşlarıdır!.. Sadece bu iki önemli olay, hükümete meşruiyetini kaybettirmeye yetmiştir!.. ABD’nin çıkarlarını korumak için teröristlerle işbirliği yapan ve komşu bir ülkenin meşru hükümetini devirmeye çalışan hükümetimizden, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, sarin gazı ile ilgili olarak açıklama yapmasını istemektedir!..(4) Diplomatik dilin dışına çıkılarak tercüme edersek; Rusya’nın, T.C Hükümetini Suriye’ye saldıran teröristlere sarin gazi vermekle suçladığı açıktır!.. Şimdi de şu sorulara yanıt arayalım: Emniyet İstihbarat Dairesinin yönetim kadrosu, hükümete karşı görevden alınmayı gerektirecek ne gibi hukuk dışı işler yapmıştır? Hukuka aykırı bir eylemleri yoksa neden görevden alınmışlardır?.. Bu soruların yanıtı ne şekilde verilirse verilsin, Emniyet İstihbaratının benzer işlem ve eylemlerini TSK mensupları için de yaptıkları ortaya çıkacaktır. Bu son duruma göre, Ergenekon ve Balyoz Davaları temelden çökmüş sayılır!.. Bu davaların başsavcılığı sıfatını üstlenerek, bütün bu hukuksuzlukların arkalarında duran Erdoğan hükümeti, bir de bu nedenle meşruiyetini kaybetmiştir… Yürürlükteki hukukun dışına çıkan ve halkına zulmeden bütün iktidarlar meşruiyetini kaybetmiş sayılırlar!.. İşte tam da bu noktada devreye, halkın “direnme hakkı” çıkar!.. Böyle olunca da “meşru” olan hareket, seçilmiş iktidarın ki değil, onu seçen halkın hareketi kabul edilir!.. Suriye ile savaşın eşiğine gelmek mi önemlidir yoksa Kuzey Marmara’nın son ormanlık alanının talan edilmesi mi?.. Elbette ki savaş daha hayati öneme sahiptir… O bakımdan Taksim Gezi Parkı’nda kesilen bir kaç ağaç için Türk halkı ayağa kalkmamıştır!.. Reyhanlı’daki patlamalardan önce, Suriye uyruklu bir kişiye ait olan restoranda, Türk bayrağının cinsel organına sürüldükten sonra yere atılması, çiğnenmesi ve yakılması ile başlayan gerginlik üzerine, yapılan soruşturmada ortaya çıkan gerçekle, Türk halkının bam teline basılmıştır!.. Restoranın sahibi Muhammet Quadaymat‘ın ABD vatandaşı olduğu ve ABD Konsolosluğu’nun bu olaya müdahil olduğu ortaya çıkmıştır ve Türk halkı bunu bilmektedir!.. Bütün bu yaşananlar karşısında hükümetin gösterdiği sağırlık, Türk halkının onurunu zedelemiştir!.. Bu nedenle de olup bitenlere sebebiyet veren AKP Hükümeti, artık Türk halkının meşru temsilcisi olarak görülemez!.. Meşruiyetini yitirmiş bu kafası kıyak iktidarı değiştirmek için, yapılan bütün yasal eylemler, meşru ve haklı kabul edilmelidir!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1)http://80.251.40.59/politics.ankara.edu.tr/karahan/makaleler/menimuskirat.pdf(2) http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/22058-sarin-gazi-muhaliflerde.html(3) Türk Ceza Kanunu, Yabancı devlet aleyhine asker toplama MADDE 306. –(1) Türkiye Devletini savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde, yetkisiz olarak, yabancı bir devlete karşı asker toplayan veya diğer hasmane hareketlerde bulunan kimseye beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası verilir. (4) http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/22089-sarin-gazini-acikla.htmlGÖLGE GENEL BAŞKAN:TR 705 !.. Av. Cemil Can İstihbarat RaporlarıFetullah Gülen’e yakın kuruluşların düzenlediği “Anadolu Kültürü ve Yemek Festivali” etkinlikleri kapsamında, BDP’nin gölge genel başkanı Ahmet Türk’ten sonra, Y-CHP’nin gölgegenel başkanı Sezgin Tanrıkulu da ABD’ye uçtu. Türk’ün “açılıma destek” aramak için ABD’ye gittiği söyleniyor!.. İnandırıcı değil tabi. Çünkü “açılım” zaten ABD’nin projesi… Kovboylar kraldan fazla kralcı olanları pek sevmezler!.. Bu açıklama yerine, Obama’nın son talimatlarını tebellüğ etmek üzere Hoca Efendiye gittiği söylenseydi de bir şey olacak değildi zaten!..Bu arada Y-CHP’yi TR 705 kod numaralı ABD’nin bir diğer kulunun yönettiği ortaya çıktı. Tanrıkulu, partinin yönünü dilediği yana çevirebiliyor artık. Kılıçdaroğlu, genel başkanlık koltuğunda konu mankeni olarak kaldı. Sanki asli görevi, parti içinde seslerini yükseltmeye başlayan ulusalcı kanatı sakinleştirmek!.. Tanrıkulu, yanına açılımcı Melda Onur ile Haydar Akar’ı da alarak, ABD’nin yolunu tuttu. Söylendiğine göre, seyahat Kılıçdaroğlu’nun onayı ile yapılıyormuş!.. Bu doğruysa, ki görünüşe bakılırsa öyle, Kılıçdaroğlu’nun “kırmızıçizgi” söylemi boşa çıkartılmış oluyor! Zaten bu söylemin, ulusalcı olarak bilinen kesimi uyuşturulup sakinleştirmek için geliştirildiği belliydi!..Y-CHP milletvekillerinin Cemaatin yemek festivalinde ne işleri olabilir? Halk onları “yemek” kültürlerini geliştirmek için mi seçti?..Tanrıkulu başkanlığındaki heyet, CHP adına Hoca Efendi ile ne görüşecek acaba?!..***Reyhanlı’da patlatılan bombaların, Nisan 2013′te El Kaide‘ye bağlandığını ilan eden Radikal İslamcı El Nusra (1) örgütünün işi olduğu, “Red Hack”ın (2) yayınladığı istihbarat raporları (3) ile ortaya çıktı… Sırası gemişken belirtelim ki, Obama 24 Mayıs günü Mili Savunma Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada, El Kaide’nin baş düşman olmaktan çıkartılacağını belirtmişti.(4) Anlaşılan, CIA, El Kaide’yi yeniden işe almış!..“Red Hack”ın yayınladığı raporlar, patlamalardan günler önce hükümetin elinde olduğuna göre, yetkililerin söylediği gibi ortada bir istihbarat zaafiyetinden söz edilemez! Hükümetin gerçeği bilmiş olmasına rağmen, patlamalardan Esat’ı sorumlu tutan açıklamaları ise, oldukça manidardır. İnsanın aklına ister istemez; acaba Esat’ı yıpratmak için El Nusra’ya yol mu verildi sorusu geliyor!?.. Bu noktadan itibaren, ana muhalefet partisi genel başkanının, katliamdan doğrudan doğruya Erdoğan’ı sorumlu tutmasında bir yanlışlık yoktur… Beklendiği gibi Erdoğan, Reyhanlı ziyaretinde ÖSO’ya moral verip Reyhanlı halkını azarlamış!..Yanlış ve haksız olan Kılıçdaroğlu’nun, Erdoğan’ı Esat’a benzetmesidir!..Zira ikisi arasında gör ardı edilemeyecek kadar çok önemli farklar var: Esat, emperyalizmin haksız saldırılarına karşı ülkesini savunurken, Erdoğan emperyalizmin yanında, adeta onların bir taşeronu gibi faaliyet gösteriyor. “Suriye bizim iç işimizdir” diyerek, komşu ülkenin iç işlerine karışıyor. AKP hükümeti, meşru ve seçilmiş Suriye hükümetini devirmek için teröristlere destek vermekte, elinden geleni yapmaktadır… Kılıçdaroğlu’nun, Erdoğan’a diktatör diyebilmek için başka ülkelerden örnekler vermesi gerekmiyor. 11 yıllık AKP iktidarının zulmü, hatta sadece “Silivri Hukuku”ndan bir kaç örnek vermek, onun ne kadar zalim bir diktatör olduğunu anlatmaya yeter!..Esat’ı kötüleyerek dünya kamuoyu önünde yalnızlaştırmak, CHP’nin üzerine vazife değildir!..Hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye saygılı bir partinin, komşu ülke halkının yanında olmak ve o halkın seçtiği meşru lider ile kabul ettiği yönetim şekline saygılı davranma zorunluluğu ve ödevi vardır. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın “Milletin iradesine karşı mı geliyorsunuz?” şeklindeki, seçmen çoğunluğunu hatırlatan uyarısı karşısında gösterdiği “esas duruşu”, Suriye halkının iradesi karşısında da göstermek zorundadır. Aksi halde, Suriyelilerin iradesine saygısızlık yapmış olur… Böyle bir omurgasız duruş, aynı zamanda emperyalizmin hizmetine girildiğinin de kabulü anlamındadır… Erdoğan’ın tamamlayamadığı Esat’ı karalama kampanyasını, onun yerine geçerek sürdürmek, Kılıçdaroğlu’na yakışsa da Atatürk’ün CHP’sine hiç yakışmamaktadır!..Böylesine tutarsız cıvık bir tavır, asla “sol tavır” olarak kabul edilemez!..Hazır söz sırası gelmişken, “Sol tavır nasıl olmalıdır?” sorusunun yanıtını anımsatalım: Solcu olmanın dünyanın her yerindeki değişmez ölçüsü; antiemperyalist olmaktan geçer. Emperyalizme karşı olmayanlar, zaten solcu değillerdir! Emperyalizme karşı olmak, emperyalizmin bölerek parçalamak istediği halklara destek olmayı da zorunlu kılar. Siyasilerin eylem ve söylemlerinin, sonuç itibariyle, emperyalizmin amacına hizmet edip etmediğine bakmak yeterlidir. Artık bu basit ölçü ile bile, safları belirlemek olanaklı hale gelmiştir. İnsanların geçmişte nerede bulunduğunun bir önemi yoktur. Hiç kimse geçmişini sermaye olarak kullanamaz. Önemli olan, bugün kimin nerede durduğudur. Örnek vermek gerekirse; güncel olan “açılım” konusunda yerimiz, siyasi kimliğimizi belirlemeye yeter. “Solcuyum” diyenlerin nerede durması gerektiği, tek soruluk bu test ile kolaylıkla saptanabilir hale gelmiştir…Türkiye topraklarının bir kısmı üzerinde; önce “özerklik” veya “federasyon”, sonra da “bağımsız” bir devlet kurmayı amaçlayan, Büyük Ortadoğu Projesi‘ni, meşru gösteren ve bu projenin uygulanmasına kolaylık sağlayacak bütün eylem ve söylemler, emperyalizme hizmet ederler. Sol adına, hiçbir şekilde bu söylemlere destek olunamaz, destek anlamına gelecek sözler söylenemez!..Bu çerçevede, Esat’ı devirmek için elinden geleni ardına koymayan Avrupa Parlementosu’ndaki Sosyalist Grup için de “solcu” niteliğini kabul etmek son derece yanıltıcı olur. Bu sıfatın, gerçekte emekçi kesimleri aldatmak için kullanılmakta olduğunu söylemekte bir yanlışlık yoktur. Mazlum halkların ve emekçi kesimlerin yanlarında olmayan örgütler, hiçbir şekilde solculuk sıfatını kullanmayı hak edemezler!..Bu basit tanımlamalardan yola çıkarak; Kılıçdaroğlu’nun Y-CHP’sinin “yenilikçi” ve “solcu” edebiyatı yapmasını, sol kesimleri aldatmaya yönelik bir faaliyet olarak değerlendirebiliriz!.. Baştan beri söylemlerine baktığımızda; Kılıçdaroğlu’nun, epmeryalizmin hizmetine girmek için takla atan, öz itibariyle sağ görüşleri savunan, solu sömürerek oy devşirmeye çalışan liberal bir kişi olduğunu söyleyebiliriz… Bu konudaki en sağlam kanıtlardan biri, “mezhepçiliği” siyasetin içerisine sokmak istemesidir. Bunun başlıca nedeni, kuşkusuz siyasi yetersizliğidir. CHP örgütlerinde “Muharrem” ayında yapılan “aşure partileri”nin kurumsal olarak desteklenmesi, temel ilkelerinden biri “laiklik” olan bir partide olabilecek şey değildir!.. Bu durumu, genel başkanın yeteneksizliğini göstermekten başka, öngörüsüzlüğünün ve çapsızlığının da çarpıcı bir kanıtı olarak kabul etmek gerekir!..Cumhuriyeti kuran CHP’yi, Alevi mezhebinin partisi gibi göstermenin, diğer mezheplere mensup partilileri dışlamak sonucunu doğuracağını dahi göremeyen bir kişi, CHP’lilere liderlik yapabilir mi? Sermayesi mezhepçilikten başka bir şey olmayan birine teslim edilen parti, muhalefette bile küçülüp yok olmaya mahkumdur! Nitekim, CHP muhalefette iken bile büyüyemiyor… Böylesine basit taktik hatalar yapan bir yönetim, elbette ne iktidara gelinebilir ne de anamuhalefette kalabilir!.. Bu ekip ile sadece kafadarlar, belediye başkanı veya milletvekili seçtirilebilirler. Bu şekilde seçtirilenler ise, ancak AKP’nin dümen suyunda siyasetçilik oyununu oynanabilirler!..Bu yönetimin “parti içi demokrasi”ye kulaklarını tıkanmasının başlıca nedeni de bu faydacı yaklaşımı olsa gerekir!..Oysa Türk halkının, halkçı ve laik bir iktidarı kurmak üzere harekete geçirecek, güven veren bir önderliğe ihtiyacı var!..Av. Cemil CanDİPNOTLAR:
- El Nusra Cephesi Suriye’de Eylül 2011 tarihinde kurulmuş Sünni İslam yanlısı aşırı İslamcı mücahit bir silahlı gruptur. Suriye’deki en büyük üçüncü silahlı gruptur. Nisan 2013′te El Kaide’ye bağlılığını açıkladı. Grubun 500-1,000 civarı mücahit savaşçıdan meydana geldiği sanılmaktadır. Radikal İslamcı silahlı bir gruptur. Beşşar Esad’ı devirmek ve bu yolla kendi ideolojik amaçlarını uygulamak ve yaymak istemektedir.
- http://tr.wikipedia.org/wiki/RedHack
- http://redleaks.blogspot.com/2013/05/Hatay-Reyhanli-Askeri-Gizli-Yazismalar.html
- 25 Mayıs 2013 tarihli Aydınlık, (Dış Haberler Servis
Y-CHP’YE VERİLEN GÖREV!.. Av. Cemil Can
CHP’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu masasında oturması, Cumhuriyeti yıkma projesine meşruiyet zemini hazırlıyor. Masum gibi gözüken bu durum, Cumhuriyet düşmanları tarafından sürekli kullanılıyor. TBMM “kurucu meclis” olarak seçilmiş değil, buna rağmen AKP tarafından kurucu meclis gibi çalıştırılmak isteniyor. Böylece Meclis’e yetkisi olmayan işler de yaptırılacak! Milletin yeni anayasa yapmak için seçtiği kurucu meclis, hiç kuşku yok ki, yeni bir anayasa yapabilir. Yeter ki, halk seçtiği kişilerin yeni bir anayasa yapacağını bilsin. “Kurulu meclis” ise, Anayasa’da yazılı kurallara bağlı kalarak, ancak anayasa değişikliği yapabilir. Zira kurulu meclise, sil baştan yeni bir anayasa yapma yetkisi, mevcut anayasa ile verilmemiştir. Yetkisiz bir meclisin yaptığı anayasa ise meşru kabul edilemez. Bugünkü meclis, kurulu meclis olduğu için, yeni bir anayasa yapma konusunda da yetkisizdir. Dolayısıyla bu meclisin “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” ilk dört maddeyi değiştirmesi olanaksızdır. Siyasi iktidar, bu durumu biliyor. O nedenle yapacağı yeni anayasanın meşruiyetini tartıştırmamak için, muhalefet partilerini, özellikle de yüzde 26 oy oranına sahip CHP’yi, bu çalışmaların içerisine almak istiyor… CHP yönetimi ısrarla bütün iyi niyetli uyarılara kulaklarını tıkamış ve sonuçta bu anayasa tuzağına düşmüştür! AKP’nin yola BDP ile devam edeceğini açıklamasından sonra, Y-CHP Parti Meclisi’nin toplanıp; ilk dört maddeyi “kırmızı çizgi” olarak açıklaması, içerisine düşülen tuzaktan kurtulduğunu göstermez. Hükümetin izlediği “açılım” politikasına Y-CHP’nin destek vermemesini eleştiren ve ellerinde dövizler bulunan gençleri, Genel Merkez önünde protesto gösterisi yaptırılmak zevahiri kurtarmaya yetmez. Gören de sanacak ki, “açılım”ı destekleyen bu gençler, “açılım”a destek vermeyen Y-CHP yönetimini protesto ediyorlar. Yemezler!.. Çünkü Y-CHP’nin hükümetin “açılım” politikasını, kredi üstüne kredi vererek, baştan itibaren desteklediğini sağır sultanlar bile duymuştur!.. Kısa aralıklarla yapılan birbirine zıt açıklamalar, CHP yönetimini güven verici olmaktan çıkartmıştır!.. Y-CHP başlangıçtan bu yana Anayasa Uzlaşma Komisyonu masasında oturarak, bu Mecliste bulunmayan yeni anayasa yapma yetkisinin, var olduğu inancının yerleşmesine ortam hazırlamıştır. Bu tutarsız davranışla, anayasanın toptan değiştirilmesinin yolunu açmıştır. Bu noktada en büyük sorumluluk CHP’nindir. Zira CHP, bu Meclis’in yeni anayasa yapabileceğini kabul etmekle, üzerinde uzlaşma sağlanamayan maddelerin de “halkoyuna” sunulmasını meşrulaştırmıştır. Artık hiç bir şekilde halkoyuna itiraz edemeyecektir!.. İşte CHP’nin düştüğü veya düşürüldüğü tuzak budur. Aslına Y-CHP yönetimi, bu iki yüzlü siyaseti ile Türk halkını tuzağa düşürmüştür!.. “Kaset olayı”ndan sonra, CHP yönetimine taşınan TESEVCİ ekip, işbirlikçidir ve asıl görevinin; AKP’ye muhalif kesimleri barajlayıp, muhalefet yapmalarını engellemek olduğu ortaya çıkmıştır. Bundan sonraki işi, iktidar çok rahat yapabilir ve nitekim bu plan, Y-CHP sayesinde harfiyen uygulanabilmiştir!.. Parti Meclisi’nin son bildirisinde “kırmızı çizgilerin” hatırlanmasını, Y-CHP’nin muhalefet görevi yapıyormuş izlenimini vermek içindir. Aynı zamanda muhalif kesimlerin gazını da bu sözlerle almaktadır. Bildiriyi bu bağlamında değerlendirmek gerekir!.. Y-CHP’nin “Kürt açılım” konusundaki duruşu ile “yeni anayasa” konusundaki tutumu biri biriyle uyumludur. Y-CHP ortamı hazır hale getirip, yapılan işi meşrulaştırdıktan sonra, Anayasa Mahkemesi’nin Başkanı Haşim Kılıç da asıl “görevi” olan siyasetin gereğini yapmak üzere kollarını sıvamıştır. 90 yıllık Cumhuriyet’i “travma” olarak nitelendirip, sonunun geldiği müjdesini vermiştir!.. Kayseri’de yapılan “Yeni Anayasa Sempozyumu”na katılan Kılıç, İmralı ile yapılan görüşmeleri desteklediğini açıklamıştır. Dikkat buyurunuz, yürürlükteki hukuk kurallarımıza açıkça aykırı olan bu “siyasi” görüşmeleri, hiç bir şekilde görevi ile ilgili olmadığı halde, en yüksek mahkememizin başkanı desteklediğini açıklayıvermiştir!… Bu durumu, yargının ne kadar siyasallaştığının bir kanıtı olarak not edelim!.. MİT Başkanı Hakan Fidan’ın, Oslo görüşmeleri sırasında, PKK temsilcilerine yaptığı:”Habur açılımında yaşananların hukuka aykırı olduğu”(1) şeklindeki tespiti de önceki notumuzun yanına koyalım. Kuvvetler Ayrılığı ve Hukukun Üstünlüğü gibi evrensel hukuk ilkelerinin, AKP iktidarı boyunca nasıl işlevsiz hale getirildiğinin de altını çizmeden geçmeyelim… En yüksek mahkeme başkanının, hukuka aykırı olduğu tartışma götürmeyen “Habur açılımı” ve onun devamı olarak gelen “Oslo görüşmeleri” ile “İmralı görüşmeleri”ni desteklediğini açıklaması tam bir skandaldır!.. Ana muhalefet partisi Y-CHP’nin, bu durumu görmezden gelerek, aynı oyunun içerisinde rol alması ise ikinci büyük skandaldır… Anayasa Mahkemesi Başkanı; 4 partinin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda oturmasını, bir “şans” olarak görmesi ise, Cumhuriyet’i yıkmak üzere kurulmuş bir ortaklığın itirafıdır!.. AKP, CHP ile MHP’nin “İmralı Süreci”ne daha fazla dahil olmasını istemektedir. Kuşkusuz bunun bir nedeni vardır. Muhalefet, muhalefet görevini hakkıyla yerine getirebilse, AKP yaptığı işler nedeniyle bir miktar puan kaybeder ve oylarında azalma meydana gelir. AKP’nin düşen oyları doğal olarak muhalefet partilerine katılır. Böyle bir oy kayması olmasın diye, haklı olarak iktidar muhalefetin işin içerisinde olmasını isteyebilir. Zaten muhalefet olmasa da iktidar, dilediği yasaları çıkartarak ve gerektiğinde halkoyuna başvurarak, istediği değişiklikleri yapabilirdi!.. Bunun için TBMM’nde yeterli çoğunluğu her zaman bulabilmektedir!.. Meclis aritmetiği açısından durum böyledir… Siyasi açıdan iktidarın elini güçlendirecek ve iktidar partisinin oy kaybını en aza indirecek şekilde, işin içinde olmak ve kredi üstüne kredi açarak, Anayasa Uzlaşma Komisyonu masasında çakılı kalmak başka ne anlama gelebilir?.. Sonuçta denebilir ki, AKP’nin oyu azalmasın diye, başka bir söyleyişle, CHP ve MHP’nin oyları artmasın diye bir “görev” ifa edilmektedir!.. Yapılan “çakma muhalefet”tir ve artık muhalefetin hiç bir inandırıcılığı kalmamıştır!.. Y-CHP ile Y-MHP, bir tür muhalefetçilik oyunu oynanmaktadırlar!.. Bu ilkesiz, faydacı ve sığ politikalar sonunda, Y-CHP ve Y-MHP, PKK ile aynı Anayasa Masası’nda oturmak zorunda kalmıştır!.. *** Hazır söz meşruiyetten açılmışken, uzun zamandır gözüme takılan bir hususu aktarmak isterim: CHP’nin eski genel başkanlarından Altan Öymen, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları; Nagihan Alçı ve Nazlı Ilıcak ile yandaş kanallarda programlara katılmaktadır. Aynı şekilde Ümit Zileli de bir diğer Cumhuriyet düşmanı Rasım Ozan Kütahyalı ile benzer bir programa katılmaktadır. Kim ne dersen desin, Altan Öymen ile Ümit Zileli’nin bu programlarda yaptığı konuşmalar, program yapımcılarını, karşı görüşlere yer veren, demokrat, objektif program yapıcıları düşüncesinin yerleşmesinden başka bir işe yaramamıştır. Altan Öymen ile Ümit Zileli’nin temsil ettiği düşünceleri izleyicilerin benimsemesi bakımından programların hiç bir yararı bulunmadığı son derece açıktır. Tam aksine karşı görüşte olanlara; ne kadar da isabetli fikirleri olduğu hususunda güven telkin edilmesine sebebiyet vermişlerdir.. Dolayısıyla adı geçen düşünürler, son tahlilde; bu işe yaramaz, gerici ve Cumhuriyet düşmanı programları meşrulaştırarak, izleyici bulmalarına yardımcı olmuşlardır… Aynı şekilde, Cemaate yakınlığı ile bilinen Türk Amerikan Birliği (TAA) ile Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Federasyonu’nun (TUSKON) ortaklaşa düzenlediği, Türk Amerikan Kongresi’nin Washington’da gerçekleşen sempozyumuna 6 Y-CHP milletvekili ile Antalya Belediye Başkanı’nın katılması, Y-CHP açısından tam bir yönetim zaafiyeti içerisinde olduğunu göstermiştir. Bu hamle, ABD ile işbirliği yaparak, TSK’yı tasfiye etme ve Cumhuriyet’i yıkma planında rol alan Cemaat’i, meşrulaştırmaya hizmet etmiştir!.. Y-CHP ise, bu hareketi ile hiç bir siyasi yarar sağlayabilmiş değildir. Tam aksine, Y-CHP’nin, Cemaat’in yörüngesinde hareket edebilecek kadar, irade yoksunu ve işbirlikçi olduğunu ortaya koymuştur!.. Tam da bu sırada, Avrupa Konseyi Karma Parlamento Meclis toplantısı için Fas’a giden CHP eski genel başkanı ve Y-CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Fas Kazablanka Muhammed el Fatih Eğitim Kurumları’nı ziyaret etmesi, CHP’liler üzerinde şok etkisi yapmıştır. Vaktiyle Ecevit’in Gülen okulları ile ilgili söylediği olumlu sözleri, Baykal’ın tekrar etmesi hiç yakışık almamıştır. Başta Rusya olmak üzere, bu okulları CIA’nın yuvalandığı yerler olarak ifşa edip kapatan ülkelerin, bu yönde yaydıkları fikirler ile gayrimeşru duruma düşen Gülen okulları, Baykal’ın bilinmez ihtirasları ile bir kez daha meşrulaştırılmıştır!.. Atatürk’ün partisi CHP’nin şu kötü talihine bakar mısınız? İkinci kez açıldıktan sonra, ezik ve kendine güveni olmayan, bu nedenle de işbirlikçiliğe yatkın liderlerin elinde kalmıştır. Genel Merkez’in şaşkınlığı, ne yazık ki örgüte de yansımıştır. Öte yandan, CHP örgütünün Ordu’da vatandaşa, 1000 adet baş örtüsü dağıtarak neyi ispatlamaya çalıştığı da ayrı bir muamma olarak ortada kalmıştır! Bu noktadan itibaren, Y-CHP’ye Atatürk’ün partisi denebilir mi? Şu andaki rejime ne kadar demokratik, layık, sosyal hukuk devleti diyebilirsek, CHP’ye de o kadar Atatürk Devrimleri’ni savunan parti diyebiliriz!.. Laikliği ideolojisinin merkezine koymuş bir parti, nasıl başörtüsü dağıtabilir? Bu kadar öngörüsüzlükle , sığ sularda siyaset yapılabilir mi?.. Y-CHP’nin Atatürk’ün CHP’si ile bir ilgisinin kalmadığı açıktır. CHP ele geçirilmiş ve yeni görevine göre dizayn edilmiştir… CHP artık yabancı ellerdedir ve düşmanın borusunu çalmaktadır!.. Bazı saf arkadaşlar, AKP’nin üç dönem iktidarda olmakla yıpranıdığını . ve artık iktidar olma sırasının CHP’ye geldiğini, ABD’nin de CHP’yi destekleyerek iktidara getireceğine inanmaktadırlar!.. Onların da aklına şaşarım, emperyalizmi hiç tanıyamamışlardır. Oysa ABD’nin CHP’ye yaptığı iltifatlar veya değer verme sözleri, AKP’ye gösterilen beyzbol sopası hükmündedir!.. Dediklerimizi harfiyen yapın, aksi halde CHP’yi destekleriz diyerek, AKP’ye aba altından sopa gösterilmektedir. Y-CHP içerisindeki bazı hainler de bu gelişmeleri, “CHP’ye iktidar yolu açıldı” gibi lanse etmektedirler!.. Av. Cemil Can BEBEK KATİLİ VE AHIRDAŞ ATLAR! Av. Cemil Can kez daha bombadı.(1) Saldırı teröristlerin tesisi ele geçirme gİsrail Şam’da bulunan Cemraya’daki Bilimsel Araştırma Merkezini bir irişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından gerçekleşti. Başbakan Erdoğan, “Allah izin verirse bu caninin dünyada hesaba çekildiğini göreceğiz” dedi… Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad, saldırının İsrail’den Suriye’ye yapılmış savaş ilanı olduğunu söyledi. Mikdad, “Bu saldırı, teröristlerle İsrail arasındaki ittifakı temsil ediyor” dedi…İsrail saldırısından bir gün önce, Amerikan televizyon kanalı CNN, İsrail’in Suriye’ye bir hava saldırısı düzenlediğini duyurmuştu!.. Başbakan Erdoğan ise, aynı gün Kızılcahamam’da yemin etti:”Eset, vallahi bunun hesabını vereceksin” dedi… (2) Birleşmiş Milletler tarafından Suriye’de yürütülen soruşturmada, terör gruplarının “sarin gazı” (3) adlı bir kimyasal silah kullanıldığını belirledi.(4) Erdoğan, tam tersini söylüyor. Ona göre kimyasal silahları kullanan Eset. Suriye Enformasyon Bakanlığı ise, “Kimyasal silahı teröristlere Başbakan Erdoğan’ın verdiğini” belirtti!.. (5) Suç ortağı konumundaki “İki kişiden biri” için bir hatırlatma yapalım; sayenizde “Arap Baharı” ile Suriye’ye karşı başlatılan saldırılarda öldürülenlerin sayısı 70 bini geçti!.. Artık yüreğinizi ferahlatan tek taraflı yalanlara inanmakla gerçeği ters yüz edemezsiniz!.. Daha büyük günahlara ortak olmadan gerçeklerle yüzleşmenizin zamanı geldi!.. Fetullah Gülen’in Onursa Başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlat Vakfı’nın Genel Başkan Yardımcısı “Akil İnsanlar” grubunun İç Anadolu Bölgesi Heyeti’nde yer alan Cemal Uşşak, bebek katili Abdullah Öcalan’a, bebek katili demeyelim önerisinde bulundu!.. Başbakan Erdoğan bu öneriyi çok tutmuş olacak ki, Kızılcahamam Kampı’nın kapanış konuşmasında:”Başkalarına göstermediğin cesareti ağzında emzik olan, kundaktaki bebeğe göstermenin bedelini çok ağır ama çok ağır ödeyeceksin” diyerek, bebek katili sıfatının kimin için kullanılması gerektiğini gösterdi!.. Başbakan’ın ve Uşşak’ının isteği üzerine, bundan böyle “bebek katili” olarak Abdullah Öcalan’ı değil “Eset’ı suçlayacağız!..Hatta bu konuda o kadar ileri gidildi ki, Irak Dışişleri Bakanlığı’nın “PKK’lıların Irak topraklarına girmesini istemiyoruz” açıklamasına karşı Türk Dışişleri, “PKK’lılar tehdit değil” yanıtı verildi!.. Anlayacağınız Dışişleri Bakanlığımız PKK’ya kefildir!.. Suriye Enformasyon Bakanlığı, yaptığı açıklamada:”Suriye halkının Şehitler Günü kutlamalarına denk gelen bu açıklamalar; tüm insani, ahlaki, ve dini değerleri ihlal ediyor. Türkiye’deki AKP hükümetinin İsrail ile ortaklığını kanıtladı.” dendi…(6) Erdoğan bu ortaklığı, Amerikan NBC televizyonuna verdiği ropörtajda söylediği:” ABD karadan girerse destekleriz” sözleri ile doğruladı!.. Erdoğan, Suriye’de uçuşa yasak bölge de istedi. Irak’ın işgali de uçuşa yasak bölge ile başlamıştı!.. Hükümet kamuoyunun dikkatini Suriye’ye çektikten sonra içeride kamu kaynaklarını yandaşlarına yağmalattı. Bu dönemdeki gibi vurgunlar Cumhuriyet tarihinde bir daha yaşanmadı!.. Devredilen elektrik dağıtım şirketlerinin bilançolarında bırakılan kamu kaynaklarının döviz değerinin, satış bedelinin yüzde 17’si ile yüzde 111’i oranında değiştiği ortaya çıktı.(7) Çoruh ve Fırat EDAŞ’a bırakılan kamu kaynaklarının, satış bedeline oranı yüzde 105 ve yüzde 111 olduğu saptandı…(8)Bu şekilde, yandaş şirketlere aynı gün ödeyecekleri satış bedelinin çok üzerinde para aktarılmış oldu. Başba bir ifade ile bu şirketleri satın alanlar aynı gün verdikleri parayı fazlası ile geri aldılar.Tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruma sözü vererek, iktidara gelen AKP’nin son marifeti de budur!.. *** Kılıçdaroğlu, geçen Salı günü yaptığı grup toplantısında, CHP’lileri rahatlatan bir konuşma yaptı. Atatürk’ten, anayasanın değiştirilemez maddelerinden söz etti, “barış süresi” ile ilgili de “maceraya ortak olmayız” diyerek bu defa hükümete iyi yüklendi!?.. Tam da bu haftaki yazımda kendisini tebrik etmeye hazırlanıyordum ki, ekibi bir çuval inciri berbat etti. Kılıçdaroğlu, bu konuşması ile ulusalcı kesimin gazını alırken, en güvendiği yardımcısı PKK’nın Habur Açılımı’ndaki avukatı, gölge CIN’nın TR 705 kod numaralı adamı Sezgin Tanrıkulu, 25 yol arkadaşı ile birlikte açılıma destek veren bildiriye imza attılar… (9) Y-CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, bildiriyi önceden okuduğu ve imzaların onun onayı ile atıldığı ortaya çıktı…(10) Dikkat çeken hususlardan biri de Kılıçdaroğlu tarafından görevden alındıktan sonra, olağanüstü gençlik kurultayını toplayıp, genel başkana rağmen seilmeyi başaran İrfan İnanç Yıldız’ın da bildiriye imza koymuş olmasıydı. Bu imza ile CHP’deki gençliğin bir kez daha aldatıldığı anlaşıldığından, ilk fırsatta bir olağanüstü kurultaya daha ihtiyacı olduğu ortaya çıkmış bulunmaktadır. Anlaşılıyor ki, İrfan İnanç da açılımcıymış!.. Mitingler bu ihaneti unutturulamaz!.. Kılıçdaroğlu, grup konuşmasındaki sözleri ile takiyyeci olduğu kanıtlamış oldu. İktidar takiyyeci, ana muhalefet takiyyeci ve medya hükümetin kontrolünde olursa, vatandaşın doğru bilgiye ulaşması oldukça zordur. Dolayısıyla kulağımızı; Aydınlık Gazetesi, Ulusal Kanal ve Milli Merkez’e çevirmektenden başka seçeneğimiz de kalmamıştır!.. CHP içerisindeki Kemalistlerin en yürekli olanları karşı bildiri ile “Barış ve Özgürlük Bildirisi”ni imzalayanları eleştirdiler…(11) Kesin olarak ortaya çıktı ki, CHP’nin Y-CHP adını alarak gelmiş olduğu yerin adı: BÖLÜNMÜŞLÜKTÜR!.. CHP’yi fikren bölen Kemal Kılıçdaroğlu ve TESEVCİ-SOROSÇU arkadaşlarıdır. Zaten Atlantik ötesinin onlardan beklediği görev de buydu. Görevlerini fazlası ile yaptılar!.. Bölünmüş bir CHP muhalefet görevini yapamaz! Bu fikri bölünmenin kısa süre içinde fiili bölünmeyi de beraberinde getireceği aşikardır. O halde işlerin o noktaya kadar gitmesine izin vermemek gerekir. İş kurultay delegelerine düşüyor. CHP’deki bu işgalcileri derhal yönetimden uzaklaştırmaları şarttır. Bunu yapacak olan da 1282 civarındaki kurultay delegesini yarıdan bir fazlasıdır. 642 inançlı adam bu işi kökünden çözebilir. Bunun için henüz vakit vardır. Aksi halde, kurultay delegeleri de CHP’nin bölünmesinin sorumlusu olacaklar ve tarihe Kılıçdaroğlu’nun suç ortakları olarak geçeceklerdir… Ne gariptir ki, CHP içindeki AKP’liler konuşuyor, BDP’liler konuşuyor, Cemaatçiler konuşuyor, TESEVCİLER konuşuyor ama Atatürkçüler susuyor. Kendi partilerinde adeta esir gibiler. Bu noktadan sonra, CHP’yi ele geçiren manganın komutanı Kemal Kılıçdaroğlu yönetimindeki Y-CHP’ye oy vermekle AKP’ye oy vermek arasında hiç bir fark kalmamıştır!..Kayıkçı kavgası yapmalarına aldanmayın. Zira ikisi de aynı ağıl için koşan eküri (ahırdaş) atlardır!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: (1) http://www.ulusalkanal.com.tr/dunya/israil-suriyeyi-bombaladi-h8557.html (2) http://www.aksam.com.tr/siyaset/erdogan-esed-vallahi-bunun-hesabini-vereceksin/haber-202788 (3) http://tr.wikipedia.org/wiki/Sarin (4) http://www.zaman.com.tr/dunya_suriyeli-muhaliflere-sarin-gazi-suclamasi_2086779.html (5)http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/21427-kimyasallar-erdogandan.html (6) http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=415080&kn=8&ka=4&kb=8 (7) http://www.odatv.com/n.php?n=iste-tedas-yolsuzlugunun-belgeleri-1503131200 (8) http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=415164 (9) http://www.radikal.com.tr/turkiye/baris_icin_demokrasi_baris_icin_111_imza-1132365 (10) http://www.ahaber.com.tr/Gundem/2013/05/10/baykaldan-kilicdarogluna-bildiri-fircasi (11)http://www.ilk-kursun.com/haber/145394Başbakanın 51 kişinin ölümü ile sonuçlanan Reyhanlı’daki terörist saldırı ile ilgili sıcağı sıcağına yaptığı açıklama evlere şenliktir. Başbakan bu alçak saldırıyı yapanları, “Çözüm sürecini hazmedemeyenler” olarak ilan etti! Adalet ve İçişleri Bakanları patlamaları doğrudan Suriye gizli servisi El Muhaberat ile ilişkilendirdi… Bu açıklamalar ile kabine bir birini yalanladı!. Hükümet aynı zamanda, emperyalist saldırılara karşı ülkesini kararlılıkla savunan Esat’ı haklı görenleri, bombalama olayını onaylamakla eş değerde suçlu gösterdi!.. Hükümet adına yapılan bu açıklamalardan sonra, Suriye’deki rejimin dışarıdan müdahale ile yıkılmasını doğru bulmayanlar, ülkede yürütülmekte olan “çözüm sürecine” karşı olduğunu açıklayanlar ve bu nedenle “akil adamları” protesto etmeyi düşünenler için bu fikre karşı gelmek cesaret işi haline geldi…AKP elindeki devlet olanaklarını halkı aydınlatmak için değil, yönetmek için kullandığı belli oldu!.. Kısa aralıklara Suriye’yi bombalayan İsrail’in amacı nedir? Son derece açıktır ki, ABD’nin bölgeye iyice yerleşmesi için Türkiye’nin Suriye’ye savaş açması isteniyor. Savaşı kışkırtma görevini İsrail üzerine almıştır. Anlaşılan Erdoğan hükümeti, ABD’nin açık desteğini yeterli bulmuyor, fiilen işin içerisine girmesini de istiyor. Bu girişimler Ortadoğu’nun petrollerini yağmalama savaşının ön hazırlıklarıdır. Bir tarafta AB ve ABD, diğer tarafta Rusya, Çin ve İran var. Bu nedenle de ABD temkinli davranıyor. Uluslararası desteği yakalamadan adım atamıyor. Geri dönüş yapamayacak kadar ileri giden Erdoğan’ın ise, acelesi var. Her sansasyonel eylemde iktidarı sarsılıyor!.. Bir an evvel Esat’ın düşmesini bu yüzden istiyorlar. Çünkü, başkanlık sistemi ile iktidarının sürmesini bu savaşa bağlamışlar!.. Bu nedenle saçmalama pahasına da olsa, bu projeye karşı olan herkesi en ağır suçlamaların altında bırakabiliyorlar!.. Öyle de; Reyhanlı’daki patlamalardan sonra konan “yayın yasağı”nın hukuki bir dayanağı yoktur!.. Yayın yasağı koymak, halkın doğru bilgilenmesini önlemek içindir. Bu yasağı koyan mahkemenin gerekçesi hukuki değil. CMK 153 ve devamındaki maddelere (1) dayanarak yayın yasağı koymak olanaklı değildir. Reyhanlı Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hükümetin isteği üzerine bu talepte bulunduğu ve mahkemenin de baskı altında böyle bir karar verdiği kolaylıkla anlaşılıyor. Zira 153 madde, müdafinin dosyadan örnek almasının kısıtlanması ile ilgilidir. Devamındaki maddelerin ise “yayın yasağı koyma” ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Dolayısıyla mahkemenin yayın yasağı koyma gerekçesi hukuki değil, keyfi olduğu son derece açıktır. Bu yasak, yargının bağımsız olmadığının ve yürütmenin iç siyasetinin yürütülmesi için araç olarak kullanıldığının tipik bir örneğidir. Nitekim, itiraz üzerine de kaldırılmak zorunda kalınmıştır!.. (2) *** PKK’nın Meclis’teki uzantısı olan BDP’nin, Reyhanlı olayından sonraki tutumu ise ibret vericidir. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş:” Sivil yurttaşları hedef alan saldırılar karşısında hükümeti sorumlu tutmak ve eleştirmek yerine birlik içerisinde hareket etmek zorundayız. Bu saldırılara karşı hükümetin dikkatli ve duyarlı davranması hususunda hükümetin yanındayız” (3) demiştir… Demirtaş’ın, Uludere katliamı ile ilgili söylediklerini hatırlayın lütfen…(4) İki yüzlülüğü ve işbirlikçiliğin en adisini göreceksiniz… Bütün bu olup bitenlerin, ABD’nin BOP ile ilgili olduğu son derece açıktır. Gerek iktidar ve gerekse koalisyon ortağı olan BDP, bu projenin yürümesi için ne pahasına olursa olsun kendilerine verilen görevi yerine getirmekte kararlıdır. Hukuk ve ahlak kurallarını çiğnemekte de hiç bir sakınca görmemektedirler!.. Pes!?… Bugünlere “İki kişiden biri”nin ve sözde “onurlu” bir şekilde halk arasında dolaşan “yetmez ama evet”çilerin “evet” oyları sayesinde geldik… *** “SUSTURMA HAKKI”!..Şüpheliler için kabul edilmiş olan “susma hakkı” (5) çağdaş ceza hukuklarının en temel kurumlarından biridir. Bu düzenlemeye yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’muzda da yer verilmiştir. (6) Susma hakkının kapsamı, 147. maddenin (e) bendinde “yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmama” şeklinde belirlenmiştir…Özel Görevli İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, “Usule uygun bildirim yapılmasına rağmen, avukatı duruşmaya gelmeyen sanığın susma hakkını kullandığı kabul edilecektir” (7) şeklinde bir karar alarak, susma hakkının kapsamına müdahalede bulunmuştur. Mahkeme, sanığın özgür iradesi ile kullandığı bu hakkın içeriği değiştirilerek, müdafiinin duruşmaya gelip gelmemesine bağlamıştır… Aynı zamanda özel görevli mahkeme, bu kararı ile yasa koyucu yerine de geçmiş oldu. Bu durumun hukuktaki adına “fonksiyon gasbı” denir. Diğer yandan avukatın duruşmaya gelmemiş olmasını, sanığın yasadan gelen bir hakkının kullanılması veya kullanılmaması olarak kabul etmek çağdaş hukukların kabul edebileceği bir şey değildir. Sanığı savunmasız bırakacak şekilde, yasa hükümlerini yorumlamak bu çağda olabilecek bir iş de değildir. “Ergenekon Mahkemesi” bu ara kararı ile kendisine yakışanı yaptı denebilir! Bağımsız bir mahkeme olmadığını, yürürlükteki hukuka dahi uymadığını ve işine geldiğinde hukuk bile yarattığını kanıtlamıştır… *** Duydunuz mu bilmiyorum! Hükümetimiz, IMF‘ye olan borcun son taksidi de ödemiş!.. Hükümet, halkın bayram etmesini istiyor. Ne yazık ki, bu büyük yalana inanan inanana. Şöyle düşünün:Ahmet Efendi, bakkal Veli’ye olan 100 TL borcunu kapattığı söylüyor, doğru. Ama süpermarkete 5000 TL borç yapmış! Aile bireylerine, bakkala olan borcunu ödediğini söyleyip övünüyor. Hükümetinki de o hesap yani!.. İktidara geldikleri 2002’de 130 milyar dolar olan dış borcu, 2012 yılı sonu itibariyle 337 milyar dolara çıkartmışlar. Halka bayram yapın diyorlar. Aile bireyleri aptal olursa, böyle günlerde düğün de yapılır bayram da… Şükredelim ki, şeker bayramı ile kurban bayramını kutlamayı da aynı güne denk getirmek için bir yasa teklifi vermediler!.. *** Gerçek suçlular somut kanıtları ile birlikte yargı önüne çıkartılmadıkça, hiç kimse olağan şüpheliler için “kesinlikle bu eylemi yapmadılar” diyemez!.. Başbakan, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı ve tekmil kabine üyeleri, daha ilk günden itibaren “Özgür Suriye Ordusu”nu oluşturan; El Kaide, El Nusra ve Müslüman Kardeşler’i akladılar!.. Suçlular devet eliyle böyle gizlenirler…KIYAS YASAĞI!..Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın zalimliğini Esat’ınkine benzetmiş! Bana göre de benzetme yerinde değildir. Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Hannas Swoboda bu kıyasa çok kızıp, yasak koymaya kalkışmış!.. Kılıçdaroğlu’ndan sözlerini geri almasını istemiş, aksi halde randevu vermeyeceğini bildirmiştir!.. Avrupa’nın sosyalistleri böyledir işte. Emperyalizmin işgallerini haklı göstermek için kurulmuş propaganda büroları gibi çalışırlar. “Sosyalizmin” adını sömürmekten başka bir iş yapmazlar. Ne emeği savunurlar, ne de emekçinin yanında olurlar. Hak, hukuk, adalet ve eşitlik sözlerini ağızlarına bile almazlar! Örnek mi istediniz? Alın size Ergenekon ve Balyoz davaları… Dut yemiş bülbül gibi sustular!.. Belli ki, ABD ile AB, ülkesinin toprak bütünlüğünü savunan Suriye Devlet Başkanı Esat’ı, cani gibi göstermek üzere karar almıştır. Nasıl oluyorsa, Avrupa’nın sosyalistleri böyle kararları savunabiliyorlar!.. Esasen Kılıçdaroğlu’nun benzetmesi de onların düşüncesine yakındı. Esat’ı zalim gibi göstermek, Kılıçdaroğlu’nun da onlarla aynı kulvarda olduğunu gösterir. Erdoğan, emperyalizmle işbirliği yaparak, komşusu olan Suriye’nin iç işlerine karışmaktadır. Esat ise, ülkesine yapılan bu haksız saldırılara karşı meşru savunma durumundadır. Bu yalın gerçeğe rağmen, Kılıçdaroğlu üzerine vazifeymiş gibi, yine de Esat’ı kötü biri olarak göstermeye çabalamıştır. Bunu bile Avrupa’nın “sosyal demokratları” kabul edememiştir! Öte yandan, Kılıçdaroğlu’nun bu yersiz benzetmesi, ulusal kurtuluş mücadelesi vermiş olan bir partinin genel başkanına hiç yakışmamıştır…İKİ HAMLE İLE İÇKİ YASAĞINI GETİREBİLİRLER!..Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yeniden gündeme getirdiği yasa taslağında işhanı, büro gibi umumi ve resmi binalarda; fabrika ve benzeri sanayi tesislerinde; düğün salonu, lokanta, gazino, sinema, tiyatro, müze kütüphane ve kongre merkezi, yurt binaları, spor tesisleri ve kültürel yapı ve tesislerde mescit açılması öngörülüyor!.. AKP milletvekillerinin Meclis’e sunduğu alkollü içkilerin satış, tüketim ve tanıtımını büyük ölçüde yasaklayan yasa teklifi ise; okul, dersane, kurs ve ibadethanelere 100 metreden yakın her türlü ticari işletmede turizm teşvik belgesi olanlar da dahil alkol satışının yasaklanmasını öngörüyordu!.. Birinci yasa taslağı ile ikinci teklifin kanunlaşması halinde, Türkiye’nin her noktasında alkollü içkilere yasak getirmek olanaklı hale gelebilecektir. Hem de keyfi olarak. Örneğin, nerede içki yasağı konulmak isteniyorsa, oraya “seyyar” bir kurs veya dersane açmak yeterli olacaktır!.. Kursun devamı da şart değil ki… Başka bir alkollü içki satan yeri kapatmak üzere oradan oraya taşınabilir… AKP’nin gerçek niyetini bu iki taslaktan görmek mümkündür!.. Bu bağlamda Taliban yönetimi ile AKP yönetimi arasında hiç bir fark yoktur!.. Açılımcılara duyurulur!.. Av. Cemil Can DİPNOTLAR: 1.) Ceza Muhakemesi Kanunu … Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi Madde 153 – (1) Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir. (2) Müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, sulh ceza hâkiminin kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir. (3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adlî işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz. (4) (Değişik: 25/5/2005 – 5353/23 md.) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir. (5) Bu maddenin içerdiği haklardan suçtan zarar görenin vekili de yararlanır. Müdafi ile görüşme Madde 154 – (1) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz. Kanunî temsilci veya eşin duruşmada hazır bulunması Madde 155 – (1) Sanığın kanunî temsilcisine duruşma gün ve saati bildirilir ve duruşmaya kabul edilerek istemi üzerine dinlenebilir. (2) Sanığın eşi hakkında da tebligat yapılmaksızın birinci fıkra hükmü uygulanır. Müdafiin görevlendirilmesinde usul Madde 156 – (1) 150 nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafi; a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine, b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine, Baro tarafından görevlendirilir http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=1.5.5271&MevzuaMüdafiin dosyayı inceleme yetkisitIliski=0&sourceXmlSearch= 2.)http://www.rtuk.org.tr/sayfalar/IcerikGoster.aspx?icerik_id=f37cef42-d0bc-4a32-b71d-3655d94224143.)http://www.cnnturk.com/2013/guncel/05/12/demirtas.hukumetin.yanindayiz/707614.0/index.html 4.)http://www.youtube.com/watch?v=el7K_xJoGE8 5.)http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/2011-1/2011-1-2.pdf6.)Ceza Muhakemesi Kanunu İfade ve sorgunun tarzı MADDE 147.- (1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur: a) Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür. b) Kendisine yüklenen suç anlatılır. c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir. d) 95 inci madde hükmü saklı kalmak üzere, yakalanan kişinin yakınlarından istediğine yakalandığı derhal bildirilir. e) Yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir. f) Şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağı tanınır. g) İfade verenin veya sorguya çekilenin kişisel ve ekonomik durumu hakkında bilgi alınır. h) İfade ve sorgu işlemlerinin kaydında, teknik imkanlardan yararlanılır. i) İfade veya sorgu bir tutanağa bağlanır. Bu tutanakta aşağıda belirtilen hususlar yer alır: 1. İfade alma veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih. 2. İfade alma veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği. 3. İfade almanın veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise nedenleri. 4. Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı. 5. İmzadan çekinme halinde bunun nedenleri. 7.)http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dogu-perincek/21545-susma-hakkinin-susturma-hakkina-donusturulmesi.html
MEHMETCİKLER-MEHMETLER VE DAMAT FERİTLER!..Av. Cemil Can
GİRİŞ:”VATANA HİZMET!”
KP’yi iktidara getirmenin bedelini, yine köylü Mehmet Ağa ile oğlu Mehmetcik ödeyecek!.. Mehmetcik’in askerlik görevini paralı olarak yapma olanağı yok!.. Çürük raporu alamaz, torpili yok. Karargahta “yazıcı” olarak da kalamaz!.. Maşallah boyu 1.80’i geçmiş, vücudu çelik gibi, bacakları yay. Bordo renkli komando beresi, keratanın başına ne de yakışır!..
Emperyalizmin Ortadoğu’daki öncelikli hedefi; ikinci İsrail devletini kurmaktır. Çok şükür, bunu en ahmağımız bile öğrenmiştir. Bundan böyle, ABD’nin çıkarları, bu iki İsrail tarafından korunacaktır. Hem de bir birlerine göz kulak olurlar!.. İyi mi? Bundan böyle, bu amaca hizmet eden bütün eylemleri, “vatana hizmet” olarak kabul edeceğiz. Bu terimi, Türk halkına benimsetmek zor gözükebilir, ama imkânsız değildir. Görev tanımını bu şekilde yapıldıktan sonra, sıra Mehmetcik’in babası Mehmet’i ikna etmeye gelecek. Bu oyunda Mehmet’e düşen ödev çok önemlidir. Zira oğlu Mehmetcik’i, “vatan sevgisi” ve “vatana hizmet” aşkıyla büyütecek olan odur. Mehmetcik’e “şehit” olmanın kutsallığını da o öğretecek. Mehmetcik, ancak bu şeklde öteki dünyanın “Cennet” olacağına inanıp, korkusuzca mevziden çıkarak öne atılabilecektir…
Bu nedenle, baba Mehmet’in gözünden büyük fotoğrafı kaçırmak gerekir. Ancak o zaman işler yoluna girebilir!..
Mustafa Kemaller, gerçeği anlatmak için, isretse üstünü başını paralasınlar, Damat Feritler, bu senaryo ile “vatana hizmeti” kesintisiz sürdürebilirler!.. “Müttefikler”in yalanları da aynı makamdan gelip eklenince, bizim Mehmetcik vatan uğruna bin defa feda edilebilir!.. Gerekirse baba Mehmet de oğlunun bıraktığı yerden, görevi devralabilir. “Şahadet şerbetini içmek” için sıraya girmiş bir milletiz biz. Düğüne gider gibi cepheye koşan kınalı kuzularımız, öyle olduğumuzu defalarca kanıtlamışlardır!..
Her zamanki gibi kabarık şekilde gelecek faturayı, iki tarafın Mehmetcikleri ile Mehmetleri Alman usulü ödeyecek!.. İmkanı olsa da sorsalar, iki taraf da vatan hizmetinde olduğunu söyleyecektir. Ve de şehitlik mertebesinde elbette!.. Kafir ise, her zamanki gibi ters köşeye yatmış!..
Türklerin, Coniler tarafından yazılmış bu kötü kaderi, yakında değişecektir!..
Moralimizi bozmayalım; yurtseverlerin cephesinde toplanmanın vakti gelmiştir!..
BÜYÜK FOTOĞRAFTAKİ YERİMİZ:
Bir tarafta, Şangay İş Birliği Örgütü (ŞİÖ) var, diğer tarafta ABD’nin vurucu gücü NATO. Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP), özünde Ortadoğu’nun ve Ön Asya’nın doğal kaynaklarını ele geçirip, yağmalamayı amaçlayan bu kirli savaşta, ne yazık ki, biz NATO tarafında kalmışız!.. Tunus’tan başlayarak, Suriye’ye kadar getirilebilen “Arap Baharı”, bakalım Suriye Devlet Başkanı Esat’ı alaşağı edebilecek mi?..
Rusya, aylar önce “Libya’da yaptığımız hatayı Suriye’de tekrarlamayacağız” diyerek, savaş gemilerini Suriye açıklarına göndermişler. Her ne kadar, son olarak gönderilen helikopter yüklü Rus gemisi, İngilizlerin sigorta şirketince, sigortalanmayarak geri dönmeye zorlanmışsa da, bu durum, sonuca pek etkili olamayacaktır!.. Ortak çıkarları söz konusu olduğunda, baba-oğul emperyalistler, nasıl da birlikte hareket ederler!..
ABD, daha önceki kararından dönerek, aralarında uçak gemileri de bulunan savaş filosunu Akdeniz’e yönlendirmiş!.. Bir uçak gemisini de Basra Körfezi’ne gönderiyormuş!..
Rusya, Çin, İran ve Suriye; Doğu Akdeniz’de, Suriye’nin kara ve hava sahasında, Ortadoğu’da şimdiye kadar görülmemiş büyüklükte, bir tatbikat yapacaklarını ilan etmişler. Bu tür tatbikatlara askeri terminolojide; “örtülü şekilde konuşlanma” da denir. Durum böyle iken böyle işte. Tatbikat haberini ise, İran’ın resmi haber ajansı FAS, bütün dünyaya duyurmuştur!..
Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Beyaz Rusya ve Ermenistan’ın oluşturduğu Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) Genel Sekreteri Bordyuzka, Suriye’de Barış Gücü konuşlandırmak için, ilk aşamada 20 bin mavi bereliyi Suriye’ye göndereceğini açıklamıştır.. (1)
Yeri gelmişken söyleyelim; bizim keşif uçağımız, tam da bu tatbikatların yapılacağı alanda düşürülmüştür!..
Suriye’nin egemenliğini ihlal eden keşif uçağımızın, orada ne işi vardı?..
En can alıcı olan bu sorunun yanıtını, hükümetimiz hala verebilmiş değildir…
Verebilecğini de sanmam…
BİRKAÇ ADIM GERİYE DOĞRU:
Bu olaylardan birkaç gün önce, Amerika’nın New York Times adlı gazetesi; son birkaç hafta içinde, CIA ajanlarının Türkiye’nin güneydoğu sınırından, Suriyeli muhaliflere silah gönderdiği haberi verilmiş!.. Aydınlık, silah sevkiyatı yapılan merkezlerden birinin Reyhanlı’nın Bükülmez köyü, diğerinin Cilvegöz’e yakın Sansarin köyü olduğunu yazmış…
Guardian gazetesi, Türkiye’de konuşlanmış olan Hür Suriye Ordusu’na (HSO) 10 milyar dolar savaş parasının gönderildiğini duyurmuş!..
Suriyeli muhalifleri Türkiye’de barındırıyoruz. Suriye’ye göre, onların teröristlerini silahlandırıyoruz ve kendi ülkelerine saldırmalarına göz yumuyoruz. Bu tutumumuz yüzünden, PKK’nın Kuzey Irak’tan Türkiye’ye yapılan saldırıları için, Irak devletine söyleyecek bir tek sözümüz kalmamıştır!.. Hükümetimiz, sabah akşam ve her fırsat bulduğunda, Suriye’nin devlet başkanı Beşar Esat’ı kötülüyor. Başbakan’ımız, komşu bir ülkenin, yasal hükümetinin düşürülmesi için elinden ne geliyorsa yapıyor. Hükümetimiz, açıkça komşumuzun iç işlerine karışıyor. Hiç ilgisi olmadığı halde, “Suriye bizim iç işimizdir” bile diyebiliyor!.. Nihayet bu eş başkan, Beşar Esat’a, sonunun Kaddafi gibi olacağını dahi söyleyebiliyor!.. Sanki bizde asayiş berkemaldir, sanki bizde demokrasi ve özgürlük vardır. Komşumuzda da olsun diye israr ediyoruz!.. Traji komikliğe bakar mısınız?..
Bu bizimki düşmanca bir tutumdur ve bu nedenle, Suriye hava savunma sistemlerinin, Türk savaş uçaklarını“düşman” olarak tanımlaması son derece doğaldır!..
PKK, BÖLGEDEKİ AKTÖRLERDEN BİRİ Mİ?
Ağır silahlarla gelen 300 PKK militanı, Dağlıca’ya ikinci kez saldırdı. Uludere’de 40 kişiyi gören o meşhur insansız hava araçlarından tık yok! Olan 8 Mehmetcik’e ve 74 milyon Türk halkına oluyor. Geçenlerde şehitlerimizle birlikte, gözyaşları arasında hükümetimizi de toprağa verdik!.. İnşallah hortlayıp bir daha başımıza dönemezler!..
PKK’ya gelince, o emperyalizmin Ortadoğu’daki bir maşasıdır. Bazen katırların sırtında ateşli bir ağır silah oluyor, bazen de kamçı olarak kullanılıyor. Kamçı olarak, daha çok AKP hükümetlerini hizaya getirmek için işe yarar… Asla akıldan çıkarmamamız gereken bir tespit yapalım. TSK, PKK’ye karşı, hiçbir zaman ciddi bir askeri operasyon yapamamıştır. Doğru mu? Halkın gazını almak için başlatılan sınır ötesi operasyonlar bile, ABD tarafından engellenmiştir. ABD’nin desteği ile iktidara gelen bir hükümetin, ABD’ye rağmen, ABD’nin maşasına karşı, silahlı bir operasyon yapamamasına da fazla şaşırmamak gerekir. Genelkurmay Başkanımızın, Kandil’e yapılacak bir askeri harekâttan önce, ABD’den izin alınması gerektiğini söylemesi; bu durumun en yetkili ağızdan bir itirafıdır. Hal böyle olunca, Dağlıca’da görev yapmayan veya yapıp da bizi haberdar etmeyen HERON’lardan ötürü, ABD’ye sitem etmemiz dahi söz konusu olamayacaktır!..
“KÜRT SORUNU”:
30 yıldır sürdürülen “terör sorunu”nu, ABD’den bağımsız olarak düşünüp, “Kürt sorunu” şeklinde isimlendirmek ve buna göre, çözüm arayışlarına girmek; arka kapıdan çıkarak emperyalizmin hizmetine girmekten başka bir anlama gelmez!..
TÜRKİYE’NİN EN İYİ İHRAÇ ÜRÜNÜ:ASKERİ!..
ABD’nin dünya jandarmalığına itiraz eden ülkelerin, (Rusya, Çin, İran ve Suriye) örtülü olarak konuşlandıkları Suriye kara sularında, keşif uçuşu yapmak üzere görevlendirildiği anlaşılan iki Türk uçağından biri düşürülmüş. Birinci görüşe göre; düşürülen keşif uçağı, Suriye’nin hava savunma sistemini test etmek amacıyla gönderilmiş ve uçağımız içerisindeki Mehmetcik’le birlikle “yem” olarak karşı tarafın önüne atılmıştır!.. Diğer görüşe göre ise; ABD’nin Suriye’ye silahlı müdahale edemeyeceğini kabul edip, açıklamasından sonra, müdahale etme görevini, Türkiye’ye vermiş olduğudur. Bu görüşe göre; Türk halkı, böyle bir müdahaleyi “vatan görevi” olarak algılamayacağı ve Erdoğan hükümeti de müdahale için istediği şartları olgunlaştıramadığı için bir oldu bitti durumu yaratılmıştır. ABD tarafından Türkiye ile Suriye’yi savaşır durumuna getirebilmek için, bu kışkırtma tertip edilmiş olabilir. Örneğin; bizim uçağımız, uluslararası sulardan gelip, Suriye karasularına yakın bir şekilde geçerken, uydu marifeti ile kontrolünü ele geçirilip, sınırı ihlal eder duruma getirilmiş ve sanki Suriye’ye saldıracakmış gibi, karşı tarafın hava savunma sistemleri üzerine doğru uçurtulmuştur. Bu düşünce, teknik ve teorik olarak olasılık dahilindedir… Bu konu ile ilgili geçmişte yaşanmış bazı olayları anımsamak gerekir. O olayları dipnota yazdım, merak edenler oradan okuyabilirler. (2)
Erdoğan’ın, aylardır Suriye yönetimine karşı sürdürdüğü bu düşmanca tutum, geri dönüşü imkânsız şekilde, her gün yeniden tırmandırılmaktadır. TSK’ni “NATO görevi” adı altında, emperyalizmin hizmetine sokan Erdoğan hükümetine, iç kamuoyunda, ne yazık ki, ciddi bir direnç gösterilmemiştir. Uzmanlar, “üst düzey resmi bir özür” ve “tazminat” ile olayın “kaza kırım defterine” kaydedilip kapatılabileceğini tartışıyor!..
MUHALEFET NEREDE?
Bütün bu emperyalist kışkırtmalar ve sahtekarlıklar karşısında; sağduyuyu temsil ederek, dillendirmesi gereken muhalefettir. Ne yazık ki, ana muhalefet partisinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, emperyalizme karşı ilk başarılı savaşı veren Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğunun hakkını verememiştir. Daha da kötüsü, bu olayda da yanlış mevzide konuşlanarak, daha önce hakkında söylenenleri doğrulamıştır. Ana muhalefetin ilk tepkisi “Bizim uçağımızın Suriye kara suları ve hava sahasında ne işi vardı, hangi görevi yapmak üzere orada bulunuyordu?” sorusunu sormakla başlamalıydı. Bunun yerine “Uçağımızın düşürülmesi, bizim kabul edebileceğimiz bir şey değil. Uçağın kasten düşürüldüğü ortadadır. Sineye çekilemez” demesi, belki Y-CHP’nin duruşuna uygun düşebilir ama CHP’liler için büyük bir talihsizlik olmuştur!.. Bundan sonra, Gençlik Kurultayı’nda söylediklerinde,(3) samimi olmadığı ortadadır ve hiç bir inandırıcı olamamıştır. CHP gençliği, Kılıçdaroğlu’nun bu son öğüdünü tutacak olsaydı, yarından tezi yok, taşla sopayla onu ve arkadaşlarını CHP’nin Genel Merkezi’nden kovalamaları gerekirdi!..
Av. Cemil Can
DİPNOTLAR:
(1)05.06.2012 tarihli Aydınlık gazetesi
(2)Uzun bir süreden beri Türk savaş uçaklarının ABD tarafından yapılan yazılımlarının, ABD ve İsrail uçaklarını “dost” olarak tanımladıkları, bu uçaklara karşı görev yapmalarının imkansız olduğu anlatılıyor. Güya bu sorunun çözümü için yazılım geliştiren ASELSAN’in Türk mühendislerinden üç tanesi 6 ay içerisinde arka arkaya öldürülmüşlerdir:
Mühendis Hüseyin Başbilen, 7 ağustos 2006’da Ankara Pursaklar-Ayancı Yolu’nda aracının içinde boğazı ve bilekleri kesilmiş halde bulunmuştu. (Burada anlaşılamayan ilginç bir nokta: İntihar ettiyse, hem bileğinin hem de boğazını nasıl kesmiş olduğudur.) Otomobilin arka koltuğunda Başbilen’in çantası bulunmuş, ancak içerisinde milli tank projesi ile ilgili sunumlar bulunamamıştı. Başbilen’in, ölümünden bir kaç gün önce, Türkiye’nin savaş teknolojisinde dış bağımlılığını ortadan kaldıracak çalışmalarına ilişkin bir sunum yapacağı ifade ediliyormuş…
Bu olaydan yaklaşık 5 ay sonra, yine intihar ettiği iddia edilen mühendis Halim Ünal, Ankara Eymir Gölü kenarında, kafasına sıkılan tek kurşun ile ölü olarak bulunmuştu. Halim Ünal yaşasaydı, ölü olarak bulunduğu tarihten bir kaç gün sonra evlenecekti… İntihar etmesini hiç kimse kabullenememiyor…
Bu olaydan 9 gün sonra ise, mühendis Evrim Yançeken, Ankara-Batıkent’te oturduğu binanın arkasında ölü bulunmuştu. Genç mühendis, binanın 6. katından atlamıştı, Acaba atlamaya zorlanmış mıydı veya atılmış mıydı? Hiçbir zaman öğrenilemedi. ODTÜ mezunu elektrik mühendisinin mutlu bir hayatı olduğu biliniyordu…
Bu tartışmanın önümüze getirdiği sorun; savaş uçaklarımızın “yazılım” sorunu bulunduğu ve bu nedenle de kontrollerinin de ABD’nin elinde olduğudur. Nitekim, F-35 savaş uçaklarının “uçuş kodları”da ABD tarafından verilmediği için iki ülke arasında kriz çıkmıştır. Uçak Tanıma Sistemleri: Savaş uçağının kime ateş açıp, kime açılmayacağına karar veren sistemlerdir. F-16’larda da durum aynıymış. Türk mühendisler bu kodları çözmek üzereyken, bir başka ifadeyle savaş uçaklarımızı millileştirmeye çalışırken birileri tarafından öldürülmüşlerdir!..
(3)Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Bursa Nutku’nu unutmayın. Mutlaka ama mutlaka bir cebinizde Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi bir başka cebinizde de Atatürk’ün Bursa Nutku bulunsun. Gençliğe hitabe ile Bursa Nutku’nu cebinizden ayırmayın
CHP’NİN CEHENNEM ATEŞİNE ATILMASI; MEMUR KEMAL’İN ELİNDEN OLACAKMIŞ!..
DAMAT FERİT, MEMUR KEMAL VE ZEKİYE!..
http://cemilcan.gen.tr/2012/06/damat-ferit-memur-kemal-ve-zekiye-2/
Üç yıl önce Baykal’dan istenip alınamayanı, bugün Kılıçdaroğlu “gönüllü” olarak vermek üzere yola çıkartıldı. Üstelik o zaman, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Meclis’i açış konuşmasında söylediği “Sorunu biz çözmezsek gelir başkaları çözer” (1) şeklindeki “tehdit” dolu sözlerini de sahiplenerek. Bu arada onu da bir çırpıda aklamış oldu. Memur Kemal, altından kalkamayacağı kesin olan bu rol için, soyunup sahneye neden çıktı?… İktidarın borçlarını ödemek ona mı kaldı!..
Gandi Kemal daha ilk gün duvara tosladı. Elindeki program oldukça sıkıcı. Birinci maddesinde Bahçeli’ye yalvarmak var; ikinci maddesi Erdoğan’a yakarmakla sınırlı!.. Gerisini kendi de bilmiyor, gizliymiş!..
Y-CHP’nin masum yüzlü genel başkanı memur Kemal, birincisinden yaklaşık üç yıl sonra, bu defa açıkça “tehlikeyi” de göstererek şöyle demiş:“İşin tehlikesi nedir ben size söyleyeyim. İşin tehlikesi şu: Eğer bu sorunu TBMM’de, bu ülkenin milletvekilleri, genel başkanları, siyasal partileri çözmezse; bu sorunun çözümü için başka mahfiller devreye girer.”(2)
Bizim çözmememiz halinde, “başka mahfillerin” devreye gireceği sorun, acaba bizim midir yoksa başkalarının mı? Önce bu sorunun yanıtını vermeliyiz, değil mi?.. Bize rağmen, başkaları o sorunu çözebilecekse; onlara rağmen, sorunu bizim çözmemiz veya ortaya çözüm diye koyduğumuz, gerçekte çözüm müdür yoksa bize dayatılan bir istek mi? Kim ne derse desin, bu konun en can alıcı noktası burasıdır!..
Baykal’ın “Kaset Komplosu” ile genel başkanlıktan Baykal’ın düşürülmesinin bir nedeni vardı herhalde. Benim gibi müzmin Baykal muhaliflerini tatmin etmek için yapılmış değildi. “Kürt Sorunu” konusunda izlediği tutarlı siyasi duruş, Baykal’ın siyasetteki sonu oldu. Sanırım Kemal Bey’in sonunu bu konudaki ilkesizliği ile tutarsızlığı getirecek! Deniz Baykal, yukarıdaki sözleri nedeniyle, Abdullah Gül’ü, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı’nın sorunlarını çözmeyi düşman devletlere bırakmayı kabul eden Damat Ferit’e benzetmişti. Gül bu benzetmeye çok kızdı. Meclis zabıtlarında olmasına rağmen, sözlerini inkar etmişti. Memur Kemal, Abdullah Gül’ün o günkü rolünü çalmakla, Damat Ferit’i bile yaya bıraktı!..
Kabul etmek gerekir ki, bize ait bir sorunu, biz çözmediğimiz için başka mahfiller çözebiliyorsa, o oyunda bize, konu mankeni olmaktan öte, başka bir rol verilmemiştir. Bir başka söyleyişle, bizim çözümümüz, o mahfillerin istediği şekilde olacak ki, kabul edilsin. Aksi halde “mahfiller” kendi çözümlerini dayatırlar… Ayı ile yatağa girmenin böyle sonuçları her zaman vardır!..
Lafı fazla dolaştırmaya gerek yok. Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği özetle şudur: Gelin bu sorunu ABD ve AB’nin de isteğine göre, (GOP’ne uygun bir şekilde) biz çözelim… Böylece halkın gözünde çözümün sahibi de biz görünmüş oluruz!.. Bu şekilde, belki Türk halkını bir süre daha kandırmaya devam edebiliriz. İktidarıyla ve muhalefetiyle, işgal kuvvetlerinin elinde kukla olmadığımızı anlatmış oluruz!.. Projenin müellifine göre beklenti; bu fikre bütün partilerin balıklama atlayacağıydı. Ne olduysa, bu defa MHP masaya hiç yanaşmadı. Bağımsız Kürt milletvekili Leyla Zana da araya girerek; “Ben Tayyip Erdoğan’ın bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu da, inancımı da asla yitirmedim. Yitirmek de istemiyorum”(3) demesi ile BDP’lilerin ve Kılıçdaroğlu’nun fiyakası fena halde bozuldu… Kürt sorununun çözümü konusunda, en güçlü lider olarak Erdoğan’ı işaret edince, Kılıçdaroğlu da kendi kalesine attığı gol ile kaldı!..
Kemal Bey’in sabah akşam MHP’yi ikna etmek üzere yalvarmasının nedeni budur…
Kılıçdaroğlu’nun Başbakan’dan, bu iş bitene kadar azarlayıcı üslup kullanmaması için ricacı olması da bu yüzden olsa gerekir…
Belli ki, memur Kemal, CHP genel başkanlığına getirilmenin diyetini bu şekilde ödeyecek. Elin aklı ile gerdeğe girenin başına daha ne işler gelir! İşin sonunda Kemal Bey’in siyasi hayatının sonlanması da söz konusudur. Bunu kendisi de çok iyi biliyor zaten. O yüzden, bu olasılık gerçekleşmeden önce, “Vatan yahut Silistre” piyesindeki Zekiye karakterini oynuyor. ”Bu ülkenin çıkarları eğer siyasi hayatımın sonlandırılmasını uygun görürse ben siyasi hayatımı bu ülke için feda etmeye hazırım. Her türlü riski alırım. Yeter ki bu ülkenin çıkarları, birliği, bütünlüğü korunsun” sözlerinin, bu endişeyle söylendiğini anlamak için kahin olmaya gerek yok!..
Güya Kılıçdaroğlu’nun “Kürt Sorunu”nun çözümü konusunda bir planı varmış!..
“Akil adamlar”a peşinen teslim olan Y-CHP, kendine olan güvensizliği ile birlikte akılsızlığını da bu sözleri ile itiraf etmiş oluyor… Sonra da ciddiye alınmak istiyor!.. Nerde o yoğurdun bolluğu!..
Bizimki sanki yeni bir “buluş” yapmış gibi planını gizli tutuyor. Bu konuda bir plan varsa, partinin yetkili organlarında tartışılmamış olduğu da kesindir. Zira CHP’nin resmi görüşü, Baykal tarafından 3 yıl önce, 3 raporla birlikte, Başbakan’a iletilmişti. Yeni bir program yazılıp, Kurultay’ın onayına sunulmadığına göre, Kılıçdaroğlu’nun kamuoyundan gizlediği planı, acaba kimler yazmış?..
“Habur Açılımı” olarak bilinen birinci “Kürt Açılımı”nda da durum, aynen böyleydi! Hükümet muhalefet partilerine çözüm için bir çağrı yapmış, fakat çözüm önerisi hakkında hiç bir şey açıklamamıştı. İçini muhalefet doldursun diye, boş bir zarf göndermişti sadece… Şark kurnazlığı işte!.. O günlerde, yaşananları anımsatmak için aşağıda bağlantısını verdiğim köşe yazısına da bir göz atmanızı öneririm.(4) Hükümetin taşımayı bir daha göze alamadığı Habur’da fitili ateşlenmiş bombayı, şimdi Kılıçdaroğlu’nun sırtına yüklemişler!.. Nerede, ne zaman patlayacağı belli değildir. Plan başarıyla sonuçlanırsa, bu hükümetin başarısı olacak ve Erdoğan’ın artı hanesine yazılacak. Başarısızlık ise, her zamanki gibi Y-CHP’ye fatura edilecek. Ne garip değil mi, dünyanın hiç bir yerinde, iktidarın başarısızlığı muhalefetin hanesine yazılmaz! Bu iş bir tek Türkiye’de, muhalefet liderlerinin “marifeti” ile görülebilir. Bu gidişle CHP, elbette ki, sittin sene iktidara gelemez!..
Burada bir nokta koyup; eski genel başkanımız Deniz Baykal’ın yeni genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu hakkında ne dediğine bakalım. Baykal diyor ki: “Kemal Bey’i oraya getirdiler. Getirenler belli. O da görevini yapıyor.” (5)
Hiç kuşku yok ki; kestaneleri ikinci defa ateşten el ile toplama görevi, Kılıçdaroğlu’na verilmiştir. O verilen göreve “hayır” diyemeyeceğine göre, bize de “hayırlı” olsun demek düşmez!..
ANLAŞILIYOR Kİ, CHP’NİN BİR DAHA İKTİDAR ALTERNATİFİ DAHİ OLMAMAK ÜZERE, CEHENNEM ATEŞİNE ATILMASI; BİZİM MASUM YÜZLÜ, SEMPATİK GÖRÜNÜMLÜ, “HALKTAN BİRİ” OLAN MEMUR KEMAL’İN ELİNDEN OLACAKMIŞ!..
BU ONUN KADERİ OLABİLİR AMA BİZİM DEĞİLDİR!..
KADERSE DE BU KADERE BOYUN EĞMEYECEĞİZ, EĞMEMELİYİZ!..
Av. Cemil Can
DİPNOTLAR:
1.)http://www.bugun.com.tr/haber-detay/80018-gul-un-damat-ferit-yaniti-gundem-haberi.aspx
2.)http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/kilicdaroglu-surece-destek-vermeyen-mhpyi-elestirdi-h3650.html
3.)http://www.dipnot.tv/32379/BU-isi-ERDOgAN-coZER-Leyla-Zana-Kurt-sorununun-cozumunu-anlatti.aspx
4.)http://cemilcan.gen.tr/2009/10/acilimi-birak-cumhurbaskaninin-ne-dedigine-bak/
5.)http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/kurtul-altu/12553-kurtul-altug-baykal-neden-konusmuyor
CHP’YE KURULAN HAİN TUZAK!..Av. Cemil Can
20 civarında milletvekili, CHP’deki kötü gidişe “dur” demek için AYRI BİR PARTİ kurma fikrini tartışmaya açmışlar!..
Haber internet gazetelerinde de var…
Yeni CHP’nin yeni TASFİYE YÖNTEMİ bu olsa gerekir!..
Bu tuzağa düşmek için ağzı açık bekleyenler az değil. Nedendir bilnmez, böyle hatalı fikirlerin üzerine hep biz balıklama atlarız!..
Genel Merkez’in CHP felsefesine ve geleneğine yakışmayan politikalarına karşı gelişen tepkileri, parti içinde ayrı bir “muhalefet hareketi” olarak örgütlemek, son derece doğal ve doğru bir iştir. Buna kimsenin bir itirazı olamaz! Zaten “parti içi demokrasi”nin gereği de budur. Fakat ayrı bir “parti kurmak” şeklindeki düşünce son derece hatalıdır ve bu doğrultudaki faaliyetler yanlıştır!..
HEM DE NE BÜYÜK BİR YANLIŞ!…
Doğru yol: Yaşanan gerçekleri bıkmadan, usanmadan partililere anlatıp, kurultayda partimizi geri almaktır!..
En doğru çözüm budur ve imkansız değildir!..
Hele de eski genel başkan Deniz Baykal‘ın “Kemal Bey oraya getirdiler. Getirenler belli, o da görevini yapıyor” demesinden sonra, bu iş hiç de zor olmasa gerekir…
Ayri bir parti kurulması; CHP Genel Merkezi’ni işgal eden ADB işbirlikçilerinin ekmeğine yağ sürmektir…
Körün aradığı göz misali, onların aradığı da böyle bir ayrışmadır… Sorgulayan ve düşünen partilileri, bir gerekçe bulup şu ana kadar partiden atamadılar. Şimdi problem gibi görünen partililer, kendiliklerinden çekip gidecekler. Buna bal kaymak denir işte. Kemal Bey ve adamları bu işe bayılırlar!..
Hatta yeni partinin kurulması için gerekli finansmanı bile sağlayabilirler. Yeterki ayrılıp gitsiler bir yere… Belki de bu işin arkasında onlar vardır. Kim biir!!! Ancak bu şekilde dikensiz bir gül bahçesi yaratıp, efendileri olan ABD’ye, rahat hizmet etme olanağını elde ederek, “diyet borçlarını” ödeyebilecekler!..
YOK ÖYLE YAĞMA, BAYANLAR BEYER!..
Bu koşullarda kimse bir yere gidemez!..
Ayrı PARTİ KURMA fikrine de hiç bir nedenle itibar edilemez!..
CEMAAT’İN ELİNDEN PARTİMİZİ GERİ ALANA KADAR, PARTİ İÇİ MÜCADELEYE DEVAM!..
Başka yolumuz kalmadı!…
Av. Cemil Can http://cemilcan.gen.tr/2012/06/chpye-kurulan-hain-tuzak/
Y-CHP’nin ABD AÇILIMI!..Av. Cemil Can
BOP’nin patronu ABD, “KÜRDİSTAN“ı kurmadan, Ortadoğu’daki diğer devletçikleri kuramıyor. O nedenle öncelik “Kürdistan”a verilmiş… ABD’nin 2002’den önce AKP ile BOP konusunda anlaştığı biliniyor. AKP 10 yıldır kendine oy veren seçmenleri bu anlaşmanın ortaya çıkartacağı haritaya alıştırmaya çalışıyor… “Habur Açılımı” erken atılmış bir adım olduğundan, Türk halkının böyle bir fotoğrafa hazır olmadığını ortaya çıkarttı. O nedenle AKP bir adım geri atıp, halkın bu fikri iyice sindirmesi için şartları olgunlaştırmaya koyuldu… Kabul etmek gerekir, bayağı da yol kat ettiler!.. Bu görev “yandaş medya” ile yerine getirildi. Allah var, onlar görevlerini hakkıyla yerine getirdiler…
İnsanların kafasına kazıyacakları fikir sadece bir satırlıktı, buna rağmen yıllarını aldı. Bizim kalın kafalılığımızdan değildi herhalde!…
İşte size inanmamızı istedikleri o fikir:” GÖRÜYORSUNUZ PKK SORUNU 30 YILDIR SİLAHLA ÇÖZÜLEMİYOR!, TSK KÜRT SORUNUNU ÇÖZEMEMİŞTİR”…
Bu şekilde, çözümsüzlük tartışmasız hale getirilince, önümüze getirilen her çözüm önerisine “evet” demek zorunda kalacağız.
ABD bu işle ilgili en önemli görevi yeni fedaisi Y-CHP’ye vermiştir. Kılıçdaroğlu’na çizmeleri bu nedenle giydirilmiş ve ANALAR AĞLAMASIN ve BU İŞ TEK PARTİNİN ÇÖZEBİLECEĞİ BİR İŞ DEĞİL, terör için MİLLİ MUTABAKAT GEREKİR sloganları çıkınına yerleştirerek, yola revan edilmiştir!..(1)
Koca CHP’de akıllı adam bulunamamış da dışarıda aranıyor!.. Y-CHP tımarhane midir? Bu itirafı bir yere not edip, zamanlama konusuna gelelim…
Zamanlama konusunda, Türk halkının hazır olması önceliklidir ama daha acil başka konular devreye girerse değişebilir. Büyük tablo içinde, ABD’deki başkanlık seçimlerini her zaman birinci sırada düşünmek isabetlidir… Suriye konusunda başarısızlığa uğrayan Obama, burada kaybettiği prestiji “FREE KURDISTAN”ı kurarak geri kazanmak istiyor, kendine göre haklıdır. Bu konudaki rol ortağını Y-CHP üstlenecek. Zaten Kılıçdaroğlu ile ekibi böyle günler için destekleyip yönetime getirilmişlerdi!..
Şimdi diyet borçlarını ödeme zamanı gelmiştir!..
Bu nedenle de; “Şimdi Y- CHP zamanıdır!..”
İlerleyen aşamalarda; AKP’nin “Biz yıllardır zaten bu fikri savunuyorduk” diyeceği “çözüm” önerisini, bu kez ana muhalefet dillendirecek!.. Kılıçdaroğlu’nun dürüst görünümlü masum yüzü, halkı ikna etmek için son derece önemlidir… Ah! Bir de mağdur edilmiş edebiyatını bilebilseydi!.
İktidar ile muhalefet “ulusal” bir konuda birleştiğinde; kolaylıkla “işte size milli mutabakat” denebilir!… İtiraz edenler “hain” ilan edilebilirler… Bu noktada MHP’yi kim dinler ki?.. Kim bilir, yedekte bekletilen kaç kasetleri daha var ellerinde. Bir şantaj tehdidi daha yaptılar mı, Bahçeli kuzu kuzu “milli mutabakat“ta birleşir!..
Şimdi size bir sorum var:
PKK’ya karşı biz ne zaman silahlı mücadele ettik de başarılı olamadık?
Hiç bir zaman diyebilirsiniz tabi ve bu yanıtınız kesinlikle doğru kabul edilir… Biliyorsunuz, karşı tarafın elindeki en etkili propaganda cümlesinin sonunda; “….silahla çözemedik” sözcükleri bulunuyor!.. Halbuki, Kandil‘e doğru şanlı ordumuz bir defa yola çıktı, onu da “stratejik-model ortağımız” yarı yoldan geri çevirdi!.. Bunları ne çabuk unuttuk!..
Bu harekât dışında; hep kışlada kaldık, karakolda ve sınır boylarında nöbet tutarken saldırıya uğradık. PKK hainleri, bizim askerlere, işte bu nöbetlerde ateş açtılar. ABD’den yardım alıp, Mehmetçiğe hain pusu kurdular, mayına bastırdılar!..
74 milyonun kahraman ordusu, 6000 teröristle “baş edemedi” fikri, saçmalamaktan başka bir şey değildir!..
Türk halkına bunu kimse kabul ettiremez! Ordumuzun eli tutulmasa ve geri çağrılmasaydı, terörü kökünden kazıyacağı kesindi… Bunun tartışılacak bir yanı yoktur!… Kurtuluş Savaşı’mızı da mı unuttunuz!.. 6000 bin kişiye karşı koca bir ordu başarılı olamayacaksa eğer, hepsini terhis edelim de evlerine gitsinler!..
Kaldı ki, PKK kendi başına buyruk bir Kürt örgütü değildir!..
O sadece ABD ve AB’nin, dağlarda yürüyen kalaşnikovudur!.. Emperyalizmin Ortadoğu’daki bekçisi, ABD çıkarlarının nöbetçisidir. O nedenle, TSK’nın onu bitirmesine kolay kolay izin vermezler! Hükümetimiz, ABD’ye rağmen, aksi yönde bir karar alıp icra edemez! Çünkü hükümeti kuran ve AKP’yi destekleyen ABD’dir… Başka bir söyleyişle AKP, dış güçlerin desteği ile iktidara gelmesinin diyetini bu şekilde ödeyecektir… Hükümet, istese de ABD’siz bir çözüme girişemez!..
Sonuç olarak; 74 milyona yutturulmaya çalışılan hap: ”TERÖR SORUNUNU SİLAHLA 30 YILDA ÇÖZEMEDİK” fikridir ve bu fikir kocaman bir yalandır…
Çünkü bu çatışmaların adını düşük yoğunluklu savaş olarak bile koyamadık. Dolayısıyla bir “asayiş sorunu” çerçevesi içerisinde hep savunmada kaldık. Ne silah kullanabildik ne de taarruza kalkabildik!..
2002 yılında Erdoğan hükümeti iktidara geldiğinde, sıfır terörle yönetimi devralmıştı. Bitmiş olan terör, AKP iktidarı ile yeniden palazlandırılıp, canlandırıldı. Şimdi de “çözümsüz” bir iş gibi dayatılıyor bize. Çözümsüzlük, asla doğru ve inandırıcı değildir… Üstelik bu paket, Kuvayi Milliyecilerin kurduğu, Atatürk’ün partisi eliyle servise sunuluyor!..
Bu büyük yalana inanmamızı sağlamakla görevli siyasetçi olarak; ne yazık ki, “hem temiz, hem dürüst bir insanoğlu” olan, Kemal KILIÇDAROĞLU seçilmiştir!..
ABD’nin zamanlama açısından başka bir acele etme nedeni daha vardır: Her işi yaptıracağına emin olduğu ikinci adamı Kılıçdaroğlu’nun, uzak ihtimal olsa da Temmuz Kurultayı‘nda koltuğunu kaybetmesi olasılığı vardır. Bizim “Brutuslar”a bu konuda hiç mi hiç güvenilmez. Bir bakarsınız, bu olasılık gerçekleşebilirler ve Kemal Efendi’yi alaşağı ederler!.. Olur mu olur, burası CHP’dir!..
Onun yerine seçilecek yeni genel başkanın, “ayarlanmış” olanlar dışından gelme olasılığı elbette vardır!.. Yeni genel başkan, bu büyük ihanete ve saçmalığa “evet” demeyecektir!.. İşte emperyalizm, bu uzak olasılığı bile göze almak istemiyor. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’na çizmeler giydirilip, yola çıkartılmıştır!..
Kurultay‘dan “akil adamlar önerisi” ile ilgili karar çıkartıldı mı? Hayır!..
Parti Programımız, böyle bir girişimde bulunmaya elverişli mi? Hayır!…
O halde, Y-CHP’nin acelesi nedir?..
Görüldüğü gibi parti yönetimi, parti hukukunu (tüzük, parti programı, kurultay kararları v.s) dinlemiyor. Oysa bu metinleri değiştirmeye yetkileri vardı. Acaba zaman mı daraldı?..
Şimdi de 2011 genel seçimlerinde kullanılan “Seçim Bildirgesi”ne bir göz atalım. Y-CHP seçim bildirgesi ile “ABD’ye karşı yükselen düşmanlığı azaltıp dengeye getirmeyi vaat ediyordu..”. Anımsamayanlar için bağlantısını dip nota koydum, oradan bakabilirler.(2)
CHP’lilerin içinde bu sözlerin, partiye oy kazandırıldığına inananlar var mı acaba?..
Demek ki, daha o günden ABD ile CHP arasında “buzların eritilmesi” çalışmasına başlanmıştı. Aslında o sözlerin anlamı son derece açıktır. Kılıçdaroğlu, ABD’ye Türkiye’de yükselen antiemperyalist bilinci köreltme sözü vermişti!.. Dünyada ilk defa emperyalizmi yenen ve ezilen uluslara rehberlik eden, Atatürk’ün CHP’sinin düşürüldüğü durumu gördünüz mü? Mustafa Kemal ve arkadaşları bugünleri görseydi, yemin ederim bir saniye bile beklemeden Bandırma Vapuru ile Samsun’a doğru yeniden yola çıkarlardı…
Kılıçdaroğlu Y-CHP’ye genel başkan olmanın karşılığında, bu utanç verici görevi ne yazık ki, üstlenmiştir. Bu noktadan itibaren, bağımsızlıkçı antiemperyalistlerin gözünde Y-CHP bir işbirlikçidir artık. Bunun lamı cimi kalmamıştır. Yollarını bizden ayırmışlardır!..
Bari partimizi geri alabilseydik!..
Y-CHP, bu girişimi ile ihanetle eşdeğerde olan bir hamle yapmıştır!.. “Terörü durdurma” ambalajına sarılı, AKP’nin başaramadığı BOP’nin “Özgür Kürdistan” açılımı Y-CHP ile başlatılıyor!.. Anlaşılan Y-CHP, bu noktadan itibaren AKP’nin propaganda birimi olarak işlev görecek!..
Bakalım bizim “Brutusler”, 15-16 Temmuz’da yapılacak olan kurultayda, partiye ve ülkeye sahip çıkabilecekler mi?..
Yoksa, onlar da bu büyük emperyalist projeyi (GOP), içerlerine sindirip, kapıkulluğuna devam mı edecekler!..
“Akil adamlar” projesi ile Abdullah Öcalan‘ın Kenya’da yakalanıp, Ecevit’e teslim edilme olayı arasında benzerlik kurduğum için, bu konudaki düşüncemi paylaşmak istiyorum:
Apo’nun yakalanmasında Ecevit Hükümeti’nin hiç bir katkısı olmadığı biliniyor. Ecevit, ölümüne kadar da ABD’nin Apo’yu neden teslim ettiğini anlayamamıştı. Buna rağmen küresel medya, Ecevit’i, terör örgütü liderini yakalayan adam olarak gösterip, Türk halkına kabul ettirmişti!..
Oldukça ilginç değil mi? ABD hiçbir zaman bizden, “Apo’yu biz yakalayıp size teslim ettik” diyerek bizden bir şey istemedi. Sadece “idam etmeyin” dedi. Kamuoyuna yansıyacak şekilde başımıza da kalkmadı. Wikileaks belgeleri ortadadır! Kabul etmek lazım, ölüm cezası da onun sayesinde kaldırıldı. Bu olayla toplumda farklı bir algı yaratıldı ve Ecevit “kahraman” olarak tanıtılıp, iktidara getirildi… Bir de Cemaat desteği vardı tabi…
Şimdi aynı senaryo Kemal Kılıçdaroğlu ile sahneye konulmak isteniyor olabilir!.. Tabii ki, tutarsa, Y-CHP’ye iktidar yolu da açılır… Biliyorsunuz, AKP hükümetinin, koalisyonun ortağı olan Cemaat, son günlerde Milli Görüşçülerle köprüleri atma noktasına gelmiştir. Sosyal demokratlarla rahatlıkla hükümet kurabilir. Bu tür ortaklıktan zaten her zaman onlar kazançlı çıkarlar. Ecevit’in o zamanlar Cemaat için söylediği övgü sözlerini anımsayın. (3) Kısaca AKP iktidardan düşse bile Cemaat’i hiç bir güç hükümetten ayıramaz! Onlar yine iktidar ortağı olarak kalacaklar. Zaten Y-CHP yönetiminde yeteri kadar adamları da var!.. Ayrıca devlet içinde de örgütlendiler!..
Hiçbir zaman bu olasılığı akıldan uzak tutmamak gerekir…
Zira Recep Tayyip Erdoğan’ın 10 yıllık iktidarı, halka umut vaat etmekten başka bir şey yapamamıştır. Sadece devleti ele geçirmekle ve karşıdevrimi gerçekleştirmekle övünebilirler!.. Bütün varlıklarımızı satıp savmalarına rağmen, halkın refah düzeyini artıramadılar. 59 yıldır var olan grev hakkını (4) bile yasaklıyorlar… Güvencesiz işçileri bölmek çok daha kolay olur diye, İşçilerin kıdem tazminatına bile gözlerini diktiler. IMF’nin talimatı da zaten böyleydi. Ha bire zam yapıyorlar… Satılmadık hiç bir şey kalmamış ülkemizde… Sırayı adalara ve topraklarımıza kadar getirdiler. Hiç gerekmediği halde, on yılın sonunda kürtajı ve sezaryeni yasaklamaya kalkışıyorlar. Kadınlar da sokaklara inmiş. Dini boğazına kadar siyasetin batağına batırmışlar. Diyanet İşleri Başkanı, önceki fetvaları görmezden gelerek, Başbakan’ın sözlerine göre fetva vermeye başlamış… AKP’yi destekleyen Cemaat ve elindeki basın, “artık biz oynamıyoruz” demeye başlamış. Kısaca tek adam Erdoğan, seçmenin gözünde iyice yıpranmıştır… AKP iktidarının bir dönem daha bu ülkeyi taşıyamayacağına herkes inanıyor…
Bu gerçeği AKP de ABD de biliyor..
Bu nedenle makas değiştirme ihtiyacı ortaya çıkmıştır!..
Hal böyle olunca, ABD’nin çıkarlarını koruyacak, yıpranmamış yeni bir at ile yola devam edilecek. Y-CHP de zaten bu nedenle dizayn edilmemiş miydi?.. Kılıçdaroğlu, sadece bir jokeydir veya söz dinleyen bir süvari. Kabul etmek gerekir, yeni süvariye başlangıç için biraz kredi vermek gerekir. “Terörü bitirmek” başlangıç kredisi olarak hiç de fena sayılmazl! Aslında ortada bitirilecek olan bir “terör” yok ki. ABD, “dur” dediğinde PKK duruyor zaten. “Vur” dediğinde de insafsızca vuruyor kâfir. Önemli olan PKK’ya “dur” dedikten sonraki durumun nasıl tanımlanacağıdır... Bu gidişle “özerklik” veya “federasyon” bebeğini, Y-CHP’nin kucağına verecekler!.. Bu konuda yasa da çıkarıyorlar zaten, “nesebi belli olmayan çocuklara devlet bakacak” diyor ya Sağlık Bakanımız!.. CHP de devleti kuran partidir, kimsesiz çocuklara devlet kadar o da bakabilir!..
Y-CHP, terörün başındaki asıl aktörleri gizleyerek, düşük seviyede bir tartışma başlatmıştır!..
Terör konusunun içinde doğrudan ABD’nin olduğunu ne AKP söyleyebilir ne de Y-CHP. Her ikisi de alt bir başlıktan işe koyulmuştur… Bu tercih, aynı zamanda ABD’yi de aklayarak, terörün dışarısına çıkarma sonucunu doğuracaktır!.. ABD’yi temize çıkartmak, Y-CHP’ye verilmiş özel bir ödevdir!…
İçinde ABD olmayan “terör teorileri” masaldan farksızdır, geçiniz efendiler, geçiniz!..
ABD’den frene basılınca terör de duracaktır elbette!…
Onda hiç bir kuşkumuz yoktur! Beklentiler de zaten o yöndedir!..
Dilerseniz sonrasına bakalım…
Kuzey Irak’taki Kürt Yönetimi, Türkiye ile birleşecekmiş!.. Graham Fuller, bu duruma “entegrasyon” diyordu…(5) Diyarbakır ise başkent olacak tabi!… Ardından, “genel af” ve PKK dağlardan indirilecek… İnecek demedik zaten, indirilecek!… “Federe” yönetimlerin “silahlı zabıtası” bu kaynaktan temin edilecek! Militanların dağdaki “hizmetleri”, emekliliklerine sayılacak mı onu bilemem ama ölenlerinin yakınlarına “şehit” maaşı bağlanacağını duydum!..
Y-CHP’nin bu icraatlardan sonra, iktidara getirilmesi düşünülebilir… 60 yıldır muhalefette kalmaktan partililer bıkmıştır!.. İktidar olmak için bu kadarına ses çıkartmayabilirler!..
Y-CHP mutlaka iktidar olmalıdır, aksi halde ABD’nin parti yönetimindeki Cemaate mensup has adamları yerlerini koruyamayabilirler!..
Laf aramızda, siz hiç Kılıçdaroğlu’nun cemaati kötüleyen bir tek sözünü duydunuz mu?..
Ya terörün durdurulması yeterli primi sağlamazsa ne olacak?
Sorun değil, bu durumda “özel görevli mahkemeler”in kaldırılmasındaki başarı da Y-CHP’ye yazılabilir… Tartışmalar başlatılmıştır!..
BDP temsilcileri, Beyaz Saray’a giderek rol istedi biliyorsunuz, değil mi?…
Ey gerçek CHP’liler, siz Y-CHP’nin böyle bir senaryo içinde rol almasını nasıl karşılıyorsunuz?..
İktidara gelmek için kabul edilen rezilliğe bakın!..
Bunların AKP’lilerden ne farkı var Allah aşkına?..
AKP ile Y-CHP ABD’nin “eküri” (6) atları gibi!…
ABD’nin, Türkler için çok karmaşık senaryolar yazacağını mı bekliyordunuz?…
Siyasetle ilgilenmeyen toplumlara çok karmaşık senaryolar yazmaya gerek yok ki… Çünkü geri kalmış toplumlar, kendilerine verilen rolleri ezberleyip sahneye taşıyamazlar… İzleyiciler ise, mesajı karmaşık senaryolardan alamazlar… Bu nedenle mümkün olduğu kadar basit, hatta daha önce oynanmış olanları tercih ederler. Ezberlenmeleri de kolay olur!..
Antik Yunan’ın ünlü filozofu Eflatun ne demiş: “Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç, cahiller tarafından yönetilmeye razı olmaktır.” Bu nedenle geri kalmış, toplumlar için yazılacak oyunlar da tencere kapak misali basit olur!…
İnternette dolaşan Amerikan fıkrasında:” Bizde C planı olmaz ama her konuda bir A,B,D planımız bulunur” deniyor… Doğrudur, bizde hep ABD planları uygulamaya konur, onların ise yedek planları bulunur…
Şartlar ABD’yi, AKP ile işleri yürütemeyecek bir noktaya getirirse eğer; ağıldan yedek atı çıkartırlar… Hâlbuki bizde fazlalığı olan eşeklerdi, onu gözden kaçırmışlar…
Av. Cemil Can http://cemilcan.gen.tr/2012/06/332/
DİPNOTLAR:
1.)10 maddelik “Akil adamlar” önerisinin 2. Maddesinde:”Cumhuriyet tarihi Kürt meselesinin salt güvenlik eksenli politikalarla çözülemeyeceğinin kanıtları ile doludur” 3. Maddesinde:”Güvenlik eksenli politikaların Kürt meselesini çözemediği acı tecrübelerle aşikar hale gelmiştir…” 4. Maddesinde:”Kürt meselesinin çözümü ulusal mutabakat gerektirmektedir.” 6. Maddesinde: “Anayasa gibi toplumsal mutabakat gerektiren temel bir konuda çalışma başlatarak uzlaşma arayışına giren TBMM’nin Kürt meselesinde benzer bir çalışma içerisinde olmaması/olamaması, izah ve kabul edilebilir bir durum değildir” denmek suretiyle , “çözümün” imkansızlığı fikri işlenmektedir…
CHP’nin 2011 Seçim Bildirgesi’nin “Adil ve güvenli bir dünya için…” üst başlığı altındaki “ABD İLE İLİŞKİLER” başlığı altında (126. sayfa) şöyle denmektedir: “Türkiye’de artış gösteren Amerikan karşıtlığını dengelemek için Türkiye ile ABD arasında öğrenci, iş adamı, yerel yöneticilerin değişimi, ortak kültürel ve sanatsal etkinlikler düzenlenmesi gibi toplumsal güven artırıcı önlemleri hayata geçireceğiz.”
http://www.chp.org.tr/?page_id=745
2.)a.) http://www.odatv.com/n.php?n=ecevit-fethullah-guleni-nasil-korudu-1610101200
__b.)http://www.yildiraycicek.com/makaledetay/dspye-dunyada-merhamet-ecevte-ahrette-efaat.html
3.)İlk yasal grev 1963 yılında Bursa’da başladı. Bursa Belediyesi Otobüs İşletmesi’nde çalışan 222 işçi greve çıktı. İşçiler, Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası’na üyeydiler. http://tr.wikipedia.org/wiki/7_Kas%C4%B1m
4.)http://www.odatv.com/n.php?n=graham-fuller-daha-cok-sol-hareket-isterim-0904121200
5.)Ahırdaş, aynı ahır için koşan atlar…
“İNSANDA BİRAZ UTANMA OLUR, HAYA OLUR, AR OLUR!..”
Örgütlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Nihat Matkap, Mersin İlçe Teşkilatını ziyareti sırasında;
”Kamuoyu araştırmalarına göre yarın seçim olsa yine AKP dört seçmenden ikisinin oyunu alacak gibi görünüyor… Siyaset dinlerin, mezheplerin çatıştığı, yarıştığı bir alana doğru gidiyor. Utanarak, sıkılarak söylüyorum. Artık bunu aşma şansımızın olmadığı görülüyor… Örgütlenme stratejisi çok önemli. Parti içine dönük en ufak bir sıkıntı bırakmayacağız. Bu konuda iddialıyız. Buna çok ciddi ihtiyacımız var.” (1) dedi..
Ey! Nihat Matkap sözlerin itiraf niteliğinde, o koltuktan artık kalk! Y-CHP yönetiminin hiçbir işe yaramadığını nihayet anladınız. Bari AKP’nin oylarını %60’lara çıkartmayın!.. Genel Başkanını ve SOROS’un memurları olan diğer arkadaşlarını al, yanında götür… Cehennem’e kadar yolun var!..
Bu sözleri de duyacak mıydık? Yetti artık!..
Kılıçdaroğlu’nun ifadesi ile söylüyorum:
“İnsanda biraz utanma olur, haya olur, ar olur!.. “
“Elimde kanıt yok; laiklik tehlikededir diyemem… Elimde kanıt yok, yargıda cemaat örgütlenmesi var diyemem… Elimde kanıt yok, polisin içinde cemaat örgütlenmesi vardır diyemem…” diyen genel başkanınız gibi siz de kanıtları görmek istemiyorsanız, siyaset size göre değil, gözümüzün önünden çekilin gidin artık!..
Kuran Kurslarına gitme yaşını küçülten yasal düzenlemeye itiraz edemediniz! Biz de çocuklara din eğitimi verilsin istiyoruz, hem de iyi bir eğitim verilsin deyip durdunuz… Böyle tutarsız ve omurgasız söylemlerin sonunda, koyuna kurt getireceğiniz belliydi!.. 4+4+4 düzenlemesi ile ilgili tutumunuz, hükümete destek verici idi. Hiç bir yere kıvırma payınız yok. AYM’de açtığınız ve açacağınız davalar, zevahiri kurtarmak içindir. Kimseyi kandıramazsınız. Zira bizzat Kılıçdaroğlu, Tandoğan’daki “grup toplantısı”nda; düzenlemenin sadece parasal boyutu ile ilgilendiğini, Kamu İhale Yasası kapsamına girmeyen alımlarda yolsuzluk yapılabileceğini ileri sürmüştü. “Eğitim ve Öğretim Birliği”nin bozulmasına bir itirazı olmadı. Onun bütün çabası “Ilımlı İslam” rejiminde, Aleviliğin de bir inanç sistemi olarak yerini koruyabilmesidir!..
Bunun gibi, onlarca ilkesiz ve omurgasız davranışını sayabilirim. Sığınılan kavram ise “CHP’yi dine karşı” imiş gibi göstermemekmiş. Duy da inanma. Bu da nereden çıktı şimdi? CHP’nin dine karşı olduğunu sizden başka söyleyen yok ki! AKP’nin rejimin temel taşlarını yerinden oynatan ve değiştiren eylemlerine, bu uydurduğunuz kavram ile yine siz destek veriyorsunuz! Ölçü “günah” olarak kabul edilince, herhalde varacağımız nokta “kürtaj yasağı” olacaktır… Bu yasak da sayenizde yasalaşacaktır!.. En iyi ihraç ürünü askeri olan Türkiye’nin ihraç malına ihtiyacı var!..
Y-CHP’nin merkez yönetimi, kendini biraz fazla beğenmiş gibi. Tabanı kolay bir şekilde uyutacaklarını sanıyorlar. Bu bağlamda biraz da megaloman eğilimleri var. Bu yönleri diğer olumsuzluklarına eklenince, doğal olarak CHP’nin iktidar olma şansı da ortadan kalkıyor. Şimdi tabana bu gerçeği anlatmaya çalışıyorlar. Nihat Efendi, onun için yollara düşmüş. Örgütü CHP’nin iktidar şansı olmadığına ikna etmeye çalışıyor! Akıllarınca bu duruma gelmenin sorumluluğunu da ulusalcılara yıkacaklar… Kendilerinin hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi örgüt içindeki tartışmaları da yasaklayacaklar!.. Bir tek bu şekilde gerçek CHP’lileri, partiden kovabilirler!.. “Brutus”lar böyle bir işe “evet” derler mi bilemem. Hiç belli olmaz, diyebilirler de… Tasfiyeden sonra, Y-CHP iktidara gelecekmiş!.. Y-CHP’yi iktidara dış güçler getirecekmiş! Ne kadar inandırıcı değil mi? Pek ama neden? AKP isteklerini yerine getirmiyor mu? Kafaya bakar mısınız bayanlar beyler? Bu adamlar, hayal dünyasında geziniyorlar. Bu palavralara inanan beyinler, bizi temsil edebilir mi?..
Oysa, Kılıçdaroğlu genel başkanlığa seçildiğinde ne kadar da umutlanmıştım. Ona yazdığım destek yazısını, az önce yeniden okudum.(2) Kendi kendimden utandım, tepeden topuğa kadar kızardım! Meğer, ne kadar da safmışım!..
“CHP’nin iktidar olma şansı yok” tespitinin, örgütün ikinci adamı tarafından yapılması ve kamuoyuna açıklanması, şimdi hiç şaşırtıcı gelmiyor bana… Bu adam, kitlelere; CHP’den umudunuzu kesin diyor galiba… Neden acaba? Bana asıl tuhaf gelen, o temsil makamında neden hala oturuyor!..
İnsanda biraz onur olur!..
CHP, 4+4+4 diye formüle edilen eğitim sistemini getiren yasanın iptali için, Anayasa Mahkemesi’ne sunduğu başvuru dilekçesinde; komisyon görüşmeleri sırasında yaşanan tartışmalara değinip, içtüzük ihlalleri yapıldığını ileri sürmüş. Bu nedenle yasanın şekil bakımından, TBMM İçtüzüğü ile Anayasa’ya aykırı olduğunu savunup, iptal edilmesini istemişti. CHP’lilerin komisyondaki görüşmeler sırasında dövülmesi, bir başka ifade ile Kılıçdaroğlu’nun “anladığı dilden” konuşulması, Anayasa Mahkemesi’nce mevzuata aykırı bulunmamıştır!.. Şekil dediğimiz de odur zaten! Eskilerimiz, “esas kaybolunca teferruat başlar” derlerdi. Bizde esası kayıp ettik, ayrıntıda boğulduk. Meclisteki çoğunluk zaten AKP’nin elindedir ve muhalefete hiçbir zaman ihtiyaçları yoktur. Üstelik karşımızda; “dayak” olayının “meşru” olduğu ve şekle hiçbir zararının olmadığına oybirliği ile karar vermiş yüksek bir mahkeme vardır…
Emine Hanım ne yapabilir ki?..
AYM’nin bu yapısıyla vermiş olduğu kararı “şaşırtıcı” bulmadığını söyleyerek, esas bakımından da başvuru yapacağını açıklamış… Sonuç alamayacağını baştan kabul etmiş, nafile bir çaba yani. Hiç umudu kalmamış, benim de yok zaten. CHP bir şey yapmadı demesinler diye, öylesine başvuruyor Anayasa Mahkemesi’ne… Referandumda “evet” demenin sonuçları bir bir ortaya çıkıyor!.. Yargı denetimi ve kuvvetler ayrılığı diye bir şey kalmadı ülkemizde!.. Önümüzde duran bir numaralı sorun budur işte!..
Y-CHP’ye göre, bir numaralı sorun örgüt içinde yükselen seslerin kesilmesidir!..
Meclis’te yapılan sözde muhalefetin, AKP’nin icraatlarını meşrulaştırmaktan başka işe yaramadığı bütün kanıtları ile ortaya çıkmıştır… Halkla bütünleşmeyen ve halkı işin içine katamayan bir muhalefetin, iktidarın işini görmeye memur olacağını anlamak için alim olmak gerekmez!..
Beyler! Biz sizi AKP’ye memur olasınız diye mi seçtik? Demokrasi “derslerinizi” bizden başka dinleyen yok! Bari çekilin gidin de o haksız zeminleri meşrulaştırmayın!.. Belki yerinize inançlı ve yürekli birileri gelip, muhalefeti örgütleyerek iktidarın karşısına dikilebilir!..
Yetti artık, yetti…
İnsanda biraz ar olur!..
“Anayasa Uzlaşma Komisyonu” masasından kalkmama inadınızla, bir kez daha AKP’ye yendirdiniz bizi!..
Kuşku yok ki, o kararınız da hükümetin yaptıklarını meşrulaştırma amacına hizmet ediyor… AKP’nin rejimi değiştirmesini iyice meşrulaştıran, ne yazık ki, siz oldunuz! Muhalefetin katılımıyla yapılan yeni anayasa diye başlayacakları cümleleri siz kurup AKP’nin eline verdiniz… Bu katkınızdan dolayı, okyanus ötesinden teşekkür alacağınıza eminim. Belki ardından adresinize ödül de gelebilir, ev adreslerinizi bir süreliğine değiştirmeyin!…
İnsanda biraz utanma olur!..
Başbakan’ın 12 Eylül Referandumu’nda halk oyuna sunulan; kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran 26 maddelik o düzenlemelerin aynen kalacağını söylemesine rağmen, MHP ile aynı masaya çakılı kalmayı içinize nasıl sindirdiniz?.. Örgüt içinden yükselen itirazları neden duymazdan gelirsiniz? Referandumda “HAYIR” dediğiniz, o antidemokratik düzenlemeleri, şimdi hangi gerekçelerle demokratik bulup da “EVET” diyebiliyorsunuz?..
İnsanda biraz haya olur!..
O kadarda bıraksanız yine iyiydi…
“Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nın Anayasa’ya yansımasını üstünüze bir ödev olarak aldınız! Yabancı dilde (bundan amacın Kürtçe olduğu açıktır) propagandanın serbest bırakılması için Siyasi Partiler Yasası’ndaki “azınlıklar yaratılmasının önlenmesi” (3) başlıklı maddeyi değiştirmek size mi kalmış! “Genel af” ve PKK’nın nihai taleplerinden olan; özerklik, federasyon ve bağımsızlık için, alt yapıyı hazırlamak veya iktidarın bu yönde atacağı adımlara meşruiyet temeli oluşturmak da Y-CHP’ye mi kalmış? Bütün bunları AKP’ye benzeyerek, oy avcılığı yapma gibi gerekçelerle savunup, geçiştiremezsiniz! Yaptığınız doğrudan doğruya iktidarı desteklemektir, işbirlikçiliktir!.. Bu nedenle gelecek nesiller tarafından, haklı olarak Cumhuriyet’e ihanet etmekle suçlanabilirsiniz! Bu yaptıklarınızın CHP’nin programında karşılığı var mıydı? Sanmam size izin veren bir tek satır dahi bulamazsınız!..
İnsanda biraz ar olur!..
Elbette işler bu noktaya getirilirse, CHP’nin halk desteğini kaybetmesi olağanlaşır, şaşırmamak gerekir! Çünkü bu taleplere sıcak bakanlar, ancak AKP ile BDP’nin tabanında olabilir. Onların söylem ve taleplerini CHP’nin tekrar etmesi ise, sadece hoşlarına gidebilir. Böyle maskaralıklara kimse prim vermez ve sandıkta oya dönüşmezler!.. Aklınızı başınıza devşirin, vakit çok geç değildir!..
Ulusal birlik, uniter devlet ve laik demokratik cumhuriyetten yana olanlar ise, zaten yıllardır oylarını CHP’ye vermektedirler. Yönetimin ne yapacağını bilmezliği, bizlerde bile güvensizlik yarattıktan sonra, oy verecek seçmenleri, her halde kurbanlık inek gibi Arjantin’den getireceksiniz!…
Söyleyin bakalım:
Türk halkının sorunu TBMM’nde Cem Evi açmak mıdır?
Y-CHP’nin baş görevi; Dersim olayları nedeniyle Atatürk’ü soykırım yapmakla suçlamak mıdır?
Milletvekillerine tek parti döneminin CHP’si ile hesaplaşsınlar diye mi oy verdik?
Din eğitimini meşrulaştırıp, Ilımlı İslam rejimine geçişin üst yapısını hazırlamaya katkı vermek size mi kalmış?..
“Dini Eğitim Bakanı” Ömer Dinçer’den farkınız nedir?
CHP’yi mezhep partisine dönüştürmek midir tek hedefiniz?
Anlatın da biz de anlayalım…
Bir oturduğunuz koltukların eski sahiplerine, bir de yaptığınız işlere ve kendinize dönüp bakın!..
İnsanda biraz utanma olur, haya olur, ar olur!..
Peki, “cinsel yönelim” konusunda Y-CHP ile BDP’nin verdiğiniz amansız mücadeleye ne demeli?
Yazımına başlanan yeni anayasada “cinsel yönelim hakkı ve etnik kimlik” konusunda kriz çıkarıyormuşsunuz! Aferin yakıştı size. “Etnik kimlik” konusunda BDP’nin ısrarcı olduğu anlaşılabilir. Peki, “cinsel yönelim” konusunda krizi çıkaran kim? “Cinsel yönelim” ifadesi ile anlatılmak istenen eşcinsellikmiş doğru mu?.. Y-CHP, bu hususun anayasal bir hak olarak yeni anayasaya girmesini istiyor. Öyle mi?..
Bu konu Türkiye’nin mi, yoksa Y-CHP’nin mi sorunu?..
İnsanda biraz utanma olur!..
Nihat Matkap’ın ileri sürdüğü gibi, CHP’nin sıkıntısı yaşanan “iç çatışmalar” değildir…
Parti içindeki ayrışmayı, tasfiye ile sona erdirmek ise, hiç ama hiçbir işe yaramayacaktır. Aksine böyle bir girişim, küçülmekte olan partiyi, daha da küçültür. Çıkarma işlemi ile toplamadan elde edilecek sonucu beklemek, elma ağacından kiraz beklemek kadar akıl dışıdır. “Küçülme” ve “özelleştirme” ile sorunları çözemezsiniz!.. CHP, babanızdan kalan şahıs şirketiniz değildir!..
Kendinizde hata ve eksikler arama yerine, parti içi tartışmaları başarısızlığınızın sorumlusu olarak göstermeniz, Türkiye gerçeklerinden tamamen kopmuş olduğunuzu gösterir. CHP merkez yönetimi, bir türlü asıl sorunun kendileri olduğunu anlamak istemiyor!.. Sorun sizdedir beyler. Bunu başka nasıl söyleyelim. Kalkın oturduğunuz koltuklardan, bitsin bu iş!…
Artık yeter…
İnsanda biraz ar olur!..
Bir kez daha söyleyeyim isterseniz: Bugünkü CHP yönetimi, CHP’nin başına gelebilecek en büyük felaketti ve o felaket başımıza geldi!.. Partiye sarılmış asalak sarmaşıklardan farksızsınız… Ne ideolojik duruşunuz ne kararlı görünüşünüz ne de inandırıcılığınız kalmadı, bilesiniz. CHP’ye oy veren kitleleri artık ikna edemiyorsunuz. Çünkü tabanın fersah fersah gerisinde kaldınız!..
Bu ülke için gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsanız, yapıştığınız o ceylan derisi koltuklardan onurlu bir şekilde kalkınız. Yoksa başka türlü de zaten kaldırılacaksınız. Hiç değilse gitmeden önce, parti içi demokrasiyi yaşama geçirin ve kenara çekilin! Belki o zaman affedilebilirsiniz!..
Ancak bu şekilde parti gerçek sahiplerinin eline geçer de bu hazin tükeniş durdurulabilir.
Biraz da CHP’yi CHP’liler yönetsin değil mi?.. Sırtımızdan inin artık!..
İnsanda biraz haya olur!..
1 Mayıs’ta ve 19 Mayıs’ta; Y-CHP, alanlara inen muhalif kitlelere önderlik yapamamıştır. CHP’li gençler, TGB Lideri İlker Yücel’in peşine takılmak zorunda bırakılmıştır… Çünkü alanlara inmiş, doğru bir önderlik ortalıkta yoktu!.. CHP’nin varlık nedeni olan 19 Mayıs’ta bile, CHP’nin yöneticileri, Atatürk anıtlarına çelenk koyamamıştır… Yazık ki ne yazık! Çelenk koymak için, idari makamlara dilekçe vermek CHP’ye hiç yakıştı mı? TGB kadar bile olamadınız! Yuh olsun! Koca CHP’yi düşürdüğünüz hale bakın. Özüne bu kadar yabancılaşan korkak yönetimler, bugüne kadar CHP’de hiç görülmemiştir…
Yapıştığınız o koltuklardan ne zaman kalkacaksınız?..
Partilileri tasfiye edecek yerde, biraz da siz tatile çıksaydınız?!..
CHP’nin “resmi görüş”üne göre, AKP bundan sonra yapılacak seçimlerde, her dört kişiden ikisinin oyunu alacakmış!.. Yani iki kişiden bir yine AKP’ye oy verecekmiş! Öyle mi? Bu “müjdeli” haberi partimizin ikinci adamı verdi bize!..
İnsanda biraz saygı olur!..
O zaman sormazlar mı adama SİZ ORADA OTURUP NE İŞ YAPARSINIZ?..
Özelliğiniz nedir ki, oturmuş birileri tarafından keşfedilmeyi bekliyorsunuz?..
İnsanda biraz utanma olur, haya olur, ar olur!..
Av. Cemil Can
DİPNOTLAR (1)http://www.gercekgundem.com/?p=461413
(2) http://www.cemilcan.av.tr/s.267.htm
(3)SİYASİ PARTİLER KANUNU
Azınlık yaratılmasının önlenmesi:
Madde 81 – Siyasi partiler:
a) Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
b) Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette bulunamazlar.
c) Tüzük ve programlarının yazımı ve yayınlanmasında, kongrelerinde,açık veya kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde, propagandalarında Türkçe`den başka dil kullanamazlar; Türkçe`den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar, plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına kayıtsız kalamazlar. Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller dışındaki yabancı bir dile çevrilmesi mümkündür.
“RİCA” DÖNEMİ VE EHLİYETLİ RİCACILAR!.. Av. Cemil Can
CHP’ye gönül veren seçmenler, unutmuş değillerdir. Eski Genel Başkanımız Deniz Baykal, kaset komplosundan sonra ”Komployu ayıplar gibi yapanlar, aslında bizzat ayıbı işleyenlerdir” dedikten sonra, ”İktidarın samimiyetine inanmıyorum ama ABD’den Prensilvanya’dan aldığım mesajlara da inanıyorum” diyerek, AKP iktidarını işaret edip gitmişti.(1) Bu açıklama bize Gülen Cemaati’nin değil fakat AKP iktidarının işin içinde olduğu mesajını vermişti… Kasetin internette yayınlanmasından 4 gün sonra (10 Mayıs 2010) CHP seçmeninin büyük çoğunluğu, kendini Baykal’ın cürüm ortağı gibi hissetmeye başlamış ve bu yüzden de uzun süre başları önde gezmişlerdi!…
Mayıs 2011’de ikinci kaset bombasını patlattılar!..
Bu defa komplosunun kurbanı MHP yöneticileriydi. O günlerde, “yandaş medya” korkunç bir bilgi kirliliği yaratarak, halkı bu işleri devlet içindeki “Ergenekoncu” bir grubun yaptığına inandırmaya çalışıyordu. Bir taşla iki kuş vuracaklardı. Daha sonra yapacakları geniş tutuklamalar için, meşruiyet zeminini de hazırlamış oluyorlardı tabi. Yandaş basın, tüm kadroları ile bu fikrin yayılması için seferberlik halindeydi…(2) Koca Türkiye, dizi seyreder gibi televizyonlara kilitlenmişti!.. Ne hikmetse, toplum olarak bayılırız dizilere. Hele de “belden aşağı” görüntüler verilirlerse…
Bu yaşananlardan sonra, aradan çok zaman geçmedi. Baykal eşiyle birlikte, Erdoğan’ın evine geçmiş olsun ziyaretine gitmişti. Samimi bir hava içinde geçen sohbette, “Ergenekon Davası”ndan tutuklu CHP Milletvekili Mehmet Haberal’ın, hasta annesini ziyaret edebilmesi için, “tek adam” Erdoğan’dan yasal bir düzenleme yapmasını “rica” etmişti!.. Meclise döndüğünde biraz da kasılarak basın mensuplarına şunları söylemişti: “Mehmet Haberal’ın 92 yaşında hasta bir annesi var. Haberal’ın annesini görmesi gerekiyor, bunu rica ettim. Büyük ilgi gösterdi. ‘Derhal adalet bakanıyla konuşup gereğini yapmasını isteyeceğim’ demişti”…(3)
Bilindiği gibi, kamuoyunda “Haberal Yasası” olarak bilinen, tutuklu ve hükümlülerin hasta yakınlarını ziyaret etmelerine olanak sağlayan yasa değişikliği, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayının ardından yürürlüğe girdi. Cumhuriyet Gazetesi’nden Utku Çakırözer, yasanın çıkmasından sonra, Baykal’a ne yaptığını sormuştu. Aldığı yanıt sürpriz gibiydi. Baykal: “O görüşmeyi yaptım bile!” demiş… “Kanun çıktıktan sonra Sayın Başbakan’a telefon ederek teşekkür ettim ve tabii, size daha önce de söylediğim gibi, tutuklu vekillerin durumu konusunda yeni adımlar atılması gereğine ilişkin beklentimi de kendisine aktardım” diye de eklemiş. Baykal bu konu ile ilgili beklentilerini şöyle özetlemiş:” “Başından bu yana ben aynı şeyi söylüyorum. Türkiye’nin önündeki en öncelikli mesele tutuklu milletvekilleri konusudur. Ne anayasa değişikliği ne de başka bir şey bunun önüne geçebilir. İktidarıyla, muhalefetiyle hepimizin, bu tahliyeleri bir an önce sağlamak gibi bir zorunluluğumuz var. Türkiye’de bu konunun çözümü artık bir mecburiyet anlamına geldi. Bu konu çözülmeden ne Meclis Başkanı ne hükümetin ne de siyasi partilerin inandırıcı olma ihtimali vardır. Herkese düşen büyük sorumluluk var. Bir an önce sonuçlanması gerekir.”(4)
Muhalefet partilerinin beklediğinin aksine, tutuklu milletvekilleri ile ilgili yapılacak yasal düzenleme konusunda, anlaşamayacakları varsayımı ile hareket eden Hükümet, partiler arasında anlaşma gerçekleşince, ipe un sermeye başlamış. Anlaşılan Hükümet tutuklu milletvekillerini bir süre daha “rehine” olarak tutmak istiyor. Tutuklu milletvekillerinin tahliye
edilmelerine olanak sağlayan yasal düzenleme karşılığında, büyük olasılıkla “Başkanlık Sistemi”ne “evet” demelerini dayatacaktır. Hatta “rejim değişikliği”ne de “evet” demelerini de isteyebilir!… Bu noktada yaşanan düş kırıklığını CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan:”“Biz bu süreci TBMM Başkanı’nın yönettiğini sanıyorduk, yanıldık. Mide bulandırıcı bir samimiyetsizlik ve ahlaki bir problemle karşı karşıyayız. AKP’nin zalim ve despot yüzü görüldü” sözleri ile dile getirdi…(5) Oysa işe ne kadar da umutla başlamıştı!..
Muhalefet partilerinin uzlaştıkları, fakat başarısız kaldıkları bu konuda, bakalım CHP’nin eski Genel Başkanı Baykal, “rica” ile sonucu alabilecek mi?..
10 yıllık AKP iktidarının sonunda geldiğimiz yer “rica kurumu” adı altında, yeni bir “hukuki” düzenleme yapma yönteminin yürürlüğe girmiş olmasıdır!.. Bu hususun özellikle altını çizmek istiyorum!.. Ricada bulunabilmek için fiil ehliyetine sahip olmak yeterli değil elbette. Baykal kadar “deneyimli” olmak koşulu da aranıyor!… O nedenle bundan böyle “ricada bulunmak” söz konusu edildiğinde, Memur Kemal’i bir adım geriye itmek gerekecektir!..
Öte yandan belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin önündeki en öncelikli mesele; Baykal’ın söylediği gibi, tutuklu milletvekilleri konusu değildir! Aksine, öncelikli sorunumuz; muhalefetin iktidara kayıtsız ve koşulsuz “teslim” olmasıdır! Bu durumu iktidar tarafından muhalefetin “teslim alınması” olarak da tanımlayabiliriz. Bu iş içinde Baykal’ın üstlendiği rol ise, son derece önemlidir! Gerçekte, AKP’nin iktidarını muhalefetsiz olarak sürdürmek niyetinde olduğu görülüyor. Toplumsal taleplerin, Baykal gibi deneyimli ve “ehliyetli” bir siyaset bilimci tarafından, kısa aralıklarla iktidara iletilmesi ile halka verilmek istenen bir mesaj elbette vardır. Anlaşılan kaset komplosundan sonra, Baykal’ın bu yönünden istifade edilmesi düşünülmüştür!.. Planlamayı her kim yaptıysa, kutlamak gerekir, son derece mükemmeldir!..
Peki, son yaşadığımız olaylarla kamuoyuna verilmek istenen mesaj nedir?..
Aklıma ilk gelen olasılık; Baykal’ın istifa ederken, kaset komplosundan sorumlu tuttuğu AKP’ye, o gün haksızlık ettiğini şimdi anlamış olduğudur!?.. O bakımdan, özür dileme yerine verilen görevleri yapıyor. Eğer durum böyleyse, Baykal’ın acil olarak CHP’ye gönül verenlere bir açıklama borcu var. Anımsayınız, istifa etmeden önce, kaset komplosunda Cemaat’in parmağı olmadığını söyleyip, Fetullah Hoca Efendi’ye teşekkür etmişti. Bugünkü tavrından anlaşıldığına göre, AKP iktidarının da bu olayda bir sorumluluğu yoktur!? Ya da Baykal, şimdi daha da büyük bir şantaj ile karşı karşıyadır ve altında bulunduğu tehdit onu böyle konuşmaya zorlanmaktadır. Bu noktada, Baykal’ın genel başkanlık dışındaki taleplerine destek vermek de bizim görevimizdir. O zaman da bize bu şantaj ve komploları yapanların kimler olduğunu açıklaması gerekiyor…
Eğer Baykal, hala ilk günkü açıklamalarının arkasındaysa, o zaman iş değişir. CHP’nin eski genel başkanı olarak, kendisine ve CHP’liler olarak bizlere karşı, bu ağır hakaretleri yapan bu hükümetin kapılarını; ricacı sıfatı ile aşındırmanın ne maksatla yapıldığını açıklamak zorundadır…
Türkiye’nin öncelikli sorunu, bağımlı yargı marifetiyle “rejim değişikliği” ve GOP nedeniyle “toprak bütünlüğünün tehlikede bulunması” iken, deneyimli bir siyaset adamı olarak, önceliği neden 8 milletvekilinin tutuklanması gibi çok daha alt sıralardaki bir konuya neden verdiğini de anlatmalıdır…
Bizim için bu sorulardan çok daha önemli olan bir başka soru daha vardır: Bütün muhalefetin uzlaşarak, AKP’ye götürdükleri ve reddedilen öneriyi, Baykal’ın ricası üzerine hükümet acaba yerine getirecek midir?
Getirirse eğer, o zaman da “rica etmek” parlamenter demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partilerden daha etkili ve sonuç alıcı bir “kurum” haline getirilmiş olmayacak mı?..
Bir başka soru daha vardır: Acaba bu yeni dönemde muhalefet partilerinin toplamı, Baykal kadar etmiyor mu?..
Acaba, Baykal’ın Erdoğan’dan ettiği ricalardan, Kılıçdaroğlu’nun haberi var mıydı?..
Varsa, bu görüşme için “oluru” var mıydı?
Gandi Kemal’in “oluru” yoktuysa, o zaman da Baykal’ın bu başına buyruk olmasını nasıl açıklayacağız? CHP’nin “genel başkanlık” ve “liderlik” unvanlarının, Kılıçdaroğlu ile Baykal arasında bölüşülüp paylaşıldığı anlamını çıkarabilir miyiz?..
Baykal, CHP’nin “gölge lideri” olarak; yeni siyaset yapma yöntemini, “rica etmek” üzerine kurduğunu ve halkın taleplerini bu şekilde çözmeye çalışacağını ortaya koyduğuna göre, partililer Kılıçdaroğlu ne yapacak? Anlaşıldığına göre, bu iş bölümü içinde, Kılıçdaroğlu’na kalan iş Baykal’ınkinden çok daha kolaydır. Salı günleri grup toplantısındaki konuşmayı ezberlemekte ne var ki? Bir de genel merkezdeki tahta kurulup, kongrelerde geçerli oy kullanmayı dahi beceremeyen delegeler ile 19 Mayıs’larda Atatürk anıtlarına çelenk koymayı dahi beceremeyecek, inanç ve yürekten yoksun “Brutuslar”ı seçmek. Bunlar da iş midir yani? Son bir işi daha olabilir. Muhtemelen o da Temmuz’da yapılacak olan kurultayda, partiden tasfiye edilecek (kaba) ulusalcıları listelemektir!.. O konuda yeterince yardımcısı var zaten!..
Bunları bir kalem geçelim isterseniz. Asıl “rica” ile partililere verilmek istenen mesajın ne olduğunu anlamaya çalışalım. Kanımca bize: “Boşuna mücadele etmeyin artık, sizin mücadele aracınız CHP elimizdedir. Genel Başkanınız Kılıçdaroğlu, ağzımızın içine bakıyor; liderleriniz Baykal ise özel kalem odasında ‘rica’ için beklemektedir” deniyor!..
Yanıldığımı mı söylüyorsunuz?..
O zaman kanıtlayın da hepinizden özür dileyeyim…
Ya da bekleyip hep beraber görelim canlarım; Halep ordaysa, Arşın buradadır!…
Av. Cemil Can
http://www.cemilcan.av.tr/s.389.htm
DİPNOTLAR: (1)
(1) http://www.turkishnews.com/tr/content/2010/05/10/deniz-baykal-chp-genel-baskanligindan-istifa-etti/
O günlerde haberin veriliş biçimi için aşağıdaki bağlantıya göz atınız.
http://arama.hurriyet.com.tr/arama.aspx?t=Kaset&a=&s=&d=20100510&p=1&r=tarih
(2) http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2011/05/25/mhp-kasetleri-ve-karsi-operasyon
(3) http://www.ntvmsnbc.com/id/25307801/#storyContinued
(4) http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=336680
(5) http://www.ilk-kursun.com/haber/104883
“BÜTÜNŞEHİR” VE PARÇALANMASI BEKLENEN ÜLKE!
Kılıçdaroğlu, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun CHP’li üyelerinden; yeni Anayasa yapılırken “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nın ruhunun yeni anayasaya yansıtılmasını ve “Türkiye vatandaşlığı” tanımı üzerinde uzlaşma sağlanması için çaba sarf etmelerini istemiş. AKP’nin ise derdi çok daha başka: Onlar 10 yıl içinde yaptıkları pek çok icraat ile defalarca Anayasa ihlalleri yaptılar. İşledikleri suçların hepsi de Yüce Divan’lık. İlgili yasalar ve Anayasa değiştirilmeden, kazara bir iktidar değişmiş olsa, sittin sene Silivri’den çıkamazlar. Bu nedenle, işledikleri suçları, suç olmaktan çıkartan yasalar ve Anayasa değişikliği yapmak ihtiyacı duyuyorlar. Bu arada, iktidarlarını sürekli kılacak, yeni bir rejimi de ancak bu şekilde garanti altına alabilecekler! CHP çaresizlik içinde, kendine verilen rolü oynamaya çalışıyor. Anayasa’dan “Türk” sözcüğünü çıkarmak işi bile onların üzerinde kalmış!.. MHP yetkilileri ise, çok konuşmuyorlar ama Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndan onlar da kalkmayacaklar. Bu kararlılıklarını ısrarla ifade ediyorlar. Demek ki, onlara da aynı rolün bir parçasının verildiği belli oluyor. Anlaşılan muhalefet olarak varlıklarını ancak bu şekilde sürdürebilecekler! İktidar, işlediği suçlarını suç olmaktan çıkartacak, muhalefet varlığını koruyacak. Koyun ve kasap kıssası misali. Biri can, diğeri et derdinde!..
Yabancılara mülk satışını düzenleyen yasada, “karşılıklılık” (mütekabiliyet) şartı kaldırılmış. Yani Türkiye’den dilediği kadar mülk satın alan bir yabancının ülkesinde, Türkler mülk satın alamayacaklar! Bu kesin. Çıkartılan yasanın 36. Maddesinde; toprak satışının sınırı da neredeyse kaldırılmış. Taşınmazların toplamı, özel mülkiyete konu alanlar için ilçe yüzölçümünün yüzde 10’unu, ülke genelinde de kişi başına 30 hektarı geçemeyecekmiş. Ama Bakanlar Kurulu, 30 hektarı 2 katına çıkarabilecek.(1) Türkiye toprakları üzerinde ikinci bir İsrail devletinin kurulması için üst yapı da hazırlanmış!.. Nedense, bu yeni devlete Kürdistan demeye dilim varmıyor. O kadarını da siz anlayın işte! Suriye sınırındaki mayınları temizleme karşılığında, 49 yıllığına İsrail’e verilmesi düşünülen toprakları, artık Yahudiler para ile satın alabilecekler!.. Gözümüz aydın!..
İçişleri Bakanlığı, 24 Nisan’da hazırladığı bir genelge ile yeni büyükşehir olacak 13 ilin yanı sıra, İstanbul ve Kocaeli dışındaki büyükşehirlerin belde belediyeleri ve 28 kentin köy muhtarlıklarının tüm yetkilerini valiliklere devretmiş.(2) Büyükşehirden “bütünşehir”e,(3) doludizgin gidiyoruz. Oradan da “özerk yönetime” (veya eyalete) doğru giden yol hazırlanmış gibi… Başkanlık sisteminin en önemli koşulu, eyalet sistemi olduğu göz önünde tutulduğunda, AKP’nin Oslo’da eline tutuşturulan yol haritasının, ülkeyi nerelere doğru götüreceği daha net olarak görülüyor şimdi!.. Bu işin “Yerel Yönetimlere Özerklik Şartı” gibi en ağır yanını savunmak yine CHP’ye düşmüş!.. Yarından tezi yok “Başkanlık Sistemi”ni tartışmaya başlıyoruz!..
Zaten BDP Milletvekili Gülten Kışanak da Washington dönüşü Radikal gazetesine verdiği demeçte: “ABD’den rol istedik” dememiş miydi? Hanımefendi PKK’nin sivil kanadının konumunu belli etmiştir… BDP Lideri Demirtaş ise: “Başkanlık sisteminden önce demokratik özerkliği tartışalım” (4) diyerek, bütün yanlış anlaşılmaların önüne geçmiştir!..
Rotamız belli oldu: Hedefine “tam bağımsızlığı” koymuş“Özerk Kürdistan”a doğru!..
***
AKP 10 yıldır iktidarda! 10 yılda, sadece bir defa 7 milyon çocuğa süt dağıtmışlar. İktidarın sütü bozuk çıkmış. Hastalanıp hastaneye kaldırılan yüzlerce çocuk varmış. Bu olaydan sonra çocuklar, evde de süt içmeye korkuyorlar!… Hükümet, çocuklara süt içirmek için mi, yoksa sütü bozuk bir yandaşın sütünü paraya çevirmek için mi süt dağıtmaya karar vermiş? Bu sorunun yanıtı şimdilik belli değil… Ana muhalefet ise, işin “beceri” boyutuyla ilgili. Dağıtımdaki aksaklıkları öne çıkartıp eleştiriyor… Tıpkı 4+4+4 sisteminin, “eğitim ve öğretim birliğini” ortadan kaldırmasını görmezden gelip, 20 milyon liralık alımın Kamu İhale Yasası kapsamından çıkartılmasını eleştirdiği gibi…
Hem verilen görevi yapacaksınız, hem de katıldığın bu işe muhalefet edeceksiniz!.. Kabul etmek gerekir ki, muhalefetin işi iktidardan daha zor!..
Başbakan, Devlet Tiyatrolarının kapısına kilit vurmaya karar vermiş. Bunu duydunuz biliyorum. Oyuncular için “Parayı bizden alıp, parmak sallayarak bizi eleştiriyorlar” demiş. Birden Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın, CHP Genel Başkanlığı’na aday olduğu Kurultay’daki konuşmasını anımsadım. Sonunda tiyatroları kapatmak da ona nasip olacak!.. Günay, o günlerde kendini laik, demokratik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk ve İnönü’nün koltuğuna oturmaya layık görüyordu! Şimdi devlet tiyatrolarının kapatılması gerektiğini savunmak için uygun cümleler kurmaya çalışıyor. Sanatçının canının fazla acımasını istemiyor galiba. Nereden nerelere gelmişiz!.. “Çağ atlamak” böyle bir şey olsa gerekir!..
Başbakan’a göre, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Bekir Coşkun’un kaleminden “pislik” akıyormuş. Bekir Coşkun; usta bir mizah yazarı, işlek bir kalem, korkunç da birikimi var. Kıvrak zekâsı ile olup biten her şeyi bir kaç cümle ile özetleyebiliyor. Kısaca yetenekli bir adam. Üstelik herkesin kolaylıkla anlayabileceği basit cümleler ile bu işi yapıyor. Ağzından bir defa olsun küfür çıktığını duymadım. Köşe yazıları, her yazarın gıpta edeceği şiir akıcılığında. En karmaşık konuları bile anlaşılır hale getiren bu yürekli yazardan, ne isteniyor? Belli ki, hükümet de Bekir Coşkun’un hükümete muhalif olanları uyandırdığının farkında. Onları da uyandırmış aslında!.. Asıl korkuları AKP’ye “ibadet etme” amacıyla oy verenleri uyandırması!.. O zaman “yandı gülüm keten helva”!..
Başbakan, İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal’dan da şikâyetçiymiş! Acaba Kocasakal’ın, “silahsız kuvvetler” nitelemesinden, halkı kastetmiş olduğunu anlayamadılar mı? Hiç sanmam, bal gibi anlamışlardır. Amaçları başka. Hükümeti asıl rahatsız eden; İstanbul Barosu’nun, “Silivri Hukuku”na karşı, haklı direniş gösteren savunma avukatlarının yanında yer almış olmasıdır. Diğer barolara örnek olabilir. O bakımdan, başkanın bu sözlerini bulunmaz bir olanak gibi kullanmak istiyorlar. Hükümet bu fırsattan yararlanarak, Genelkurmay’a ve komutanlara dünyanın en büyük barosunun başkanı ile Türkiye’nin en çok okunan yazarına haddini bildirme emrini vermiş!.. Aynı zamanda kendilerini test ediyorlar tabi. Bakıyorlar askere verdikleri emirler yerine getiriliyor mu? Genelkurmay Başkanı Nejdet Özel, tereddüt etmeden sivillerden gelen emri yerine getirmiş! Sivilleşiyor muyuz acaba ne? Ne büyük çelişki değil mi? Hükümet, vaktiyle Özel’in komutanlarını, güncel konular üzerinde görüş bildirdikleri için tutuklayıp cezaevine atmıştı. Şimdi kendisinden aynı işi yapmasını bekliyorlar. Başbakan’ın görüşleriyle uyumlu ve fakat askerin görevi içinde de bulunmayan, tutarsız açıklamalar yapması için askeri teşvik ediyorlar!.. Geçen hafta Genelkurmay Başkanlığı, hükümetin basın bürosu gibiydi!..
Av. Cemil Can
DİPNOTLAR:
- http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k6302.html
- http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/eyalet-sistemine-adim-h2795.html
- Hükümetin düşüncesine göre, nüfusu 750 bini geçen iller “Bütünşehir” yapılmak istenmektedir. İl Özel İdaresi’nin devre dışı bırakılacağı “Büyükşehir” uygulamasında sonraki adım eyalet sistemi olacağı için üniter yapıyla yönetilen Türkiye’de kabul edilemez. Normalde bir yerleşim yeri “büyükşehir” haline geldiğinde ,o sınırlar içindeki belde belediyeleri eğer nüfusları 50 binin üzerinde ise, “Büyükşehir İlk Kademe belediyeleri” haline gelmeleri planlanmaktadır. Tüzel kişilikleri ise devam edecektir. Nüfusu 50 binin altındakilerin ise, belediyelikleri düşecek ve köy ise, tüzel kişilikleri sona erecektir. İçişleri Bakanlığı tarafından onaylanarak yürürlüğe giren kararda yeni düzenleme ile İl sınırlarının aynı zamanda belediye sınırlarına dönüştürülmesi öngörülmektedir.
- http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/abdden-rol-isteyerek-emek-ve-sosyalizm-mucadelesi-verilir-mi-h2826.html
SADECE CHP DELEGELERİ (“BRUTUSLER”) İÇİN YAZILMIŞTIR!..
Y-CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILÇDAROĞLU, ÖNCEKİ GÜN DİN ADAMLARI İLE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ TOPLANTIDA: “Heybeliada Ruhban Okulu konusunda, eğer hükümet yeniden açılması lehinde samimi, içten tavrını bize yansıtırsa, buna destek vereceğiz, engel olmayacağız” DİYEREK, AKP İKTİDARININ “AKINCI BİRLİĞİ” OLDUĞUNU KANITLADI!..
BU AÇIKLAMANIN ANLAMI ŞUDUR:
RUHBAN OKULU’NUN AÇILMASI İLE İLGİLİ OLARAK YASAL VEYA ANAYASAL BİR DÜZENLEME YAPILIRSA, Y-CHP ANAYASAYA AYKIRILIK İDDİASI İLE ANAYASA MAHKEMESİ’NDE DAVA AÇMAYACAĞI SÖZÜNÜ VERMEKTEDİR!..
“SÖZ VERMEK EL VERMEYE BENZEMEZ!..”
YUKARIDAKİ AÇIKLAMA, ADALAR BELEDİYE BAŞKANVEKİLİ VE MECLİS ENCÜMEN ÜYESİ RAFFİ HERMON ARAKS TARAFINDAN, BASINA KAPALI OLARAK GERÇEKLEŞTİRİLEN TOPLANTI ARDINDAN YAPILAN HABERLERDE, KILIÇDAROĞLU’NUN KULLANMADIĞI SÖZLERİN YER ALMASI ÜZERİNE YAPILMIŞTIR… YANİ BİR “DÜZELTME” YAZISIDIR!..
DOLAYISIYLA Y-CHP’NİN RUHBAN OKULU KONUSUNDAKİ RESMİ GÖRÜŞÜNÜ, BU ŞEKİLDE KABUL EDİLMEK ZORUNDADIR!…
BU NEDENLE BEN DE AYNI KONU İLE İLGİLİ OLARAK, 12.07.2009 GÜNÜ KALEME ALDIĞIM KÖŞE YAZISININ BAĞLANTISINI AŞAĞIYA KOYUYURUM!..
BU PAYLAŞIMIM SADECE CHP’NİN “BRUTUS” OLARAK NİTELENDİRİLEN DELEGELERİ İÇİNDİR…
Y-CHP YÖNETİMİ HAKKINDA YAPTIĞIM; “AKP’NİN AKINCI BİRLİĞİ” YAKIŞTIRMASINDA EĞER HAKSIZLIK ETMİŞSEM, ÖZÜR DİLEYEREK BİR DAHA AĞZIMI AÇMAYACAĞIMA SÖZ VERİYORUM… DELEGELER BENİ HAKLI BULURSA, O ZAMAN BENİM DE ONLARDAN KÜÇÜK BİR İSTEĞİM OLACAK: Y-CHP’NİN AKP’YE ÇOK LAZIM OLAN BU YÖNETİMİNİ,(Kılıçdaroğlu’nu) BİR GÜN BİLE GECİKTİRMEDEN GÖREVDEN ALSINLAR!…
BU İŞİN NASIL YAPILACAĞI TÜZÜĞÜMÜZDE YAZILIDIR!.. AMAN GEÇ KALMAYIN HA!..
RUHBAN OKULUNUN AÇILMASINA İTİRAZ ETMEYİP, SADECE HÜKÜMETİN SÜT DAĞITIMINI ELEŞTİREN BU PARTİ, CUMHURİYETİ KURAN ÖNDERLERİMİZİN PARTİSİ OLAMAZ!..
YARGIYI ELE GEÇİREMEYEN (!) CEMAAT, SONUNDA CHP’Yİ ELE GEÇİRMİŞTİR!..
İŞTE SİZE O YAZININ BAĞLANTISI: http://www.cemilcan.av.tr/s.154.htm
ŞİMDİ “GÜZELLİK UYKUSU”NDAN KALKIP CHP’YE SAHİP ÇIKMA ZAMANIDIR!..
Av. Cemil Can
Karşıdevrimin Öncüleri ve İşbirlikçiler! Av. Cemil Can
İçimizden birinin “teslim olalım” anlamına gelen önerisi ile güne başladım. Sabah Gazetesi Yazarı Mahmut Övür Yeni CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak ile yaptığı söyleşiyi köşesine taşımış:
Önceki Akşam bir araya geldiğimiz CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak’la CHP’deki kısır döngüyü konuşuyoruz. Toprak çok rahat ve emin görünüyor. CHP’nin büyük bir dönüşümün eşiğinde olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor: ‘Önümüzdeki kurultay dönüm noktası olacak. Biraz bekleyin. Yeni CHP o zaman şekillenecek. CHP milliyetçi-ulusalcı solla ilişiğini kesmeli. Anadolu’ya dönmeli. Biz ekip olarak bunu yapmaya başladık ve hayatın her alanında yer alıyoruz.’ CHP bu değişimi gerçekleştirirken önünde Avrupa solunun yükselişe geçiş örneği duruyor.1 http://www.serenti.org/karsidevrimin-onculeri-ve-isbirlikciler/
http://www.cemilcan.av.tr/s.383.htm
CHP’Yİ KİMLER TUŞA GETİRDİ!..
İlçe Kongrelerinde “Blok Liste”yi içine sindiren ve bu yöntemle seçilen “Brutuslar”ın bir kısmı, İl kongresinde “Çarşaf Liste” için parmak kaldırdılar… Tribünlerden yükselen “yuuuuuuh!” seslerini duymazdan geldiler. En yetenekli oldukları konu bu duyarsızlıklarıdır! Bu son dönem de Y-CHP işitme engellilerin yönetimindedir!.. İlkesizlik, tutarsızlık, inançsızlık, küçük çıkarlar uğruna temel değerlerden vazgeçmek ve bir yerlerde olabilmek için her türlü rezilliğe “evet” demek, ne yazık ki yine bizim delegelerin bir “meziyeti” olarak ortaya çıkmıştır! Çok şükür! Delegelerimiz her seferinde çoğunluğu sağlayabilmişlerdir!…
Devam……http://www.cemilcan.av.tr/s.382.htm
“ÖZERKLİK ŞARTI” ve “TAM BAĞIMSIZ” KÜRDİSTAN!..
Ana muhalefet partisi Y-CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın:”Yerel yönetimlere mali ve idare anlamda özerklik verilmesini istiyorum. Eğer Türkiye Avrupa’da ilerlemek istiyorsa adem-i merkeziyetçiliği dikkate almalı” dedi… İki dönem Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanlığı’nı yapan; Hukuk, Ziraat ve İktisat Fakülteleri mezunu olan Gökhan Günaydın; Abant İzzet Baysal Üniversitesinde öğretim üyesidir. AB sürecinde, tarımın başına gelecekleri anlatmasına fırsat verilmedi. Y-CHP’den Milletvekili seçilerek, onu da sesi kısılanlar arasına kattılar. O Şimdi BOP’nin alt başlıklarını savunmakla görevlidir!..
devami http://www.cemilcan.av.tr/s.381.htm
Av. Cemil Can