UTANÇ !.. DUATEPE’Yİ VE KOCATEPE’Yİ SAVUNAMAYANLARIN 10 EYLÜL 1921 ve 30 AĞUSTOS 1922’Yİ ANMAYA BİLE HAKLARI YOKTUR!

UTANÇ !.. DUATEPE’Yİ VE KOCATEPE’Yİ SAVUNAMAYANLARIN 10 EYLÜL 1921 ve 30 AĞUSTOS 1922’Yİ ANMAYA BİLE HAKLARI YOKTUR! Ulusal Bağımsızlık savaşımızın utku günlerini değersizleştirenler kendi davalarının gereğini yerine getiriyorlar! Yakınıp duranlar, ulusal davalarına sahip çıkmamalarının sonucuyla karşılaştıklarının bilincine vararak, öncelikle kendileriyle hesaplaşmalıdırlar. Duatepe’yi yabancı kaynaklı, yabancı adlı (MasterChef) yemek gösterileriyle kirletenleri Aralık 2019’da yazmıştım. Yazmaz olaydım! Sonunda aynı tv gösterisini Kocatepe’de de sergileyerek Ulusal Bağımsızlık savaşımızın komuta yerini de, Atatürk’ün adını da aşağıladılar. Kocatepe’yi korumakla görevli general ve kurmayları, subayları sustular. YIKIMA aldırmayıp bayramlarla idare eden günün sözde savaşçıları da sustular! Mustafa Yıldırım, 9 Eylül 2020 “ATATÜRK’ÜN DUATEPE’SİNDE SON YIKIM Kocatepe, Dumlupınar Meydan Savaşının yönetim yeriydi. Mareşal Mustafa Kemal, 26 Ağustos 1922’de “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir İleri!” emrini oradan vermişti. İşte o Kocatepe, dozerlerle biçilseydi, beton-parke ile örtülseydi, tuvaletler inşa edilseydi, Başkumandan’ın izleri yok edilseydi; tören alanı denilerek tribünler yapılsaydı; yabancı kaynaklı MasterChef yemek yarışması orada sergilenseydi, Kocatepe’nin değeri kalmazdı kuşkusuz! Kocatepe’de yapılmasını istemediklerimiz ne yazık ki Duatepe’de yapıldı. Duatepe, Başkumandan’ın emriyle 10 Eylül 1921’de, Yunanlıların elinden alınmış; Başkumandan, aşağılardaki Beyliköprü düzlüğündeki Sakarya Meydan Savaşını oradan yönetmiş ve Ankara’ya 75 Km yaklaşan düşman püskürtülmüştü. Emperyalizmin maşası Yunanlılar, 22 Ağustos 1921’de yay gibi açılarak Ankara’yı boğmak için ilerlediler. Polatlı’ya dayandılar ve Duatepe’ye yerleştiler. Ankara’ya 75 Km kalmıştı ve önleri bozkır düzlüğüydü. Duatepe daha sonraları, “Türklerin Viyana’dan sonra geriledikleri son nokta” diye anılacaktı; çünkü Başkumandan 9-10 Eylül gecesi Duatepe yakınlarına geldi; karşı saldırı emrini verdi ve 800 m gerideki Basritepe’de bekleyen süvariler vadiye indiler. Yunanlıların mitralyöz ateşine aldırmadan dikenli-çalılık dik yamaca tırmanarak “son noktayı” ele geçirdiler. Tepenin yamacı toprağa düşen savaşçılarımızın kanlarıyla boyandı. Duatepe’ye çıkan Başkumandan, Beylikköprü düzlüğündeki savaşı oradan yönetti ve Yunanlıların saldırısı püskürtüldü. Bu kanlı savaşa Sakarya Meydan Savaşı denildi. Atatürk’ün komuta merkezi Duatepe, Bağımsızlık Savaşımızın atılım noktası oldu. 9 Eylül 1921’den tam bir yıl sonra, 9 Eylül 1922’de işgalcilerin artıkları Akdeniz’e döküldüler ve Türkün Bağımsızlık Savaşı kesin utkuya ulaştı. Savaşçılarımızın kanlarıyla sulanan, kıraç, dik yamaçlı Duatepe, subaylarımızın, askerlerimizin, Başkumandanımızın izlerini taşıyordu. Her taşı, her çalısı, kısaca her karışı özgürlüğümüzün simgesiydi. Duatepe adım adım düşürüldü Ağır iş makineleriyle gelenler, Duatepe’nin tepesini anıt yapma gerekçesiyle kesip biçtiler. Başkumandan’ın ve savaşçılarımızın izlerini betonla, parke taşlarla örttüler. Kesilen tepede düzenlenen gösterileri izleyenler rahat etsin diye tribünler yaptılar. Savaşçılarımızın kanlarını akıta akıta tırmandıkları yamaçları da, makinelerle düzeltip ağaçlar dikerek örttüler. Tepeye tören-mören için gelenler, hacetlerini gidersinler diye Polatlı Garnizonu’nun subaylarına ve erlerine helâ inşa ettirdiler. Törenlerde bol bol nutuk attılar! Yetinmediler, TV8’in “29 Ekim 2019 Cumhuriyet Bayramı Özel Yayını” için Duatepe’yi yemek yarışması stüdyosuna çevirdiler; İngilizlerin MasterChef levhasıyla lekelediler. Bununla da yetinmediler, son dönemlerin bazı savaş gazilerini Duatepe’ye getirerek MasterChef yemek yarışması gösterisine kattılar. Yemek yarışmasına “Atatürk’ün sevdiği yemekler” diyerek kılıf uydurdular. * Türkün ordusunu, zafer anılarını koruyamayanlar, Başkumandan’ın emrini unutmamalılar: “5. Tümenin Mangal dağındaki savunma yerlerini tutamadığı öğrenildi… Tümen kumandanlarının, subaylarının, erlerinin verilecek ilk emirle yıldırım gibi, düşman üstüne atılarak, şan ve şerefleriyle düşmanı yok etmelerini istiyorum! Hata eden kim olursa olsun cezalandırılacaktır. (…) Tümenin tüm erleri, subayları toplanacak ve bu emir kendilerine okunacaktır. Batı Cephesi Kumandanlığı da (emrin) duyurulduğunu bana bildirecektir.” ** Sorumluluk Kocatepe, Duatepe gibi savaş yerlerimizi, şehitliklerimizi korumak; bozulmalarını, kirletilmelerini önlemek, Garnizon Komutanlarının, Kuvvet Komutanlarının, Genel Kurmay Başkanlarının göreviydi. *** Hiç kuşku yok ki, bu ve benzeri saldırıları görmezden gelen Türkler de, kayıtsızlıklarının bedelini, Türk egemen devletlerini yitirerek ödüyorlar. Mustafa Yıldırım, 19 Aralık 2019″ * Duatepe’de MasterChef yemek yarışması: www.youtube.com/watch?v=MZkxn-v9roo ** Türk İstiklal Harbi- Batı Cephesi Sakarya Meydan Muharebesi ve Sonraki Harekat, II. Cilt, 5’inci Kısım, 2’nci Kitap, Genelkurmay Basımevi, 1995, s. 15’den kısaltarak yalınlaştırdım. (M.Y.) *** Teğmen Kubilay’ın yabancı bağlantılı Lions derneğine malzeme edilişi için bkz. http://www.sozgazetesi.org/index.php/koese-yazarlari/mustafa-yildirim/7642-adalarda-isgal-menemen-de-kubilay-lions **** Kocatepe’de gösteri rezaleti, 30 Ağustos 2020: https://www.acunn.com/masterchef-turkiye/masterchef-turkiye-nin-29-agustos-bolumunde-takimlar-kocatepe-de-yaristi-1178799-video   26 AĞUSTOS KURT KAYASI SÜVARİLERİ Mustafa Yıldırım “Günümüzde yurdun her ovası, her yaylası, Dumlupınar; her zirvesi Duatepe-Kocatepe; her dağı da Akıncılar’ın Ulus Dağı’dır!” Mustafa Yıldırım, Çökelez Dağı, 26 Ağustos 2019 Büyük taarruza hazırlanılmaktadır. Mecliste de yüreklendirici konuşmalar yapılması kararlaştırılır. Hamdullah Suphi Bey, ulusal kurtuluş savaşını değerlendirirken “mukaddes cinnet” der. Türkçesi: “Kutsal çılgınlık.” Başkumandan Mustafa Kemal, yanında oturana kızgınlıkla “Ne diyor bu?” der ve sesini yükseltir: “Ne cinneti? Millî mücadele hesap işidir, hesap!” Dilerseniz bu sözü de Türkçesiyle yazalım: “Ne çılgınlığı? Ulusal savaş hesap işidir hesap!” SON EFE MAREŞAL MUSTAFA KEMAL Mecliste Mustafa Kemal’in Başkumandanlığı’na karşı çıkanlar da çoktu. Savaşın hesaplarını çözümleyebilmek için günümüzün değme bilgisayar programları yetmez! Hem içerde hem dışarıda sürdürülen alçaklığa karşı, Meclisteki sinsi darbecilere karşı sürdürülen savaş. Moudros anlaşmasıyla ordunun, haberleşmenin (bugünkü Telekom), demiryollarının, yurdun topraklarının ve jandarmasının teslim edilmiştir. Savaşçılara halk desteğinin neredeyse yok denecek denli azdır. Teslimiyetçilik ve ihanet önde gitmektedir. Yokluk ve yoksullukta gecelerce ve gündüzlerce aklın yolundan ayrılmadan ince ince örülen bir savaştır Bağımsızlık Savaşı. En kısa savaş hattında bile eldeki olanakların ve tüm koşulların hesap edildiği; her bir savaşçının, her bir merminin bile hesaplandığı savaştır. 26 Ağustos sabahına gelince: Öyle “Crazy Turks” birden şahlanmış da, öne atılmış değildir. En küçük birliğin saldırı ya da savunma yeri, sayısı, görev sınırları önceden belirlenmiştir. Savaşçıların sayıları azdır; ama komutanları aklı başında, 20-24 yaşında gençlerdir. En kilit görevi, tam zamanında yerine getirenlere bir örnektir Kocatepe’ye birkaç Km uzaklıktaki Kurtkayası’nda savaşanlar. KOCATEPE’NİN ÇOCUKLARI TAM ZAMANINDA Bundan tam 11 yıl önceydi. Afyon-Çay-Akşehir yoluna çıktıktan 3 km sonra sağa (Batı) döndük. Düz ovada dağlara çıkan yola saptık. Batıya doğru birbirinin ardına sıralanmış sivri tepeler, vadiler… Uzaklarda, karlı zirveleri görünen Sultandağı, önümüzde, yamaçlarda yılan gibi kıvrılıp yükselen yol… Afyon çok gerilerde. Son dönemeci geçince sol yanımızda ilginç kayalar: Gökten yere atılıp da oturtulmuş ve birbirinin sırtına binmiş, birbirlerine bakarak yarılmış gibi duran, yüksek, keskin kenarlıu, dipleri yeşil-mor yosunla kaplı kızıl kayalar… Ortalardaki en büyük kayanın tepesi tıraşlanmış gibi düz. O düzlüğe sonradan konulmuş gibi duran, kalın levha biçiminde bir başka kaya… İşte o kaya uzaktan, yere oturmuş, başını göğe kaldırmış, uluyan, kahverengi bir kurda benziyor. Bu nedenledir ki yörenin insanları o kayalığa “Kurtkayası” demişler. Karşımızdaki tepelerin arasında, eteklere yerleşmiş, kırmızı kiremitli evleriyle Büyükkalecik. Kurtkayası’nı yüz metre geçince solumuzda düzgün duvarlı üst üste yerleşmiş üç teras. Teraslarda alçak boylu çamlar. Yola bakan duvarda üç metreye bir buçuk metre boyutlarında bir mermer levha. Levhaya yazı oyulmuş; 26-27 Ağustos 1922’de boğazı tutan 2500 kişilik Yunan garnizonunun tel örgülerini parçalayarak, işgalcileri boğazdan Afyon’a doğru süren 8. Tümen, 131 Alay, 36. Süvari Bölüğünün öyküsü anlatıyor. Süvarilerin görevi, 26 Ağustos 1922 sabahı Kurtkayası’ndaki tel örgülerden Büyükkalecik’e doğru yerleşmiş 2.500 kişilik Yunan garnizonuna saldırmaktır. İlk top sesinden ne bir dakika geç ne de bir dakika erken saldırmak! Bölüğün komutanı Bayburtlu Üsteğmen (savaş sonrasında Yüzbaşı) Agah Efendidir. Kumandan yardımcısı Teğmen (Sonra Üsteğmen) Feyzullah’tır. Bölükte 150 süvari vardır. Kumandan Agah Efendi, Kurtkayası’ndaki tel örgülere doğru atılıp geçerken vurulmuş; ama kayanın altına ilerlemiş, ince yoldan boğaza yürüdü ve işte orada, derenin üst yanında, “İleri!” diye bağırırken alnından vurulup düştü. Destekçi kuvvetlerle boğazı yeniden tutmaya çalışan Yunan birliğini Kocatepe’ye doğru geçirmemek için 26-27 Ağustos gecesi ve izleyen gün boyu savaşan süvariler, tepelerin yamaçlarında, çalı diplerinde toprağa düştüler. 27 Ağustos öğleden sonra yetişen 131. Alayın yardımcı güçleriyle aşağılara sürülen Yunan birliği Afyon’a doğru kovalandı. Büyükkalecik’ten koşup gelen yaşlılar ve kadınlar, Kumandan Agah Efendi ve onun yardımcısı Feyzullah Efendi ile 100 süvariyi o yamaçta toprağa verdiler. Daha sonraları şehitlerin künyeleri kabirlerinin başına konan ak mermerlere yazıldı. Şehit süvarilerden 16-21 yaşında olanlar çoğunluktaydı. Kırklı yaşlarında olanlar da vardı. Şimdi terasta çamların gölgesinde, Karadenizliler, Doğu Anadolular, Halepliler, Egeliler, Akdenizliler, koyun koyuna; “Yerel tarih” safsatalarını yalanlarcasına, bu yurdun moda deyimle “coğrafya” değil, tarihin de ulusal tarih olduğunu kanıtlarcasına, yan yana, arka arkaya yatıyorlar. En üst terasta, birkaç basamak merdivenle erişilen, dört direkli, üstleri miğfer biçimli kemerli, Selçuk mimarisinde, göğe doğru sivrilen kubbe ve kubbenin üstünde yukarı açılan küçük bir ay var. Kubbenin altında, yerde yan yana iki kabir, kabirlerin arasında bir direk. Direkte, rüzgârda dalgalanan ay yıldızlı bayrak… Kabirlerin birinin başındaki mermerde Bayburtlu Ziver Oğlu Yzb. Agah (24), ötekinin başındakinde de Sinoplu Ahmet Oğlu Feyzullah (22) yazılmış. KURTKAYASI’NDAN KOCATEPE’YE Büyükkalecik, çok eski bir köy olduğunu uzun yalaklı, yosun bağlamış, taş çeşmeleriyle anlatıyor. Köyün kıyısından kıvrılarak yükselen yolda ilerlerken, solumuzda, kırk adım ötedeki çeşmenin yalağından su içen kara sığırların başında 13-14 yaşlarındaki küçük çobana sesleniyorum: “Selamünaleyküm arkadaş! Kocatepe bu yanda mı?” Öne doğru iki adım atarak bağırıyor: “Şu tepelerin arasından çık! Sonra yol ayrıldığında soldakine gir. Karşında, göğe doğru Kocatepe!” “Anlaşılmıştır! Sağol!” Kurtkayası ile Kocatepe arası 6-7 km. Bu şu anlama geliyor. Başkumandanlık’ın zirvedeki karargahı ile Yunan garnizonunun arası da 6-7 kilometreymiş. Üsteğmen Agah ve Teğmen Feyzullah Efendilerin komutasındaki süvarilerin ölümüne savaşmaları işte bu yüzden. Kocatepe’den bakınca Hıdırlık tepesi, Afyon yönünde değil. Akarçay, uzaklarda Afyon ovasında Çay yönünde ilerliyor; daha sonra Eber gölüne dökülecek. Uşak dağları da ufukta seçiliyor. Dağların arkasında görünmeyen tek yer İzmir. Aklında binbir hesap, Kocatepe’nin sivrisine doğru öne eğilerek yürüyen Mustafa Kemal, yüreğiyle görüyor olmalıydı Akdeniz’i. Buz kaplıydı Kocatepe’nin eteği. Büyükkalecik Kasabası’na inerken, yine çobanımıza rastladık. Işıltılı çakır gözlerini kısarak seslendi: “Yollarda kar vardır…” “Evet, karlıydı yamaçlar. Adın nedir?” “Ali Tokdemir!” Kocatepe’ye çıkamayışımıza üzüldüğünden mi nedir, ince dudaklarını büzüyor, kaşları çatılıyor, güneş yanığı alnında iki ince çizgi beliriyor. Yaşından büyük gösteren bir genç öğretmeni gibi: “Karlar eriyince gel de, ben atlarla seni çıkarırım!” Söz dinleyen bir öğrenci gibi “Olur” diyorum, “Şöyle bir iki adım git de boydan fotoğrafını çekeyim!” Çoban Ali Tokdemir’in gözleri ışıldıyor, dudakları aralanıyor, üç adım geriliyor; sol kolunu açıyor ve elindeki değneği bir mızrak gibi yere dayayıp, başını yukarı kaldırıyor, göğsü öne çıkıyor. Deklanşöre basıyorum. “Sağol Ali! Sen okuyor musun?” “Ben Kuran kursuna gidiyorum!” “Tamam Ali, baharlardan birinde geleceğim. Senin atınla Başkumandan’ın Kocatepe’sine çıkacağız!” “Çıkalım!” Ali’den ayrılırken içimdeki o bildik eski ses: “Şuralarda öğretmen olmak vardı…” Ali’nin arkadan gelen sesiyle içimdeki hesaplaşma kesiliyor: “Yolun açık olsun!” Aşağıdaki şehitlikte yatan 16-20 yaşlarındaki süvarileri selamlarken Başkumadan’ın Bağımsızlık Savaşının bir “çılgınlık” değil, ince hesapla kazanıldığını haykıran sesini duyuyor ve “İyi ki süvariler, akıllı ve sabırlıymışlar” diye mırıldanıyorum. Kocatepe arkalarda kaldı. O günlerden bugünlere dönmek acı veriyor; ama boş umutlarla avunmak yerine daha çok çalışmak, çalışmak! Telaşa gerek yok! Aklımızı kullanacağız. Yanlış yollara sapmadan yabancılardan asla medet ummadan, sabırla yürüyeceğiz ve onurlu zaferlere hazırlanacağız! 15 Eylül 2008 ve 26 Ağustos 2012 YENİ ERDEMLİ UTKULAR İÇİN Karanlık günlerimizde “30 Ağustos” utkusunu kutlamak yerine “nihayetinde vatana namus borçlarını ödeyenler” gibi silkinmek ve kendi ruhumuzu temizleyerek işe başlamak asıl görevdir! Vicdanlarını Batı-Doğu emperyalistlerine kiraya verenlerin içi boş nutukları, Kocatepe-Kurtkayası’nda toprağa düşen 16-18 yaşlarındaki şehit süvarileri unutturamayacak ve Türk askeri yeni işgalcilerin maşası olmayacak! O süvarilerin ruhunu taşıyan gençler, kâğıt üstündeki Başkomutanları, onların emrine kayıtsız-koşulsuz giren sözde komutanları, rol kesen sözde genel başkanları çok, ama çok yanıltacaklar! Gün, şenlik günü değil, savaşım günüdür! Gençlerimiz, başka devletlerin gücüne değil, yalnızca ve yalnızca kendi güçlerine güvenerek bayrağı yeniden yükseklere kaldıracaklar! Yoksa siz duymuyor musunuz? Üsteğmen Agâh’ın, Teğmen Feyzullah’ın ve süvarilerinin sesi geliyor karanlığın ötesinden: Akdeniz, Akdeniz – Suları berrak deniz – Bırak geçeyim – Karşıda yar ağlıyor… Ve şimdilerde diyorlar ki: Dağları-ovaları yeniden kurtarmak için korkunuzu söküp atın! Ateşi gösteri için Kocatepe’de değil, önce yüreklerinizde tutuşturun ve kıvılcımla yurdun üstüne çöken zifiri karanlığı bir ucundan yakmaya başlayın! Mustafa Yıldırım, 30 Ağustos 2013