DESTİNA, GÜZEL KIZ Mustafa Yıldırım

“Ankara-Kızılay’da otobüs durağına bombalı saldırı: 37 yurttaş öldürüldü, 15’i ağır, 48 yurttaş yaralandı. 13 Mart 2016”

Tuvalı Ujin’e dokunup tılsım alan öğrencilerdendin Destina

Bak tılsım yetmedi!

Bombayla aldılar seni ve savunmasız komşularımızı.

Destina güzel kız!

“Ah” çekip sevindirmeyeceğim seni parçalayanları!

Elin maşası katilleri bir yana bırakıp ona buna “istifa” demekten başka bir şey yiyemeyenleri bağışlamayacağız!

Bağışlamayacağız “Barışın dilini konuşacağız” diye diye teröristleri rahatlatan Öteki’ni!

Tunceli derelerinde Kaleşnikoflularla sabahlayıp “Gençler barış istiyor” diyen Öteki’nin milletvekili adamını…

Sınırlarımızı korumaktan sorumlu olup da Kandil’den inenlere selam duranları unutmayacağım!

Unutmayacağım!

Bombanın sesini duyunca F16’sıyla Kandilin tepesine inmeyen

İlla ki emir bekleyen Pilot Yüzbaşıları!

Destina güzel kız!

Okul arkadaşlarınla öylece bakışıp kaldık

Onlar seni toprağa verip gelmişler

Seslerimiz boğazlarımızda düğümlendi

Öylece uzaklara dalıyor arkadaşların

Ancak bilmezler ki katiller!

İnsan maskeli siyaset cambazları bilmezler ki!

Arkadaşların öfkelerini yüreklerine gömdüler!

Şimdilik…

Ben de öyle…

Destina güzel kız!

Adın gibi Peri oldun!

Soyadın gibi Parlak yıldızlara uçtun!

Daha üç gün önce merdiven başında konuşmuştuk

Ayrancı Anadolu Lisesi zilinin Onuncu Yıl marşıyla seslendiğini

Sonra Destina, sonra marşın susturulduğunu

“Biz içimizden söylüyoruz efendim!” demiştin.

Ah, Destina! Güzel kız!

427 numaralı otobüsümüzü gördükçe aklıma düşeceksin Arkadaşlarının gülümsemeleri acılaşacak…

Ve senin öcün Destina,

Sinsi Öteki’ler yargıya çekilince alınacak…

Sınırlarımızı düşmana açanlar mı?

Dr. Agostinho Neto yazmıştı yanıtı

Luanda’da Portekizlilerin mapushane duvarına

“Burada hapiste öfke büyüyor göğsümde

Sabırla bekliyorum toplanmasını

Tarihin yeliyle savrulan bulutların

Yağmuru kimse durduramaz!”*

Bizim de sözümüz var Destina:

“Yine yazılacak yere göğe

Karanlığı yakacağız!

Savaşçılık inadımızla

Binlerce yıldır yakıldığı gibi!

Sesimizi yüreğimize gömeceğiz

Şimdilik… Şimdilik…”

Ankara, Yukarı Ayrancı, 15 Mart 2016

*Wei Cheng, Yağmuru Kimse Durduramaz, UDY, 2008

SİVİL SİLAHLI GÜCÜN KANLI KÖKÜ… Mustafa Yıldırım  Humeyn köyünden Hintli Ruhullah’ın torunu Ferişte Aralık 1992 sonunda İstanbul’da konuşturulmuş; “Kahrolsun laik diktatörlük! Yaşasın Hizbullah!” sloganlarıyla selamlanmıştı! 

30 gün sonra, 24 Ocak’ta, Uğur Mumcu öldürülmüş; üç gün sonra İran‘da eğitilen Üsküdarlı grup da Jak Kamhi‘yi öldürmeye çalışmış; başlarındaki kişi İran’a kaçmıştı.  

Bu saldırıdan 10 gün sonra Kağıthane‘de, Kudüs Kuvvetlerinin sözcüsü, şimdilerde Halkalı’da, “Aziz Nesin hakkında İslamın hükmünün yerine getirileceğini” açıklarken binlerce kişi, “Yaşasın Hizbullah” diye haykırmıştı.  

Bu toplantıdan sonra birbirini izleyen intikam gösterileri düzenlenmiş ve yolun sonunda “İslam inkılapçılarının yönlendirdiği” kitle Madımak‘ta 33 kişiyi yakarak öldürmüştü. 1978’de İran’da darbeye katılan kişi İstanbul’da “Biz Alevileri yakarız” demişti ve denilen yapılmıştı. 

Madımak’da insanlar yakılırken İran sınırından giren 300 PKK’li terör estirmiş, Başbağlar‘da köylüleri kurşuna dizmişti. 

1993’ün sonunda birbiri ardına düzenlenen toplantılar, ilişkilerin Cezayir‘den Keşmir‘e genişlediğini de gösterdi. 28 Aralık 1993’te, “Dünya Müslümanlarıyla Dayanışma ve İntifada Gecesi“ne Hamas‘tan Azam TamimiKeşmir‘den Hizb-ul Mücahidin Genel Emiri Gulam Nebi NuşehriAbdurreşid TurabiCezayir FIS örgütünün kurucusu Şeyh Abdulbaki ve Bosna Kazım Çetiç katıldı.  

“Ellerinde kelime-i tevhid” bayrağıyla salona giren 13-15 yaşlarındaki çocuklar tur atarken coşku arttı. “25 kişilik marş ekibi” Arap usulü tef eşliğinde seslerini yükseltirken, Azam Tamimi onlara eşlik etti ve öfkeyle konuşmaya başladı; Yaser Arafat‘ı “ihanet içinde” olmakla suçladı.  

İkinci konuşmacı Gulam Nebi coşkuyu iyice artırdı; konuşması “Allahuekber” haykırışlarıyla her kesilişinde sağ yumruğunu havaya kaldırıyordu.  

Kemal Şahin Hoca, “Te Ce’nin kuruluş yıllarından itibaren Müslümanlar üzerinde uygulanan baskıları” anlatırken sloganlar sürdü: 

Laik devlet yıkılacak elbet!  

Yaşasın şeriat! 

Müslüman zulme boyun eğmez! 

Kahrolsun laik diktatörlük! 

Konuştukça coşan Kemal Şahin Hoca, “Ölmesini bilmeyenlerin yaşamaya hakları yoktur!” diyerek, salondakileri şehadete çağırdı ve  haykırdı: 

Erbilli Esad Efendi’lerin, Şeyh Said’lerin, İskilipli Atıf Hocaların kanlarının yerde kalacağını mı sandınız?  

Böylece Menemen‘de baş kesenlerin ve MTTB‘yi yıllarca yöneten, “Osmanlıcılık” görüntüsü altında Arap MilliyetçiliğiniArabistan Kralı‘na bağlılığı savunan Türk karşıtlarının Şeyhi, Erbilli Kürt Esat‘ın adı öteki Kürt Şeyhinin adıyla birlikte ilk kez anılıyordu.  

Kemal Şahin Hoca‘nın öç almaya çağıran sözleri, dinleyenleri bir kez daha coşturdu ve salon haykırışlarla inledi: 

Muhammed’in ordusu laiklerin korkusu! 

Kemalist devlet yıkılacak elbet! 

“İslami devlet duasıyla” sona eren bu toplantıda Türklerin Cumhuriyeti’ne meydan okumuşlardı. 

* 

1909’da başlayan “Çürüme”, Kürt-Arap Şeyhlerinin isyanlarıyla gelişen Türk karşıtlığı zifiri karanlıkta serpildi. Gizliden değil, göstere göstere, bağıra çağıra yürüdüler! 1982’de İran’da eğitilenlen örgütlerin suikastları 1988’de “Cellad’ın Gecesi”nde Muammer Aksoy’un öldürülmesiye seri cinayetlere döndü.  

Sayısız suikastın, bombalı toplu kyımların sorumlusu, Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti, 1990’da “Türkiye İslam inkılabı ihraç edildi” demişti. Yakınlarda Doğu Perinçek’in ve yanındaki amiralin ziyaretiyle rahatlayan ve aklandığını sanan Velayeti, Türklere elbette hesap verecektir.  

Şimdi sıra Humey köyünden Hintli Ruhullah’ın yaptığı gibi, 12’isinden 70’ine sivillerden oluşan, eğitimli-silahlı bir güçle (Basij, besij gibi) inkılabı korumaya mı geldi?  

Bakalım gününü birkaç sloganla idare eden Türkler, zifiri karanlıktan uyanabilecekler  mi?  

Dillerinden “ulus” sözcüğü eksilenlerin maskeli balosu sürerken zor!  

Gündemde kalabilmek için gerçekleri saptıranlara, eksik bildirerek ortamı bulandıranlara dikkat!  

Sokak ağzıyla hönkürmekle yetinip fetvaların üstünü örtüveren maskeli muhalefete, yediği dayağı anlatmaktan yüksünmeyen paşalara dikkat! 

Görevini yıllarca savsaklayan, düşmanın orduyu ele geçirmesine göz yuman, iç düşmana teslim olmayı “kahramanlık” diye yutturan subaylara dikkat! 

İran’da milyonlarca çocuğu-kadını, yaşlıyı, yazarları, mühendisleri, doktorları, öğretmenleri, köylüleri, subayları, işçileri, öğrencileri katleden, 8-9 dokuz yaşında kızların ırzına geçmeyi kutsal kitaba dayandıran molla diktatörler düzenini övmekten utanmayan  ekran yıldızı amirallere daha da dikkat!  

Mustafa Yıldırım, 10 Mayıs 2016 – 27 Aralık 2017 

PALAVRAYI BIRAK İMAM’A BAK!  Muhalefetliğin de bir adabı var! Mustafa Yıldırım
Halk oylaması yaklaştıkça karşı çıkanların bazıları, “Dünyanın hiçbir yerinde benzeri yok” ya da “Fetö yazdı”, “”Esad’ın anayasası” gibi sözlerle işin aslını buğulandırıyorlar!

Türkiye’de hazırlanan “fetvacı” düzen, baştan sona Ayetullahlar İran’ında 37 yıldır sürüyor! Suudi Arabistan’da, Katar’da, Birleşik Arap Emirliklerinde, Sudan’da ve daha pek çok yerde…

Türkiye’de Zifiri Karanlıkta yüzüyorsunuz ve siz onun “Başkan” olacağını sanıyorsunuz!

Oysa başınıza geçen kişi, denetlenemeyen, bir anlık fetvayla elinizdekini alabilecek, sizi kendi kadılarına teslim edebilecek, sivil-asker-polis tüm silahlı güçlerini üstünüze salabilecek “Rehber İmam”dır.

<< Devlet organlarının üstündeki Rehber İmamın [Dünyadaki yaygın sıfatla liderin, önderin] seçimsiz göreve gelmesi, sınırsız yetkileri, İran devletinin geleceğini bağlıyordu:

Madde 5, 107

İslam dünyasını yönetecek tek yetkili, ümmete önderlik edebilme özelliklerine sahip, imanlı, bilgili, yürekli bir yönetici olacaktır.

Değerli başvuru makamına gelecek kişi, inkılâp önderi Ayetullah Uzma İmam Humeyni’nin özelliklerine sahip olmalıdır.

Humeyni’den sonra bilgili ve deneyimli kişilerden oluşan Ehl-i Hibre [Hibregan] kurulu, özel üstünlüğü olan birini belirleyecektir. Böyle bir kişi belirlenemezse birden çok kişiden oluşan Rehberlik Şurası oluşturulacaktır.

Anayasa Madde 109

Rehber İmam, savaş, barış, genel seferberlik ilan edebiliyor.

Devlet başkanlığı adaylarını belirliyor, adayları yasaklayabiliyor.

Rehber İmam devlet kurumlarının, yargının, ordunun en üst yöneticilerini atayabiliyor:

Devlet Yüce Divanı Başkanı

Devlet Başsavcısı

Genelkurmay Başkanı

İç güvenlik Başkomutanı

Kara, Deniz, Hava komutanları

Meclisin üstünde yetkili Anayasayı Koruma Şurasının üyeleri

Ulusal Savunma Yüksek Şurası:

Reisicumhur, Başbakan, Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Sipah Başkomutanı ve ayrıca kendisinin atayacağı iki danışmandan oluşuyor.

Rehber İmam ayrıca Devlet Yüce Mahkemesi’nin önerisi ve Meclisin onayıyla devlet başkanını görevden atabilir.

Zifiri Karanlıkta I. Cilt, UDY, 2016, s. 178-179>>

Rehber İmam gücünü Allah’tan aldığını ileri sürüyor; “Hakimiyet Allah’ın” diyor, ama yönetme yetkisi tümüyle ondadır!

Hocaları Erbakan, “İran devrimi çok hayırlı bir olaydır. Bu devrimi yapanlara teşekkür ediyor, aynı zamanda onları kutluyoruz” demişti. Şimdi onun talebeleri Anadolu İslam devrimini tamamlıyorlar! (Zifiri Karanlıkta 2. Cilt, s. 762)

Rejim değişmiyor; yüzlerce yıllık Türk devleti yıkılıyor!

Bu arada, kendilerini muhalif “önder” sanan soytarılar cehennemin yoluna taş döşemekle kalmıyor; sizin ruhunuzu da satıyor! Oysa kesin gerçek oldukça yalın:

“Gerçeklerden kaçarak karanlıktan kurtulamazsınız!”

Not: Ekranlardan, salonlardan eksilmeyen eski Amiral!

Sen Ayetullahlar tiranlığının avukatı mısın ki, ikide bir “evet” denirse İran’la savaşılacağını söylüyorsun? Bırak fetvacılığı da, Ege kıyılarına git, eski asker arkadaşlarınla birlikte halkı Yunan’ın işgal ettiği adalar konusunda uyandır! Karadeniz kıyılarına uzan da hemşehrilerine Türklerden kopmanın bela getireceğini anlat!

CHP’nin sözcüsü Özgür Özel!

Sana mı kaldı iktidarı Almanya karşısında savunmak? Senin işin gücün yok mu?!

Şerif Mardin – CIA – Marine Club Mustafa Yıldırım

Bilindiği gibi, yıllardır “resmi tarih” nitelemeleriyle Türkiye’de her şeyin gizlen-diği, her şeyin yalan olduğu kanısı uyandırıldı.

Yalan-dolan kampanyacıları, Türkiye’den şeffaflık, hatta tarikatçılara-azınlık milliyetçilerine özgürlük isteyen Amerika-Avrupa-Arabistan- Ayetullahlar İran’ı ve ötekilerin, Türkiye’nin binde biri kadar şeffaf olmadığını elbette biliyorlar; ama maksat Türk devletini yıkmak!

“Zehirli sonuçlar” yaratacak bazı kapalı toplantılara katılan ‘ilim’ ve bilim adamlarından ana vatanlarına karşı çok ama çok az da olsa sorumluluk duya-rak bildiklerini açıklamadan dünyadan ayrılıp gidiyorlar.

Ölen Şerif Mardin’in arkasından konuşalım ki nabza göre şerbet verme telaşıy-la ölene övgü düzenlerin bazıları uyansınlar!

Deniz Kulübünün Amerikano-Turko konukları

Merve Safa abu-Şanab Kavakçı’nın meclise yürümesinden yalnızca on beş gün önce ilginç grup, 9 Nisan 1999’da, Washington’daki Marine Club (Deniz Kulü-bü)’da toplandı.

Etkin kişilerin katıldığı  yemekli-viskili toplantıya katılanlar sonradan çok ünlen-diler:

Henri J. Barkey: ABD Dışişleri adına toplantıyı düzenledi. O zamanlar ABD Diplomatları Araştırma ve İstihbarat Bölümü sorumlusuydu. Dışişleri CIA irtibat elemanı dul Elen Laipson’un arkadaşı, sonradan kocası oldu. CIA’nın “Ilımlı İslam” operatörü Graham Fuller’le birlikte Kürtlerle ilişkiler kurdular, paneller düzenlediler, ortak kitap yayınladılar.

Barkey, Barzanilerle birlikte çalıştı, onlar için toplantılar düzenledi. George Bush Jr. Başkan olunca CIA merkezinde görelendirildi.

Alan Makowsky: Fethullahçıların polislerini, bazı subayları, T.C başbakanlarını, bakanlarını, belediye reislerini konuk eden, ABD-İsrail örgütü WINEP (Was-hington Yakındoğu Politika Enstitüsü) Türkiye Şefi.

Morton Abramowitz: ABD Ankara eski Büyükelçisi, Fethullah Gülen’în, Türkiye Cumhuriyetinin kökünü sökecek yeni İslamcıların önünü açan Ilımlı İslam operatörü.

Kemal Kirişçi: Boğaziçi Üniversitesinden TESEV ve USIP projecisi. (Ayrıntılar ve paralı ilişkiler için bkz. Sivil Örümceğin Ağında ve Ortağın Çocukları)

Ahmet Evin: Sabancı Üniversitesi’nde dekan. (Bu üniversitedeki ABD destek merkezi-istasyon için bkz. Ortağın Çocukları).

Sabri Sayarı: Boğaziçi ve Amerika arasında gidip gelenlerden RAND’ın eski danışmanı. (Sayarı ve CIA raporları için bkz. Sivil Örümceğin Ağında)

Hakan Yavuz: Nurcular üstüne derin araştırmalar yapmış, 1999’a göre, 14 yıldır Amerika’yı yurt edinen Utah Üniversitesi öğreticisi.

ABD destekli Şerif Mardin

CIA elemanı Barkey’in başkanlığındaki toplantının şeref konuğuydu Şerif Mar-din.

Prof. Şerif Mardin, Cemal Kutay’ın yapılmayan görüşmeler ve olmayan belge-ler üstüne yazdıklarını esas aldı ve “Bediüzzaman Saidi Nursi” adıyla Ameri-ka’da okunmak üzere İngilizce kitabını yayınladı. Sözde bilimsel yapıtı yaratan Mardin Bilderberg üyesiydi.

Şerif Mardin, Nurculara-Fethullahçılara yaranmak için yazdığı kitapla Saidi Kürdi-Nursi’yi “eşsiz bilim adamı kimliğine kavuşturdu, Ona tüm felsefi, fenni, teknik kitapları okutturdu…. (Gerisi için bkz. Meczup Yaratmak -Saidi Kürdi-Nursi ve Yanıltma Ustaları)

Şerif Mardin daha ünlenmemişti. Türkiye Bilimler Akademisi’ne üye olmak istedi. Erdal İnönü önermişti. Prof Ayhan Çavdar başkanlığındaki akademi onu yetersiz bularak kabul etmedi. Vay sen misin etmeyen! ABD Büyükelçiliği Prof. Ayhan Çavdar’a tehditler savurdu. Çavdar ailesi çok sıkıntılar çektiler.

2002’den sonra Akademi yeni İslamcı liberallerin ağına düşünce kurucu baş-kan Prof. Ayhan Çavdar akademiden ayrıldı.

Slogan milliyetçileri ve Eşek Adası!

“Milliyetçi” kardeşler övdüğünüz adamı tanımadan halkı yanıltmıyor munuz?

Her önünüze geleni kendiniz gibi sana sana nereye yürüyorsunuz?

Sırf koca koca kitaplar yazdılar diye her önünüze geleni yüceltme huyunuz değişecek mi?

Şerif Mardin için “saygıdeğer bilim adamı” diyorsanız, azınlık milliyetçilerine yarenliğiniz de saygıdeğerdir!

9 Eylül

Bugün Atina devleti çapulcularının Akdeniz’e döküldükleri gün. Elde bayrak yürüyor Türkler… Eşek Adası’nda da Atina devletinin askerleri, Bizans bayrağı çekmiş; keyif ediyorlar! Türklere her gün bayram mı?!

Çökelez, 9 Eylül 2017

e.b (ek bilgi)

Prof. Dr. Ayhan Çavdar’ın TÜBA’dan ayrılma mektubu için bkz. www.muratkaymak.com/?Syf=26&Syz=160845&/T%C3%9CBA%E2%80%99n%C4%B1n-%C4%B0lk-Ba%C5%9Fkan%C4%B1-Ayhan-%C3%87avdar%C4%B1n-%C4%B0stifa-

Atatürk’ü Fatih Camisinde yuhalamışlardı! Mustafa Yıldırım

“Türkiye İslamcı Gençlik” bildirileriyle meydan okunduktan sonra, ilk kez bir toplu eylem caminin içinden başlatıldı.

15 Mayıs 1980 gecesi Regaip Kandili mevlidi Fatih Camisinde ilahilerle sürmüş sonunda sıra duanın okunmasına gelmişti.

Onlarca yıldır mevlitlerin ve bayram namazlarının sonunda hocalar, dualarını “Kurtuluş Savaşının muzaffer kumandanı, Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Kumandan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının da ruhlarına ikram eyle Yarabbi. El Fatiha!” diyerek bitirirlerdi.

O gece de dua böyle bitecekti, ancak Yahya Eskişehirli Hoca, “el Fatiha” demek üzereyken cami “yuh” sesleriyle inledi. 20 sakallı genç “lanet olsun” diye bağırarak, tekbir getirerek eylemlerini sürdürdüler. TRT mevlidi canlı yayınlıyordu…

Necmettin Erbakan da kınadı, ancak yandaşlarını koruma kaygısıyla eylemin Müslümanlara karşı “bir tertip” olduğunu da söyledi.

MSP Genel Sekreteri Oğuzhan Asiltürk de “Hükümetin tertibi” olduğunu ileri sürdü.

İran’daki darbeden sonra coşkuya kapılan İslamcılar, açık alan gösterilerinde, yürüyüşlerde, Atatürk’ün adını anmadan “laikliğin ve taguti düzenin kurucusu, Kör Kemal” diyerek lanet okuyorlardı; ancak ilk kez adı anılarak Atatürk’e doğrudan,hem de camide lanet okuyorlardı.

Eylemcilerden Yakup Aslan, “En belirgin özelliğimiz, Şura’nın verdiği kararları uygulayabilmekti” diyor ve ekliyor:

“Fatih camisinde darbe öncesi okunan mevlitte muhalif isimlere [Gazi M. Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına] dua edildiğinde tekbirlerle protesto edişimiz, mücadele bilincimizi pekiştirmiş, ciddi tutuklamalar karşısında firar ettiğimiz yerlerde halka büyük moral veren bu çıkışımızın izlerini ülkenin en ücra köşelerinde görerek ümitlenmiştik.” [Zifiri Karanlıkta İçten Çürüme, s. 215-216] (1)

Ümitleri boşa çıkmadı: Onlarca yıldır atılan kara tohumlar güçlendi. Fatih Akıncıları, Suud’un “Müslüman-Milliyetçileri” devletin yönetimine kondular.

Türklerin ordusu tırpanlandı.

İngilizleri Çanakkale’de durduran Kumandan Mustafa Kemal’in adı T’siz Silahlı Kuvvetlerin Çanakkale afişlerinden kalktı.

Afişte Said-i Kürdi-Nursi’nin resmini koyacakları günler de yakın mı?

Neden olmasın! T’siz SK’in yöneticisi Said-i Kürdi-Nursi’yi öven adamın evinde kahve içtiğine göre mümkündür!

Fetvacı Rehber İmam düzenine siz hala “Başkanlık Sistemi” deyip durun…

Yoksa siz, 14 yıldır yaşadığınız ortamı Cumhuriyet’in “demokratik” sistemi mi sanıyordunuz?

İçten çürütülen Türk devleti yıkılırken gerçeklerden kaçmanın bedelidir yaşananlar! Yalnızca düşünce özgürlüğü değildir yitirilen, Akdeniz’deki Türk adalarıdır! Arapların yığıldığı Hatay’dır’, Antep’tir…

Haydi, söyleyin bakalım, yıllardır yönetimlerinde Türklerin bulunmadığı siyasal partiler midir umudunuz?

Onu da Devlet Bahçeli ve “silah çekeriz” diyen parti gençlerine sormalısınız!

Türkiye’de yaşayanların yarısına yakını, Türklerden sıyrılmış bir garip devleti fetvayla yönetecek bir İslam kralı istiyorsa; birlikten, huzurdan, iç barıştan söz edilebilir mi?

Yoksa “O da onların düşüncesidir, demokratik sonuçtur” deyip bayram mı edeceksiniz?

Devletini sandıkla-oylamayla yıkan Türkler, tarihte bir ilki başarmaya çok, ama çok yakın değil mi?

Not 1: Yakup Aslan, Fatih Akıncılarındayken şimdiki devlet yöneticilerinin de arkadaşıydı.. İran’da Ayetullahların devletine çalıştıktan sonra Türkiye’ye döndü. [Zifiri Karanlıkta, Cilt 1-2}

ZİFİRİ KARANLIKTA BAŞ KESENLER  KÜRT ŞEYHİ ve AĞRI – MENEMEN İSYANI.Mustafa Yıldırım
“Ey Müslümanlar!

Ne duruyorsunuz?

Halife Abdülmecit hududa geldi.

Sancak-ı Şerif çıktı!

Gelin altında toplanalım!

Şeriat isteyelim!”

31 Mart 1909’da olduğu gibi, 1925’te de Nakşîlerin Kürt Halidilik kolundan Şeyh Muhammed Sait Palevi’nin önderliğinde, Kürt milliyetçilerinin, aşiret reislerinin desteğiyle ayaklanma başlatıldı. “İslam elden gidiyor” sloganıyla köylüleri isyana kattılar.

İsyanın bastırılmasının ardından Şeyh Sait’in kardeşi Şeyh Mehdi, sonra da oğlu Şeyh Ali Rıza, kaçtıkları sınır bölgelerinde bir dizi isyana karıştılar. 1925-1930 arasında Siirt, Van, Ağrı, Bitlis çevresinde şeyhlerin de aralarında bulunduğu isyancılar, devlet kurumlarına, saldırdılar, memurları öldürdüler.

Ağrı dağı çevresinde eşkıyalıkla geçinen bazı aşiretlerin saldırıları 1926’da başladı. Eylül 1929’da İran tarafında yaşayan, yazları Türkiye’ye geçen Şeyh Abdülkadir aşiretinin isyanı genişle-di. Mayıs 1930’da Savur’da isyancılarla güvenlik güçlerinin çatışmasını Eylül 1930’a dek süren Zeylan ayaklanması izledi.

Bu arada Lübnan’da İngilizlerin yönlendirmesiyle “Hoybun” örgütü kuruldu. Örgüt yönetiminde Şeyh Sait’in oğlu Ali Rıza ve Ermeni temsilcisi Vahan Papazyan da vardı. Mısır’da, Irak’ta, Avru-pa’da temsilcilikleri açılan örgüt, Ermeni Taşnak partisiyle cephe birliği protokolü de imzalamıştı. Ermenistan sınırında, Ağrı’da son genel isyan başlamıştı. Ana sloganlardan biri de “Halifesiz millet yaşamaz!” idi. Yörede 4 yıldır süren isyanın son dönemi, isyancıları yüreklendirmişti. Yörede bir tür devlet örgütlenmesine de giden isyancılar, zafere yakın olduklarını düşünüyorlardı. 1/2

KÜRT ŞEYHİ ERBİLLİ ESAT

O sıralarda İstanbul Erenköy’deki köşkte yaşayan Kürt Şeyhi Erbilli Esat’ın mollaları da batıda isyana hazırlanıyorlardı. Şeyh Esat, 1847’de Erbil’de doğdu. Dedesi Şeyh Hidayatullah, Süleymani-ye’nin Karadağ Köyünde ve daha sonra Hindistan ve Bağdat’ta yaşayan Kürt Şeyhi Diya ed-Din Halid’in Erbil temsilcisiydi. Babası Mehmet Sait de Erbil’de Nakşi Halidiye Tekkesi şeyhiydi. 3

1875’te İstanbul’a gelen Esat, Fatih Camisinde dersler verirken Abdülhamit’in damadı Halit Pa-şa’nın yardımıyla dergâh Şeyhi oldu; bir zengin kadının yaptırdığı tekkeye yerleşti. 1900’de Irak’a sürüldü; 1910’a dek Erbil’de kaldı. İstanbul’a döndüğünde Sultan Reşat’la ilişki kurmayı başardı. 1914’te Şeyhülislam emrinde tekkeleri yöneten, denetleyen Meclis-i Meşayıh [Şeyhler Meclisi] üyeliğine atandıktan kısa süre sonra reisliğe getirildi ve Erenköy-Kazasker’de bir köşk satın aldı.

Cumhuriyet döneminde halifeliğin kaldırılması, tekkelerin, medreselerin kapatılması ve Türkçe devrimleriyle, eğitim seferberliğiyle egemenliğini yitiren şeyhler gibi Şeyh Esat da Cumhuriyet devletine karşıydı. 4/5

Şeyh Esat’ın bağlılarından Laz İbrahim Hoca, Manisa’da Tabur imamıydı. İstanbul’dan “Kutbua-zam” diye yücelttiği Şeyh Esat’ın fermanlarını, kitaplarını getirip evinde, çevre köylerde toplantılar düzenliyor, zikir ayinlerinden sonra köylüleri halifenin, padişahların, Abdülhamit’in damatlarının yakında döneceğine inandırarak örgütünü genişletiyordu. Paşaköy’den “Mehdi” adıyla ünlenen Der-viş Memet, Laz İbrahim’in başta gelen mollasıydı.

Emekli olduktan sonra İstanbul’da Beykoz’a yerleşen Laz İbrahim, Erenköy’deki Şevki Paşa Köşkünde oturan Şeyh Esat ve onun oğlu Mehmet Ali’yle görüşüyor; Manisa çevresinde örgütlülüğü geliştiriyor; gerektiğinde müritleri Şeyhinin köşküne gönderiyordu. Derviş Memet ile Laz İbrahim’in müridi Nalıncı Hasan, isyancılarla Şeyh Esat arasında kuryeydi.

Manisa’nın Lalapaşa, Narlıca, Aktar Hoca mahalleleri, Horos Köyü, Paşaköy, Menemen ilçesi ve Bozalan Köyü, örgütün köklendiği yerlerdi.

Paşaköy’den Giritli Derviş Memet becerikliydi; Şeyh Hafız Ahmet, Şeyh Ahmet Muhtar, Hayimoğlu Jozef, Molla Süleyman, Hafız Cemal başta olmak üzere çiftçilerden, esnaftan, Girit, Selanik göçmenlerinden, Arnavutlardan, Boşnaklardan güçlü, disiplinli bir ağ oluşturdu. Rumların bazıları da onunlaydı.

KÜRT ŞEYHİ ERBİLLİ ESAT’IN MÜRİTLERİNİN KANLI İSYANI

Cumhuriyet devleti, Eylül 1930’da doğudaki Kürt isyancıların egemenliğini bitirmek için uğraşı-yordu. Aralık 1930, Ağrı isyanının en kritik dönemiydi. Batı Anadolu’da da isyana hazırlanılıyordu. Kasım 1930’u İstanbul’da geçiren Laz İbrahim Hoca da İstanbul’dan Manisa’ya döndü.

Manisa merkezde, Menemen’de, köylerde müritler toplantıları sıklaştırdılar, silah edinmeye baş-ladılar. Derviş Memet, gizli toplantılarda ayaklanma zamanının yaklaştığını söylüyor; ancak yerini bildirmiyordu. Büyük bir ustalıkla, isyanın öncülerini topluyordu.

23 Aralık 1930’da Manisa’dan, ilçelerden, köylerden Menemen’e gelen müritler camide namaz kıldılar. Namaz sonrasında Derviş Memet, camideki yeşil sancağı alarak topluluğun başına geçti; hep birlikte hükümet binasının karşısındaki alana yürüdüler. Derviş Memet sancağı alanın ortasına dikti; topluluğu coşturan konuşmasını halkı isyana çağırarak haykırarak bitirdi:

Ey Müslümanlar! Ne duruyorsunuz?

Halife Abdülmecit hududa geldi.

Sancak-ı Şerif çıktı!

Gelin altında toplanalım, şeriat isteyelim!

Kürt Şeyhi Erbilli Esat

Ayaklanmacılar sık sık tekbir getiriyor; “Şeriat isteriz” diye bağırıyorlardı. Hükümet binasından gelen bir Yüzbaşı, Derviş Memet’in “mehdilik” sözlerini ciddiye almadı. Alanda toplananlar çoğalı-yordu. Bunun üzerine Asteğmen Öğretmen Kubilay alana geldi, Derviş Memet’e dağılmalarını söy-ledi. Derviş Memet, elindeki silahı doğrultup ateş etti. Öğretmen Kubilay tabancasını kılıfından çıkaramadan vuruldu; sendeleyerek birkaç adım gerileyip yere düştü.

Şeyh Esat’ın kuryesi Nalıncı Hasan’la Derviş Memet, Kubilay’ın üstüne çullandılar. Derviş Me-met, eğri ağızlı, tırtıllı bağ testeresiyle Öğretmen Asteğmen Kubilay’ın boğazını keserek başını ayır-dı; kanlar akan kesik başı yukarı kaldırarak alanın ortasına getirdi, yeşil sancağın ucuna geçirdi. Kubilay’ın askerlerinin tüfeklerinde talim mermisi vardı. İki mahalle bekçisi tabancalarıyla isyancı-ları durdurmaya çalışırken vurulup öldüler. İsyancılar askerlere saldırdı. Desteğe gelen askerler onla-rı durdurdu. Çatışmada Derviş Memet de yaralandı.

Duruşmalar yaklaşık bir ay sürdü. Aralarında Derviş Memet’le Şeyh Esat’ın oğlu Mehmet Ali’nin de bulunduğu 31 kişi idama mahkûm oldu. Altısının idam cezaları, yaşları nedeniyle 15-24 yıla indirildi. Derviş Memet ve sağ kolu Paşaköylü Mehmet Emin’in darağacı Mustafa Fehmi Kubilay’ın başını kestikleri yere kuruldu. Menemenli Jozef, Hacıpaşazade Ragıp, Şeyh Hafız Ahmet, Alaşehirli Şeyh Ahmet Muhtar, Manisalı Şeyh Hüseyin, Şeyh Esat’ın oğlu Mehmet Ali hükümet önünde asıldılar. Geri kalanları da istasyonda asıldılar. 6 Yaşı 65’ten büyük olduğundan Şeyh Esat’ın cezası 24 yıla indirildi. Şeyh Esat üremi hastasıydı, hastaneye kaldırıldı. Cezası onay-lanmadan önce 3-4 Mart 1931 gecesi hastanede öldü.

Zifiri Karanlıkta, Cilt 1, s. 21-24

Not: Kürt Şeyhi Esat’ın ardılı Ramazanoğlu’na bağlananlar 1964’te MTTB’yi ele geçirdiler ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı savaştılar. Osmanlıcılık görünümünde Arap Krallarına çalıştılar. Ramazanoğlu ile birlikte Arabistan’a yerleştiler. 1908-2003 dönemi Türk karşıtı İslamcı örgüt-lenmeler, isyanlar, suikastlar ve Humeyni’nin Türkiye’de kurduğu İslami Hareket, Hizbullah, Tevhid-Kudüs Kuvvetleri örgütleri için bkz. Mustafa Yıldırım, ZİFİRİ KARANLIKTA cilt 1: İçten Çürüme – Cellad’ın Gecesi; cilt 2: Demokrasi Tuzağı – Cellad’ın Zaferi 1 Abartılı yorumlarına karşın bu örgüt için bkz. Rohat Alakom, Hoybun Örgütü, Avesta, 1998 2 Van Valisi’nin raporu. Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları-1, s. 428 3 Şeyh Halid, “Mevlana” sanını aldı. Kürt yoğun bölgelerde bağlıları çoktu. 4 Şeyh Esat’ın dostu Saidi Kürdi-Nursi de Şeyh Halidi’nin Siirt tebliğcisi Abdurrahman Tagi’ye “ustam” diyordu. Abdurrahman Tagi [Şirvan 1831–1886], Sibgatullah Arvasi’nin halifesidir. Isparit medresesinde ders verdi. Sibgatullah Arvasi [1870] Hizan’da yaşadı. Taha el-Hakkâri’nin halifesi ve “Gavs-ı Hizan” olarak tanındı. Abdur-rahman Memiş, s.160–162. 5 Saidi Kürdi-Nursi, Halidilerin öğrencisi. Meczup Yaratmak, 4. Basım, s. 6-7 6 Anadolu Ajansı, 3.2.1931

GERÇEK MUHALEFET TUNCELİLİ GERÇEK ASKER.Mustafa Yıldırım
Üç ay önce aşağıdaki satırları Anadolu’nun yiğit gazetelerinde yayınlamışım:

Tek başına, kendi doğrularıyla Cumhuriyeti savunan o tek kişilik gerçek muhalefet partisini selamlıyorum!

Hastalığı vız gelir!

Tarih onu çoktan yazdı.

Tuncelili Kamer Genç (T) BMM kürsüsündeydi.

Türk çocuklarını Arap-Kürt şeyhlerinin müridine dönüştürecek imam okulları yasasına tek başına muhalefetteydi.

Birden durdu; kollarını iki yana açarak CHP sıralarına baktı:

“Ey CHP’li arkadaşlar oturmayın öyle!

Gelin yanıma, Cumhuriyet orada değil burada savunulur!

Haydi, kalkıp gelin yanıma!”

CHP’li vekiller sırıttılar! Gelmediler… (TBMM kayıtları kalıcıdır.)

MHP sıralarındakiler de sırıtarak baktılar.

AKP sıralarındakiler geldiler, Kamer Genç’e vurmaya başladılar!

Şimdi söyleyin bakalım:

Hangi yüzle Cumhuriyeti kutluyorsunuz?

29 Ekim 2016>>

O tek kişilik Cumhuriyet savaşçısı sonunda gitti.

Tarih onu yazdı! Öteki soytarıları da başka bir sayfaya yazdı!

Onlar yarın toprağa verme törenine katılacaklar! Üstelik imam okulu yasalarını el altından destekleyen Seyyid başta olacak!

Hangi yüzle?

Hangi yüzle?

Onlar utanmazlar Kamer Genç!

Sen Tunceli dağında PKK bayrağını görünce “Ne işi var bu bayrağın burada? İndirin!” diye bağırmıştın.

Onlar Ankara’da sus pustu Kamer Genç!

HDP kazansın diye senin ilinde seni aday göstermemişlerdi Kamer Genç!

Onlarınkini bilmem, ama ay yıldızlı bayrağın altında senin toprağın bol olacak Kamer Genç!

M. Yıldırım, 22 Ocak 2016
KEMAL ATATÜRK’ÜN GERÇEK ASKERİ KİM?

Sahte delille yıllardır tutsak Yzb. Murat Eren! Anayasa mahkemesi 29 aydır dosyasını açmıyor… Yzb. Murat Eren salıverilmedi. Öyle ya devletin başına geçenler yolsuzluk dosyasıyla sıkışmamıştı; “Cumhur reisliği” seçimi de yakın değildi. Yzb. Murat Eren salıverilse kapının önüne çıkar çıkmaz konuşarak, ahkam keserek muhalefeti parçalayamazdı… “The General” sever gazete cambazlarından arkadaşı da yoktu. “Mezhep milliyetçisi” büyükleri de yoktu! Olamazdı da!

O önce Türk sonra subaydı….

*

Konuşmaktan başka…

Devletin tepesindeki görevliler basına, konuşuyorlar, olmazsa geniş toplantılarda konuşuyorlar, o da olmazsa orayı burayı açarken konuşuyorlar.. Konuşmak için karadan havadan gidip geliyorlar… Twit mwit, ayaküzeri demeç…

Yurdun ekonomik sorunları, tarım sorunları, sanayi sorunları, etnik azınlık sorunları, güvenlik sorunları, eğitim sorunları…

Okumalarını bir yana bırakın, İki dakika akıl yoruyorlar mı?

Öyleyse ülkeyi kim yönetiyor?

Muhalefete gelince,

Her gün, her dakika onu yönetime alalım, bunu aday yapalım, ötekinin ayağını kaydıralım, berikinin mezhebini yüceltelim, şu belediyenin çakma kaldırımını açalım, beriki parti yöneticisinin nişanına, düğününe koşalım…

Onlardan herhangi birinin, dünyanın genel durumu, ülkenin geçmişi-geleceği üstüne, yurdun üretim, eğitim sorunları, güvenlik sorunlarıyla ilgili verilere dayanan yorumlarını duydunuz mu?

Onlar da yönetenler gibi değil mi?

Öyleyse hangi hakla ona buna oy verdiler diye yurttaşlarımıza kızıyorsunuz?

Yönetemeyenler durdukça elin adamı sizi yönetirken devletinizi dağıtmaz mı?

Yeni bir yıl umut mu? Umutla ne işimiz var? İşimiz var işimiz!

*

Sana Kubilay’a gitmek değil, Şeyh eteğine tünemek yaraşır!… Sen! On binlerce aydına kıyan Ayetullah’a selam dur! “Kahrolsun Kemalist diktatörlük” diyen, Sivas’ta insan yakanlara “aralarındaki İslam devrimcilerinin sözünü dinlediler” diyen Ayetullah Humeyni müritlerine konuk ol! PKK’yı kuşatmaya giden Türk ordusuna “işgalci” de.. Hizbullahileri Atatürk’le bir tutup 19 Mayıs’a çağır… İslam devleti yolunda davasından dönmeyen Padişah-Halife Sultan, “Rehber İmam’a, “millilik” yakıştır! Sonra da kalk, gazetene “KUBİLAY’A GİDİYORUZ” diye manşet at! Sana yakışır, ama arkandan mürit gibi giden gençlere hiç yakışmaz!

*

Amanoslar’da yurdu savunan “Kemal Atatürk’ün gerçek askerlerine” selam!

*

Maskeleri düşürmek! Kuruluşların, partilerin yönetimine bir TÜRK adaysa hep bir ağızdan “bölünürüz”, “inanç özgürlüğü isteriz”, “demokrasi isteriz” diye bağrışıyorlar…

Türk ipleri ele alacaksa karşı duruyorlar, “Hepimiz din kardeşiyiz” ya da “Türkiyeliyiz” diyerek ortak cepheye koşuyorlar! Artık yeter! Türk yönetime gelmeyince olanları gördünüz… “Din iman” maskelerini takanlar, “milliyetçilik” maskesiyle Arapçılığa soyunan Türk-Türkçe düşmanları… Hemen hepsi, her soydan, her dinden eşkıyanın uşağı olmuşlar, Türkten kalan ne varsa yok etmeye çalışıyorlar! Engel ol bu türlerin partilerin başına geçmesine! Yoksa Türklük de mertlik de ölecek! CHP’yi artık Türkler yönetsin! MHP’yi de artık Türkler yönetsin! Mühendis odalarını Türkler yönetsin! Diyaneti Türkler yönetsin! Okulları Türkler yönetsin! “Demokrasi değil” diyenler ne biliyorlarsa onu yapsınlar! Ya Türklerin bağımsızlık, özgürlük kavgasına katılsınlar ya da Batılı-Doğulu eşkıyaların maşası olsunlar! Mezhepçiler, azınlık milliyetçileri, kendilerine parti kursunlar!

*

Yazıları sert ya da aykırı bulsalar da, yayınlamaktan bir kez olsun caymayan Anadolu gazetelerine selam! M. Yıldırım, 28 Ocak 2015

DUYDUN MU?  HİÇ SANMIYORUM! Mustafa Yıldırım
Kerkük’te pazar  yerinde onlarca kez patladı.

Duymadın!

Tuzhurmatu’da patladı Türkmenlerin canını aldı.

Duymadın.

Reyhanlı’da patladı, kadın, erkek, çoluk çocuk 52 canı aldı.

Duymadın!

Suruç’ta patladı, 32 can aldı duymadın…

Son üç ayda yollarda, caddelerde, okul bahçelerinde patladı, kadınların, çocukların canını aldı.

Duymadın!

DUYMAMIŞTIN!

Diyarbakır’da subay çocuklarının öğrenci servisinde patlamış, sabah sabah çocukların canını almıştı.

Duymamıştın!

Diyarbakır’da otobüs durağında patlamıştı, 7 çocuğu öldürmüştü.

Duymamıştın!

Halep’te, Şam’da, Erbil’de, Der’a’da, Tel Afrin’de, Tel Afer’de patlamıştı.

Duymamıştın!

Ankara’da otobüs durağında patlamış, canlar almıştı.

Duymamıştın!

Şimdi Ankara’nın orta yerinde patladı.

Duydun!

AMA SEN!

Terör bombasının sesini,

dinine, mezhebine, ideolojine

ve

seçim sandığı şantajına göre

ve

daha da kötüsü

öldürülenlerin sayısına  göre duyuyorsun!

Duyduğunda da sen!

Bombacının ırkına göre ses veriyorsun!

Çünkü sen!

Aşağılıksın, kalleşsin!

Maskeli bir ırkçısın, soy kıransın!

Masumları bombaya doğru sürükleyen bir sinsi,

dünya dillerinde sıfatı bulunamayan şeytansın!

Sen var ya, sen!

“Katil” sıfatını bile hak edemeyecek kadar çürük MAŞALARI, işine gelince savunansın!

Mustafa Yıldırım, Ankara, 12 Ekim 2015

O GÜNLERDE DE TÜRKLERE ZEHİRDİ BAYRAM  M. Yıldırım
Der’a İstasyonu
Suriye Vilayeti, 58 Gün’ün 3’üncüsü

Mülazim-i Evvel Mehmet Süreyya, menzil zabitliği sırasında daha neler yaşamamıştı ki! Adana’dan yola çıkan vagonlar, Halep’ten geçtikten sonra Şam’a varana dek, yarı yarıya boşalır, Der’a istasyonuna yaklaştıkça hafifleyen trenin hızı da arttıkça artardı.

Askere gitmek istemeyen yöre halkı müteahhitlerin yanına işçi giriyor, müteahhitler de para karşılığında ordunun taşımacılığını yapıyordu. Lokomotife odun taşınması, trenlere erzak yüklenmesi, erzağın halktan toplanması hep müteahhitlerin işiydi.

Depolarda, basküllerin altına, terazi kefelerinin dibine ağırlıklar bağlandığına sık rastlanırdı. Çalınan şeker, çuvallara, çuvallar da en yakın köydeki ortağa ulaştırılır ve sonra köylülere, bedevilere satılırdı.

Bunlar bir şey sayılmaz. Deponun soyulması için mal gerekirdi. İstanbul’dakiler son zamanlarda satın almalar için para göndermez olmuşlardı. Yörede yetişen buğday da İngiliz’e satılır olmuştu. Osmanlı ordusunun koruduğu topraklarda yetişen buğday ve arpa, işgale gelen İngiliz’e satılıyordu.

Masada belgeleri imzalayıp mühürleyen istasyon şefi, Mehmet Süreyya’ya baktı. Alman aksanıyla, yarı Türkçe, yarı Arapça, birazcık da Almanca söylenip duruyordu. Mehmet Süreyya, aylardır duyduğu bu yanıtı kanıksamıştı artık. Alman memurundan önce kendisi yanıtladı:

“Scheize! Herr Sureya, komur mafiş!”

Bağrışlarla, hayıflanıp alttan almalarla süren pazarlık, istasyon binasının kapısında da sürdü. Mehmet Süreyya en sonunda “Tamam! Mademki kömür az, vagonun birini bırakırız’’ diyerek uzlaşırken telaşla saatini çıkardı; “Yahu, neredeyse beş olacak. Sıcağa kalmadan vadiyi aşabilirsek iyi!” diye söylenip trene koştu.

Çuvallardan bir bölümünün yüklenmediğini görünce çılgına döndü ve önündeki çuvala olanca gücüyle bir tekme savurdu. Yüzü çatlamış çizme, bu darbeye dayanamadı ve burnu ölü balık ağzı gibi açıldı. Bir küfür savurarak lokomotifin yanında, su deposu duvarının dibinde kazana su dolmasını beklemeyen  jandarma takımına bağırdı:

“Nerede bunlar?”

Öne fırlayan Sait Başçavuş, su deposunun arkasını gösterdi:

“Oradalar!”

Mehmet Süreyya, arkaya dolanırken tabanca kılıfının düğmesini açtı.

Nakliye müteahhidin adamları yere çömelmişler, sırtlarını taş duvara, yüzlerini kasabanın arkasında düzlüğü kesen yassı tepenin üstünde yükselen güneşe vermişler, öylece oturuyorlardı.

İçinden “Bunlarda değişik bir hal var” dedi ve “Yallah! Umil!” diye bağırarak treni gösterdi.

Arap köylüler ona hiç aldırmadılar. İçlerinde  en yaşlısı “Mubarak, mubarak!” diye bağırdı. Geri kalanlar da, hep bir ağızdan bağırdılar:

“Mubarak, mubarak!”

Mehmet Süreyya öfkelendi:

“Le Cuma! Haydi yallah!”

Kaşları kır, yüzü kırışıklar içinde olan orta yaşlı adam ayağa kalktı, iki elini tokalaşmak ister gibi uzattı:

“Eyd el an! La namele! Mubarak, mubarak!”

Mehmet Süreyya “Bir iş olacak, bunlarda bir hal var” diye düşündü ve elini tabanca kılıfına kaydırdı. Bir an durdu, düzlükteki Bedevi çadırlarına baktı; içinden “İşi büyütmesem daha iyi Bedevileri başımıza sararlar” dedi ve elini “Ne haliniz varsa görün!” der gibi salladı.

Lokomotifin yanındaki jandarmalara seslendi:

“Bugün kurban bayramıymış! Haydi bakalım bayramınız kutlu olsun!”

Sait Başçavuş şaşkındı:

“Vallahi akılda ne bayram kaldı, ne de seyran!”

“Haklısın! Akılda bayram, içimizde sıla hasreti bile kalmadı.”

“Bu topraklarda  neden savaşıyoruz ve neyi kazanıyoruz. Ne yenildiğimiz belli ne de yendiğimiz.”

Mehmet Süreyya sesini iyice yumuşatarak “Arkadaşlar! Haydi bakalım; iş başa düştü. Haydi el birliğiyle yükü alalım da, serinlikte yola koyulalım!” dedi ve çuvallardan birini omuzlayıp vagon kapısından içeri attıktan sonra, arkası sıra omuzlarında çuvallarla gelen askerleri yüreklendirmeye çalıştı:

“Belki köylerden birinden bir koyun ayarlarız da, kurban bile keseriz!”

Jandarmalar tepki göstermedi. Sanki duymamışlardı. Sait Başçavuş geridekilere döndü:

“Beş kişi de kömür atsın!” / 17 Eylül 1918 >> M. Yıldırım, 58 Gün – Mustafa Kemal’le Filistin’den Anayurdun Dağlarına,  4. Basım, UDY, Ankara, 2011, s. 32 – 35

e.b: “Yallah! Umil!”: Haydi işe!

ZOR İŞ MİDİR?

O gücenecek, beriki alınacak, öteki kızacak diye yazmak, anlatmak!
Ön yargıların, mürtiliğin her türlüsünün, ezberledikleri, ama kaynağını bilmedikleri “klişeler” ile idare edenlerin çoğunluğu oluşturduğu toplumda zordur; ancak gereklidir.
Üstelik görev de değildir, kimseden emir alınmadan, kendiliğinden, içten gelen yaşam tarzıdır…
Sloganlarla, geçmişin şanlı günlerini anmaktan başka bir sorumluluk üstlenmeden uniformalı-üniformasız çoğunluğa bilgi ulaştırmak!
Hiç önemli değil, kanıta dayanan,verileri açıklamaktan cayamayız!
Böyle yaparsak öfkelenenler, sevmeyenler çoğalır!
Olsun! Sevsinler, alkışlasınlar, o kutsal bu değil diye savaşmıyoruz ki!
Yürüyoruz kendi aklımızla, özgürce, bağımsızca çöze çöze!

Son soruyu biraz değiştiriyoruz:
Sınırları hangi güvenlik görevlileri korumakla yükümlüyse bombaları da onlar sokmayacak!
Düşmanı durdurmak onların görevi!
Üstleri hatalıysa, kurumsal disipline uyarak yazıya dökmek, o üst aldırmıyorsa onun üstüne, o da aldırmıyor, en üsttekine, hem de emekli olmadan, sivilleri giymeden…
Çünkü savunduğunuz bir dağ, bir ova değil, yurdun tümünde yaşayanların canıdır!

Her aşamada terfi durdurulabilir, hatta kurumdan atılabilirsiniz!

Bu görev alkış, madalya istemez! Yeter ki içinizdeki Türk cevheri sönmesin!

ESARETE TESLİM OLAN SUBAY OLAMAMIŞTIR

İçerden (Balyoz) çıkan genç subay demiş ki:
“TSK’nın şerefli subayları onlar gibi kaçmadı, TESLİM OLDU..” (Gazetelerden)


“Bireysel açıklama” kişiyi bağlar, ama “TSK” derseniz tüm subayları…
“Şerefli subaylar teslim oldu” derseniz, geri kalanlara, “teslim olmayanlara” ne denecek?
Ordudaki komutan subayın görevi ona buna söz yetiştirmek
değil, savaşmak, savaşa hazırlanmak, yeri geldiğinde inisiyatif kullanmak!
En iyisi subaylar ulu orta siyaset nutku atmasınlar!

O ATEŞTEN DAMLA…
Bir yıl önce bugün…
Kitapçıdayız.. Raflar arasında durakladık.
İki bayan ellerinde kitap alçak sesle konuşuyorlar.
“Dilerseniz aldığınız kitabı imzalayabilirim.”
Döndüler, gözleri ışıl ışıl.
“Ah bunu okudukça bana da anlatırdı. Sizin gibi mühendisti.”
Geçmiş zaman” eki “dı” ile ürperdim.
“Bir denizaltıyı baştan sona tasarlayabilecek bir mühendisti…”
Aklım “dı” da kalmıştı…
“Şimdi nerede?”
“Onu silah arkadaşlarıyla birlikte hapse…”
Sözünü bitiremedi; dudaklarını ısırıyordu, sol yanağından iki damla yaş süzülüyordu.
Dayanamadım! Sol elimin dışıyla o iki damlayı silerken elim yandı.
“Üzülme” dedim, “gün gelir bir gemi tasarlar, bizi de ufuklara kavuşturur.”
Gözleri ışıldadı:
“Bu kitabınızı ona imzalar mısınız?”
“Elbette” dedim, “Meslektaşım Mühendis …” diye yazarak imzaladım.
Öteki bayana döndüm. O da eşinin Doktor subay olduğunu söyledi; “O da okumuştu, öfkeliydi… Kimblir onu da…”
Gerisini getiremedi. Birbirimize baka kaldık…
Sesimiz çıkmadı, ama konuştuk!
Ayrılırken “Üzülmeyin yine bir ateş yakacağız” diyebildim.
Gözleri güldü, çatık kaşları indi.
İçimden “Asıl kahramanlar, işte bu genç kadınlar!” diye geçirdim.
İletiler geliyor iki gündür, “Zafer bayramınızı…” diye başlayan.
“Hangi hakla kutluyoruz? Yurdu teslim ettik! Hangi hakla?” diye yazınca
bana “şerefli hizmetlerden” söz ederek kızanlar olabilir…
Ancak gerçeği değiştiremezler; ta ki yeni bir zafere ulaşana dek!
*
Olaydaki kişilerin adlarını şimdilik yazmadım, çünkü onları içeri atanlar,
onları teslim edenler,
onları savunuyormuş gibi görünerek yurt parçalayıcılara yardım edenler, başka ülkelerin bayraklarını sallayanlar,
iktidarda-muhalefette
(…)
Gün olacak,
esarete teslim olan o subayların birçoğu,
kitap yazmayı, sızlanmayı bir yana bırakacak,
çıkardıkları dersleri öne alarak,
yeniden Türk subayı olacaklar;
bir daha esarete teslim olmayacaklar,
emir gelse de başlarına çuval geçirtmeyecek,
tuttukları yeri ölene dek bırakmayacaklar!
İşte o zaman ölsek de kazanacağız!
Selam Mustafa Kemal’in gerçek subaylarına, gerçek askerlerine…
Selam o ele güne karşı ağlamayan,
sessizce ateşten damlalar dökenlere!
Mustafa Yıldırım, Ankara, 30 Ağustos 2015

ESARET TESLİM OLMAYAN
ONURLU GENÇ TEĞMEN ve SÜVARİLERİ

<< 16. Gün / 30 Eylül 1918, Eşrefiye Çiftliği-Şam Ovası

(…İngilizlerin Müslüman Tugayına esir düşen Süvari Fırkası Kumandanı) Binbaşı Vecihi’nin merak ettiği 3. Bölük, çiftliğin çok uzağında değildi. Mülazimi Sani Şerif çiftliğe gönderdiği iki eri görünce oturduğu yerden umutla kalktı. Erlerden biri “Felaket” dedi. Öteki “Fırkayı esir etmişler” diye tamamladı.

Sıcak hava birden dağıldı. Şimdi ne olacak?

Issızlıkta, bir bayırda kalakalmışlardı.

Şerif fazla düşünmedi, süvariye “Bağırmak yok! Kalanlara tek tek haber verin! Atları kişnetmeyin. Şu karşıki bayıra kadar yaya gidip toplanalım” dedi.

“Anlaşıldı Kumandanım!”

Atlarını gemlerinin altından tutarak ses çıkarmadan tarlaya inip yamaca yürüdüler. Ortalık sivrisinek kaynamaya başlamıştı. Başka zaman olsa, sineklerden canı yananlar ana avrat sövüp dururlardı. Şimdi suskundular.

Bayıra toplandıklarında Şerif, kuvvet almak ister gibi, bir ayağını önündeki taşa dayayarak kısık bir sesle konuşmaya başladı. Sesindeki kırıklık, aşağıda Şam’a doğru yoğunlaşan karanlıkta daha da acı vericiydi:

“Arkadaşlar! Yıllardır birlikte harp edip durduk.

Hepiniz açlıktan, hastalıktan bitkin düştünüz.

Az önce Fırkamızın esir alındığını öğrendim.”

Biraz soluklandı. Ateşi yükselmeye başlamıştı. Eğilip elini dizine dayadı:

“Şimdi, çiftlikteki İngilizlere teslim olabilir ve hayatta kalabilirsiniz.”

Yüzleri seçilmeyen askerler homurdanmaya başladılar. Şerif işi uzatmanın iyi olmayacağını düşündü; “Arkadaşlar! Bana gelince” diye başladı ve sustu. Askerler de susmuş, öksürüğü tutanlar sessizliği bozmamak için nasırlı elleriyle ağızlarını kapatıyorlardı. Şerif yutkunup konuşmasını sürdürdü:

“Ben teslim olmayacağım ve atıma atlayıp gideceğim. Ya buralarda bir yerde ölürüm ya da memleketime kavuşurum! Benim diyeceklerim bu kadar! Şimdiye kadar vatan için çalıştınız, Allah sizden razı olsun! Hakkımı helal ediyorum, siz de helâl edin!”

Yorgun süvarilerin sesleri yükseldi. Gençlerden birinin hıçkırığı duyuldu. Arkalarda atları üstünde

bekleyenlerden Birinci Takım Çavuşu Maraşlı Vakkas, atını yandan dolaştırıp Şerif’in önüne sürdü:

“Sen emir verdin de biz dediğini yapmadık mı?

Sen bize ölelim dersen, ölmeyeceğimizi mi sanırsın?

Düşman Barada boğazını tuttuysa, Duma yanına gideriz.

Orası da tıkandıysa, çekeriz silahımızı, düşman içine dalar ve çemberden çıkarız. Bunu yapamazsak da, birlikte vuruşur, birlikte ölürüz!”

Sessizlik ağır bir yüktü artık. Vakkas Çavuş, olduğu yerde eşinip, sağa sola başını sallayan atının dizginlerini hafifçe çekerek sakinleştirdikten sonra sesini biraz daha yükseltti:

“Şeria’da, Muzeyrib’de, Tefs’de, karanlık vadilerde yolumuzu kesmediler mi? Ölümü göze alıp yolu açmadık mı? Gene yaparız! Hiç olmazsa üçümüz, beşimiz sağ kalır da vatanı savunmaya gider. Biz de bir işe yaramış oluruz!”

Ayaktakiler tüfeklerini omuzlarına asmaya başlamışlardı. Şerif derin bir soluk aldı, içinden “Sağol Vakkas” dedi. Sesi iyice boğuluyordu:

“Hepiniz de ölmeye hazır mısınız?”

Süvariler birlikte yanıtladılar:

“Hazırız!”

“Öyleyse haydi atlara! Gidiyoruz!”

Atlarını Eşrefiye çiftliğinin üst yanından Şam’a sürdüler…

(M: Yıldırım, 58 GÜN, Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına, 4. Basım, UDY, 2008, s. 238-9)

BU UTANCA SIFAT BULUNAMAZ… Mustafa YILDIRIM
En kritik dönemde yüzlerce yıllık Türk egemenliğinin yıkılması için Anayasa köklenirken muhalefeti yıkmıştı. Hem de beden zevki uğruna!

Zevkine ortak olanı vekil yapacak kadar… (sıfat bulamadım.).. “Yaktın bizi! Biraz kenarda yaşa!” denilmemiş…

Onca çirkinliğe karşın bu adam, ülkenin geleceğini etkileyecek rollere sürülebiliyorsa…

Kadınlar bile onu alkışlayabiliyorsa…

Ön seçimde yeniden vekil olsun, diye eller oy atabiliyorsa… “Demokrasidir”, “kişisel yaşamdır”, “video komplosudur” diyerek aklayacak kadar düşkünleşilmişse…

Böyle bir topluma “ulus” diyebilir misiniz? Daha hangi çukura, hangi derinlikteki dibe çökmek gerekiyor? Yazıklar olsun! Hangi görüşten; siyasetten; mezhepten olursa olsun, bu rezilliği görmezden, bilmezden gelenlerle aynı havayı solumak bile…(sıfat bulamadım.)

*

Kişi tapıcıları gerçeklerden kaçarlar! Tansu Çiller Başbakan… Ekonomi batıyor.

Bir toplantıdan çıkarken televizyon kameralarına bakıyor; “Merak etmeyin memur maaşlarını ödeyebileceğiz” diyor…

Devlet hazinesinin çöktüğünü böyle ihbar ediyor.

Para piyasaları karışıyor… Üç beş gün sonra al sana “ekonomik paket!” Çiller salonun sahnesinde “kurtuluş mucizesi” diye sunduğu yıkım paketini açıklıyor…

Yanındaki koalisyon ortağı SHP (CHP) Başkanı da gülümsüyor… Oysa Koalisyon ortağının ekonomi yönetiminde sorumluluğu yok!

“Ne olur olmaz!”, “Ya paket tutarsa, dışarda kalmayalım!” demiş, paketi “devrim” diye niteliyor! Sonra mı?.. Şimdi üçlü oldular! Murat-Deniz- Öteki Kemal…

“Koltuk sevdalısı değiliz” diye diye vatanın parçalamasına, Cumhuriyetin yıkımına ortak olmak için can atıyorlar! *

Kişi tapıcıları gerçeklerden kaçarlar!

İşi sokak ağzına dökerler…

TÜRKLERLE HESAPLAŞMA   Mustafa Yıldırım 
“Gün olacak, hesap sorulacak” diye diye, neredeyse 75 yıl geçti. Her genel seçim öncesinde, hükümete karşıt partiler yolsuzlukların, vatan satıcılığının,  zulmün hesabının sorulacağını, ilan edip durdular.

Seçimler bitip de karşı partiler hükümeti kurunca, hesap-kitap şaşmamacasına çöpe atıldı.

Seçmene açıklama gereği bile duymayan parti yöneticileri, çok sıkıştıklarında “siyasal karar”, yani meclis içi hesaplar, devlet içi dengeler deyip, işin içinden sıyrılırlardı.

Şimdiki karşı partilerin de böyle yapacağı kesin; çünkü devletin ana yapısı yerle bir edilirken, onlar sessiz kalarak, Cumhuriyeti korumak için birkaç cafcaflı sözle durumu idare ettiler.

Gün olur da hesap sorulursa kendilerinin de yargılanacağını biliyorlar.

Yalnızca yolsuzluk değil, Cumhuriyet devletinin parçalanarak etnik azınlık devletçiklerine bölünmesi; vatan topraklarının, devletin parasal kaynaklarının, asırlardır Türkleri Anadolu’dan kovmaya çalışanlara teslim edilmesi, suçlardan yalnızca birkaçıdır.

Bu topraklardaki devlet düzeninde Türk egemenliğini yok edenler, en koyu ırkçıları bile yaya bırakıyorlar; Türklerin dilini, kökünü, giderek soyunu kurutmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Utanmadan Türkleri soy kırmakla, barbarlıkla suçlayarak saldırganların önüne atıyorlar. Geçmişin olaylarını ters yüz ederek Türklerin devletini suçlamakla kalmıyorlar, saldırganlara, parçalayıcılara malzeme sunuyorlar.

Devlet işlemediği suçlarla sarsılırken yönetimi ele geçirenler, iftiraları yalanlamıyor; üstelik iç-dış iftiracılara yardım ediyorlar. “Muhalefetin anasıyım” diyenler de çanak tutuyor!

Devlet kurumları, “Hayır! Bu yalandır! İşte gerçekler!” diyemiyor. Diyemiyor, çünkü kurumların başındakiler, zaten devleti karalayanlarla yıkım cephesindeler.

Türklerin egemenliğinde bir devlet yok artık!

Kurumlarda, orduda, adalette, partilerde Türkler egemenliği kaptırdı.

Anlaşılıyor ki bu kez ya hesap kesin görülecek ya da bu topraklardan çekip gidilecek!

Hesaplardan hesap beğenecekler!

Vatanın doğal kaynaklarını, ormanlarını, akarsularını, tarım alanlarını, tarihsel-kültürel yapılarını, yapıtlarını geri döndürülemeyecek biçimde yok etmenin davası görülecek.

Yalnızca asli suçlular değil, onlara yardım edenler, sahteciler, dalavereciler, görevden kaçanlar da davada kendilerine yer beğenecekler!

Vatanın bölünmesine çanak tutan, yabancılarla içli-dışlı iş gören o göstermelik muhalefet, özellikle Yeşil Turuncu Oynak-CHP yöneticileriyle yardakçıları, Türkçülüğü şeyhlere kurban verenler, hayali paktlarla oyalayanlar, Türk düşmanı Ortadoğu devlet yöneticileriyle, Hizbullahilerle kol kola girenler, hesaplaşmadan kaçamayacak.

Hiçbiri de, “O zamanki yasalara uygunduk” diye kendisini savunamayacak!

Türklerin sabrını sınayanlar, diktikleri yapıların yıkıntıları altında kalacaklar, kaşıdıkları yaraların irinleriyle boğulacaklar.

Sonlarını merak edenler, son yüz yılın olaylarını, sonuçlarını anımsayacaklar!

Onları ne doğunun, ne kuzeyin, ne batının, ne de güneyin zalimleri, eşkıyaları kurtarabilir.

Türkler de daha çok gecikmeden kurumların, partilerin yönetiminde Türklerin olmadığını anlamalılar.

Anlamalılar ve etiketlerle idare etmeyi bırakmalılar!  “Kumandan” daha 1923 başında etiketin zararını açıklamıştı:

“Bir doktrine bağlı kalırsak hareketi dondururuz!”

Mustafa Yıldırım, 10 Nisan 2015

http://www.akdenizgercek.com/yazar.asp?yaziID=10331

http://www.akdenizgercek.com

TÜRKLER AVANAK MI? Mustafa YILDIRIM
Gazeteci arkadaşım dedi ki, “Tarihsel bilgileri, güncel bilgileri döktürüyorsun; ancak bizim okurlarımıza ağır geliyor. Şu ünlü köşe yazarları gibi hafiften yazsan…” Onu kıramadım, içimdekileri, öfkeyle bezeyip sıraladım:

Yine oyuncağı verdiler elinize, dilinize!

Arınçlı Bülent Bey, Erdoğan’la atıştı… Siz sevindiniz.

Arınç, Melih Gökçek’le atışıyor. Siz oyalanıyorsunuz. Arınç, Erdoğan’a biat ediyor, yani sınırsız bağlanıyor. Siz şaşıyorsunuz…

Siz, muhalefet etmeyi, o kadar kolay mı sandınız?

Oturacaksınız oturduğunuz yerde, düzen kendiliğinden değişecek!

Yukarıdaki satırları yazalı bir gün bile geçmeden Arınç, Başbakan Ahmet Bey’in önünde de eğildi; “Yanlış yaptık” dedi.

Ya, bu oyalama numaralarını gazetelerinin başına taşıyarak oynayanlara yardım edenlere ne demeli?

Kalkın internetin başından

Türkmen diyor ki: “İŞİD saldırıyor. Peşmergelere (Barzani-Talabani aşiret güçlerine) herkes silah veriyor. Biz silah bulamıyoruz. 130 yiğidimiz öldü!”

Nedeni: Ne İsrail, ne Amerika, ne Hizbullahiler, ne Araplar, ne şu, ne de bu! Nedeni sizsiniz Anadolu Türkleri…

Avrupalara taşınıp bayrak sallıyorsunuz, Cenevre’de esip gürlüyorsunuz… Amerika’da yürüyüp duruyorsunuz!

Türkmenlerin en hası Mustafa Kemal’i, Atatürk’ü anmaktan, onun askeri olmaktan yorulmuyorsunuz…

Dahası var ya daha son söze sıra gelmedi!

Facebook , twit vs ile oraya buraya iletmek yetmez!

Ses verin dünyanın her yerinde, uyarın içerdeki, dışarıdaki Türkleri! Bir kerecik de Türkmenlerimiz için yürüyün!.

Sizi satanı göklere çıkarıyorsunuz

Anladık ki adınızdaki “Cumhuriyet” ile idare etmekte kararlısınız.

Sizin bileceğiniz iş; ancak Türkleri sayısız yazısıyla aşağılayan yazıları kitaplarına da geçirenleri, “bilmem ne bilgesi” diyerek iki de bir giriş sayfanızın tepesine taşıyorsunuz!

Sizinkisi “tek yanlı, marazi aşk” mıdır?

Türkler de avanaklığı bıraksınlar! Her “Cumhuriyet” adını kullananı, Türkiye Cumhuriyetçisi sanmasınlar artık!

Türkçü, ama Türkçeye düşman!

Kişi “Türkçüyüm” diyor, ama Arapçaya, Farsçaya, İngilizceye gösterdiği ilgiyi kendi Türkçesine (Asyanın ve dünyanın en akıcı dili bizdeki Türkçe) göstermiyor.

Türkçü, ama Arapçı ağzıyla Türkçemizin canlandırılışına “uydurukça” diyor.

Senin Türkçen, Arapça-Farsa-Ermenice-Rumca altında ezilmiş, bataklığa gömülmüştü.

Ey Türkoğlu-kızı!

Şimdi seni öldürmek için diline saldıranlarla birlik mi olacaksın?

Atatürk’e dua et!

Biz avanak mıyız?

Onlar “Çözüm süreci” diyebilirler; ancak biz niçin uyalım?

“Yurdun parçalanışı” ve “Kürdistan’ın kuruluşu…”

Daha önce de “Demokratik açılım” diye yutturuyorlardı…

MGK kararlarına da öyle geçmişlerdi. O zamanın TSK komutanları da altına ıslak imzayı atmışlardı… (Altın madalyalılar için bkz. “Kürt tarihinin altın önderleri”)

Son söz

Kendisi ya da yakınları milletvekili olmaya çabalayanlar bu yazıyı yayınlamasalar hiç darılmayacağım. Sözüm meclisten dışarı!

Ankara, 24 Mart 2015, M. Yıldırım

NE YASI … KALLEŞLİK UNUTULDU MU SANIYORSUN? MUSTAFA YILDIRIM
Medine’den yola çıkan Türk birlikleri trenle çölü geçip Lut gölünün güney doğusundaki Maan şehrine giderken Faysal kuvvetleri Medine’de çakılıp kalmıştı. Üstelik Şerif Hüseyin bin Haşimi son anda diretip padişahtan 60.000 altın daha koparmıştı.

Çok değil, bir yıl geçmeden Arap aşiretleri Cidde’de, Mekke’de, Taif’te, Medine’de Osmanlı askerlerine karşı saldırıya geçince anlamışlardı işin aslını.

Mekke’de Şerif Hüseyin bin Haşimi, Osmanlı Paşasının ve Osmanlı askeri kıtasının şaşalı töreniyle ‘Hacı’ olurken, oğlu Faysal, Kahire’de İngiliz Yüksek Komiseri Sir Henry McMahon ile anlaşmanın son satırlarını bağlıyordu.

İngilizler, Haşimilerin Arabistan’dan Anadolu’ya uzanan topraklarda bir krallık kurmalarına yardım etmeyi, aşiret adamlarına askeri eğitim, yeterli silah vermeyi kabul etmişti.

KABE’DE KIRBAÇLANANLAR, YAKILANLAR

İskenderiye esir kampında Mülazimi Sani Denizlili Fahri, arkadaşına döndü; “Bana bak, Aziz!” dedi, “Sen Mekke’deyken Arapların bize saldıracağını öğrenebildin miydi?”

Mülazimi Sani Tokatlı Aziz donup kaldı. Ciyad kalesinde yaşadıkları kuşatmayı unutmak için her gece Allah’a yalvarıp duruyordu. Sesi ölgündü:

“Doğru diyorsun. O işi ancak Kâbe’den ezan okunurken Arapların mermileri üstümüze yağmaya başladığında anladık.”

“Hamidiye hükümet binasını korumakla görevli Arap jandarmalar olacakları önceden biliyormuş gibi sırra kadem bastıklarında da anlayamadınız…”

Aziz, “Ciyad kalesinin burcundaydım” dedi ve ekledi:

“Şerif Hüseyin’in adamları hükümet binasına tulumbalarla gazyağı püskürtüp ateşe vermişlerdi.”

Öfkelenmişti Aziz:

Biz kaleyi kuşatanları geri atmaya çalışırken hükümet binasındaki arkadaşlar akşama dek direndiler, çaresiz kalınca teslim oldular.”

Başını öne eğdi, sesi kısılmıştı:

“Bir yanda Kâbe’nin örtüsü yanıyor, öte yanda ellerinden zincirlenen zabitler yerlerde sürükleniyordu. Mülazimi Sani Şükrü ve Kâmil’in kırbaçlanarak öldürüldüğünü sonradan duyduk.”

Fahri bir of çekti:

“Biz de Hüseyin’in oğlu Abdullah Taif’te bizi kuşatılınca anladık durumu. Teşkilatı Mahsusa doğru dürüst çalışsaydı, Taif’te tıkılıp kalmaz, isyanı Mekke’de bastırırdık.”

Aziz “Kim bilir, belki” demekle yetindi. Sesinde hayıflanmayla karışık, ödevini yapamamış olmanın yarattığı eziklik vardı.

*

Yukarıdaki satırları, belgeye dayanan 59 Gün’den aldım. Bizimkilerin ellerini avuçlarında yoğuran Arap kralları için yasınızı bölmek istemediğimden bazı olayların ayrıntısına girmedim:

“Der’a istasyonunda yaralıları, kadınları, çocukları boğazlarını keserek öldüren, Şam yakınında Rabua vadisinde düşman ateşinden kaçan Türk ailelerini boğazlayanları, Şam’da Tüğrk mahallesini yakan, Askeri hastanedeki yaralı askerleri ve hemşireleri, doktorları, Halep’te Türk aileleri, askerleri katledenleri…

Medine’de, Taif’te Haşimi oğullarının kuşatmasında açlıktan ölen Türk askerlerini, Kudüs’te İngiliz işgal beyannamesini alkışlarla karşılayan Filistinli Arapları… vb.

Daha önce de yazılarımda “Araplara yurdumuzu işgal ettiriyorlar” diye yazmama içerleyen kendisilerin de Arap olduklarını belirten yurttaşlar oldu. Böyle öfkelenmeden önce işgale karşı çıkmalılar ki biz de ölçümüzü tutturalım!

Araplık kökenine sarılarak Türk devletinin yıkılmasına seyirci kalanlar, Cumhuriyetimize içerden dışarıdan her türlü kötülüğü edenleri besleyen Arap krallarının yasını tutabilirler!

Ancak kusura bakmasınlar!

Biz bugünlerde “Türk” olduğumuzu anımsamaya başladık!

Not: Türklerin Mekke’yi korumak için yerleştikleri el-Ciyad kalesini yakınlarda yıkarak 5 yıldızlı otel yapan Suud krallarını, o kralların dizi dibine koşanları Türkoğlu asla unutmayacak!
Ayrıntılar için 58 GÜN, 4. Basım. 25 Ocak 2015

NE YASI … KALLEŞLİK UNUTULDU MU SANIYORSUN? MUSTAFA YILDIRIM

Medine’den yola çıkan Türk birlikleri trenle çölü geçip Lut gölünün güney doğusundaki Maan şehrine giderken Faysal kuvvetleri Medine’de çakılıp kalmıştı. Üstelik Şerif Hüseyin bin Haşimi son anda diretip padişahtan 60.000 altın daha koparmıştı.

Çok değil, bir yıl geçmeden Arap aşiretleri Cidde’de, Mekke’de, Taif’te, Medine’de Osmanlı askerlerine karşı saldırıya geçince anlamışlardı işin aslını.

Mekke’de Şerif Hüseyin bin Haşimi, Osmanlı Paşasının ve Osmanlı askeri kıtasının şaşalı töreniyle ‘Hacı’ olurken, oğlu Faysal, Kahire’de İngiliz Yüksek Komiseri Sir Henry McMahon ile anlaşmanın son satırlarını bağlıyordu.

İngilizler, Haşimilerin Arabistan’dan Anadolu’ya uzanan topraklarda bir krallık kurmalarına yardım etmeyi, aşiret adamlarına askeri eğitim, yeterli silah vermeyi kabul etmişti.

KABE’DE KIRBAÇLANANLAR, YAKILANLAR

İskenderiye esir kampında Mülazimi Sani Denizlili Fahri, arkadaşına döndü; “Bana bak, Aziz!” dedi, “Sen Mekke’deyken Arapların bize saldıracağını öğrenebildin miydi?”

Mülazimi Sani Tokatlı Aziz donup kaldı. Ciyad kalesinde yaşadıkları kuşatmayı unutmak için her gece Allah’a yalvarıp duruyordu. Sesi ölgündü:

“Doğru diyorsun. O işi ancak Kâbe’den ezan okunurken Arapların mermileri üstümüze yağmaya başladığında anladık.”

“Hamidiye hükümet binasını korumakla görevli Arap jandarmalar olacakları önceden biliyormuş gibi sırra kadem bastıklarında da anlayamadınız…”

Aziz, “Ciyad kalesinin burcundaydım” dedi ve ekledi:

“Şerif Hüseyin’in adamları hükümet binasına tulumbalarla gazyağı püskürtüp ateşe vermişlerdi.”

Öfkelenmişti Aziz:

Biz kaleyi kuşatanları geri atmaya çalışırken hükümet binasındaki arkadaşlar akşama dek direndiler, çaresiz kalınca teslim oldular.”

Başını öne eğdi, sesi kısılmıştı:

“Bir yanda Kâbe’nin örtüsü yanıyor, öte yanda ellerinden zincirlenen zabitler yerlerde sürükleniyordu. Mülazimi Sani Şükrü ve Kâmil’in kırbaçlanarak öldürüldüğünü sonradan duyduk.”

Fahri bir of çekti:

“Biz de Hüseyin’in oğlu Abdullah Taif’te bizi kuşatılınca anladık durumu. Teşkilatı Mahsusa doğru dürüst çalışsaydı, Taif’te tıkılıp kalmaz, isyanı Mekke’de bastırırdık.”

Aziz “Kim bilir, belki” demekle yetindi. Sesinde hayıflanmayla karışık, ödevini yapamamış olmanın yarattığı eziklik vardı.

*

Yukarıdaki satırları, belgeye dayanan 59 Gün’den aldım. Bizimkilerin ellerini avuçlarında yoğuran Arap kralları için yasınızı bölmek istemediğimden bazı olayların ayrıntısına girmedim:

“Der’a istasyonunda yaralıları, kadınları, çocukları boğazlarını keserek öldüren, Şam yakınında Rabua vadisinde düşman ateşinden kaçan Türk ailelerini boğazlayanları, Şam’da Tüğrk mahallesini yakan, Askeri hastanedeki yaralı askerleri ve hemşireleri, doktorları, Halep’te Türk aileleri, askerleri katledenleri…

Medine’de, Taif’te Haşimi oğullarının kuşatmasında açlıktan ölen Türk askerlerini, Kudüs’te İngiliz işgal beyannamesini alkışlarla karşılayan Filistinli Arapları… vb.

Daha önce de yazılarımda “Araplara yurdumuzu işgal ettiriyorlar” diye yazmama içerleyen kendisilerin de Arap olduklarını belirten yurttaşlar oldu. Böyle öfkelenmeden önce işgale karşı çıkmalılar ki biz de ölçümüzü tutturalım!

Araplık kökenine sarılarak Türk devletinin yıkılmasına seyirci kalanlar, Cumhuriyetimize içerden dışarıdan her türlü kötülüğü edenleri besleyen Arap krallarının yasını tutabilirler!

Ancak kusura bakmasınlar!

Biz bugünlerde “Türk” olduğumuzu anımsamaya başladık!

Not: Türklerin Mekke’yi korumak için yerleştikleri el-Ciyad kalesini yakınlarda yıkarak 5 yıldızlı otel yapan Suud krallarını, o kralların dizi dibine koşanları Türkoğlu asla unutmayacak! Ayrıntılar için 58 GÜN, 4. Basım. 25 Ocak 2015

CELLADIN ELİNE DÜŞERKEN…Mustafa Yıldırım

“Demokrasi” gelecek diye devlet kurumlarını yıpratanlar, onun vatan savaşı verdiğini, antiemperyalist liderliğini övmüş, onu doğrudan eleştirmemişlerdi. Şimdi onun kendi örgütleri dışında hiçbir siyasal harekete izin vermeyeceğini anlıyorlardı; ama çok geç kalmışlardı.

O durmak bilmiyordu! Tüm yetkileri elinde toplamıştı. Ortada bir meclis vardı, ama onun fetvaları meclisin kararlarının üstündeydi.

Milli imana uygunluğunu ileri sürdüğü uygulamalarla düşünce-örgütlenme özgürlüğü isteyen öğrencileri, bilim insanlarını, aydınları, sanatçıları etkisizleştirdi.

Çok önceden aldığı kararla eğitim kurumlarının tümünü “Demokrasi Devrimi” diyerek kendisinin belirlediği kurallara uydurdu.

Yeni Osmanlıcı militanları, genel oylama öncesinde öğrencileri susturmak için saldırdılar. İçişleri Bakanı, rektörleri arayarak, Rehber İmam’a karşı çıkan öğrencilerin toplantılarını engellemelerini istedi. Birkaç hafta geçmemişti ki Rehber İmam yeni fetvasıyla üniversiteleri hedef gösterdi:

Eski zihiniyetteki akademisyenler işten atılmalı, üniversitelerde demokrasi ve İslam ilminin öğretileceği milli bir ortam oluşturulmalı, ecdadımızın yolunda yürüyenler üniversitelere girmelidir.

Fetvanın ardından saldırılar üniversitelere yayıldı. Demokrasi Muhafızları ve Yeni Yeniçeriler öğrencileri önce dövmeye, direnmeyi inatla sürdürenleri öldürmeye başladılar.

“Rehber İmamın Hattında İlerleyen Talebeler” grubu yönetime el koydu. Rehber İmam, Cuma namazından sonra toplanan semt-mahalle-köy imam-muhtarlarına “Talebelerin hareketini desteklediğini” açıkladı.

Demokrasi Muhafızlarının koruması altında üniversiteleri işgal eden talebeler, Rehber İmam’ın fetvasını yineleyerek saldırıyorlardı. “İslama-demokrasiye bağlı olmayan profesörler, öğrenciler üniversiteden atılana dek işgali sürdüreceklerini” açıkladılar.

Demokrasi Muhafızları fakülteleri kuşatarak kapıları kilitlediler. Protestocu öğrencileri döverek üniversite dışına attılar, birçoğunu tutukladılar.

Üniversitelerde görevli yüzlerce profesör, asistan işten atıldı. Onları destekleyen yazarlar da tutuklandı; gazeteler, demokrasi-vatan komitelerine teslim edildi. Eski devrin polis kurumu artık Demokrasi Muhafızlarının imanı kuvvetli mücahidlerine teslim edilmiş ve sıra gelmişti artık silahlı kuvvetleri imana getirmeye! *

Bu olaylar, Türkiye’deki uygulamalarla ilişkisizdir!

Türkiye’de Rehber İmamet düzeni ve fetva kurumu yoktur; bazı akıllıların desteklediği gibi “Vatan savaşı, 2. İstiklal Harbi” vardır!

Bu arada Vatan-Pekin sever Doğu, “Bize yaklaştı” diyor da “neresine” yaklaşıldığını söyleyemiyor!

Türklüğü Arap hurmasıyla zehirleyen Devlet de öyle!

Dersim özerkliğinin büyük savaşçısı Seyyid Kemal de, eften püften sözlerle idare diyor; öfkelenen parti tabanını her keskin dönmeçte yaptığı gibi”Aman ha provokasyona dikkat” diyerek sakinleştiriyor!

Türklerin Anadolu topraklarında egemenliği yıkılıyor; Batılı-Doğulu, Kuzeyli-Güneyli devletler bayram ediyorlar!

Ediyorlar, çünkü “Türk devletinin yok edilmesine hayır!” diyemeyen muhalifler, kıvırtıyor ve Türklerin bilincini bulanıklaştırıyorlar!

Twit-mwit, panel-manel, fantastik şarkılarla idare edilecek sıra değil! Türklere yıkımın aslı anlatılsın yüz yüze görüşülerek.

Devamı bir sonraki yazıda…

10 Şubat 2017

*Zifiri Karanlıkta Cilt 1, İçten Çürüme Bölümünün 200-205’inci sayfaların esinlenerek özet!

TÜRKLER KAN UYKULARDA BOĞULDU
<< 1979-1981 döneminde İran’da yapıldığı gibi önce eğitim, sonra polis güçleri İslamlaştırıldı, yeni bir Anayasa ile İslamcı bir devlet kurmak için kararlı adımlar atıldı. Ordunun her kuvvet biriminden ve her rütbeden subayları, Cumhuriyeti savunma olasılığı yüksek yazarlar, gazeteciler hapse atıldılar.

1964 sonrasında Türkçüleri MTTB’den tasfiye edenlerin çoğu milletvekili, hatta bakan, Başbakan, Cumhurbaşkanı, TBMM başkanı oldular.

Türkiye’de gelişmelerin İran’da yaşananlardan farkı da vardı. Orada İslamcı dikta kurulduğunun farkına varan muhalefet partileri, örgütleri direnmişlerdi. Türkiye’nin önde gelen muhalefet partileri tam tersini yaparak Hizbullahileri, Kürt-Arap şeyhlerinin ardıllarını içlerine alarak, ulusal eğitimde, adalet kurumlaşmasında geriye gidişe “ılımlı” karşı çıkışlarla rejimin değişmesine yol açtılar.

İlköğretim okulları imam okullarına dönüştürülürken yeni mollalar kuşağı yetiştirilmeye başlandı.

Sonunda “Başkanlık” denilerek, Padişahların yetkilerinin de üstüne çıkan bir tür Arap krallığıyla İran’daki Rehber İmamlık karışımı “modern” görünümlü, ancak aslında molla adaletiyle yönetilen düzene doğru adımlar atıldı.

Cumhuriyeti ve Türk egemenliğini savunanları yıldırmak, Kürdistan’ın kuruluşunu, özerk eyaletleşmeyi kolaylaştırmak için yüzlerce kişi hapse atıldı. Tutuklananların bazıları hapiste hastalandı, sağlık hizmeti geciktirilerek ölmeleri beklendi.

Ordunun seçkin subayları da suikastçılık, casusluk, hatta “fuhuş” iftiralarıyla aşağılanarak hapse atıldılar. Onların da bazıları tutukluyken hastalanarak öldü. Bir Albay, polisler evinin kapısına dayanınca, alçaltılmayı onuruyla bağdaştıramadığından kendini vurdu. Böylece ordudaki seçkin subayların Kuvvet Komutanlıklarında ve Genel Kurmay’da görev almaları engellendi.

Basın, yayın, konuşma, toplanma özgürlüğü giderek kısıtlandı. Medyanın hemen hemen tüm organları İslam inkılabının hizmetine girdi.

İslam inkılapçılarının yöntemi ülkeden ülkeye değişmiyor ve Hindistan’ın Kuzeydoğusundaki Upraşt eyaletindeki Luknov ilinin Kintur Kasabasından Ahmed Hindi’nin [Hintli Ahmed’in] torunu, İran’ın Humeyn Köyünden Ruhullah Mustafavi Hindi’nin sözleri Türkiye’de yaşanları özetliyor:

“Her ihtilalden sonra bu bozukların birkaç bini açık alanlarda idam edilir, yakılır ve hikâye de böylece kapanır.

Bu gibilerin gazete yayınlamaları yasaktır…

Doğru yolda olan bir-iki parti dışında bütün partileri kapatacağız…

Hepimizin hataları oldu. Biz insanlarla uğraştığımızı sanıyorduk. Açıktır ki böyle değilmiş. Vahşi hayvanlarla uğraşıyormuşuz. Bundan böyle onlara izin vermeyeceğiz.”

İran’da Ayetullahlar diktası 37. yılını dolduruyor. Türkiye’de 1909’da başlayan İslamcı kalkışma, 100 yıllık sabırlı ve örgütlü savaşımın sonunda başarıya ulaşıyor. Batı’dan, doğudan, kuzeyden, güneyden, iç-dış destekle açılan sınırlardan içeri alınan milyonlarca Arap mülteci öncelikle Güney Anadolu sınırlarındaki kentlere yerleştiriliyor; yeni bir etnik sorun yaratılıyor.

Ulusal devletin sınırları karada ve denizde içe çekilerek 1918’e dönülüyor.

İran’daki gibi kurumsallaşan yeni düzenle birlikte Türkiye, bir tür Rehber İmamlık rejimine, federe İslam devletine dönüşüyor; yüzlerce yıllık Türk egemenliği de artık zifiri karanlıkta yıkımın kıyısındadır.

19 Mayıs 2016

Zifiri Karanlıkta, UDY, 2016, 2. Cildin Sonu>>

 

AZINLIKLAR UYANDI.  TÜRKLER UYANMADI.  Mustafa Yıldırım

Muzır arkadaş sordu:

“Her yazdığında artık ‘Türk’ deyip duruyorsun! Birleştirici olmuyorsun!”

Yanıtladım:

“Herkes uyandı, Türkler uyanmadı! Oysa kurucuydu Türkler, toplumsal kültürde, yönetimde, savaşta egemendi! Mertlikleriydi en temel özellikleri…”

Yine sordu:

“Düzelmez mi?”

“Sonucu görüyorsun: Her yer yanıyor; çünkü Türkler artık önde değil! Ona buna yapışanlar yanacaklar! Türkler uyanmıyor ve huzurlu çağ umudu kapanacak. Yananlar da yandıklarıyla kalacaklar!”

“Öyleyse neden uğraşıyorsun?”

“Bizden sonra gelenleri uyaracak gençler için!”

YÜCELER YÜCESİ ÖNDERİNİZ

“Bana kim saldırırsa” diyor,”CIA-MOSSAD ajanıdır! Çünkü ben öylesine büyük adamım!”

Ayetullahlar İran’ının VEVAK’ı, Rusya Federasyonu’nun SVR’si, Suriye’nin Muhabarat’ı, Çin’in MSS’si, Fransa’nın DGSE’si, Almanya’nın BND’si, İngiltere’nin SIS – MI6’sı da saldırmıyorsa büyük önder olabilir misin?

Haydi, bakalım bu istihbarat örgütlerinin adamlarını da listene al; çünkü seni eleştiren herkes bir yabancı devletin adamıdır!

Senden büyük yoktur!

Yurttaşlar her önüne düşene, “liderim” diyene, “gerisi teferruattır” diye toz kondurmazsa böyleleri hep çıkacaktır…

Kıvırtanlar dikkat! Yoksa bedelini ağır ödetiyorlar!

BOMBA DİBİNDE PATLAMIŞ O KINIYOR Devleti yöneten seçilmişler kınıyor!

Devlet yönetiminin önemli parçası iktidar dışı partiler kınıyor!

Devleti ve yurdu korumakla görevli silahlı güçlerin yöneticileri kınıyor!

Sınırları geçerek Ordunun, kuvvet komutanlıklarının ana karargahlarının dibine dek gelen bomba patlıyor…

Kimin yaptığından, kimin yaptırdığından önce sınırları silahlarıyla korumakla sorumlu olanlar, o yurt sınırlarından o patlayıcıların nasıl geçtiğini açıklasalar yurttaşlar da kınayacaklar, ama…

“Siyasiler emir verdi de göremezden gelmek zorunda kaldık” diyerek işin içinden sıyrıldıklarını sananlar!

“O yarım kalan söz bakalım nerede tamamlanacak?”

BİR “GENERAL” DAHA…

Yüceler yücesi liderinizle birlikteydiniz. Ahmedinejad’la, Esad’la poz veriyordunuz “General.”

Süleyman Şah’ın Suriye’deki türbesini taşımaya nice saltanatların, işgalci devletlerin, Mekkeli Haşimilerden Seyyid Faysal’ın, Humeyni’nin yoldaşı Hafız Esad’ın gücü yetmemişti…

Siz “General” türbe taşınınca “İyi oldu” demiştiniz… Kimin için iyi olmuştu “General”, kimin için?

Aklınız elbette eriyordur, ama siz yine de yukarıdaki satırları sözcük sözcük okuyunuz!

Ordunun başına değil çuval geçirmek, 900 yıllık türbeyi yıktınız!

Ankara, 25 Şubat 2016
UNUTULUR MU SANIYORSUNUZ? Mustafa YILDIRIM
Atatürk’ün fotoğrafını indiren kadın! Babanı yaktılar diye milletvekilliği armağan edilenlerden birisin!

Seninle birlikte YT-CHP’nin Parti Meclisine giren Şeriaticiye, Humeyncilerin vekili savcıya sor; yakanları sana anlatsınlar! Yakanlar da Atatürk’e düşmandı, sen de…

Atatürk’ü indirdin diye sana saldırıyorlar! Hiç üzülme! Gün gelecek senin fotoğrafını da asacaklar!

Hem de her yere ve hiç indirilmemecesine!

Muharrem!

Sana gelince…

“Partime zarar gelebilir” diyerek zamanında adını vermeyerek onun CHP yönetimine girmesini sağladın!

Artık partinize zarar gelmez!

Zaten sen ve senin gibiler, Atatürk’ü hiç sevememiştiniz ki!

Aslında sen görevini 4+4 yasasının maddeleri birer birer geçerken vekil arkadaşlarını susturarak yerine getirmiştin!

Hatta “Genel merkezin talimatı” diyerek kendini savunmuştun!

Atatürk’ün resmi işte o anda paramparçaydı… Partini kurtarmakta senden beceriklisi bulunabilir mi?

KADINLAR VE ÇOCUKLAR VARDI…

Kumandan Mustafa Kermal’in gerillalarının istihbaratçısı, gerçek asker, Kavakalanlı Dudu Kadın: Ermeniler ve Yunanlar sır vermediği için evini yakıp onu ateşe atmışlardı.

Dudu Kadıın’ın yardımcısı, Akıncıların kuryesi Molla Hasbi: Yaşı hep 12 kaldı; çünkü Yunan subayı dipçikle onun başını parçaladı.

Dudu Kadının kızı Nazife’: 8 yaşındaydı. Olayların tanığıydı; kaçmayı başardı.

Sevgi-selam onlara!

Bize onların örnek savaşı yeter!

İhanete, dönekliğe aldırmadan yüreğinde ateş, ufka bakan gözlerinde o mavi ışık, dağları savunanlar! Size de selam! Ankara, 24 Ocak 2016

[Ayrıntılar, Ulus Dağı’na Düşen Ateş’ten]

SÖZ KONUSU TÜRK DEVLETİYSE  GERİSİ  TEFERRUAT DEĞİLDİR. ..Mustafa Yıldırım
k
abe’de kırbaçlanarak, yakılarak öldürülen Türk subaylarını unutma!

Unutma Suriye-Der’a istasyonunda Arap cembiyesiyle boğazı kesilen Türk kadınlarını, yaşlıları, çocukları, yaralı askerleri…

Unutma Mustafa Kemal’in askerlerini Halep’te arkadan vuran Faysal bin Haşimi eşkıyalarını!

Kendine “Türkmen” diyorsan “Türk” gibi davran ve Arap uşağı olma!

Ağzına “Türk” sözü yakışmayanların,

“Türküm” diyemeyen şeyh artıklarının maşası olma!

Sen de iyi oku bunları Amiral! Bu işler ekranlarda gezinmeye benzemez!

ÇUVAL DEĞİL HARAR GEÇİRDİLER

Yalnız Cumhuriyetin değil öncesindeki devletin de köklerini, söken Anayasa değişikliği oylanacak.

Aklı Kızılkilise’de ve Eşkıya Rıza ilke Ermeni ortağı Baytar Nuri Dersimi’de kalan yeni CHP Başkanı “Öteki” Kemal ne devletten söz ediyor, ne de Anayasadan…

Varsa yoksa “Recep Bey!”

Derken yolu Burdur’a düşüyor. Kürsüden bağırıyor:

“Bizim kökümüz Ecevit’tir! İsmet Bey’dir!”

Burdurlu Ali Barkın Usta, dayanamıyor, bağırıyor:

“Bizim kökümüz Atatürk’tür! Atatürk!”

Yanındaki şık kişinin yakasındaki CHP rozetini görünce öfkesi yineleniyor, onun yakasını tutuyor:

“Kökümüz Atatürk! Atatürk!”

Şık giysili kişi, pişkinlikle “Yönetime ileteceğim efendim!” diyor da “Haklısınız!” diyemiyor!

Bu kişi Umut Oran! Hani Mr. ve Mrs. Clinton’la buluşup Kürt sorunu çözmeye kalkan kişi!

Şimdi CHP Başkan adayı… Kökünü bilemeyen için “Kılıçdaroğlu’nu Cumhurbaşkanı koltuğuna oturtacağım” diyor. Alt düzey Kasaba politikacılığı!

Yıllar akıp geçti. Koşullar ağırlaştı. Eczacı Rana soruyor:

“CHP Başkanı kim olacak?”

Yanıtlıyorum:

“Bir Türk olmayacak!”

ÖNCE TÜRK GİBİ ERDEMLİ, SONRA YÜREKLİ OL!

Türkçülük demek hoyratlık, ona buna biat etmek, her ne gerekçeyle olursa olsun Türkçeyi aşağılamak, asmak-kesmek değildir.

Türkçülük, akıllı-sevgi dolu olmak, eşkıyaya karşı dirençli olmak, ekmeğine el konanları, güçsüzleri korumak demektir!

Türkçü olmak, Araptan-Acemden-Rustan-Çinliden-Amerikalıdan, Avrupalıdan, Şeyh-Ayetullah örgütlerinden medet ummamaktır…

Türkçü, içlerinde etnik damarlarını gizleyerek, Türk devletini sinsice yıkmaya çalışanların aldatıcı sözlerine kanmaz, böylelerinin “din” görünümü altında yönetimi ele geçirmelerine izin vermez…

Türkçü, tarikat maskeli Türk düşmanı Kürt-Arap şeyhlerinin müridi olmaz!

Türkçü, kimselerin kulu, kölesi olmaz, biat etmez!

Türkçü, özgürlüğünü parayla değişmez, kimselere baş eğmez, üç gün günlük sefa yerine ölümü göze alır!

Türkçü, onuruyla yaşar, onuruyla ölür!

M. Yıldırım, Ankara, 27 Kasım 2015

KÖTÜNÜN İYİSİ… Mustafa Yıldırım
“Hillary Clinton Jeb Bush’tan daha iyidir!”

“Tahran’ın Atatürk düşmanı katilleri de İşid’den iyidir.” “Putin ve Pekindekiler bilmem kimden!”

Onlar aslıysa buradaki taklitleriyle niçin uğraşıyorsunuz?

Türkler, kendi devletleri yıkılırken ağlamaktan, sızlanmaktan, sandıktan maskeli iyiler çıkarmaktan yorulmadılar…. * Şimdiye dek aklın neredeydi? Şaklabanlardan, kelebek gibi oradan oraya konan Atatürk düşmanından,

Moon tarikatına koşarak zina ile devletimize ihanet edenden, Esad’dan, Katiller başı Ayetullah’tan, Moskova’dan-Pekin’den,

Türk-Türkçe düşmanı Arap milliyetçilerinden, İngiliz meclisinde Türkiye’nin laiklik düzenini müzevirleyen şeyh etekçisi sözde alperenden, Arap-Kürt şeyhinden Türkçülük kaparak özümüzü öğütenden ve daha nicelerinden medet umanları baş tacı edenler Merihliler miydi?

Kaportacı Mevlüt Güzel yıllar önce demişti ki: “Abi bunlar Türk değil! Abi bunların hepsi gavat! Ellerimi de vicdanımı da onlar için kirletmem!” * Muzır arkadaş diyor ki: “Yahu! Şimdi sırası mı? Ne güzel kitaplar yazdın…” “Rahatın mı kaçıyormuş? Ucunda kavganın hası mı varmış?” “Ama biz seni çok seviyoruz!” “Sevme kardeşim, sevme! Hatta söv! Kitapları yak! Ondan sonra git, TESEV yetiştirmesi parti başkanını sev! Google Anana, “Youtube” Ablana söyle; televizyon program kayıtlarını silsinler!” “Çok sertsin!” “Yoksa güzelim okulu İmam Hatip yapılan ve kapının önüne konan torunumun yüzüne bakabilir miyim?” “Ama yine de çok sert…” “Alçaklara mürit olmama terbiyemizi anımsadık! Türklük, insanlık özümüz canlandı; haksızlığa isyan damarımız kabardı… Yolumuzda yürüyeceğiz… Hançeri böğrümüze saplamaya hazır düşmanın yüzüne baka baka yürüyeceğiz… Bıçağın ucunu santim santim sokan kötünün iyilerine arkamızı dönmeden yürüyeceğiz! Zeybeğin, düğünlerde eğlence oyunu olmadığını bile bile…”

*

“Anti-emperyalist” ve “devrimci” diye yutturduklarına bak:

“Biz İslam olmayanlarla ve İslam olup da laik olanlarla sürekli harp halindeyiz!” (İran Rehber İmamı Humeyni)

Genç Arkadaş! “Mustafa Kemal” diyorsan, “Atatürk” diyorsan, Türküm diyorsan, “özgürlük” ve “bağımsızlık” diyorsan gitme kaypakların arkasından!

Onlar başka devletlerin bayrağını sallarlar, bir gün senden yana görünür, öteki gün Kandil’e çıkarlar, daha öteki gün Atatürk’ü Hizbullahla bir tutarlar!

*

Tek başına, kendi doğrularıyla Cumhuriyeti savunan o tek kişilik gerçek muhalefet partisini selamlıyorum! Hastalığı vız gelir! Tarih onu çoktan yazdı:

Tuncelili Kamer Genç (T) BMM kürsüsündeydi; Türk çocuklarını Arap-Kürt şeyhlerinin müridine dönüştürecek medreseler yasasına tek başına muhalefetteydi. Birden durdu; kollarını iki yana açarak “Ey CHP’li arkadaşlar oturmayın öyle! Gelin yanıma, Cumhuriyet orada değil burada savunulur! Haydi kalkıp gelin!” dedi. Sıralardaki CHP’liler sırıttılar! Gelmediler… (video kayıtları kalıcıdır.) MHP sıralarındakiler de sırıtarak baktılar. AKP sıralarındakiler geldiler, Kamer Genç’e vurmaya başladılar!

Şimdi söyleyin bakalım:

Hangi yüzle Cumhuriyeti kutluyorsunuz?

M. Yıldırım, Ankara, 29 Ekim 2016

Unutmak o denli kolay mı?

ATATÜRK’Ü YAKAN “ANTİ-EMPERYALİSTLER”Mustafa Yıldırım

Türkiye’de koalisyon görüşmeleri sürerken belirsizlik ortamından yararlanan İran yönetimi. Ocak 1996’nın son haftasında Türkiye’ye altı Tır soktu.

Polisler, Suriye’ye giden Tırları durdurdu. Yük belgelerinde varış yeri, Lübnan’da sahte bir adresti. Belgelere göre yük, motor yağı, parafindi; ancak gerçek yük, roketatar, uçaksavar, mayın, havan mermisiydi.

Türkiye istihbaratı cephanenin ve silahların PKK’ye gittiğini belirtiyordu. İran sessizliğini korurken Suriye yöneticileri ilişkilerinin olmadığını ileri sürdü. Bir süre sonra sıkışan İran’ın Pasdaran Büyükelçisi Muhammed Ali Bageri, “Kesinlikle ilgimiz yok” demek zorunda kaldı.

Türkiye yönetiminin çekingen davranışını gören İran, üste çıkmakta gecikmedi. Şubat 1996 başında İran’ın Ankara Büyükelçiliği önünde sözde bir grup muhalif, İran yönetimini kınadı.

İran yönetimi de fırsatı kaçırmadı. 16 Şubat 1996’da Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliği önünde toplanan Hizbullahiler, önünde ve arkasında Atatürk resmi yapıştırılmış bir maket taşıyorlardı. Atatürk’ün başı üstünde de ABD bayrağı vardı. Hizbullahiler Atatürk resimli maketi yaktılar ve Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği’nin önüne pankartlarını astılar:

“TC’de İslamcıların zaferi, Siyonizmin ilk yenilgisidir.

Laiklik Siyonizmin gayrimeşru çocuğu.

Laiklik= Atatürkçülük= Siyonizm”

Hizbullahilerin önüne geçen Türkiye’den gitme bir kişi, son derece düzgün Türkçesiyle başladığı konuşmasının sonunda haykırdı:

“Kahrolsun Amerikan uşağı Laik Cunta!”

Gösteride Atatürk maketinin yakıldığını gösteren yayınlar, Türkiye’de gerginliği tırmandırdı. Bir gün sonra İran Büyükelçisi Muhammed Bageri, Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı.

Türk Dışişleri, İran yönetiminin izni olmadan Tahran’da böyle bir gösterinin yapılamayacağını, üstelik Atatürk’ün resminin yakılamayacağını, Türkiye Cumhuriyeti’ne hakaret edilemeyeceğini belirterek İran devletini kınadı.

Ayetullahlar diktası hiç aldırmadı. Türkiye’yi hemen yanıtlandılar; Tahran’daki gazetelerde Türkiye’yi karalayan İngilizce, Farsça ilanlar yayınlandılar.

İran yönetimi yıllardır olduğu gibi ideolojisine bağlıydı; Türkiye’deki İslam darbecisi yandaşları da onları yalnız bırakmadılar. (Yayındaki kitaptan)

Bir destek de, Pekin’e gidince Mao’nun defterine “Türkiye’den talebelerin” yazan, İstanbul’a dönünce “Mustafa Kemal’in Askeriyiz” sloganı atanlardan geldi.

O günlerde Beyrut’a giden bu “anti-emperyalist” maskeli odak, Hizbullah’ın şeyhini Atatürk’le bir tuttu!..

“Kolayca yutturdum” deme!

Sen unutursun bazı Türkler unutturmazlar!

10 Kasım 2015

AMERİKAN MADALYALI ŞAFAK!  Mustafa Yıldırım
Birkaç yıl önceydi. “24 Ocak” ile başlayan Uğur Mumcu haftasında salondayız. Alkışlarla sahneye çıkan kadın, ne eksik ne fazla şöyledi:

“Bugüne kadar asla ‘emperyalizm’ demedim, bugünden sonra da demeyeceğim.”

Salondakiler mırıldanıp geçti. Öyle ya, hem “Kalpaksız Kuvayı Miliyeci” Uğur Mumcu, hem de “emperyalizm” demekten ürken kadın!

Meğer ürkmüyormuş! Kısa sürede anlaşıldı.

Bir kaza sonucu bir bacağı “protezli” kadın, “direniş” simgesi olduğundan sahnelere çıkıyordu; ancak çıkacağı daha büyük sahne vardı.

Washington’da, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığında törenle madalya aldı.

Amnerikan ruhuyla döndü Ankara’ya.

Operasyonlar ustası Büyükelçi Ricciardone onun Amerikan madalyası onuruna ayaküzeri içkili toplantı (kokteyl) düzenledi.

“Ergenekon-Silivri” kahramanlarından Nedim Şener de orada! Daha niceleri…

Ancak en önemli konuk, Kılıçdaroğlu “Öteki” Kemal idi.

“Öteki” Kemal’in eşi girdi Amerikan operatörü Ricciardone’nin koluna, öteki yanında “Öteki” Kemal ve madalyalı kadın! Ne fotoğraftı ama! Yıllarca arşivlerden çıkıp çıkıp gelecek!

Derken geldi seçim günleri. Kadında bir naz bir naz!; “vekil olmayacağım” diye basına demeçler…

Olur mu öyle şey!

Hem “Bulunmaz Amerikan kumaşı” ve üstelik “madalyalı” kadın “T” siz BMM’ye girmezse…

Haydi o maskeliler meclisinde idare ettin, fakat Amerikanın operatör elemanlarıyla kol kola girip fotoğraf çektirmek gerekebilir!

Bunları, 6 Nisan 2015’te yazmışım.

Şimdi pişmanım; çünkü daha göreceklerimiz varmış!

Önce devletin kökü koparılırken, “etik” ilişki kuruduğu kadınla “etik” görüntüleri ortaya saçılınca bir yana çekilmeyen adam! “Öteki” Kemal ve “kuvayı Milliyeci (!) ahbaplarının desteğiyle yeniden vekil yapılmıştı. Hem de olaydan bir yıl sonra…

Yetmedi bir kez daha…

Hiç yetmedi, bir de “T”‘siz BMM’ye başkan adayı!

Hem de “öteki” kadınların alkışlarıyla!

Yetmemiş “T”siz BMM Başkanlık kürsüsüne “asla emperyalizm” demeyeceğim diyen Amerikan “madalyalı” kadın çıkarıldı.

Olabilir devir uygundur!

Bir elleri Arap prensleri avucunda yoğursun diye Riyad’da, ayakları Kum’da Rehber İmam Hameney’in tahtı altında, öteki elleri Washington’da beriki elleri Kürdistan’da… Koalisyon tamamdır: İslamcı-Modern-Federasyoncu-Arapçı-Amerikancı vs. vs.

Bugüne dek maskeli Amerikalılar yüce makamlara zıplıyorlardı.

Sev,inmeliyiz ki maskesiz, hem de madalyalı, özü sözü bir kadın “T”siz BMM Başkan Vekili oldu!

Gizlisi, saklısı yok!

Bunu anladık da, Yeşil Turuncu Oynak CHP grubunda ona oy veren “Kuvayı Milliyeci” kadınlara ne diyeceğiz!

Yurdumuzun yönetimi, Amerikan madalyalılara, “öteki” Kemleri “öteki” kürdistanseverlerine, “öteki” Ermeni milliyetçilerine, “öteki” Arap-Acem Müslümanlarına teslim edilirken diyecekler ki:

“Siyasal etik!”

Diyecekler ki:

“Ne yapalım parti disiplini!”

Adınız değil de etiğiniz, disiplininiz batsın!

Kahramanların adı “mücevher taşa” yazılmıştı.

Sizin adınız hangi taşa yazılacak, bir bilseniz!

Gerçi bilseniz de değişmez!

“Devenin dikeni” sevildikçe böyle gidersiniz!

Ankara, 6 Temmuz 2015

el an: Bugün bayram. La namele: çalışmak yok..

ÖCALAN BAYRAK GÖSTERMESEYDİ…Mustafa Yıldırım
“Öteki” Murat Karayalçın” “Barış” gösterisi için demiş ki:

“Orada ‘Silahlar sussun’ mesajı vardı ama orada Abdullah Öcalan’ın posterleri çıkınca o milletvekilleri de oradan ayrıldı. CHP milletvekilleri o alanda kalmadı. Abdullah Öcalan posterlerinin bulunduğu bir yerde barıştan söz etmek çok güç değil mi?”
Diyelim ki Öcalan posteri, PKK bayrağı göstermediler!
O alanda PKK’nin varlığını, sizin onlarla birlikteliğinizi değiştirir mi?

Bunlar açıkladıklarını!

Ya açıklamadığınız ilişkileriniz!

Uyandırmak isteyenler için:
TBBMM internet sayfasından CHP milletvekillerinin el-mek adreslerini bulabilirler! Kobani’ye gönderilen, Suriye Kürt önderiyle görüştürülen CHP gençlik kollarını da sorabilirler!

 

İşte Yılmayan Tuncer de gitti
Bayram benim neyime
O ÜÇ BEŞ İNSAN
Onu duymadınız.
Görmediniz.
Tek başına uğraştı.
Övünmedi, sağa sola kendini anlatmadı.
Baskılar karşısında yardım istemedi.
Sessizce çalıştı.
Yılmadı, korkmadı, sızlanmadı, teslim olmadı.
Onu o mikrop buldu, yere yıktı.
Bedeni donup kaldı.
Arada bir gözünü açıp kapadı.
Beş ay uyanmadı.
Dün gitti.
Bilmeyeceksiniz, duymayacaksınız…
Sessizce gelmiş, sessizce direnmişti
Yılmazdı, yılmadan sessizce gitti.
Yarım yüzyıl yetmişti.
Derler ya!
O sessizce çalışan üç beş insan sayesinde
devletiniz ayakta…
Yoksa siz toplanıp bağırıp çığırdığınız için değil!
İşte Tuncer Yılmaz o üç beşten biriydi.
Bugün geride bıraktığı bedeni toprağa girecek.
*
Yine üç beş insan çalışacak…
Yine siz kendinizi avutacaksınız
Cambazları alkışlayacaksınız
Soytarıları övecek
Lekelileri, devletinize tarihsel zararlar verenleri
baştacı edeceksiniz
Gavurun eliyle Türkçülük kahramanı olanları
Sentez diyerek Arap eşkıyasının eline yapışanları
Anadilinizi aşağılayan Türkçüleri(!)
Kardeşi kardeşlere kırdıranları…
Türk uygarlığını dört çadıra tıkanları
baştacı edeceksiniz…
*
Gerçekler tuğlacısının
bilgi bekçisinin
eksikliğiyle kala kalacağım.
*
Yine sessizce, namus diye çalışan
o üç beş insan yıkılan devletinizi
ayakta tutmak için çırpınır
Çünkü
Yağmuru Kimse Durduramaz!
Ne diyelim?
Sizin canınız sağ olsun!
Ankara, 18 Temmuz 2015
Mustafa Yıldırım,

HANGİ KADIN ADAYLARI DESTEKLİYORSUN? Mustafa YILDIRIM
“Cumhuriyet Osmanlının reklam arasıdır” diyeni mi?

“Amerika’da her gün üç kadına tecavüz ediliyor” diyen kadını mı?

Madımak’ta yakanları savunan avukat vekil, başka milletvekilinin anasının ırzına geçeceğini, söylediğinde sus pus olan kadın vekilleri ve onların kadın arkadaşlarını mı?

Öğrenci otobüsünü kundaklayarak çocukları öldüren, kadınları yaktıkları evlerin ateşine atanların sözcüsü kadınları mı?

ABD Dışişlerinden ödül alan, ABD’nin içimizi karıştıran elçisiyle kol kola giren kadını mı?

Türklerin Cumhuriyet devletinin kökünü sökmek için oya sunulan sözde yasayı desteklesin diye ABD’ye çağrılan, “Ortağın Çocukları”nca ödüllendirilen; dönüşünde “Yetmez ama evet” kampanyasını icat eden kadın yazarı mı?

Daha çok, ama sıkıldık mı?!

Ömür boyu bal-kaymak maaşları almak için meclise giren ya da girmeye niyetlenen, girince de 5 yıl saksı gibi oturan, koridorlarda gezinen kadınları mı?

Yine mi sıkıldık?

“Kadın adayla liste başı olsun” diyenler, salt kendilerine de yer açmak istiyorlarsa sözümüz yok! “Hiç olmazsa çıkarlarına bakıyorlar”, “Kadın erkek fark etmiyor” deyip geçeriz!

Ancak kadınlarımız ve adamlarımız, genç ya da yaşlı, gevezelik edeceklerine,

– Köylere, kasabalara gidip, insanlarımızdan bir şeyler öğrendilerse,

– O çilekeş insanlarımızla birlikte haksızlığa göğüs gerdilerse, onurumuzu koruyacaklarını eylemleriyle kanıtladılarsa,

– Salt oy alacağım diye her tıynetten kişiye mavi boncuk dağıtmadılarsa,

– İçleriyle dışları birse,

İşte onları desteklemek bir yana, onlarla birlikte savaşırız!

Erkekler sırf “erkek” oldukları için eylemci kadınlarımızı yana itiyorlarsa, o kadınlarımızla omuz omuza verir, o erkekleri saf dışı ederiz!

İşin aslı:

Faşistin kadını da erkeği de birdir

Karanlıkçının, şeyh müridinin kadını-erkeği fark etmiyor.

Doğu ya da Batılı yayılmacıların ortağı olanların cinsiyeti de durumu değiştirmiyor!

Teröristin kadını da, erkeği de katildir!

Öyleyse, iyi kadını, kötü kadını, hangi yetkiyle, hangi kıstasla, hangi teraziyle tartıyor da desteklememizi istiyorsunuz?

“Kontenjan değil, örgütlü güç ve savaşım!” diyen, kendisinden başkalarını düşünmeyi erdemlilik sayan kadınlar, o erkekler, o kötü kadınlar istemeseler de önder olurlar!

O eylemci, yurtsever, insansever, özverili kadınlar, o siyasal örgütlerin duvarlarını yıkar, başkanların sultalarını yerle bir ederler!

Ancak onlar bizim vekilimiz, temsilcimiz olurlar!

Olacaksa onlar öne çıksınlar ve yönetimlerde yalnızca o kadınlar olsun!

Bağımsızlık savaşımında kadınlarımız erkeklerden daha gözü pek, daha atılganlar!

Çare işte o kadınlarda, o genç kızlarda!

Onlar, yalnızca savaşıyorlar, “kontenjan” da istemiyorlar!

26 Şubat 2015, M. Yıldırım

CIA ve HALK FIRKASI’NIN CENAZESİ  Mustafa YILDIRIM
Cumhuriyet devleti de, kurucu fırkası da yıkıldı gitti… Allah Kemal Bey’e zeval vermesin! Görevini tamamlamak üzere… Adam yerleştirmekte de üstüne yok! İşte onlardan birinin öyküsü:

Temmuz 2007 genel seçimine az kalmıştı. O çok ünlü ve satışta birinci sırada gelen gazetenin ünlü köşe yazarı elçiliğin hemen karşısındaki lokantada ABD Büyükelçisiyle birlikteydi.

Uzun boylu gazeteci, Ross Wilson’u konuşturacaktı ve çalkantılı cumhurbaşkanlığı seçimi, cumhuriyet mitingleri ve Genelkurmay Başkanı’nın “e-muhtıra” yayınından sonra ABD’nin Türkiye seçimlerine yaklaşımını birincil kaynaktan öğrenebilecekti.

Ne yazık ki öyle olmadı; çünkü uzun boylu, sportmen bedenli gazeteci, Ross Wilson’u konuşturmak yerine kendisi konuşuyor; seçim kampanyasını, partileri ve özellikle CHP’nin durumunu yorumluyordu.

Daha sonraları deneyimli bir gazeteci, bu olayı duyduğunda “Gazeteci konuşmaz, konuşturur; rapor sunmaz, rapor alır” dedi.

CIA eski Başkanı William Casey, gazetecileri, yanlış bilgilendirme, kara propaganda amacıyla kullandıklarını söylemişti.

CIA, o zamanlar kurallara uyuyor ve seçme gazetecileri gizliden kullanıyordu. Anlaşılan gazetecilik de “küreselleşme” döneminde değişmiş ve artık gizliliğe gerek kalmamıştı.

Günümüzde ısmarlama iş yapan gazeteciler var kuşkusuz; ama gazetecilerin ‘Amerikan Yeni Yüzyılı’na kitleler halinde inanmalarının ve değişmelerinin nedenleri arasında Washington’daki kurslar, burslar önemlidir.

Buna Alman Hıristiyan Demokrat Parti organı Konrad Adenauer Stiftung’un örgütlediği “gazetecilik” eğitimleri de ekleniyor.

GMF’nin (Marshall Fonu’nun – Yerli Şubesi de var) ‘gazetecilik projeleri’ etkili olsa da, en ciddi ve kapsamlı bilgilendirme girişimi, Como gölünde gerçekleşti. (Como gölünde CIA ile viski kadehi tokuşturanlar için bkz. Ortağın Çocukları)

Ross Wilson, bir kez daha Ankara’da görevlendirildi, yakında gelecek.

Ross Wilson’a Türkiye’nin politik ortamını, bu arada CHP’yi uzun uzun anlatan o uzun boylu gazeteciye gelince… O da CHP’sine kavuştu!

Ne zamanlama ama!..

Gazetecinin adını mı?..

Onu da bir zahmet siz bulun! Ben hala kaynağını ele verenlerden değilim! Ne olur olmaz Kemal Kılıçdaroğlu’nun eli pek uzun!

Artık Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Fırkanın cenazesi kaldırılmıştır! 6 Eylül 2014

Not: Wilson, Atlantik Konseyi Başkanı olmuştu. Şimdi Anadolu Federe Devleti misyonu için geliyor. Meraklısı için ayrıntılar Ortağın Çocukları, 3. Basım, 2011

YEŞİL-TURUNCU OYNAK (YTO-CHP) KILIÇDAROĞLU PARTİSİ  Mustafa Yıldırım
Gelecekte açılacak “CHP darbecileri” davasına belge olsun diye bir kez daha yayınlıyorum:

Askeri cunta ve Özal hükümetlerinin baskıcı döneminden bunalan pek çok kişi, özgürlük ortamının genişlemesiyle somut çalışmalar için derneklere-vakıflara katıldılar; “STK” denilerek örtülen kuruluşların “project democracy” operasyonunun bir parçası olduğunu görünce de ayrılmak istediler.

Saim Sanlı da iyi niyetle TESEV kurucusu olmuştu; ancak daha sonra ayrılmak için bir dilekçe gönderdi:

“TESEV’in giderek artan bir biçimde, ulusal birlik ve bütünlüğümüzü ayrıştırıcı, başta Cumhuriyetimiz olmak üzere birçok ortak değerimizi aşındırıcı mahiyetteki rapor ve çalışmaların adeta odağı haline geldiğini –bilerek veya bilmeyerek- ülkemizin ihtiyaç ve çıkarlarıyla giderek ters düştüğünü ve amacından uzaklaştığını üzülerek müşahede ettim.

Bu nedenlerle, kuruluşundan bu yana üyesi olduğum TESEV’den istifa ederek ayrılmaya karar vermiş bulunuyorum.

İstifamın gereğinin yapılmasını rica ederim.”

Saim Sanlı’nın ayrılma isteği kabul edilmedi. TESEV’den ayrılma dilekçesi gazetelerde manşete çıktı. Devlet Eski Bakanı Ufuk Söylemez, köşe yazısında bu dilekçeye yer verdi; “deşifre olan kimi niyetler ve ilişkilerin onların ‘tarafsız-masum-bilimsel-çağdaş bir sivil toplum örgütü’ gibi görülmesine mani olduğunu” belirttiği TESEV’in “ciddi bir özeleştiri” yapmasını ya da çalışmalarını durdurmasını istedi.

2006’daki bu olaydan altı yıl sonra, TESEV kurucusu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, örgütten ayrılmama nedeni sorulduğunda, TESEV’de “iyi aydınla da var demekle yetindi. (Sivil Örümceğin Ağında, 26. Basım, s. 320)

Kılıçdaroğlu ve darbeci ekibinin CHP yönetimine parti dışından CHP programıyla, tarihiyle ilgisiz adam alınmasını eleştirenler! Konu o kişilerin siyasal inançları değildir!

Kılıçdaroğlu ve turuncu darbeci adamları CHP yönetiminde federasyonlaşan Türkiye’ye uygun etnik temsilciler alıyorlar! CHP yönetimi de ülkenin parçalanmasına uyduruluyor!

Örneğin Bekaroğlu, siyasal gücü nedeniyle mi alınıyor? Adamın Rize’deki oyları %1’i bulmuyor. Canı sıkılanlar Bekaroğlu’nun Laz milliyetçiliği girişimlerini anımsamalıdırlar.

Faruk Loğoğlu, Türkiye’nin federasyonlaşmasını (Etnik devletlere bölünmesini) isterken siyasal akıl mı yürütüyordu, yoksa Adigeleri mi temsil ediyor?

Tanrı’nın Kulu Sezgin, CHP’de Kürtleri, Hüseyin Aygün, Dersim özerk milliyetçilerini mi temsil etmiyorlar mı?

A. Davutoğlu’nun tez hocası, TESEV’in has elemanı Toprak Binnaz, yıllarca federasyonlaşmanın İslamcı alt yapısının kurulmasına yardım etmedi mi?

CHP’de İslamcı cemaatlerin (Yalnız Nurcular değil, şeyh-şıh örgütlerinin tümünün) temsilcileri yönetime alınmıyor mu?

Cin adam, oradan oraya uçan, kurnaz Kılıçdaroğlu, “İslamla uzlaştık, Kürtlerle de uzlaşıyoruz” derken kulağınızı tıkadıysanız

Siz, ulusal birlikçilik-Atatürkçülük- İslam devletçiliğine karşılık- halkçılık- çağdaşlık üstünde söz yarıştıra durun; atı alan, kılıcı kuşanan 2. Tayyip, Yeşil-Turuncu-Oynak CHP’yi kurdu bile!

CHP’de milletvekili olup da bu gelişmelere sessiz kalan, ya da mezhepçilik şımarıklığıyla partili arkadaşlarına hakaret eden milletin sözde vekilleri, suspus oturan kadınlı-erkekli sözde Kuvayı Milliyeci CHP vekilleri şurası kesindir ki, yalnızca iktidar sahipleri değil, sizler de Türkiye’nin parçalanmasından sorumlu tutulacaksınız!

Ya siz, emirle parmak kaldıran, tüm bu gelişmeleri alkışlamak için sıraya giren atanmış parti delegeleri, siz de ayrı tutulmayacaksınız! Delege listeleri tarihin dosyasına çoktan girdi.

Seçim sandığı şantajıyla bu gelişmelere sessiz kalan, boyun eğen CHP üyeleri! Siz kendinizi sorumsuz mu sanıyorsunuz?

Davada herkese yer var! Hiç kuşkunuz olmasın!

3 Eylül 2014

Not: Çocukları zorla İmam Hatip okullarına sokularak Arapçaya-Arap kültürüne mahkûm edilen aileler çaresizce isyandalar! Kılıçdaroğlu sessiz, partisini, üyelerini harekete geçirip neden bu Cumhuriyet yıkıcılığını önlemeye çalışmıyor? Böyle sorunca “mezhep düşmanlığı” yapıyormuşuz! Haydi oradan utanmaz! CHP’nin mihenk taşı ne zamandır din ya da mezhep oldu?

ARAP AZINLIĞI YARATIYORLAR  Mustafa YILDIRIM
Başbakan “Türkiye’de 2,5 milyon Suriyeli (Arap) var iç meselemizdir” demiş! Şimdi anladık mı nüfus yapımızı bozma kararlılıklarını ve Türkiye’de Arap azınlık yaratmak için uğraştıklarını? Anımsadık mı Suriye’de savaş başlamadan çok önce Türkiye’ye girişlerde vizeyi kaldırma nedenlerini? “Kürt koridoru”ymuş! Ne koridoru yahu?! Hatay’dan aşağıya doğru Kürt-Arap devleti kuruluyor! Koskoca vatan gidiyor! Anla artık, Arapçanın zorunlu ders olmasının gereğini!

Anla artık, çocuklarımızın zorla imam okuluna gönderilmesinin altındaki oyunu!

HANGİ VATANSEVER?

Şu bu devletin koltuğuna girmeye çalışan mı? Türklere koşacağına Ortadoğu’nun karanlık adamlarına ve kalleşlerine sarılan mı? Özerklik, federasyonculuk yolunda yürüyen sinsi mezhepçi mi? Amerikan madalyalı vekiller mi? Bir o yana bir bu yana dönerek aldatanlar mı? Apo’dan Bekaa’da “demokratik cumhuiyet” ruhu alanlar mı? Sormakla bitmez! Vatan da, devlet de gitmiş o “gerisi teferruat” deyip duruyor! Akıl veren çok! Gerisi artık teferruat filan değil! Grilik çağı da bitti! Ya ak ya kara olacaksın!

VER SEÇİM RÜŞVETİNİ “SULTAN” OL!

Öteki partilerin yaptığı gibi seçim rüşveti önermiş: Oyunu bize ver, sana 2 maaş ikramiye! Asgari ücrete zam üstüne zam! İşte Kılıçdaroğlu’na bunları söyleten Sayek’e “seçim mimarı” diyorlar! Üstelik en yüksek oyu da ona vermişler… Kurultay bildirisinde onun parmağı var diyorlar!

Atatürk’ün adı bildiride bir kerecik geçti… Medya artık onu parlatacak! Amerikalılar da överse…

ULUFEDEN DE BÜYÜK

Hükümetin partisi yandaşına makam dağıtıyor! Muhalefet geçinen de mezhepdaşlarına, yeşil-turuncu çetesine milletvekilliği (az değil, aylığı 30.000 Lira) dağıtıyor! Delegeleri Atatürk’ün resmine baka baka göbek atıyor!

AZRAİL GELİNCE Mİ ANLAYACAKSIN?

Ey Türk! Cumhuriyetini elinden aldılar… Partini de çoktan almışlardı.. Devletini de almışlardı… Aslına bakarsan sandık şantajına razı olduğunda vermiştin her şeyini! Dünya tarihinde devletini oylamayla teslim eden bir başka ulus var mı? Şimdi de kalkmışsın “demokrasi”, “sandık” diye diye ağlıyorsun! Suçlu arama! Azrail’e demiş ki adam “N’olur canımı almadan haber ver, öyle çatkapı gelme!” Azrail “Olur, hay hay” demiş. Bir süre sonra gelmiş Azrail,”Haydi bakalım” demiş, “gidiyoruz!” Adam “Yahu! Hani haber verecektin?” “Nezle olmadın mı? Yüreğin teklemedi mi? Karnın ağrımadı mı? Kabız olmadın mı?”” “Oldum, ama karamsar değildim, umudum vardı.” “Deme yahu! Daha nasıl haber verecektik? Twit mwit mi bekledin? Haydi bırak ağlamayı! Abbas yolcudur dönülmez yolda!”

Ankara, 20 Ocak 2016

BEŞ PARA ETMEZ SİYASET Mustafa Yıldırım
Sandık şantajına bir hafta kalmış. Onlar para-pul dağıtma yarışındalar.

Üç Kuruş! Çok satan gazetenin tam sayfası… Sağ üst köşede “Bu sayfayı kesip saklayın” damgası.. Ortada sandık sonrası ödenecekler… Hepsi de kişinin parasal çıkarıyla ilgili!

İlkokulların, ortaokulların, liselerin Araplaştırılmasıyla ilgili dip not bile yok! Al parayı! Yaşa mollalar karanlığını!

İyi de sayfanın % 90’ı neden boş?

Boş, çünkü sanayi yatırımlarıyla, tarım üretimindeki çöküşle, dünya ile, bölgemizle, yurdumuzun geleceğiyle ilgili, Türklerle ilgili sözü yok!

Varsa “namerdim” yoksa da “namerdim!”

Sayın Kılıçdaroğlu! 3 kuruşa tamah edeceksek ne işimiz var buralarda? Çeker gideriz Amerika’ya… Keyfimize bakarız!.. Orda padişah yok, hatta yedek padişah da yok! Boş veririz dünyanın orasında burasında öldürülenlere, şeyhlere, ayetullahlara… Yaşar gideriz!

*
Üç buçuk Kuruş
Sayın Devlet Bahçeli,

Sağdan sola, soldan sağa toplasak da Kılıçdaroğlu gibi geçimlik dağıtacakmışsınız! Gazetede tam sayfa söz vermişsiniz! Türkün Cumhuriyetinden, Türkün medreseleştirilen, Araplaştırılan okullarından tek söz yok! Üstelik Türk dünyasından, Suriye’deki, Irak’taki, İran’daki tutsak Türkmenlerden de tek söz yok! Cumhuriyetimizin geleceğini, ne üç buçuk kuruşa, ne de dünya servetine satarız!

*
“Askeri” olacaksan adam gibi ol…

Sayın “Mustafa Kemal’in Askeriyiz” diyen Parti Başkanları, İşte Mustafa Kemal’in sözü:

“Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyidlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen, kaderlerini ve hayatlarını,

falcılara, büyücülere, üfürükçülere,

muskacıların ellerine bırakan insanlardan meydana gelmiş bir topluluğa, bir millet gözüyle bakılabilir mi?

Milletimizin kendine has niteliğini yanlış şekilde gösterebilen ve yüzyıllarca göstermiş olan bu gibi unsurlar ve kuruluşlar, yeni Türkiye Devleti’nde Türkiye Cumhuriyeti’nde devam ettirilmeli miydi?” (TBMM, 21 Ekim 1927)

Haydi çıkın seçim meydanına, televizyonunuza ve “Hayır devam ettirmeyeceğiz!” diye haykırın da sizi destekleyelim!

*
Sandık Şantajı

“Seçim öncesinde dediğin gibi yaparsak bize oy vermezler!” O zaman biz neden oy verelim? Biz ahlaksızlığın tutsağı mıyız? Alnımızda “avanak” mı yazıyor? Neden sizin gibi iki yüzlüler seçilsin, diye komşumuzu ikna etmeye çalışalım? “Yoksa yok olursunuz!” Yeter yahu! Bir kere de biz ölelim…

Söz konusu olan Türkün Cumhuriyetiyse, kötünün iyisiyle cehenneme gitmek teferruat değildir…

Ankara, 24 Ekim 2016

Sandık şantajına dört gün kaldı… SEÇİM ÖNCESİ SUSKUNLUK  Mustafa Yıldırım
onlarca genel seçim dönemi yaşadım.

Halkın bu denli sessizleştiğini anımsamıyorum. ( Internette yazışanlar ve maskeli mandacıların alan toplantıları dışında.) Bakkalda, parklarda, fırında, berberde, mahalle terzisinin önünde, lokantada… sessizlik…
Yanlızca bir AVM kasasında sıra beklerken orta yaşlı bir bayan “Gümbür, gümbür geliyoruz!” dediğini duydum. Öteki müşteri “Bizim kullaklarımız sağır mı?” deyince konuşma kesildi.
Ekonominin nabzını tutma yeridir, ağaç işlemeyenlerin, ev eşyası üretenlerin merkezi Sitelerdekiler de suskun! Bazı sakallı gençler, az öteden laf atıyorlar: “İslam geldiğini artık gitmeyecek!”
Dükkan sahiplerine “Çekler ödeniyor mu?” diye soruyorum.
“Çek devri bitti! Kimse çek kabul etmiyor!”
“Senet?”
“Mal satılmıyor ki senet olsun! Üstelik senetler de fos çıkıyor!”
“Seçimden sonra belki… Baştakiler giderse…”
“Gelenlerin ne yapacağı belli mi? Piyasayı karıştırırlarsa halimiz nice olur…”
Bir öteki:
“Bol keseden atmak kolay! Biz yarın kirayı nasıl ödeyeceğimizi düşünüyoruz! Mal aldığımız yerlere borcumuzu…”
Daha yaşlı olan:
“Ekonomi istikrara ister!” diyor…
Büyük firmalardan bir yönetici:
“Böylesini kaldırmak zor! Aklı başında konuşan, çözümleri bir bir anlatan yok! Bölgemiz karışık, savaş çıktı çıkacak! Bir iki slogan dışında durumu şöyle enine boyuna anlatan lider var mı?”
Siteler yurdun aynası… Ankara’da Ulus semti de…
Yerimiz yazmaya yetmeyecek…
Sandığa gitmeyi göze alanlara ne diyebilirim ki?
Liderlerin, adayların yakışıklılığını, sevecenliğini değil de temel siyasal görüşlerini değerlendirseler iyi olur; çünkü “flört” etmiyoruz, kaderimizle oynuyoruz!
Özüyle sözünün bir olmadığını gördükten sonra hoşa gidecek sloganlar atanların ardına neden düşelim ki?!
Artık Pazar gecesine dek Maskeli Mandacılar Meclisi seçimleri üstüne konuşmayacağım, yazmayacağım!
Herkes vicdanıyla hesaplaşsın!

Eb (Ek bilgi): Birçok kentten arkadaşlarla görüştüm.
Adaylar içinde aklı başında kadın-erkek çiftçi olup olmadığını sordum! Şaşırdılar…

Ankara, 3 Haziran 2015

AYKIRI ARKADAŞIM KAMİL DENİZ’E KIZIYORUM…Mustafa Yıldırım
Telefon etti: “Biz deli miyiz?” Yanıtladım: “Akıllılardan çekmediğimiz mi kaldı?”

Yılar akıyordu. Yine telefondaydı: “Hello Teksas!” “Teksaslı Merve’yi ve Şeyh babasını yazdım, diye Amerikalı mı oldum?”

Yeni yazıyı alınca telefon etti: “Siz beni işten attıracaksınız!” “Olabilir… Tek sayfalık VAZİYET’ gazetesi yazarsın, ben de Kızılay’da dağıtırım!”

Yıllar, karanlık vadiler derken telefon ettim. Harika Som açtı. “Arkadaşım nasıl?” diye sordum. “Uyuyor!”

Aylar telefonlarla geçti; son konuşmamıza geldik.

Harika Som “Şimdi hastaneden geldik!” dedi. “Öyleyse sonra ararım!” “Durun, durun, doğruldu… Konuşmak istiyor”

Biliyordum, o sona yaklaşmıştı; ama sesi canlanıvermişti: “Ne diyorsunuz? Oylamaya iki gün kaldı?” “Cumhuriyeti oylamayla yıkacaklar! Ayetullahların müritleriyle, Amerikanın, yani Ortağın çocukları, eşkıya devlet düşkünü saltanatçılar, eli silahlı Kürt uşakları, gizli eyaletçi Kemal birleştiler…” “”O da mı?” “Eh, bazıları açıktan, bazıları da Cumhuriyet devletinin yıkımından söz etmeyen sözde muhalefet… Örtülü yıkımcı!” Arkadaşım öfkelenince açıldı: “Ama benim az da olsa umudum var!” “İyi de, yıllar önce ben ‘Onların anıtını dikecek bu ulus’ dediğim de ‘Olamayacak… Olmayacak!’ diye yazmıştın Vaziyet’te!” “Şimdi belki!… Kitap bitti mi? Adı ne olacak? Ne zaman okuyacağım?” “Matbaadan geliyor… Adı: Ortağın Çocukları…” “Çocukları iyi de, ‘O’ harfinden sonrası yanlış…”

İçimden “Aykırı adam işte!” deyip yanıtladım: “Kibar aydınlar sevmez o zaman! Hani, Yeltsin Clinton’a ‘Sukin Sun’ diye bağırmıştı da Amerikalılar açıkça ‘Orospu Çocuğu’ diye yazmıştı…” “Siz örümcek kitabında onlar gibi değil ‘O…” diye yazmıştınız…” “Dedim ya… Serde efendilik var… Bir türlü atadan kalma efelik damarımızı canlandıramıyoruz.”

Ah, bir yıl önce olsaydı, basardı kahkahayı… Şimdi onun sesi ölgün, benim sesim kırık: “Haydi uyuyun!.. Sonra konuşuruz…”

Sonrası kaçınılmazdı! Orada burada “artizlik” eden yazar, çizer, politikacı, sanatçı tayfasına benzemeyen, gerçek direnişçi, Üsküdar Kuvayı Milliyecisi Haydar’ın oğlu, Yemen Gazisi Yzb. Kamil’in torunu, Bizans İstanbul’una karşı tek kişilik Türk ordusu. Arkadaşım Deniz Som 15 Ekim 2010’da dünyamdan ayrıldı.

Ona, yani “Aykırı adama” çok kızıyorum… Harika Som geçen yıl telefondaydı: “Gitti, diye ben de her gün kızıyorum… Ama siz de aykırısınız! Yazmayı bırakmayın.. Savaşmazsanız yaşayamazsınız!”

Ona yalnız bıraktığı Harika Som da her gün kızıyor!

Ben daha çok kızıyorum! Yıllarca sesimi Türkiye’ye duyurduğum VAZİYET gazetesini kapatıp gitti. Bazen “İyi ki gitti” diyorum: “Cumhuriyet Adıyla idare eden o gazetedeki abilerinin tarikat kahvaltısında demlenişlerine, dolaylı PKK’ciliklerine tanık olmadı!” Bazen de “Belki” diyorum: “Tanık olsaydı o gazetenin kapısında tek kişilik direnişe başlardı!” Ne olursa olsun, Aykırı Arkadaşım Deniz Som’a kızıyorum! Karanlık vadilerde “Vaziyet”siz bırakıp gitti. Yine de toprağı bol, kendisi gibi aykırı torunları olsun! Olsun ki, “Savaşmadan yenildik, ama onlar hem savaşacaklar, hem de yenilmeyecekler!” diyebilelim. Harika, Haydar ve Cem Som’a selam! Yola devam!.. , Ankara, 15 Ekim 2015

e.b: Deniz Som’un babası… 1918 Sonbaharında Üsküdar açıklarında kürek çekerken gökteki İngiliz tayyaresine sövüp sayan “Deli” Haydar ve dedesi Yemen Gazisi Yzb. Kamil, 58 GÜN’ün 43’üncü günündedir…

MASKELİ MANDACILAR, PAŞALAR  Mustafa YILDIRIM
Hürriyet manşet atmış: % 52 İdam

Seçimle gelip Şeriatçı dikta kuran İhvan örgütü önderi Mursii hakkındaki mahkeme kararını anımsatıyorlar Cumhurbaşkanı hemen üstüne alınmış; “Bize % 52’lik İdam dediler…” Hürriyet bir gün sonra sızlanıyor:

“Bizden ne istiyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanı?”

Aslında Hürriyet de, Maskeli Mandacılar da kandırıyorlar!

Mısır’da, 2012 Devlet Başkanlığı Seçimleri son tur:

Katılanların oranı: % 51,85 Mursi’nin toplam seçmen sayısına göre aldığı oyun oranı: % 26,82 (Katılan % 51,85’in % 51,73’ü)

Bizdeki sandık şantajcıları, Mısırlıların % 52’si Mursi’ye oy vermiş gibi göstererek kandırıyorlar! Yetmiyor, Mursi üstünden içlerindeki din devleti özlemlerini (Milliyetçilik, demokrasi vs.ile örterek) dışa vuruyorlar… Konu devlet başkanlığı seçimi değil de rejim denilirse: Mısır’da Şeyhin belirlediği din kurallarıyla yönetilmek isteyenlerin oranı % 26’dır…

Bunların çoğunluğu kökten Mısırlı değil Araptır! Bu arada Mandacı Seyyid Kınılkiliseli Kemal Bey, daha yakınlarda demişti ki:

“Mısır’da Sisi, Türkiye’de Erdoğan”

Mandacı, Mursi yandaşlığını “demokrasi” yandaşlığı gibi yutturtmaya çalışıyordu.

“VATAN-PAŞA” SOFRADA

TSK iç dedikodusunu “Zaman” gazetesine dökmüş! (Zaman, 18.5.2015 ve Oda Tv)

Saldırganları meşrulaştırmanın en iyi yöntemidir Cumhuriyet-Atatürk karşıtlarının sofrasına oturmak! Ahmedinejad karşısında esas duruş fotoğrafı da silinemez artık!

MANDACININ MARİFETLERİ “Türkiye’de şu anda tek parti devleti var… 1930’ların yapısı… Tek parti döneminde bir parça da olsa adalet vardı, şimdi o da yok. Şu andaki uygulamalar tek parti döneminden daha kötü.” (Zaman Söyleşi, 18 Mayıs 2015) Meğer yalnız “Paşa” değilmiş, Cumhuriyet-Atatürk karşıtlarının sofrasına oturan ve onları meşrulaştıran!

Mandacı, “Koalisyonu düşünmediğiniz parti var mı?” diye sorulunca hemen yanıtlıyor:

“Yasal partilerle koalisyona girmeyeceğiz, dersek demokrasiye uymaz!”

Yani AKP ile de hükümet olurum” demenin Arapçası!

Sandık yaklaştıkça Mandacı Cumhuriyet Devletinden uzaklaşıyor!

“Söz veriyorum!” diyor. “Yapamazsam istifa edeceğim!” diyor. “Sözümü tutmazsam namerdim!” diyor. Toroslardan Hacı Emin de diyor ki:

“İstifa etmen, namertliğin Cumhuriyetimizi, Vatanımızı kurtarmaz ki!”

M. Yıldırım, 26 Mayıs 2015

Bu yazı MUSTAFA Yıldırım-Yazılar kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir